ORTADOĞU’DA GÜÇLER ARASI SAVAŞ
Dünyanın bazı bölgelerinde zaman zaman bir çok sorun ortaya çıkıyor ama
hiç bir zaman Ortadoğu’da çıkan sorunlar kadar girift olmuyor. Ortadoğu’da her
hangi bir sorunun çözümü bile bazen sayısız yeni sorunların ortaya çıkmasına
neden olabilmekte. Bölgemizde mevcut olan anlaşmazlıkların elbette bir çok
nedeni var; daha çokta birinci dünya savaşıyla çizilmiş sınırlar, mevcut
anlaşmazlıklarda başat rol oynamakta. Ayrıca Bölgenin zengin petrol
kaynaklarına sahip olması çatışmaların bir diğer boyutunu oluşturan nedendir.
Zaten Sykes-Picot’un oluşmasında Bölge’nin petrol kaynakları belirleyici rol
oynamıştır. Böl ve yönet politikası temel alınarak çizilmiş sınırlardır.
ABD ikinci dünya savaşından sonra süper güç konumuna gelmesinden bugüne
kadar geçen sürede ‘Batı’dünyasının lideri olarak hareket etti. Sosyalist
sistemin yıkılmasıyla birlikte uzun süre tek başına kararlar alarak uygulamaya
koydu. Zaman zaman da Birleşmiş Milletler’i hiçe sayarak ülkeleri dahi işgal
etmiştir. Terör, terörist, hatta dost ve düşman kavramlarını bile kendi
çıkarlarına göre belirleyerek diğer tüm ülkelerin de bunları benimsemesini
istemiştir. Batı Avrupa dahil bir çok ülke de ABD’nin belirlemelerine boyun
eğmiştir. İstediği örgütü veya ülkeyi ‘terörist’ ilan etmiş ve diğer ülkelerin
de bunu kabul etmesini istemiştir. Bugün bir çok ülkeye, örneğin K. Kore, İran
ve Rusya Federasyonu’na uyguladığı ekonomik ambargolara hemen hemen hiç bir
ülke tavır alma cesareti göstermemekte. Ama hızla küreselleşen dünya
koşullarında bu tür ‘zor’ uygulamalarıyla uzun süre mesafe almanın
imkansızlığını görmekte. Bu nedenle çıkarlarını sürekli kılacağına inandığı
yeni çıkışlar yapmaya başlamıştır. Dünyanın bir çok bölgesinde, başta Ortadoğu
olmak üzere, Orta Asya, Kuzey Avrupa ve Çin Denizi’nde yeni düzenlemeler
peşinde. Bu bölgelerin içinde en sıcak ve kanlı çatışmaların yaşandığı bölge
Ortadoğu’dur.
ABD’nin, küreselleşme döneminde, ya da yirmibirinci yüzyılda liderliğini
koruyabilmek için bulduğu çözümlerden biri de, Ortadoğu’da harita değişikliğine
gitmedir. Bu bölgede dayattığı harita değişikliğiyle enerji yollarının
denetimini daha kolayca kontrolü altında tutmaya devam etmek istiyor. Yani
Sykes-Pıcot’u geçersiz kılmaya çalışmakta. Aslında Büyük Ortadoğu Projesi’nin
esası budur; 1997’den bu yana bu projenin hayata geçirilmesi için var gücüyle
çalışmakta. Bu projenin özü; Ortadoğu ülkelerini daha küçük parçalara bölerek
B.Avrupa, Çin ve Rusya Federasyonuna karşı enerji yollarının denetimini ele
geçirerek süper güç olarak üstünlüğünü
sürekli kılmaktır. Peki bu o kadar kolay mı? Hemen belirtmek gerekir ki, bu pek
kolay olmayacak.
ABD ve diğer süper güçlerin politikalarını uygulamada karşılaştıkları en
önemli engellerden biri de günümüzde ortaya çıkmış olan bölgesel güçlerin
varlığıdır. Eskiden Avrupa’da her hangi bir ülkenin şehrinde bir kaç
sanayileşmiş ülke bir araya gelerek dünyanın geneli hakkında kararlar
alabiliyordu. Alınan kararlar da ciddi bir engelle karşılaşmaksızın uygulanıyordu.
