Suriye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2019 Pazartesi


ORTADOĞU’DA GÜÇLER ARASI SAVAŞ

    Dünyanın bazı bölgelerinde zaman zaman bir çok sorun ortaya çıkıyor ama hiç bir zaman Ortadoğu’da çıkan sorunlar kadar girift olmuyor. Ortadoğu’da her hangi bir sorunun çözümü bile bazen sayısız yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olabilmekte. Bölgemizde mevcut olan anlaşmazlıkların elbette bir çok nedeni var; daha çokta birinci dünya savaşıyla çizilmiş sınırlar, mevcut anlaşmazlıklarda başat rol oynamakta. Ayrıca Bölgenin zengin petrol kaynaklarına sahip olması çatışmaların bir diğer boyutunu oluşturan nedendir. Zaten Sykes-Picot’un oluşmasında Bölge’nin petrol kaynakları belirleyici rol oynamıştır. Böl ve yönet politikası temel alınarak çizilmiş sınırlardır.
    ABD ikinci dünya savaşından sonra süper güç konumuna gelmesinden bugüne kadar geçen sürede ‘Batı’dünyasının lideri olarak hareket etti. Sosyalist sistemin yıkılmasıyla birlikte uzun süre tek başına kararlar alarak uygulamaya koydu. Zaman zaman da Birleşmiş Milletler’i hiçe sayarak ülkeleri dahi işgal etmiştir. Terör, terörist, hatta dost ve düşman kavramlarını bile kendi çıkarlarına göre belirleyerek diğer tüm ülkelerin de bunları benimsemesini istemiştir. Batı Avrupa dahil bir çok ülke de ABD’nin belirlemelerine boyun eğmiştir. İstediği örgütü veya ülkeyi ‘terörist’ ilan etmiş ve diğer ülkelerin de bunu kabul etmesini istemiştir. Bugün bir çok ülkeye, örneğin K. Kore, İran ve Rusya Federasyonu’na uyguladığı ekonomik ambargolara hemen hemen hiç bir ülke tavır alma cesareti göstermemekte. Ama hızla küreselleşen dünya koşullarında bu tür ‘zor’ uygulamalarıyla uzun süre mesafe almanın imkansızlığını görmekte. Bu nedenle çıkarlarını sürekli kılacağına inandığı yeni çıkışlar yapmaya başlamıştır. Dünyanın bir çok bölgesinde, başta Ortadoğu olmak üzere, Orta Asya, Kuzey Avrupa ve Çin Denizi’nde yeni düzenlemeler peşinde. Bu bölgelerin içinde en sıcak ve kanlı çatışmaların yaşandığı bölge Ortadoğu’dur.
    ABD’nin, küreselleşme döneminde, ya da yirmibirinci yüzyılda liderliğini koruyabilmek için bulduğu çözümlerden biri de, Ortadoğu’da harita değişikliğine gitmedir. Bu bölgede dayattığı harita değişikliğiyle enerji yollarının denetimini daha kolayca kontrolü altında tutmaya devam etmek istiyor. Yani Sykes-Pıcot’u geçersiz kılmaya çalışmakta. Aslında Büyük Ortadoğu Projesi’nin esası budur; 1997’den bu yana bu projenin hayata geçirilmesi için var gücüyle çalışmakta. Bu projenin özü; Ortadoğu ülkelerini daha küçük parçalara bölerek B.Avrupa, Çin ve Rusya Federasyonuna karşı enerji yollarının denetimini ele geçirerek süper  güç olarak üstünlüğünü sürekli kılmaktır. Peki bu o kadar kolay mı? Hemen belirtmek gerekir ki, bu pek kolay olmayacak. 
