Yaklaşan Genel Seçimler Üzerine
7 Haziran 2015 genel seçimi
yaklaştıkça, tartışmalar da yoğunlaşmaya başladı. Siyasal atmosfer
tahminlerinde ötesinde alevlendi. Hemen her tarafta hangi partinin ne oaranda
oy alacağı, alınacak oylarla kimin ne kadar milletvekili çıkarabileceği
tahminleri yürütülmekte. Bana kalırsa 7 Haziran 2015 seçimlerinin ilginç
yanlarından biri, bu. Yani matematiksel hesaplar üzerinden politika oluşturma
çabalarıdır. Özellikle muhalefet kanadı artık vaadler, projeler üzerine tartışmalar
yürütülmüyor,günü kurtarmanın, yani iktidar partisinin tek başına anayasayı
değiştirecek çoğunluğa ulaşmasını engelleyecek geçici taktikler üzerinde
tartışmaları temel almış durumda. Bu bir anlamda ümitsizliğin ifadesidir.
İçinde bulundukları koşullara teslim olma anlamını taşır. Muhalefet etmeyi
sandalye sayısıyla özdeştirme, işin daha başında yenilgiyi kabullenme demektir.
Peşembe'nin geleceği Çarşamba' dan bellidir misali muhalefet güçlerinin bu güne
kadar izledikleri hareket tarzı, böylesine köşeye sıkışmaya yol açacağı
belliydi.
Bu gün muhalefet denildiğinde,
ilk akla gelen Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Peki, CHP hiçte azımsanmayacak
milletvekili ile bu güne kadar muhalefet yürütebilmiş midir? Buna verilecek
yanıt, koca bir hayır. Muhalefet etme, salt aleyhte eleştiri olarak kabul
edilmiştir. İster doğru olsun, ister
yanlış olsun, hemen her şeye, her koşulda olumsuz eleştiri yöneltmenin
muhalefet etmeyle bir alakası olamaz. CHP öyle bir noktaya gelmiştir ki,
'İstemezük'le tanımlanmaya başlanmıştır. 'Devleti kuran parti' koltuğundan
inmediği sürece, baldırı çıplak olarak kalıp 'İstemezük'de diretmeye devam
edecektir.
Bu noktada sadece muhalefeti
eleştirmek haksızlık olur. Bizde iktidar demek, aynı zamanda, muhalafetten
gelen eleştirileri haklı da olsa, dikkate almama demektir. Türkiye'de iktidar
sahibi kim olursa olsun, demokrasi ve özgürlüğü salt sandıktan çıkan oy
çoğunluyla sınırlama anlayışı egemendir. Bu adeta bir gelenek haline
getirilmiştir. İktidar kavgalarının kör bir noktaya sürüklenmesinin temel
etkenlerinden biri de, budur. Bu kör döğüş sadece bu güne özgü bir durum
değildir. Günümüzde ki fark, çatışmayı en yüksek seviyede ve sürekli kılmadır.
Aslında bu bir anlamda topluma uygulanan şiddettir. Bu gün insanlar, kaldırımda
yürürken dirseklerin birbirine değmesini bahane ederek bıçak çekme aşamasına
gelmişse, egemen kılınan siyasal atmosferin bunda payının olmadığını
söyleyemeyiz. İktidar ve Muhalefet partilerinin birbirlerine alternatif olma
anlayışının yerini kin ve nefret almaya başlamışsa, ne muhalefet, ne de iktidar
demokrasinin geliştirilip güçlenmesi için mücadele etmiyor demektir. İktidarla
muhalefet arasında birbirine rakip olma anlayışının yerini, düşman kamplara
bölünmüşlük almışsa, çoğulculuk, çok seslilik bastırılıyor demektir. Henüz
süreklileşen bir mevzi savaşından bahsedemeyiz, ama zaman zaman da mevzi
savaşlarını andıran çatışmaların içine girilmediğini de inkâr edemeyiz. Bu
durum, hemen her açıdan çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü toplum bu gidişle
dumura uğratılmakta, bastıklanmaktadır. Bu noktada örgütlü şiddetin rolü
tartışılmalıdır. Örgütlü şiddet, toplumu düşünerek hareket etmekten
uzaklaştırıp, sürüleştirmeye çalışmaktadır.
