Bu yazımı çok öncelerden
yazdığım halde bir türlü yayımlama fırsatı bulamamıştım. G. Kürdistandaki
gelişmelere bakılırsa, yine bu makalenin yazıldığı dönemde izlenen aynı kirli
hendekleşme oyunları oynanmakta. Yazının dönemi geçmiş olmadığı kanısındayım.
Hendekleşen ‘Ekolojik
Özyönetim’
Günlerdir
gazeteler, televizyonlar Sur, Cizre ve Silopi’de yaşanan çatışmalarla ilgili
haberler veriyor. Özellikle PKK-HDP cenahından verilen haberlere bakılırsa,
ismi geçen bu şehirlerde sokak aralarında herhangi bir çatışma yaşanmıyor;
polis ve asker hareket eden sivilleri öldürüyor. Hatta bu cenah, devletin Sur’da,
Silopi’de ve Cizre’de kitlesel katliamlar, soykırımlar yaptığı yönünde
iddialarda bulunuyor. Böylesi iddialar, bilinen odakların propaganda gücünü
kullanmadan öte bir şey değildir. Bunlar, geliştirdikleri provakasyonları
anlaşılmaz kılmanın canhıraş çığlıklarıdır. Oysa geçmiş tarihsel süreçte
olanlarla şu anda bu bölgelerde yaşananlar arasında hiç bir bağlantı yoktur. Şu
anda olup bitenleri kavramamız için olgulardan değil, olaylardan hereket etmek zorundayız,
yoksa PKK-HDP’in yaptıklarını kavrama olanağı ortadan kalkar.
PKK/HDP ne yapmak istiyor?
Bilindiği üzere, uzun bir süre önce ‘Demokratik Özerklik’ denilen ne idüğü
belirsiz bir şey ortaya atıldı. İleriye sürülmüş olan bu düşüncenin kim veya
kimler tarafından ortaya atıldığı aslında bilinmemektedir, zaman zaman
Diyarbakır meydanında halka okunan mektuplar misali. Son bir kaç aydan bu yana,
PKK-HDP’nin hendekleşmesiyle birlikte ‘Demokratik Özerklik’ ve ‘Özyönetim’ daha
sıkça tartışılır oldu. Hendekçi cenah, yürüttüğü olanca çabalara rağmen,
savlarına bir türlü çözüm getiremedi. Sorunu, ‘Tavuk mu yumurtadan yumurta mı
tavuktan çıkar’dan öte bir noktaya taşıyamadılar; kimse de taşımalarını beklemedi
zaten.
Kürt halkını sürü yerine koyan PKK-HDP’nin, hendekleşerek ya da
kazdıkları çukurlardan ‘Özyönetim’ diye bas bas bağırmalarına, kitlelerin bir
anlam vermesi mümkün değildi. Her zaman söyledim; bu bayların Özyönetim’ veya
‘Demokratik Özerklik’ dedikleri şey, belediye yetkilerinin arttırılmasıdır. O
zaman sorarlar, sorun bu biçimde ele alındığı noktada, silaha ne gerek vardır?
Eğer böylesi bir noktada işin içine silah karıştırılıyorsa, art niyet vardır
demektir. Art niyet; Kürt halkının gücünü, yani toplumsal dinamiklerini
bitirmedir. Nitekim şu anda Sur’da, Cizre’de, Silopi'de, Yüksekova'da ve şimdi
de Nuseybin'de yapılan budur.
Bu
bölgelerde ısrarla ‘direniş’den bahsedilmekte. Hangi direniş! Halkı ateşin
ortasına atanların, halkı korkakça kendine siper edinenlerin eylemleri ne
zamandan bu yana direniş olarak nitelendirilmiştir? Ortada tek gerçek vardır, o
da; Kürt halkı iktidar oyunlarına kurban edilmeye çalışılmaktadır. Düşünce ve
eylem biçimlerini Adalet ve Kalkınma Partisi karşıtlığıyla sınırlandırmış olan derin
güçlerin ulaklığına oynanmaktadır. Geçici bir süreliğine de olsa, böylesi bir
ulaklığa kabul edilmek için 15-16 yaşındaki Kürt çocuklarının boynunu kılıc altına
yatıranlar, er veya geç bunun hesabını vereceklerdir. Ulaklığa kabul
edildikleri oranda da kitleler üzerinde korku salmayı amaçlamaktalar.
Kitlelerde korku ve paniği ne kadar egemen kılarlarsa, o kadar da ‘mutlak
egemen benim’ diyebilmenin yolunu açmak istemekteler. Sonuçta; farklı düşünce
içinde olan hemen her kesime, yaşam hakkı tanımamaya çalışmaktadırlar.
PKK-HDP, yarattıkları güncel olaylar zinciriyle sorunların sağlıklı bir
zeminde tartışılmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadırlar. Buna bir anlamda
mağduriyet edebiyatı yaratma da diyebiliriz. Ölüm kutsanmakta; Kürt halkının
günlük olağan yaşantısının bir parçası haline getirilmeye çalışılmakta. Böylece
ölümü kutsayan geniş çevreler yaratıp, yarattıkları bu çevreler aracılığla daha
geniş kesimleri abluka altına almaya, farklı sesleri, farklı renkleri duyulmaz
ve görünmez kılmaya çalışmaktalar. Ölümler, cinayetler doğallaştığı oranda
toplumsal direnç etkisiz hale getirilir. PKK’nin ölümleri kutsaması işte bu
nedenledir. Egemen kılınmak istenen böylesi bir mağduriyet pisikolojisine kapılıp,
ölümleri kutsama zeminine düşülmemeli. Yani 'Özyönetim' kılıfı altında Kürt
halkına karşı estirilen terörle birlikte ölümler, cinayetler kutsallaştırılmak
istenmekte. İzlenen bu taktik, İspanya iç savaşı döneminde faşistlerin taktiğidir.
Unutulmamalı, İspanya iç savaşında 'Yaşasın ölüm' diye haykıranlar kimlerdi?
PKK yerleşim noktalarına saldırdığında devlet karşılık verdi. Bir çok
çevre hemen ‘Devlet katliam yapıyor’ diyerek protestolara başladı. Devlet eğer
katliam yapıyorsa, ya da yapacaksa niye başka bölgelerde değil de, Cizre’nin,
Sur’un bilmem ne caddesinde yapsın? Katliam için bazı mahallelerin sokak
aralarının seçilmesinin bir nedeni var mı? PKK-HDP zemininde sorunları
tartışmayı yeğliyenlerin bu konuda somut nedenler ileri sürmeleri gerekir. Ama
herkes bilir ki, eğer hendekler Diclekent’te, Ofis’te ve Vilayet’te kazılsaydı,
ölümler bu derece kutsanır hale getirilemezdi, şehitlik nutukları atılamazdı.
15-16 yaşındaki çocukları ölüme göndererek ‘direniş’ den bahsetme,
olmayan kahramanlıkları ayyuka çıkarma, değer yaratmayanların işidir. Bunlar,
aynı zamanda korkak ve cahildirler. Kendini tanıma çağında olmayan çocuklardan
kahramanlar yaratmaya çalışma, korkaklığın dışavurumudur. Bu tür hareket tarzı,
toplumda ölü seviciliğini yaygınlaştırma çabalarıdır. PKK’nin Sur’da ve daha
bir kaç mahallede uygulamaya koyduğu proje de budur. Bu projenin de çok yönlü
amaçlara hizmet ettiği de aşikârdır. Yani sahte direniş ve kahramanlık
hikayeleri gerçeklerin örtülenmesini sağlayamaz.
Hendekleşme olayına bir başka açıdan daha bakmak gerekir. PKK-HDP
‘Özyönetim’ ilan ettiklerini söylüyorlar. Bir güç bir yerleşim yerinde
özyönetim ilan ediyorsa, oranın denetimini
ve her türlü emniyetini sağlamış
demektir. Ama bu baylar Özyönetim ilan ettikleri yerleri Neronvarice ateşe verdiler;
yakıp yıktılar, şehirleri tümüyle yaşanmaz hale getirdiler. Patlattıkları
bombalarla çocuk, kadın, yaşlı demeden insanları havaya uçurdular. Canını zor
kurtaran halk, çareyi kaçmakta buldu. Demek, PKK-HDP’nin ‘Özyönetim’ dediği, böyle
bir şeymiş! Böylece bir kez daha gerçek niyetlerini açığa vurmuş oldular. Bunca
ölüm olaylarından sonra da ‘Vurduk, kırdık, öldürdük ama hata yaptık’ diyebilecek
kadar da arsızlıklarını gösterebiliyorlar. İzlenen bu strateji, karanlık
güçlerle elele Kürt halkını arkadan hançerlemedir.
Sur’da,
Cizre’de, Nuseybin'de ve daha bir çok yerde kazılan çukurların ve hendeklerin
sadece içte iktidar oyunlarıyla sınırlı olmadığını artık herkes biliyor.
Hendekleşmeyi Ortadoğu’daki gelişmelerden bağımsız düşünmenin olanağı yoktur.
Kürt halkı Ortadoğu’nun mezhep kavgalarına
çekilmek isteniyor
Ortadoğu’da
yeni sınırların belirlenmesinde kullanılmaya çalışılan önemli faktörlerden biri
de, mezhepler, dinler ve milliyetler arası çelişkilerdir. Bir süre önce
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde milliyet farklılıkları kullanılmaya çalışıldı.
Kürtler'le Türkmenler, Araplar'la Kürtler, Araplar'la Türkmenler arasında
yapay çelişkiler yaratılarak Kürdistan
yönetimi iç çatışmalara çekilmek istendi. Bu tür yöntemlerle içten zaafa uğratamayacaklarını
anlayınca, bu sefer de bayatsımış bir başka çelişkiyi, yani dinsel
farklılıkları kullanmaya çalıştılar. Özellikle Ezidi’lerle Kürt’ler arasında
çatışma çıkarmak istediler, hatta az sayıdaki Hristiyanlar'la Kürtler çatıştırılmaya
çalışıldı. G.Kürdistan’da oynanmak istenen tüm bu oyunların başını, her zaman
olduğu gibi PKK çekti. PKK sahnelemek istediği bu provakasyonlarda elbette tek
başına hareket etmedi; hemen her zaman ve her dönemde destekçileri vardı. Son
olarakta Kerkük’de ‘Özyönetim’ tangosu oynanmaya çalışılmakta. Kimlerle işbirliği
içinde, kimlere karşı olduklarını artık bilmeyen yok. Kerkük’de ve başka
bölgelerde başarılı olma şansları var mı diye soracak olursak, verilecek yanıt,
kesinlikle hayır. Nuseybin’de, Cizre’de sağladıkları ‘başarının!’ bir benzerini
de Kerkük’de elde etmeleri kaçınılmazdır.
Özellikle G. Kürdistan’da bu yönlü provakasyonların amacı, hiç söylemeye
gerek yok ki, Kürt halkını din ve mezhep kavgaları içine çekmedir. Bağımsızlık
ilanın tartışıldığı bir evrede böylesine suni kavga çemberine girmek, Kürdistan
Bölgesel Yönetimi için bir felakettir. Bölge’de İran-Ruya Federasyonu-Irak ve
Esad Yönetimi bir cephe oluşturmuştur. Bu cephe, Bölge’de ayak işlerinde, yani
‘Çaycı Oğlan’ olarak PKK’yi kullandığını saklamamaktadır. Özellikle İran,
G.Kürdistan’a yönelik entrikalarını PKK eliyle sahnelemektedir. Cizre, Şırnak
ve Sur’da kazılan hendeklerin bir amacı da, Kürdistan Bölgesel yönetimi’ni
abluka altına alma politikasıdır. Şengal ve Kerkük’te geliştirilmek istenen
provakasyonlarla Sur ve Cizre’de kazılan hendekler birbirinden bağımsız
değildir. Kürt Bölgesel Yönetimi hem ekonomik alanda, hem de siyasal alanda
boğulmaya çalışılmakta. Böylece Kürt halkı, Tahran-Bağdat-Şam hattına mahkum
edilmek istenmekte.
PKK'ye
verilmiş olan görevler sadece bunlarla sınırlı değil; hem B.Kürdistan'da, hem G.Kürdistan'da
ve aynı zamanda ‘Özyönetim’ilan ettiği yerleşim yerlerinde çevre kirliliği
yaratmadır. PKK demek aynı zamanda çevre kirliliği demektir. 'Ekolojik çözüm'ler
adına çevre kirliliği ve göç politikası uygulanmakta.
PKK önümüzdeki süreçte, Ankara-İstanbul bağlantılı derin güçlerle
ittifak halinde,Tahran-Şam-Bağdat hattının, zaman zaman da Pentegon'un
istekleri doğrultusunda provakasyonlarına, cinayetlerine devam edecektir.
Baki Karer
14.03.2016