    ABD ve diğer süper güçlerin politikalarını uygulamada karşılaştıkları en önemli engellerden biri de günümüzde ortaya çıkmış olan bölgesel güçlerin varlığıdır. Eskiden Avrupa’da her hangi bir ülkenin şehrinde bir kaç sanayileşmiş ülke bir araya gelerek dünyanın geneli hakkında kararlar alabiliyordu. Alınan kararlar da ciddi bir engelle karşılaşmaksızın uygulanıyordu. Küreselleşmeyle birlikte bu durum ortadan kalktı. Süper güçlerin, genelde sanayileşmiş ülkelerin, büyük tekellerin gezginci para, yatırım ve üretim politikaları bulundukları bölgelerde etkili konuma gelmiş güçlü ülkelerin ortaya çıkmasına neden oldu; Örneğin Türkiye, Brezilya, Arjantin, Şili, Hindistan, Pakistan, G.Afrika. Çin’nin bugün ulaştığı gücü hiç tartışmaya gerek yok; artık bölgesel güç değil, süper güç düzeyine ulaşmıştır. Kısaca bu ve benzer daha bir çok gelişmeleri dikkate aldığımızda, ABD ve diğer süper güçlerin istedikleri politikaları kolayca uygulama olanağına sahip olamadıklarını görürüz. Sykes-Picot’un, Yalta kararlarının ve Marshall Planı’nın uygulandığı dönemlerle bugünü birbirine karıştırmamalıyız. İşte küreselleşme döneminin özelliklerini dikkate alırsak ne ABD, ne de Rusya Federasyonu istediği her kararı karşı dirençle karşılaşmadan uygulama imkânlarına sahip değildirler. Bu anlamda Ortadoğu’da İran ve Türkiye’nin konumunu bu gelişmeler ışığında değerlendirmek gerekir. Türkiye’nin başlattığı ‘Barış Pınarı’ askeri harekatını da bu çerçevede ele almak gerekir
    Türkiye Pkk/Ypg ile değil, Amerika Birleşik Devletleri ile çatışma içindedir. ABD, Suriye, Irak ve Lübnan’ı temel alan yeni sınırlar çizme çabası içinde. Türkiye ise buna karşı koymakta; ‘güvenli bölge’, yada ‘Kuzey Suriye’ harekatı bu nedenden dolayı yapılmakta. Zaten bu askeri harekatın ön adımları büyük oranda Pkk/Ypg tarafından başlatılmıştı. Bölgenin demografik yapısıyla oynayan Pkk/Ypg, Kürt halkına yeterince darbe vurarak ulusal örgütlenmeleri ve aydınları büyük oranda ortadan kaldırmış, iç dinamiği bitim noktasına getirmişti. Öyle ki üçyüzbinin üzerinde Kürt nüfusunu Türkiye’ye sürgüne göndermişti. Kürt halkının ulusal sembollerini ayaklar altına alarak ‘Suriye’de demokrasi’ için elinden gelen her gayreti göstermiştir. Elbette Pkk bu hareket biçimini kendi başına uygulamamış, derin devletin yüzer-gezer yatında ağırlanan misafirin buyrukları doğrultusunda hareket etmiştir. Buyruğu hatırlamakta yarar var; ‘Misak-ı Milli’nin dışında kalan parçalarındaki Kürt-Türkmen topluluklarına en azından yaşadıkları devlet içinde soykırıma uğramadan demokratik kimlikleriyle yaşamalarına Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımı hem ahlaki hem siyasi bir görevdir, diyorum. Bu başka devletlerin iç işlerine karışma değildir. (Abdullah Öclan, Savunma, Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi, s,162-163) Şimdi Pkk/Ypg ye akıl vermeye çalışanlar, direnmesi için yalvaranlar derin devletin bu söylemi karşısında bir kez daha düşünmelidir.
    Şu anda Türkiye’nin yaptığı, ABD’nin yeni sınırlar çizme çabalarına karşı Musul-Halep hattını çizme gayretidir. Yani Musul-Halep hattının dışında kalan bölgelerde ABD’nin sınır değişikliğine karşı Türkiye’nin ses çıkarması veya direnmesi söz konusu değildir. Türkiye bu politikasında ne düzeyde ve ne kadar süre başarılı olacak? Onu da zaman gösterecektir.