Bugün iktidarla muhalefet
arasında kıyasıya bir kavganın yürütülmesinin bir nedeni de, doksan yıldır
burjuva yaratma çabası yatmaktadır. İktidara gelen her kanat şu veya bu düzeyde
kendine dayanak olacak burjuva yaratma çabası içine girmiştir. Tümüyle de başarısız
olunduğu söylenemez. Bugün 'İstanbul burjuvazisi' olarak adlandırılan kesim, özellikle
kırklı yıllardan itibaren palazlandırılmaya başlanmış ve hem sermaye, hem de
sanayileşme açısından hiçte küçümsenmiyecek bir konuma gelmiştir, daha doğrusu,
getirilmiştir. Şimdilerde ise, yıllardır bastıklanan Anadolu'da bir an evvel
burjuvalaşma çabası içine girildi. Yarı kendi imkanlarıyla, yarı devlet eliyle
epeyce bir yol katettiler. Sonradan yükselmeye başlayan bu burjuvalaşma eylemi,
1860'ların kapitalist iştahına fatiha okuttu. Ama ne İstanbul, ne de Anadolu
burjuvazisi 'Levanten'likten kurtulamamıştır. Sonuçta şu anda yaşanan çatışmaların
bir nedeni de, kentsoylu'dan yükselmeye başlamayan burjuvalaşmadır. Yani Avrupa'nın
ikiyüz yılda katettiği aşamayı' kısa bir süre içinde 'Akıncı' usulüyle elde
etmeye çalışma, yaşanan sorunların bir başka kaynağını oluşturmakta. Bir de
bunun küreselleşme dönemine denk gelmesi, ayrıca bir sorun. İstanbul
burjuvazisinin şansızlığı, Anadolu burjuvazisi için de geçerlidir.
İstanbul burjuvazi ile özellikle
Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde palazlanmaya başlayan Anadolu burjuvazisi
arasında kıyasıya bir rekabet var. Ama Anadolu'da gelişmekte olan burjuvazi,
İstanbul burjuvazinin sermaye etkinliğini henüz kırabilmiş değildir. Bugün her
iki kanadın etrafında oluşmuş elit kesimler mevcut. Bir taraf seküler ve laik
olarak kendini tanımlarken, diğer kesim, yani Anadolu tarafı ise, İslami
değerler üzerinden kendini tanımlamaktadır. Ama her iki kesimin de bir çok
ortak noktalarda buluştuğu inkâr edilemez. Her iki tarafın buluştuğu en önemli
ortak noktalardan biri, halka üstten sistem empoze etmeye çalışmasıdır. Kısa
yoldan ifade edecek olursak, bir tarafın laiklik ve sekülerlik anlayışı ne
kadar halktan kopuksa, diğerinin de İslam anlayışı o kadar halktan kopuktur;
biri Bonapartçı, diğeri Muaviyeci. Her ikisinin de dar alanda oyun kurma özelliklerinden
öte bir vasfı yoktur. Her iktidara gelenin kendine dayanak olacak sermaye
kesimi yaratma çabasını son bulacağı sosyal ortam tam anlamıyla şekillenmediği
sürece, iktidarla muhalefet arasında keskin kılıçların çekildiği sahneler
yaşanmaya devam edilecektir;sermayenin ulaştığı boyutla orantılıdır.
Yürütülen iktidar kavgası
ortamında Adalet ve Kalkınma Partisi, her iki kesimden de önemli oranda destek
almakta. liberal ekonomi politikanın en acımasız biçimiyle uygulandığı
koşullarda bir taraf güçlenmek için iktidar partisinden yana tercihini
koyarken, diğer tarafın hiçte küçümsenmiyecek bir bölümü, neo liberal ekonomi
politikanın yarattığı pazar olanaklarından yararlanmak için iktidar partisine
destek vermekte. Hele hele küreselleşme koşullarında gelişmekte olan ülkelerin
en önemli sorunu, istikrar ortamını egemen kılmadır. Dışardan da dayatılan
'istikrar' az çok yakalandığında, bunun devam etmesi, burjuvazinin hemen her
kanadının çıkarınadır. AK Parti, bu bileşkeleri çok iyi kullanmayı bilmektedir.
