10 Haziran 2019 Pazartesi

Pkk/Hdp’nin Neden Olduğu Bazı Gelişmeler Üzerine


      

 

Pkk/Hdp’nin Neden Olduğu Bazı Gelişmeler Üzerine
 

    Ülkemiz baş döndürücü hızla gelişen olaylara sahne oluyor. Arka arkaya gelişen olayların hızına yetişme bazen mümkün olmuyor. Aniden, neden ve nasıl ortaya çıktığı belli olmayan ‘ölüm oruçları’, yüzer-gezer yatta istirahat eden bayın mektubu, Kandile yönelik düzenlenen askeri operasyon ve bir diğer sorun İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin yenilenme kararı başdöndürücü gelişmelerden sadece bir kaçı. Türkiye’de ortaya çıkan hemen her olay televizyonlarda, yazılı basında ve sosyal medyada yer buluyor; yorumlanıyor, tartışılıyor ve sonrada unutuluyor. Bu bir anlamda kısır döngüye neden olmakta. Tüm bunların toplumda ciddi oranda zihin yorgunluğuna ve hafıza kaybına yol açmayacağını söyleyemeyiz.

    Son dönemlerde özellikle PKK/HDP üzerine yapılan tartışmalar dikkate alındığında, hiçte küçümsenmeyecek bir çevrede kafa kargaşalığının halen devam ettiğine şahit oluyoruz. Yüz bin Kürt gencinin, binlerce çocuğun katili olan ve milyonlarca halkın göç etmesine neden olan, bundan da öte derin devletle birlikte fiilen planlayan PKK/HDP’nin Kürt/Kürdistan düşmanlığı tartışma konusu olmamalı. PKK’nın Kürt halkına karşı düşman olup olmadığı tartışma konusu yapılıyorsa, Kürdün varlığı ve yokluğu tartışma konusu yapılıyor demektir. Bu da içinden çıkılmaz kısır döngüyü ifade eder. İşte PKK ve dayandığı güçlerin de beklentileri budur. Yani toplumda zihin yorgunluğu ve hafıza kaybını sürekli kılmadır. Örneğin son dönemlerde Kürt halkını, adına ‘ölüm oruçları’ dedikleri senaryo ile meşgul etmiş olmalarının bir nedeni de budur. Şimdi bahsedilen ‘ölüm oruçları’ niye başladı ve neden bitti bilen var mı? Hayır. Ortadoğu’da bunca karmaşanın yaşandığı bir dönemde halka karşı tuzaklanmış ‘açlık grevi’ üzerine tartışmalar yapılıyor mu? Yine hayır. 2012 de olup bitenler nasıl unutulmuşsa, 200 gün sürdürülmüş olan ölüm orucu oyunu da unutulup gidecek. Ama bir süre sonra karanlık dehlizlerde fırlatılacak işaret fişeğiyle birlikte, bir kez daha aynı tuzağın kurulmayacağının garantisini kimse veremez.

    ‘Ölüm orucu’ üzerine ve sonrasında yayımlanan İmralı sakininin mektubu hakkında çok yazıldı çizildi. Tartışmaya devam etmede yarar olduğu kanısındayım. Önemli; çünkü Kürt halkı PKK-HDP maşasıyla içten örülmüş bir cehalet cephesiyle savaşmak zorunda bırakılıyor. Cehaletle savaşım hiçte kolay değildir. Cephede silahlı savaşımdan on kat daha zordur. Cemaat anlayışı ve buna bağlı olarak müritlik ilişkisi tüm toplumda egemen kılınmak isteniyor. Özenle seçilen dil, davranış ve düşünce biçimleri tam anlamıyla cemaatlerle uyum içindedir. Böylesine örgütlenme biçiminin temel alınmasının bir nedeni de bu güne kadar halka dayatılmış olan asimilasyon politikasının Kürt toplumunda egemen kılınmasını sağlamak içindir. Asimilasyon, kendini inkâr, artık dıştan bir zorlamaya gerek kalmadan içten örgütlenmeyle yapılmakta ve giderek tüm toplumda gönüllülüğe dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Dikkat edilirse, PKK/HDP tabanında öğrenme koşullanmayla sınırlandırılmıştır. ‘Parti’ denildiğinde İtaat,‘seruk’ denildiğinde intihar, ‘politika’ denildiğinde Türkleşme anlaşılmaktadır. Hatta Amara denildiğinde ne anlaşıldığını burada açıkça ifade etmek istemiyorum. İşte tüm bunlar öğrenme adına koşullanmanın doğurduğu sonuçlardır. Bu bir anlamda Kürt toplumunu belleksiz bırakmanın çabalarıdır. Belleğini yitirmiş bir toplumun değerleriyle oynama kolaydır. Belleği yitirilmiş toplumlar aynı zamanda tarihi geçmişlerinden koparılmış toplumlardır. Tarihinden uzaklaştırılmış toplumların dinamikleri de yok denilecek kadar azdır. Belleği yitirilmiş toplum, bireyleri arasında sosyal iletişim organlarını kaybetmiş toplumdur. Bellek yitirildiğinde nesilden nesile aktarılacak gerçekler de kalmaz. İşte 2019 un sözüm ona ölüm oruçlarını tartışırken 2012’nin ‘ölüm orucları’ hatırlanmıyorsa, halen ‘HDP Kürt patisi mi, değil mi?’ tartışması yapılıyorsa, toplumsal hafızanın birileri tarafından veya bazı odaklarca yıpratılmadığını söyleyemeyiz.

    PKK/HDP’nin ne olduğunu anlamak için dilini, dili kullanma biçimini irdeleme yeter. Dil ile düşünce arasında tam bir bağlantı vardır. Düşüncelerimizi dille aktarmaya çalışırız. Dili kullanma biçimi, aynı zamanda düşüncelerimizin temel niteliklerini de açığa vurur. Apoculuğun dili adeta ‘tanrının kazandırdıkları’ ile sınırlıdır. Çünkü mağara dili ancak bu kadar olur; ölüm ve cesetle başlanır, kanla nara atılır, silahla havaya ne idüğü belirsiz şekiller çizilir, ‘seruk’a itaat için eller havaya kaldırılır, ‘şahadet’le sonlanır. Dil kullanımı ve düşünce belirtme bunlarla sınırlıdır. İroni ve zihin jimnastiği tarihin ilk çağı kadar uzaktır bunlara. Apoculuk, PKK, HDP, YPG adına ne derseniz deyin, bunlar, ya sözcüklere farklı anlamlar yükleyerek ya da güvensizliği ifade edecek kelimelerle kendini tanımlamaya çalışır. Başkasını anlamak için dil kullanmayı bilmezler, bilemezler de. Mağara dili ve düşüncesi bu kadar olur. İşte bu kısır döngüden, onların belirlediği tartışma zemininden uzaklaşma her Kürdün temel hedefi olmalı. Örneğin mali sermayenin aldığı boyut veya küreselleşmenin her boyutta tartışılması daha doğru olur kanısındayım. Küreselleşmenin Kürt  toplumuna yansımaları; getirileri ve götürüleri, özellikle de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne olan etkileri ve bu etkilerin gelecekte doğuracağı muhtemel sonuçlar üzerine tartışmalar daha ufuk açıcı olur. Türkçü, asimilasyoncu cephenin belirlediği sahadan ancak bu şekilde uzaklaşmış oluruz. Elbette bu yaklaşım, Kürt halkı için yararlı olacak güncel politik tartışmalardan uzak durma anlamına gelmez. Nereden bakarsak bakalım, PKK/HDP son tahlilde bir cemaatçiliktir; öğrenme yetileri ödülle koşullandırılmış müritler topluluğudur.  Buna en son örnekte İmralı’dan kaleme alınarak yayımlanmış mektuptur. Mektupta kullanılan dil önemli olduğu kadar yayımlanış biçimi de orta veya uzun vadede muhtemel değişimlerin işaretini vermekte. Mektup bu açıdan önemli. 

    Bir kaç kelimesi hariç, bu mektubu okuyan kim olursa olsun amirlerin, daha doğrusu ‘yüksek mertebeden’ birinin yol göstericiliğinde kaleme alındığını hemen anlar. Toplumun zihninde uyandıracağı yankılar aşağı yukarı hesaplanarak kaleme alınmış. Başkasının kapısında bir tas kuru fasulye uğruna bağlı kalmaya razı olmanın utanmazlığı mektubun her satırında sırıtıyor. Bu kadar da değil; bağlı olunan ipin giderek daha da kısaltıldığı da belirtilmekte, kamuoyuna duyurulmaktadır. Sanıyorum, urganın bağlı olduğu yer, bölüşülmüş bir  mekanda duran birden fazla demirden halka. Her halka bir erki temsil etmekte. Ama bu sefer bir farkla; halkalar arası uyum, yani ister erkler, ister güçler diyelim, aralarında bir konsensus sağlama isteği gözükmekte.