Küreselleşmeyle birlikte bu durum ortadan kalktı. Süper güçlerin, genelde
sanayileşmiş ülkelerin, büyük tekellerin gezginci para, yatırım ve üretim
politikaları bulundukları bölgelerde etkili konuma gelmiş güçlü ülkelerin
ortaya çıkmasına neden oldu; Örneğin Türkiye, Brezilya, Arjantin, Şili,
Hindistan, Pakistan, G.Afrika. Çin’nin bugün ulaştığı gücü hiç tartışmaya gerek
yok; artık bölgesel güç değil, süper güç düzeyine ulaşmıştır. Kısaca bu ve
benzer daha bir çok gelişmeleri dikkate aldığımızda, ABD ve diğer süper
güçlerin istedikleri politikaları kolayca uygulama olanağına sahip
olamadıklarını görürüz. Sykes-Picot’un, Yalta kararlarının ve Marshall
Planı’nın uygulandığı dönemlerle bugünü birbirine karıştırmamalıyız. İşte
küreselleşme döneminin özelliklerini dikkate alırsak ne ABD, ne de Rusya
Federasyonu istediği her kararı karşı dirençle karşılaşmadan uygulama
imkânlarına sahip değildirler. Bu anlamda Ortadoğu’da İran ve Türkiye’nin
konumunu bu gelişmeler ışığında değerlendirmek gerekir. Türkiye’nin başlattığı
‘Barış Pınarı’ askeri harekatını da bu çerçevede ele almak gerekir
Türkiye
Pkk/Ypg ile değil, Amerika Birleşik Devletleri ile çatışma içindedir. ABD,
Suriye, Irak ve Lübnan’ı temel alan yeni sınırlar çizme çabası içinde. Türkiye
ise buna karşı koymakta; ‘güvenli bölge’, yada ‘Kuzey Suriye’ harekatı bu
nedenden dolayı yapılmakta. Zaten bu askeri harekatın ön adımları büyük oranda
Pkk/Ypg tarafından başlatılmıştı. Bölgenin demografik yapısıyla oynayan Pkk/Ypg,
Kürt halkına yeterince darbe vurarak ulusal örgütlenmeleri ve aydınları büyük
oranda ortadan kaldırmış, iç dinamiği bitim noktasına getirmişti. Öyle ki üçyüzbinin
üzerinde Kürt nüfusunu Türkiye’ye sürgüne göndermişti. Kürt halkının ulusal
sembollerini ayaklar altına alarak ‘Suriye’de demokrasi’ için elinden gelen her
gayreti göstermiştir. Elbette Pkk bu hareket biçimini kendi başına uygulamamış,
derin devletin yüzer-gezer yatında ağırlanan misafirin buyrukları doğrultusunda
hareket etmiştir. Buyruğu hatırlamakta yarar var; ‘Misak-ı Milli’nin dışında
kalan parçalarındaki Kürt-Türkmen topluluklarına en azından yaşadıkları devlet
içinde soykırıma uğramadan demokratik kimlikleriyle yaşamalarına Türkiye
Cumhuriyeti’nin yardımı hem ahlaki hem siyasi bir görevdir, diyorum. Bu başka
devletlerin iç işlerine karışma değildir. (Abdullah Öclan, Savunma, Kürt
Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi, s,162-163) Şimdi Pkk/Ypg ye akıl
vermeye çalışanlar, direnmesi için yalvaranlar derin devletin bu söylemi
karşısında bir kez daha düşünmelidir.
Şu anda Türkiye’nin yaptığı, ABD’nin yeni sınırlar çizme çabalarına
karşı Musul-Halep hattını çizme gayretidir. Yani Musul-Halep hattının dışında
kalan bölgelerde ABD’nin sınır değişikliğine karşı Türkiye’nin ses çıkarması
veya direnmesi söz konusu değildir. Türkiye bu politikasında ne düzeyde ve ne kadar
süre başarılı olacak? Onu da zaman gösterecektir.
Baki Karer
12.10.2019