Baki Karer

12.10.2019
 

21 Aralık 2016 Çarşamba

Ankara’da Suikast


    karerbaki.blogspot.se

Ankara’da Suikast
 

    Bugün Rusya Federasyonu büyük elçisi Andrey Gennadiyeviç Karlov Ankara’da suikaste uğradı. Gelen haberlere bakılırsa hayatını kaybetmiş. Suikasti yapan Çevik Kuvvet polisi. Türkiye açısından çok ciddi bir gelişmedir bu. Bu suikastin amacı, iç dengeleri dizayn etmeden ziyade, uluslar arası dengeleri dizayn etmeye yönelik bir girişimdir.
    Özellikle 15 temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye, gerek uluslar arası planda, gerekse de Ortadoğu genelinde siyasal alanda yeni atılımlar içine gireceğini belirtmişti. Bir çok alanda atılacak adımların hem Avrupa Birliği’nin hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarlarına hizmet etmeyeceğini anıştıracak açıklamalar yapılmıştı. Türkiye’nin son bir kaç aydan bu yana attığı her adım, Batı Avrupa ve Amerika tarafından sıkı takip altındaydı. Uçak düşürülmesi olayından sonra iki ülke arasında esen soğuk rüzgar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Moskova ziyaretiyle birlikte, yerini dostluk havasına terk etmişti. İki ülke arasında barış havasının egemen olması her iki ülkenin çıkarınaydı. Batı ambargosu karşında Rusya federasyonu rahat nefes alırken, Türkiye de hem ekonomik hem de siyasal açıdan sıkışık durumdan kurtulmuş oldu. Özellikle Irak ve Suriye’de ABD tarafından sıkıştırılan, sınırları içine hapsedilmeye başlanan Türkiye, nefes almaya başladı. Fırat kalkanı operasyonu, aslında ABD’ye karşı geliştirilen bir operasyondur. Bu operasyona karşı ABD ve Batı Avrupa’nın yanıtı çok sert oldu. Zaman zaman İŞID, zaman zaman da PKK kullanılarak Türkiye’ye siyasal dayatmalarda bulunuldu. Bombalarla kitlesel katliamlar yapılmaya başlandı. Bu noktada içten eskinin derin karanlık güçleri tekrar devreye sokuldu. Patlatılan bombalarla bir sonuç alınamayacağı anlaşılınca, suikast devreye sokuldu.
    Büyükelçi Karlov’un öldürülmesi Ortadoğu’daki, özelde de Suriye’deki gelişmelerden bağımsız değildir. Esad’a bağlı ordunun Halep’te tekrar kontrolü ele alması, aslında bir dönüm noktası teşkil eder. Suriye ordusu, Türkiye’nin rızası alınmadan Halep’te kontrolü sağlayamazdı. Halep’te tam kontrolün sağlanması ve Özgür Suriye Ordusu desteğinde Türk Ordusu’nun El-Bab’a dayanması, ABD ve Avrupa Birliği’nin dışlanması anlamına gelmektedir. Ağırlıklı olarak Amerika Birleşik Devleti’nin Musul politikasına karşı, Halep ve El-Bab’da bir misilleme yapılmış olundu. Amerika'nın başını çektiği 64 ülkeden oluşan cephe, Musul’a bir türlü giremiyor. ‘Giremiyor’ değil, girdikten sonra saha üzerinde yapılacak parsellemede anlaşamadıkları için  Musul’dan İŞİD atılmak istenmiyor. Türkiye ve Rusya’nın dışlanma koşullarında ABD ve diğer Batılı güçler eğer Musul'a girerse, Türkiye de EL-Bab’a girecek ve Musul-Halep hattını oluşturmaya çalışacak. Elbette bu durum, ABD’nin işine gelmemekte.
    ABD ve B. Avrupa, bu misillemenin çemberi genişletildiği anda, kendileri için ciddi tehlikelerin ortaya çıkacağını fark ettiler. Nitekim Rusya, Türkiye ve İran arasında yarın yapılacak toplantı, bahsedilen çemberin genişleyeceği anlamını taşımaktadır. Batılı güçlerin Ortadoğu’da istedikleri gibi hareket etmelerini engellemede, bu girişimin önemli bir adım oluşturacağını söylemek mümkündür. İşte tam da bu noktada, Rusya’nın Ankara büyükelçisi suikaste uğradı. Ne ilginçtir ki ilk tepki gösteren de, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara büyükelçisi oldu. Katilin bağlantıları da dikkate alınırsa, gösterilen tepkinin anlamı daha bir önem kazanır.
    Gelinen noktada, yani Karlov’un suikaste uğramasıyla birlikte ok yaydan çıkmıştır. Artık Türkiye, ABD tarafından gelecek zorlamalarla 15 temmuz öncesi konumuna getirilemez. Irak’ta ve Suriye’de ağırlıklı olarak Rusya ile hareket edecektir. Ama yine de ABD’yi sert yöntemlerle veya tümden karşısına almaktan çekinecektir. Ortadoğu’da denge politikasından ziyade, bir adım ileride Rusya ile birlikte hareket etmeyi sürdürecektir. Batılı güçlerin Türkiye üzerinden daha ileri gitmeleri savaşı göze almaları anlamına gelir. Özelliklede Suriye nedeniyle ne ABD’nin, ne de Rusya’nın bir savaşa kalkışması çok uzak ihtimaldir. Şu sıralar sıkça dünya savaşından bahsedilmekte. Günümüz koşullarında iki süper güç arasında ortaya çıkacak dolaylı çatışmaların, dünya savaşına neden olacağını düşünmüyorum. Bunun için bir çok neden var; bu dönemde iki süper güç arasında yapılacak savaşın, konvansiyonel silahlarla sınırlı kalmayacağını bilmek gerekir. Bir de günümüzde müttefiklik anlayışı değişmiştir. Her ülke kendi çıkarlarını ön planda tutacaktır. Her hangi bir ülke yönetimi, müttefik olduğu bir başka ülke için savaşa girmeyi göze alması için halkına hangi argümanları ileri sürecektir? Değişen toplumsal ilişkiler, yönetimlerin böylesi kararlar almasını engelleyecek konumdadır. Bu gün NATO sadece kağıt üzerindedir. Ne Türkiye, ne de Almanya veya Fransa ABD için Rusya ve Çin'le savaşı göze almaz. Aynı durum Rusya’ya yakın gözüken ülkeler için de geçerlidir. Günümüz koşullarında iki süper gücün etrafında kümelenecek ülkeler arasında ortaya çıkacak bir savaş, bir çok ülkenin yok olmasını getirmeyeceğinin garantisi yoktur. 1910’lu, 1940’lı yılların savaş metotları artık çok gerilerde kalmıştır. Bu nedenle müttefiklik veya birbirini destekleme bir noktaya kadardır. Bu gerçekler bilindiği içindir ki çıkarları çatışan ülkeler, birbirine  karşı ulaklarla, bazen de ekonomik ambargolarla sonuç almaya çalışmaktalar.