Bu arada Kemalist kanadın artık eski bütünlüğünün koruyamaz hale gelmiş olması da
önemlidir. Yani Kemalist kanat kendi içinde ayrışmaya uğramıştır. Cumhuriyet Halk
Partisi'nin bu derece gerilemesinin hatta iktidar olmada ümidini kesmesinin bir
nedeni de budur.
Tüm bunlara rağmen, 7 Haziran'da
yapılacak genel seçimlere çok az bir süre kala, tablo nedir. Tabloyu ele
alırken, unutulmaması gereken bir nokta, son 14 yıldan bu yana girdiği tüm
seçimlerde başarıyla çıkmış bir Adalet ve Kalkınma Partisi var. Diğer tarafta
da CHP'nin başını çektiği muhalefet cephesi var. Muhalefet cephesinde birbirine
en zıt noktada olanların birleştiği ana ortak nokta, ne pahasına olursa olsun
AKP'yi iktidardan yıkmadır. Muhalefet cephesini oluşturanların özelliklerine kısaca
biraz daha yakından bakmakta yarar var.
Cumhuriyet
Halk Partisi (CHP)-Halkların Demokratik Partisi (HDP)-Vatan Partisi
(VP)-Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)
Bir seçim, hele hele genel
seçimler sözkonusu olduğunda her bir partinin özelliklerini ve ortaya
koydukları projeleri isimleri altında irdelemek en doğru yoldur. Çünkü parti
demek, iktidara gelme mücadelesi demektir. Her parti iktidar için kavga verir,
stratejisini, proğramını buna göre oluşturduğu gibi halka yönelik vaadlerini ve
projelerinin de bu doğrultuda ortaya koyar.
Ama ne yazık ki, yukarıda
isimlerini sıraladığım partilerin hiç biri de ortaya projeler koyma yerine,
sadece siyasal olarak iktidarı düşürmeninin yol ve yöntemi arayışı içindeler. Muhalefette
yer alan bu belli başlı partilerden hiç biri sermaye, sanayi, enerji, tarım,
teknoloji ve daha bir çok alanlarda ne tür bir politika uygulayacaklarını,
iktidarla aralarındaki farklılıkları ortaya koymuş değiller. En önemlisi de, neoliberal
ekonomi politikanın uygulayıcısı mı olacaklar, yoksa farklı bir ekonomi
politika mı izleyecekler? Hiç biri bunlara açıklık getirmeye yanaşmamaktadır.
Sadece ve sadece ulusalcı, yani milliyetçi söylemlerle yetindiklerini
görmekteyiz. Şu anda ulusalcı cephede yar alan partiler özellikle CHP, HDP ve
VP'lerinin dönüp dolaşıp çakıldıkları nokta İttihat ve Terakki'dir.
7 Haziran'da yapılacak seçimlerin
en önemli bir özelliği de ulusalcı cepheninin, 'Kürdüm' diyen HDP'yi aralarına
alarak zenginleşmesidir! Bu durum, Kemalist kanadın hem zayıflığını, hem de
geçmiş tecrübelerine dayanan manevra kıvraklığını göstermektedir. Peki, gösterdiği
manevra kıvraklığı nedir? Ulusalcı takıma göre şimdiye kadar 'en iyi Kürt ölü
Kürt'tü. Şimdilerde, yani küreselleşme koşullarında 'ölü Kürt'ten asimile edilmiş
Kürt'te dönüş yapmalarıdır. İtihat ve Terakki anlayışının günümüz koşullarına
uygulanış becerisini, ulusalcı cephe hanesine artı puan olarak yazmak gerekir..
Elde edilen bu artı puan iktidar yolu açar mı? Buna verilecek yanıt, kocaman
bir hayırdır. O zaman HDP'nin kapıdan içeri alınmasının, dışardan
yönlendirmenin yerine içerden yönlendirmeye başlanmasının bir başka nedeni
olması gerekir. Önümüzdeki süreçte Kürt halkına yönelik örgütlü şiddette, silahlı
kapıkulu askerlerine sahip olma ve giderek darbecilikle iktidara gelme hayalidir.