    24 haziran 2018 seçimleriyle aslında bir nevi devlet başkanlığı sistemine geçiş temel alınmıştı. Şu ana kadar geçen sürede sergilenen pratiklere bakıldığında, devlet başkanlığı sistemiyle pek de uyumlu olduğunu söyleyemeyiz. Adeta eski parlamenter sistem devam ettiriliyor. Bunun bir çok nedeni var; MHP’nin AKP ile ittifakı, AKP’nin geçmişe oranla azalan oy potansiyeli, 2023 seçimlerinin bu günden düşünülmesi vb. bir çok argüman ortaya koyabiliriz. Ama ortada bir gerçek var; o da, hem iktidarın, hem de merkez güçlerin veya buna biraz da görünmeyen güçlerin birbirlerine epeyce yaklaştıklarını, bir çok noktada anlaştıklarını söyleyebiliriz. Bu anlamda İmralı sakini el değiştirmiş durumda ama yeni sahibi O’nu fazla uzağa götürmeyi şimdilik çıkarına pek uygun görmemekte. İşte yayımlanan mektup bu anlamda önemlidir. Bu noktada bir konsept sorunu gündemleşmekte. Bunu ‘sınır konsepti’ veya ‘güvenlik konsepti’ olarak telaffuz edebiliriz. Hatırlayalım, ABD Kandil’in ağalarından bazılarını yakalama kararı çıkarttığında, eski istihbaratçı İsmail Hakkı Pekin hemen duruma müdahale etti ve Kandil ağalarının ABD’ye yakalatılmaması ve İran aracılığıyla veya başka biçimlerde koruma altına alınması gerektiğini belirtti. O dönem çıktığı tüm televizyon proğramlarında bunu açıkça belirtti. Yine, eğer bunlar yakalanırsa, Türkiye’nin ‘güvenlik konsepti’ni tümüyle değiştirmek zorunda kalacağını söyledi. Bu çok önemli bir söylem olmasına karşın yeterince tartışılmadı. İşte uyduruk açlık grevleriyle birlikte Kandil’e doğru başlatılan askeri harekatın devam ettiği bir süreçte İmralı’dan gelen mektup, aynı zamanda ‘güvenlik konsepti’ olarak adlandırılan alanda bir değişikliğe gidileceğinin işaretlerini vermekte. Mektubun ortak imzayla yayımlanmasının bir nedeni de budur. Mektuba imza atan diğerleri kimler ve neyi temsil ediyorlar! başlı başına tartışma konusu. Neyse.. Bana kalırsa, uygulamaya konulacak yeni konseptin tüm detayları üzerinde henüz karar verilmiş değil. Bu nedenle, Kandil’e kadar gidilse de, PKK’nın yönetimine şimdilik karışmayacaklar. Belki de Kandil’e varmadan belli bir mesafede duraklayacaklar. Adamlarını tavsiye etmeden yeni ‘emniyet kemeri’ proğramlarını denemeye koyup sonuçları üzerinde konsensusa varmaya çalışacaklar.    

    Yürütülen askeri harekata çok büyük atıflarda bulunmaya gerek yok. Kandil’de herhangi bir güç dirense de düzenli bir ordu karşısında ancak iki saat dayanır. Sonra direnecek kim var? Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin topraklarında ön akıncı güç görevini yüklenmiş hain bir yapılanma söz konusudur. Tartışmalar yapılırken ona buna hizmet eden işbirlikçi yapılanmanın özellikleri unutulmakta. Bazen tartışmalara bakıyorum, yok ‘gerilla’ şöyle yapar, yok ‘gerilla’ böyle yapar yönlü sözümona strateji ve taktikler verenler var. Bir kez daha söylüyorum, 1984’de orada burada patlatılan silahlar bugünkü hainliği yaygınlaştırmak için patlatılan silahlardı. PKK’nin her şeyi çöpe atması Öcalan’ın İmralıya misafir edilmesiyle başlamamıştır. Gerilla uydurması Küçüklerin, derin devletin uydurmasıdır. PKK gerillacılık değil, çapulculuk yapmıştır. Bu yapıda hiç bir zaman gerillacılık örgütlenmemiştir. ‘Serhildanlar’da aynı biçimde uydurmadır. Küçük ve bileşenlerinin eseridir. Kürt halkının tüm dinamiklerini imha, içten bitirme eylemleridir. PKK’nin patlattığı her mermi, Kürtlerin yıkımı olmuştur, olmaya da devam etmektedir. İçinde en ufak Kürtlük olan hiç kimse, bunun aksini iddia edemez. ‘Bindik bir alamete gedeyoz kıyamete’ misali bir çok çevre, ‘gerilla’ deyip durdu. Bir çok çevrenin bu deyimi gayet bilinçsizce veya ağız alışkanlığından kullandığını da kabul etmek gerekir. ‘Hafızamızla oynuyorlar’ derken kastettiğim işte bunlardır. 

     Şimdi bu seremoniye son verilmek istenmekte. Gerillacılık oynayanlar tasfiye edilmek istenirken, oynatanlar da hizaya sokulmaya çalışılmakta. Türkiye’nin ulaştığı ekonomik, askeri ve siyasal seviyesinin yanısıra, Ortadoğu”nun ve dünyanın bugünkü konjonktüründe oldukça yıpranmış bir maşaya pek gerek görülmemekte. Daha doğrusu şu anda iktidar olan kanat bu duruma son vermek istemekte. Ama diğer güçler bu çözüme yaklaşmamakta. Çözüme yaklaşmayan tarafı ağırlıklı olarak CHP temsil etmekte. Derin devletin legal alanda öncülüğünü CHP yüklenmiş durumda. Yani CHP ‘70’li yıllarda bulduğum çözümü çöpe attırmam’ diyerek inadını sürdürüyor. PKK/HDP ile ittifak yapması bu anlamda boşuna değildir. Ama CHP ve ortakları, eninde sonunda yeni dönemin koşullarına entegre olmak zorunda kalacaktır. Bekleyip göreceğiz, önümüzdeki süreç çok gelişmelere gebedir.

9.06.2019

Baki Karer

 

Hiç yorum yok: