2011 seçimleri üzerine yazdığım bu
makaleyi şimdi yayınlıyorum. Bir nebze de olsa şu anda içinde bulunduğumuz
ortama ışık tutacağını düşünüyorum.
12 HAZİRAN SEÇİMLERİ
12 haziran
seçimleri sonuçlandı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin birinci parti olarak
mecliste yerini alacağına ve tekrar hükümet kuracağına hemen hemen kesin
gözüyle bakılmaktaydı. Nitekim yüzde elliye yakın oy oranı ile üçüncü sefer
hükümet kuracak. Arka arkaya kazanılan her üç seçimde de oylarını artırarak
iktidar olma durumu söz konusudur.
Cumhuriyet
Halk Partisi, yönetim değişikliğine rağmen, bu seçimde de yenilgi almıştır.
Milletvekillerini çoğaltarak gelmesi, yenilgi almadığı anlamına gelmez. Yüzde
%35 veya üstünde bir oy oranı almış olsaydı, bir başarıdan söz edilmiş
olunurdu. Ama böyle olmadı. CHP’nin seçim propagandası ve vaadleri 1970’li
yılların Necmettin Erbakan ve Süleyman Demirel’in seçim propagandası ve
vaadlerin benzeri durumundaydı. Bu nedenle halka güven vermekten çok uzaktı.
CHP,
demokrasiyi genişletmeyi, güçlendirmeyi temel alan güçlerle hareket etme
yerine, karanlık güçlerle birlikteliği seçmesi, Baasçı sistemde çakılıp
kalmasını sağlamıştır. Tercih ettiği zemininin getirilerine itiraz etme hakkı
yoktur.
Yaşanan
kaset olayları Milliyetçi Hareket Partisi’nin oylarını yarım veya bir puan
aşağıya çekmiştir. Kaset olayı, MHP’yi bir tür cezalandırmak için ortaya
atılmıştır. Geçmişte iktidar partisinin getirdiği anayasa değişikliklerine onay
vermesi dikkate alınarak, AKP ile arasına mesafe koymaya zorlanmıştır. Bu bir
anlamda da MHP’yi yeniden şekillendirme çabalarıydı. Milliyetçi Hareket Partisi
AKP’ye karşı, CHP-DTP paraleline çekilmeye çalışılmıştır. Yani örtülü bir seçim
ittifakı yapılmıştır. Bu seçim ittifakının bir nedeni de, AKP’nin birinci parti
olarak çıkmasını engellemeden ziyade, tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde
etmesini önlemeye yönelikti. Aynı zamanda yeni bir anayasa yapılması için
yürütülen çabaların önü alınmaya çalışıldı. Masa başında yapılan hesapların
önemli oranda tutmadığını söyleyebiliriz; hükümet partisi tek başına anayasayı
değiştirecek çoğunluğu elde edemedi, ama tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu
elde etti. Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi hükümet kuracak.
CHP ve
ittifakçı güçleri, iktidara karşı çeşitli bahaneler uydurarak,en geniş emekçi
yığınların istemlerinin tersine, meşru olmayan bir zeminde, artık hiç bir
kamuflaja gerek duymadan darbecilik oynamaya başlamıştır. CHP yine halkın
eğilimlerini hiçe sayan elit bir havuz içinde, çıkış yolları arama çabası
içinde. Bu sefer, geçmişten biraz farklı oluşu, arkasına 'gitmişkirem,
gelmişkirem'lerden oluşan şalvarlı davulcu ve zurnacıları da almış olmasıdır.
Cuntalar karşısında diz çökmeyi alışkanlık hale getirmiş olan yargının bir
kısmının desteğinde, Meclisi protesto ederek bir takım dayatmalarda
bulunacağını zannetmekte. Ama bana göre, tarihinin en çıkmaz labirentine
girmiştir. Girdiği bu labirente, yakayı ele vermeden nasıl kurtulur bilemem.
İnsiyatifi hemen hemen tümüyle AKP’ye kaptırmıştır. CHP’nin başını çektiği
protesto, bu anlamda biraz da şaşkınlığın, ne yapacağını bilememenin
protestosudur. Ama sonuçta, tüm takım ve edavatıyla birlikte tıpış tıpış
meclisin yolunu tutmak zorunda. Hepsi de meclise gelecek ve ceylan derili
koltuklarına oturarak, başlarını sallayıp maaşlarını alacaklar. Ara seçim,
yeniden genel seçim alternatifini zorlamaları karşısında, ya bir kaç kişiyle
temsil edilme ya da tümden meclis dışında kalmaları yüksek ihtimaldir. Bunu
göze alacaklarını sanmıyorum. Bu nedenle, ‘Yaylalar, yaylar’ türküsünün yüksek
tonla söylenişi ne kadar korkutucu ise, yaptıkları iç savaş çığırtkanlıkları da
o kadar korkutucudur.
AKP’yi,
bugüne kadar, gizli planlarını adım adım uygulamakla suçlayan CHP, şimdi
kendisi karanlık planlarını sinsice uygulamaya koymuştur. Karanlık planlarının
ilk parçası iç savaş çığırtkanlığıyla Silivri’yi boşatma ve arkasından darbeyle
iktidara gelmedir. Bunun için halkın yıllardır şikayet ettiği ve bu güne kadar
değiştirilmesi için en ufak bir girişimde bulunmadığı hukuk sisteminde, elit
bir kesime özgü değişiklikler istemekte. Hatta kişilere özgü yasa değişikliği
isteyecek kadar pervasız davranmaktadır. Dikkat edilirse, bu konuda,
demokrasiyi temel alan genel bir hukuk reformu istememektedir. Halk, kanun
devletinin yumruğu altında yıllardır ezilirken ses seda yoktu. Kim olursa
olsun, elbette sorgusuz sualsiz bir insanın uzun yıllar tutuklu olarak
hapis yatması demokratik anlayışla bağdaşmaz. Ayrıca, AKP iktidarının Ergenakon
davası çerçevesinde yaptığı tutuklamaları, provakasyon odaklarını dağıtma
yönünde ve dolayısıyla, demokrasinin önünü açıcı tarzda yapmadığı da bilinen
bir gerçek. Ama bugün tartışılan sorun, hiçte bu değil.
CHP ve
ittifakçılarını bu derece ürküten telaşlandıran nedenleri, yine bu partinin
geçmişinde aramak gerekir. Çünkü geçmişin alışkanlıkları üzerine provokasyonlar
geliştirmeye çalışmakta. Aslında Tek Şeflik dönemi irdelendiğinde tipik
Mısır’ın Hüsnü Mübarek ve Tunus’un Bin Ali iktidarı karşımıza çıkar. Dış
ilişkilerde İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda hareket edilmiştir. Sermaye
birikimi ve yatırımlar temel alınmamış, halktan toplanan vergiler, elit bir
kesimin lüks yaşaması için harcanmıştır. Laiklik ve modernlik adına İngiliz
kültürü egemen kılınmaya çalışılmıştır. Ordu ise İngiliz hayranıdır. 1940’lı
yılların sonlarına doğru ise ABD’nin hegemonyasına geçmiştir. Hemen her açıdan
ABD’ye bağımlı hale gelmiştir. Ordu, ABD’nin bir kolordusu konumuna
çekilmiştir. Çok partili sisteme geçilmeden bunun temellerinin de yine CHP tarafından
atıldığı inkâr edilemez.Menderes ve Bayar ikilisinin yaptığı, hazırlanan
zeminde hızlı adımlarla ilerlemedir.
Ama bugün
ne iç, ne de uluslararası koşullar, CHP ve yandaşlarının istediği doğrultuda
seyretmiyor ve bu tür örgütlenmeleri dıştalıyor. Özellikle Ortadoğu ve Kuzey
Afrika’da yıkılan diktatörlükler CHP’yi oldukça tedirgin etmiştir. Bu ülkelerde
sekülerizmin önünün açılması ve ister emperyalist güçlerin müdahalesi ile,
isterse halkın iradesiyle oluşacak iktidar biçimlerinde, Baas türü örgütlenmelerin
yerinin olmayacağını bilmekte. Bu gelişmelerin, Türkiye toplumuna şu veya bu
biçimde yansımadığını düşünmek mümkün değil. Diğer yandan, Ortadoğu’daki
siyasal gelişmeler, AKP’nin önünü açmış, Türkiye için daha geniş pazar
olanakları yaratmıştır. İster istemez, bu, hükümetin ekonomik ve mali
kaynaklarını arttıran bir nedendir. İşte CHP’nin bir korkusu da bu noktadan
kaynaklanmakta. Halen Asya ve Afrika’ya sırtını dönmüş, Avrupa Birliği’nin ve
Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarları için çırpınan ve kendi yurttaşını bu
çıkarlar için pazarlayan bir anlayışta inat etmektedirler.
CHP bireyi
temel alan temel hak ve özgürlükler için mi yoksa tekdüze toplumlar yaratmayı
amaçlayan kanunlar yapmak için mi çırpınmakta? Çıkış noktası olarak Silivriyi
temel aldığına göre, sonuçta bireyleri cemaatle sınırlamak istediği ortada. O
zaman, niçin ve kime karşı eylem yapmakta? Eğer CHP, içinde yaşadığımız çağın
koşullarına uygun demokratik bir anayasa yapmak için çıkış yapmış
olsaydı, kimsenin bir diyeceği olmazdı. Onbinlerle ifade edilen faili meçhul
cinayetlerin, örneğin JİTEM’in araştırılıp ortaya çıkartılması için en ufak bir
çaba yürütmüyor. Türkiye’de kolluk kuvvetleri ve işbirlikçileri PKK ile
ortaklaşa katliamlara varan cinayetler işlenmiştir. Demokrat, sosyal demokrat
olduğunu iddia eden bir örgütlenmenin asıl görevi, böylesi karanlık cinayetleri
açıklığa kavuşturmak için mücadele verme olmalıydı. Karanlık ilişkilerin,
cinayet ve vurgunların açıklığa kavuşturulduğu oranda, gerçek demokrasi inşa
edilir. Sonuç olarak geçmişi unuturmak, geçmişle yüzleşmekten kaçınmak için
ayak oyunlarına başvurulmakta. Yeni baştan korku ve panik atmosferini egemen
kılmaya çalışmakta. Bunun için de uzun süreden bu yana çadırtamış olan
"Doğu" ayağını yeniden kurmaya çalışmakta. Oynunu bilinen
"Doğu" ayağı ile oynamaya başlaması, amacını ortaya koyan en açık
delildir. Ama çabası beyhude. Türkiye’nin içinde bulunduğu bugünkü ekonomik ve
sosyal koşullarda, hızla farklılaşan ve ayrışmaya başlamış olan Batı elitinin,
Kürtten devşirme ağa ve malum yeni türeme marabalarla kurduğu birlik, amacına
ulaşamayacaktır. Kürt geçinen ağalar aracılığıyla bazı müritlerin oylarına
oynanmış olunması, CHP'yi istediği hedefe vardırmaz.Bu arada CHP'nin DTP ile
kurduğu ittifak, sadece oy avcılığıyla sınırlı değildi,PKK'nin Güney
Kürdistan'da geniş çaplı provakasyonlarıyla bağlantılı olmadığını kimse iddia
edemez.
Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin ortaya çıkış sebepleri ve toplumsal ilişkiler ağı içindeki
yerini irdeleme ayrı bir konu. Ama unutmayalım ki CHP ile temsil edilen
Kemalist zihniyetin darbecilik oyunları, AKP'nin doğmasında ve de güçlenmesinde
önemli roller oynamıştır. Bugüne kadar Orduya dayanan İstanbul elitinin yaptığı
darbeler ve darbe tehditlerinin AKP'nin gelişip güçlenmesine olan katkılarını
görmemezlikten gelemeyiz.
AKP’nin ise
Türkiye’de demokrasinin gelişip güçlenmesine ne oranda hevesli olup olmadığını
önümüzdeki süreçte daha net göreceğiz. Sanayileşmeye, üretime dayalı toplumsal
refahı geliştirmeyi temel alıp almaması niteliğini açığa çıkartacaktır. Ulufe
dağıtımıyla toplumsal refahın ve bireysel özgürlüklerin geliştiği
görülmemiştir. Sonuçta AKP, bilinen klasik muhafazakâr bir temelde mi
ilerlemeyi seçecek yoksa salt dini değerlerle mi hareket edecek? AKP'nin
madalyonun bir diğer yüzü olup olmayacağını bekleyip göreceğiz. Seçeceği yön,
iddia ettiği çizgide kurumlaşıp kurumlaşamayacağını da belirleyecektir.
BAKİ KARER
2011.07.10