BAKİ KARER

19.12.2016

 

6 Ekim 2012 Cumartesi

SURİYE'YE KARŞI MİSİLLEME

SURİYE'YE KARŞI MİSİLLEME







Bugün Suriye'den ateşlendiği iddia edilen top mermileri Akçakale ilçesinin merkezine düştü. Son geçilen haberlere bakılırsa 5 ölü ve 15 yaralının olduğu söylenilmekte. Akçakale'ye birkaç yüz metre ötede sürdürülen çatışmaların bu ilçede hayatı yaşanmaz hale getirdiği biliniyordu. Sadece Akçakale değil, tüm sınır boyunun güvenli olmadığı ortadaydı. Bu nedenle Türkiye ile Suriye arasında her an bir çatışmanın çıkabileceği kaygısı taşınıyordu. Nihayet bu kaygı bugün için çok sınırlı da olsa karşılıklı sınır çatışmasına dönüşmüş durumda. Bunun uzun süreli olacağına ihtimal vermiyorum. Türkiye'nin bir düzüne top atışı ile karşılık vermesiyle sınırlı kalacaktır.

Şu anda Türkiye'nin topyekün bir savaş başlatacağını sanmıyorum. Hükümet hem iç kamuoyu nezdinde zor durumda kalmamak, hem de Suriye yöntimine gözdağı vermek için misilleme yapmayı bir zorunluluk olarak görmüş durumda. Ayrıca uluslararası alana da mesajını vermiş oldu.

Suriye üzerinden yeni bir Ortadoğu haritası şekillendirilmek isteniyor. Ama bunun pek öyle kolay olamayacağını tahmin etmek zor değil. Mezhep ayrımı üzerinden şekillendirilmeye çalışılan yeni haritanın çok kanlı olacağını tahmin etmek güç değil. Ortadoğu'da mezhep farklılıklarına dayalı çatışmaların ve savaşların bir kaç onyıla yayılma ihtimali de vardır.

Türkiye'nin Ortadoğu'da diktatörlüklerin yıkılması sürecinde özgürlük isteyen halkların yanında tavır alması doğru bir politikaydı. Ama giderek bu sürecin mezhep kavgasına dönüşme tehlikesi karşısında daha gerçekçi bir tutum takınabilirdi. Bu anlamda Bölge'nin güçler dengesini daha bir gözden geçirmesi gerekiyordu. Yaptığı en önemli hata, Suudi Arabistan ve Katar ittifakını temel almasıydı. Bu ülke iktidarlarının da birer diktatör olduğunu gözardı etmeyecekti. Böylesi bir ittifak, Türkiyenin özgürlükler karşısındaki tutumunu sorgulamayı da beraberinde getirdi. Oysa bölgede oluşan siyasal ortam daha bağımsız hareket etmeye elverişliydi. Ayrıca hükümet Suriye'de çok aceleci davranmakla kalmadı, Rusya'ya rağmen sonuç alacak biçimde hareket etti. Avrupa'nın kayıtsız kalacağı, ABD'nin çok fazla başını ağrıtmayacak bir taktik izleyeceği daha başından belliydi. Rusya'nın daha başından itibaren alternatif bir güç olduğunun hesaplanması gerekirdi.

Ortadoğu'da etkin olma mücadelesinde geri plana düşen Iran'ın takındığı ve gelecekte takınacağı tutum da dikkate alınmak zorunda. İran dış destekten tümden yoksun kalsa da, kullanabileceği argumanlara sahiptir; bunlardan biri de, mezhepler arası çatışmadır. Nitekim şimdiden Körfez ülkelerinden başlayıp Irak'ı da kapsayacak biçimde Lübnan'na kadar uzanan bir bölgede mezhep ayrımına dayalı bir hat oluşturmuş durumdadır. Türkiye, oluşturulan bu fay hatlarında birini seçmeden hareket etme olanağına sahiptir. Fay hatları üzerinde durarak politika belirleme, gelecekte ateş içine düşmeyi getirebilir. Yani mezhep ayrılığı üzerinden hareket ederek kazanılacak bir şey yoktur. Bu noktadan hareketle, Ortadoğu'da ortak hareket edilecek temel ittifakcı güçlerin yeniden belirlenmesine ihtiyaç vardır. Suriye'de Esad iktidarı er veya geç yıkılmaya mahkumdur. Önemli olan, Esad sonrası oluşacak iktidarın mezhepsel ayrımı tümüyle dıştalamasıdır. Türkiye böyle bir iktidarın biçimlenmesinde belirleyici rol oynayabilir.

Suriye'deki iktidar kavgası Türkiye içinde de safların belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. CHP ve irili ufaklı müttefikleri; BDP gibi suni oluşumlar statükonun, yani diktatörlüklerin yanında tavır almıştır. Bu kesimin bir süre önce Hatay'da düzenlediği protesto, Almanya dazlaklarının göçmenlere karşı düzenledikleri protestoları anımsatmaktan uzak değildi. Aradaki fark, bu protestoların 'sol' ve 'sosyal demokrasi' adına yapılmış olmasıdır. Protestoyu düzenliyenlerin savaş karşıtlığı ile diktatörlük karşıtlığını birbirine karıştırdıklarına inanmıyorum. Tüm bu çırpınışlar, CHP ve müttefiklerinin çıkışsızlığının ifadesidir. CHP ittifakının bir ayağı da Suriye'de PYD (Demokratik Birlik Partisi)dir. PYD güçleri Kürt halkına karşı kullanılan Şebiha güçleridir. Esad sonrasında Süriye'de Kürt halkının PYD'yi muhatap alacağını sanmıyorum. Esad tarafından ellerine verilmiş silahlarla halkı susuturmaya çalışsalarda uzun vadede başarılı olacaklarına ihtimal vermiyorum. Kürt halkı giden Esad'ın yerini bir başka Esad'ın almasını kabullenmeyecektir.

Sonuç olarak, Türkiye'nin tek başına Suriye'ye karşı savaşa gireceğini düşünmüyorum. 2013'ün Nisan ve Mayıs ayları, Esad iktidarının devam edip etmeyeceğini belirleyecek aylar olacaktır.

Baki Karer

03.10.2012