Peki, mümkün mü? Kesinlikle hayır, ama
bugüne kadar olduğu gibi denemekte yarar görüyorlar. Dışardan yönlendirme
yerine yakın markajın tercih edilmesinin bir başka nedeni de, 7 Haziran
seçimleridir. Markaja alan, markaja aldığıyla karşı tarafa markaj uygulamaya
çalışacak. Denklem o kadar da karmaşık değil. Dönemin hassas dengeleri bunu
gerektiriyor. 'Hayırlara vesile olsun'
Dönemin popüler tartışmalarına
değinmek için HDP sorununu biraz daha açmakta yarar var. Bilindiği üzere, HDP hiç
bir zaman PKK'dan ayrı düşünülemez. Açıkcası, HDP mayoz bölünmenin hoploit
hücresidir. Bu günlerde PKK-HDP'nin açıktan ulusal cephenin yanında yer
almasını yadırgayanlar epeycedir. Öne sürdükleri gerekçeler de oldukça garip;
'şehitler verdik, gerilla var, Kürtlüğü bir tarafa bıraktılar' v.b... Hayır,
bunların tümü de akılcı düşünmeden, mevcut ortamı ve geleceği doğru
değerlendirmeden uzaktırlar. PKK ve türevleri ya da iz düşümleri veya bir dizi harf
sıramalarından ibaret yapılanmalar, hiç bir zaman Kürt/Kürdistan adına hareket
etmemiştir. PKK-HDP, 'Ulusal Cephe' diye adlandırılan kesimin politik çıkarları
doğrultusunda kurgulanmış bir savaşın neferidir. Bu neferlerin birincil hedefi,
Kürt'ü bitirmedir. Bu noktada, gerilla merilla hepsi hikayedir. Tamam, PKK'ye
katılmış iyi niyetli insanlar olabilir ama bazı insanların iyi niyetli olması,
gerçeği değiştiren temel unsur değildir. Direksiyonu elinde tutanlar arabayı
nereye isterse oraya sürer. Bu, bu kadar nettir. Bir çokları 'Grillaya sahip
çıkıyoruz ama yönetime değil' benzeri argümanlar ortaya atıyor. Bu söylem,
ortaya atılan yeme atlamadan başka bir şey değildir. Kürt halkına karşı
kullanılan silaha karşı çıkma, herkesin görevi olmalıdır. Bu nedenle, PKK'nın
koşulsuz silah bırakmasının kavgası verilmelidir. PKK ve HDP'yi erkler
savaşımının parçası olarak görmeme, siyasal körlüğe yol açar. Kürt halkı içinde
devşirmelerden oluşturulan elit bir kesimin, bir nevi iç diktatörlüğe yönelimin
adıdır PKK ve de HDP. Silahların susturulması, bu engelin aşılmasını getirir.
Kürt halkına karşı silah
kullanmanın en yakın örneğini, 6-7 Eylül 2014'de Diyarbakır'da yaşadık. Bir
anda 50 Kürt HDP-PKK çağrısıyla katledildi. Sadece insanlar katledilmedi,
müzeler, kütüphaneler, kitaplar, okullar yakıldı, yıkıldı; Ortaçağ'ı aratacak
eylemler yapıldı. Kürt kültürünü yağmalandı ve toplumun değerleri ayaklar
altına alınmak istendi. Yapılan yağmadan, çapulculuktan elde edilen iki milyona
yakın gelir, PKK kasalarına aktarıldı. 6-7 Eylül çapulculuğu, ulusalcı cephe
ile ittifak halinde Kürt halkına karşı gözdağı vermeye kalkışmadır. Kobani ve
Hüda Par sedece bir bahaneydi. Maaşlı ve sigortalı kolluk kuvvetleri
olduklarında, nasıl sadık olacaklarının ispat etmeye çalışmışlardır.
Konumları bu iken, şimdi halkın
karşısına çıkmışlar oy istiyorlar. Üstelikte 50 bin Kürt'ün ölümüne sebeb
olduklarını,15 bin faili meçhul cinayet işlediklerini, milyonlarca halkın
yerlerinden yurtlarından göç ettirilmelerine neden olduklarını bile bile 'En demokrat
biziz' diyecek kadar arsızlaşıyorlar. 'Savaş yapıyoruz' bahanesiyle
öldürülmeleri için dağlara sürülen gençlerin hasabını bilen yok.
PKK ve HDP'nin gerçek yüzü bu
iken, ulusalcı basın ve diğer şakşakcılar tarafından kamuoyu önünde
propagandalarının yapılması, artık garipsenecek bir tavır olmaktan çıkmıştır.
Kuş konmaz kervan geçmez dağların tepelerinde çekilen silahların kimlerin
çıkarlarına hizmet ettiğini tekrar tekrar ele almaya, irdelemeye gerek yok.
Çatışmalardan kimler palazlanıyorsa ve bu palazlanmadan payını alan grand
tuvaletli Ankara'da Türk, Şırnak'ta Kürt olan yaz bozlar, kem küm ederek bir
süre daha silahların susmasının önüne geçmeye çalışacaktır. Çünkü bunlar için
silahların çekilmesi Mercedes, daire, yazlık villa demek, hatta oğullarını ve
kızlarını 'Yürsek mertebeli' aile çocuklarıyla evlendirme demektir. İşte, ulusalcı
takımın fedailerinde 'Kürtlük' kıstasları... Bu arada malum fedailerin
tanımlanmasında kullanılan 'Eşme ruhu'nu da unutmamak gerekir. Silah bırakmada
ayak diretilmesinin nedeni, şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu durumu daha açık
bir biçimde ifade decek olursak, Kürtler de devşirmelerden sosyal şöven
ihracına başlamış oldu. Bu gelişmeyi, bir nevi bağırsakların temizlenmesi
olarak kabul etmek gerekir. Karmaşanın son bulup, safların belirgin hale
gelmesinden şikayet etmemek gerekir.
Genel seçimlere az bir süre kala
tüm taktik ataklara karşın, önümüzdeki süreçte pek ciddi değişimlerin ortaya
çıkacağını sanmıyorum. CHP, eğer HDP barajı geçerçerse, koalisyon hükümeti kurmanın çabası içinde. Ama
nereden bakılırsa bakılsın,CHP'nin, diğer muhalefet güçleriyle artaklaşa
hükümet kuracak çoğunluğu elde etmesi her açıdan güç gözükmektedir.
Koalisyonlar döneminin toplum üzerinde yarattığı korku henüz silinmiş değil.
Her şeye rağmen toplumun çoğunluğu tek parti iktidarını istikrar olarak
algılamakta. Yani tek parti iktidarı düşüncesi hemen her kesimde ağır
basmaktadır. Ulusalcı takımdan alınacak ödünç oylarla ve olabildiğince
pohpohlamalarla geçici yeni dengeler oluşturarak,HDP'nin barajı aşması
sağlanmak istenmekte. Amaç; iktidar partisinin tek başına çoğunluk elde
etmesini engellemektir. Hatta son olarakta alevi oylarının avcılığı yapılmakta.
Alevi oyları HDP'ye yönlendirilmek istenmekte. Ama aleviler Sivas ve benzeri
katliamları unutmuş olamaz ve beyhude bir çırpınıştır. Aslında bu girişimin
arkasında olanlar, 6-7 Eylül 2014'te PKK ile ortaklaşa Diyarbakır katliamını
düzenleyenlerdir. Kürt/Kürdistan denildiğinde her türlü entrikalar çeviren
ulusalcı takım, nasıl oluyorda PKK-HDP'nin meclise daha büyük bir çoğunlukla
girmesi için kavga veriyor? Herkes bir kez daha düşünmeli. Bu girişimin de
başarılı olma şansı yok.
CHP ve MHP'nin oylarında sınırlı
da olsa bir artış olacağı ihtimal dahilinde. Ama koalisyon kuracak bir çoğunluğa
ulaşacaklarına ihtimal verme çok zor. Tüm uğraşlara, alması muhtemel ödünç oylara karşın, HDP'nin baraj sorununu
aşacağını da sanmıyorum, barajın üzerine çıksa da elde edilecek milletvekili
sayısı, yine koalisyon hükümeti kurmaya yetmeyecektir. Uluslararası ve özellikle
iç dengelerde beklenmedik sert alt üstler olmadıkça, Adalet ve Kalkınma Partisi
1923'e kadar tek başına iktidar olmayı sürdücek bir konuma sahiptir. Bu
söylemimi bir kaç yıl önceki bir makalemde ileri sürmüştüm. Nedenleri üzerinde
tekrar dumaya gerek yok. Toplumsal yapıların muhafazakârlaşmaya yönelimi,
sadece Türkiye'ye özgü bir durum değildir. Avrupa'daki gelişmeler de gözden
kaçırılmamalı.
01.04.2015
Baki Karer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder