Barzani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Barzani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2017 Pazar

ORTADOĞU'DA G.KÜRDİSTAN'IN YERİ VE GELECEĞİ




ORTADOĞU'DA G.KÜRDİSTAN'IN YERİ VE GELECEĞİ 


    Kürdistan Bölgesel Yönetimi aldığı referandum kararını yoğun iç ve dış baskılara rağmen uyguladı. 25 Eylülde yapılan referanduma katılım % 72,16 düzeyinde oldu. Katılanların % 93,29 evet oyu kullandı. Hayır oyları % 6,71 seviyesinde kaldı. Sonuç olarak G.kürdistan halkı kurulan sandıklarda iradesini özgürce ortaya koydu. Kürt halkı, yerküremizde herhangi bir halkın herhangi bir zamanda ve herhangi bir konuda yapabileciği bir biçimde geleceğini belirleyecek irade beyanında bulundu. Ama hem içte, hem de dışta çok şiddetli tepkilere ve saldırılara maruz kaldı. Bu saldırılar halen de devam etmekte. Oyun içinde oyunlarla ifade edilecek biçimde diplomatik ve askeri ataklarla karşı karşıya kaldı. Hele hele beklenmedik bir biçimde iç ihanetin zirve yapışı, Kürt halkına en büyük darbeyi vurdu. İhanette bulunanlar, ihaneti öylesine kanıksamışlar ki insani tüm değerleri ayaklar altına almayı, meziyet düzeyine yükseltecek kadar çukurlaşabilmişlerdir. Zaten 'Ekolojik özyönetim' naralarıyla Kürt halkına hendek kazanlardan, Haşdi Şabi ile kolkola olanlardan başka bir şey beklenmeyeceği ortadaydı.

Referandumun Getirdiği Saflaşma

    09.06.2017 tarihinde kaleme aldığım bir makalede, 'Referandum hem içte, hem de dışta kimlerin hangi zemin üzerinde durduğunu netleştirecektir.' demiştim. Referandum özellikle de içteki saflaşmayı daha bir berraklaştırmış oldu. Artık kargaşaya mahal bırakmayacak biçimde her siyasal hareket, her oluşum cephesini belirlemiştir. Belirginleşen bu tabloyla Kürdistan Bölgesel Yönetimi geleceğini çizecektir. Şimdi birbirine karşı tavrı keskinleşmiş iki taraf var; bunlardan bir taraf, yüzde altılık, diğer taraf ise yüzde doksanüçlük oranı temsil etmekte. Her ne kadar GORAN ve KOMALA (Kürdistan İslam Örgütü) ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) 'Biz evet oyu verdik' deseler de, inandırıcı olmaları mümkün değil. Refarandum sonrası aldıkları tutum da gösteriyor ki, yüzde altılık hayırcı kesimin temsilcisi konumundadırlar.Yüzde doksanüçle evetçi kesimi temsil eden KDP (Kürdistan Demokrat Partisi)' dir. Bu noktada tablo gayet açıktır. Yani düşünce ve eylem tarzıyla kendini ispatlamış iki taraf vardır; bunlardan biri, Haşdi Şabi'nin uzantısı konumuna gelmiş KYB-GORAN-KOMALA cephesi, diğeri direnişi temsil eden KDP'dir. Bu iki tarafın geliştireceği politikaları önümüzdeki süreçte epeyce tartışacağız. Direnişçi kanadın, yani Sayın mesut Barzani önderliğindeki KDP'nin ortaya çıkan yeni koşullara uygun geliştireceği strateji ve taktikler, sadece G.Kürdistan halkının geleceğini tayin etmede değil, aynı zamanda Ortadoğu'da çıkarları çatışan tarafların birbiriyle boy ölçüşmesinde de belirlirleyici olabilecek düzeyde rol oynamaya adaydır. Bu noktada PKK ve bir sürü harfler dizisinden ibaret yan grupların rolüne değinmeyi gerekli görmüyorum, çünkü PKK, G.Kürdistan'da bir olgu değildir, dışardan karanlık ellerce zoraki itiklenmiştir. PKK'nin, Ortadoğu'da her telde oynatılmak için görevlendirilmiş bir truva atı olduğunu artık herkes bilince çıkarmıştır.
 
Mevzilerden Geriye Çekilme
 
    Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 16 Ekimde beklenmedik bir iç ihanet sonucu, önce Kerkük'ten ve daha sonraları Şengal dahil bir çok cephede geriye çekilmek zorunda kaldı. Vuruşarak, savaşarak geriye çekilme değil, Hero ve tayfasının arkadan hancerlemesi sonucu mecburi bir geriye çekiliş var. Yani stratejik bir alanda cephe kaybı sözkonusu. İşte sınır tanımayan ihanet buna denir. Bağdat,Tahran, Ankara ve Şam, Kürdistan yönetiminin mümkün olan en geri düzeye çekilmesini sağlamada birleşti. Askeri, ekonomik ve siyasal hemen her alanda görülmemiş bir abluka uygulandı. Sonuçta başarılı da oldular ve Kürdistan yönetimi, 2014 sınırlarına çekilmek zorunda bırakıldı.
    Refarandum ve sonuçları sadece içten bilinen kesimlerin tepkisiyle sınırlı kalmadı, uluslararası planda da ciddi tepkiler aldı. ABD ve İngiltere en şiddetli tepkiyi gösterenlerin başını çekti. Bunlar, Bağdat'a verdikleri silahları İran'ın ve Haşdi Şabi'nin Kürt halkına karşı kullanmasında bir sakınca görmediler, tam anlamıyla desteklediler. Gördükleri yerde birbirlerini boğazlayan İran ve Amerika Birleşik Devletleri, her nedense bu cephede adeta birleşmiş oldu. Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam'ın hesapları biliniyor. Onlar ne pahasına olursa olsun bağımsız bir Kürt devletini engellemek istiyorlar. Ama ABD ve İngiltere'nin hesaplarının sadece bağımsızlığı engellemeyle sınırlı olduğunu sanmıyorum. Bunların hesapları daha uzun vadeli, yani Ortadoğu'nun geneline verilmek istenen biçimle ilgili.
     Bilindiği gibi Amerika Birleşik Devletleri'nin öteden beri Büyük Ortadoğu Projesi var. Bu projeyle gerçekte amaçlanan nedir? Söylenildiği gibi Bölge'deki ülkeleri küçük devletlere ayırma projesi midir, yoksa mevcut ülkelerin devlet yapısında değişikliklerle kendisine bağımlı devlet yapılanmaları inşa ederek, enerji yollarının denetimini kontrolüne alma çabası mıdır? Bunlar yeniden tartışılmalı, Ama bir gerçek var ki ABD, Suriye'de Rusya engeline takıldığından bu yana, Ortadoğu'ya yönelik politikasında ciddi yalpalamalar içinde. Ayrıca Türkiye'nin Suriye ve Irak'ta izlediği bir nevi 'başkaldırı' girişimlerini hesaba katmadığı da, bugünkü aşamada daha net olarak anlaşılmakta.
    ABD'nin Irak ve G.Kürdistan politikasını değerlendirirken, Suriye'deki girişimlerini gözardı etmemek gerekir. ABD, Rojava ve G.Kürdistan toprakları üzerinden İran'ı Ortadoğu'da sınırlandırmak istemekte. ABD'yi bu hedefe yürümesinde cesaretlendiren bir neden de, herkese açık kullanım malı olan PKK/PYD'dir. Amerika'nın amacı Suriye ve Irak'ta DAİŞ'i yoketme falan değildi. Zaten kendi kurduğu piyon bir oluşumdu. DAİŞ, Ortadoğu'ya biçim vermek için ileri sürülmüş bir öncü güçtü. Şimdilerde bu piyonun yerine PKK/PYD, yani kısaca PKK hazırlanmaktadır. Suriye'de PKK'nın aynen DAİŞ gibi modern silahlarla donatılmasının bir nedeni de budur. PKK/PYD, ABD'nin 'Hamidiye Alayları'dır.' PKK/PYD aracılığıyla Kürdistanın hemen her köşesinden toplanmış Kürt gençleriyle birlikte, teslim alınarak veya anlaşarak alınmış yüzlerce DAİŞ elemanı bundan sonra PKK saflarında Kürtlere karşı kullanılmaya devam edilecektir. Kerkük'te, Erbil'de, Diyarbakır'da patlatılacak bombaların arkasında ABD eliyle inşa edilmiş bu bileşen aranmalıdır. Kürt halkına yönelik kitle katliamlarının bundan böyle daha da sıradanlaştırılmaya çalışılacağını söyleyebiliriz. Haymatlosların 'Kardeşlik' ve 'Ekolojik Özyönetim' projesinin amaçları üzerinde bugünlerde daha fazla düşünmeye ve irdelemeye ihtiyaç vardır. PKK/PYD ABD adına, GORAN, Hero ekibi ise daha çok İngiltere adına oyun kurucu rolü oynamaya hazırlanmakta. Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkanı Mesut Barzani'nin yetkilerini devretmeye zorlanmasının ve arkasından da 'teşekkür' edilmesinin, iltifatlara boğulmasının arkasında böylesine sinsi girişimlerin yattığını görmek gerekir. Dik duranlar, empozelere itiraz edenler oyun dışı bırakılmaya çalışılmakta.
Ortadoğu ve G. Kürdistan'da ortaya Çıkan Yeni Durum 
    Bilindiği üzere Ankara, Tahran,  Bağdat ve Şam ABD'nin ve Avrupa'nın desteğini alarak, G.Kürdistan yönetiminin geriye çekilişini sağladılar. Bu arada Rusya Federasyonu'nun karşı çıkışını hayretle karşılayanlar oldu. Oysa ortada hayret edilecek bir şey yok. Rusya'nın Bölge'de Tahran ve Bağdat'la oyun kurucu olduğu unutulmamalı. Hatta son dönemlerde Türkiye ile geliştirdiği ittifakla bölgedeki konumunu daha da güçlendirdi. Bu nedenle Rusya'nın takınacağı tavır ta başından belliydi. Ortaya çıkan bu tablo karşısında Mesut Barzani görevlerini parlementoya bırakmak zorunda kaldı. Zaten bir Kasım itibariyle görev süresi bitmişti. Yani referandumdan sonra değişen koşullarda başkanlığa yeniden aday olmayı kabul etmedi. Peki, Ortadoğu'daki sorunlara çözüm getirildi mi?  En önemlisi G. Kürdistan'da halkın istemleri doğrultusunda barışçıl bir ortam mı sağlandı? Hayır, bunların hiç biri olmadığı gibi, Bölge'nin sorunları daha çetrefilli bir noktaya itildi. Hem bölgenin geneli, hem de G. Kürdistan ateş topu haline getirildi. Ortadoğu'da birbirlerine karşı en zıt noktalarda duran güçler, Kürdistan konusunda birlikte oldular. Böylece Bölge'nin çözüm bekleyen en temel sorununun üzerini bir süreliğine küllendirdiklerini sanıyorlar. Ama gerçekten durum böyle mi? Ortadoğu'nun iplik yumağına benzer ilişki ağları içinde her taraf kendine şu veya bu biçimde bir çıkış yolu bulur. Her hane sahibi görüş açısını daraltan engellerden kurtulmanın çaresini bulma arayışını bırakmaz. İşte Ortadoğu böyle bir alandır. Yani söylenildiği gibi sütliman bir atmosfer yok.
    Şu anda Musul ve Kerkük, Bağdat aracılığıyla adeta İran'a teslim edilmiştir. Bu durumun uzun vadede Türkiye'nin çıkarlarıyla çelişeceği açıktır. Sadece bu iki şehir değil, Bağdat'tan Basra'ya kadar uzanan Irak pazarı da İran'a bırakılmış durumda. Bu koşullarda  İran en kârlı çıkan ülke konumunda gözüküyor. Kerkük petrolü şimdiden kara taşımacılığıyla yoğun biçimde İran'a taşınmaya başlanmıştır bile. Haşdi Şabi ve PKK ittifakı sürmekte. Yine İran, Sincar üzeri Beyrut'a varan bir hat oluşturma amacından geri durmuş değil. Bu hatla sadece İsrail'in kuşatılması hedeflenmiyor. Bu hat aynı zamanda Türkiye'yi çevreleyen bir kuşak konumundadır. Bir süre sonra tüm bu ve benzer çelişkilerin örtü altından nasıl çıkacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Öbür taraftan ABD'nin İranla olan hesaplaşmasının giderek yeni boyutlar kazanacağını tahmin etme hiç güç değil. Yine Türkiye Esad rejimiyle çekişmesini sonlandırmış değil. Ayrıca Bağdat ve Ankara arasında karşılıklı diş göstermeye varacak kadar yığınla sorun orta yerde duruyor. NATO müttefiki ABD ve Türkiye arasında çok ciddi çatışma noktaları vardır. Yani şu andaki 'birlik', tamamen pamuk ipliğine bağlıdır.
    Şimdi bu noktada irdelenmesi gereken, B.Avrupa ülkeleri dahil, özellikle ABD ve İngiltere'nin, G.Kürdistan'da yapılan bağımsızlık referandumuna  karşı tavır alış nedenleridir. Alınan tavır, Avrupa'nın içinde bulunduğu koşullarla da ilintilidir. Almanya'nın federal yapısı, Fransanın Korsika, İngiltere'nin İskoç'ya, Kuzey İtalya sorunu, İspanya'da Bask ve Katalonya sorunları unutulmamalı. Katalonya'nın bağımsızlığına niçin karşı çıktıkları bu tabloyla daha iyi anlaşılır. Yine küresel ekonomi politikaların Avrupa devletlerinin yapılarında yol açtığı değişiklikleri dikkate almadıkları söylenemez. Avrupa demokrasisi yeniden irdelenmeye muhtaçtır. Kandırmacılığın sonuna gelinmek üzere.
    Özellikle ABD ve İngiltere'nin G.Kürdistan'da yapılan referandum ve sonuçuna karşı çıkışının diğer bir nedeni de, İran'ın girişimlerini sınırlandırma bahanesiyle Ortadoğu'ya vermek istedikleri biçimdir. Haşdi Şabiye göz yumulması birazda çiviyi çiviyle çıkarma taktiğini hatırlatmakta. ABD Batı Kürdistan'da PKK/ PYD'den hareketle bir kara güçü oluşturdu. G. Kürdistan'da Goran, Komala, Hero ve yeğenleri'nin askersel güçlerini PYD ile parelel hareket ettirmeden bahsedilmekte. KDP ve sayın Mesut Barzani'yi tasfiye edip, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin egemen olduğu alanların İran'a karşı sıçrama noktası olarak kullanılmaya çalışılacağına dair tartışmalar var. Bu projenin içinde İsrail'i de unutmamak gerekir. Peki bu proje ne kadar gerçekçidir? KDP ve Mesut Barzani var olduğu sürece bu projenin tutacağına pek ihtimal vermiyorum. Herşeyden önce, Bölgesel yönetim referandum sonuçlarını elinde tutmaya devam etmekte. Yine Kürdistan'ın içinde bulunduğu koşullarda KDP ve Mesut Barzani'yi oyun dışında bırakma olanaklı değildir. Bu çelişkiler yumağında KDP'nin, çok daha güçlenerek çıkma olasalılığı vardır. 16 Ekim 2017'den bu yana tüm olan bitenlere rağmen KDP ve Barzani, Ortadoğu'nun yeniden şekillenmesinde temel direk olma özelliğini kaybetmemiştir.
    Bir noktaya daha değinmeden geçmemek gerekir: 16 Ekim sonrası gelinen nokta, bir yenilgi midir, yoksa bir nevi geri çekilme midir? Bu dönemi 1975'de alınan yenilgiyle sıkça özdeştirenler var. Bu büyük bir yanılgıdır. Her şeyden önce içinde bulunduğumuz koşulların 1975 koşullarıyla hiç bir ortak yanı yok. Yaşananları 'Yenilgi' olarak değerlendirme, çağımızda yerleştirilmek istenen yeni küresel düzeni yeterince kavrayamamanın ürünüdür.

Baki Karer  
4.11.2017



 

21 Ocak 2017 Cumartesi

TAŞERONLARIN ENTRİKACILIĞI




TAŞERONLARIN ENTRİKACILIĞI



    Aslında  Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmekte olan  Anayasa değişikliği üzerine görüşlerimi belirten bir yazı kaleme almaya başlamıştım. Ama internette bazı web sayfalarında gezinti yaparken, çok ilginç bir habere rastladım. Haber, sayın Mesut Barzani ile ilgiliydi; Barzani’nin istifa ettiğini iddia ediyordu. Gelişmeleri yakından takip ettiğim için çok şaşırdım. Haberi bir kez daha okuduğumda anladım ki, uydurma bir haber. Aslında haberden ziyade, makale biçiminde kaleme alınmış köşe yazısı. Ama ne olursa olsun, makale veya haber metni, kendi içinde bir yığın çelişkilerle dolu. Art niyetle kaleme alındığını anlamamak için tam bir aptal olmak gerekiyor. Sözcüklerin itina ile seçilmiş olmasına karşın, masa başında bir yerlerin talimatıyla kaleme alınan bir haber olduğu hemen anlaşılıyor; biraz geveleyerek önce istifa ettiği söyleniyor, sonra haber kaynağı olarak başka bir web gazetesi öne sürülüyor. Aslında yalan haberi veren kendisi. Yazıyı kaleme alanda, kendini açığa vurmanın verdiği dengesizlikleri fark etmeme mümkün değil.


    Mesut Barzani’nin Davos’a Dünya Ekonomik Forumu toplantılarına gitmeden önce haberin ortaya atılmasını, kimse bir rastlantıdan ibaret olduğunu söyleyemez. Çünkü Kürt Bölgesel Yönetimi başkanı olarak böyle bir toplantıya Mesut Barzani’nin davet edilmesi, çok önemli bir gelişmedir. Böylesine geniş çaplı uluslar arası bir toplantıda Kürdistan’ın temsil edilmesi bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Uzun, sabırlı, bir dizi tuzaklarla dolu bir mücadelenin ardından bu noktaya gelinmesi, verilen mücadelenin meyvelerinin toplanmasıdır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından izlenen strateji ve taktiğin doğruluğunun bir sonucu olarak Davos’a gidilmiştir.

    Peki, Kürt halkının elde ettiği bu başarıdan kimler rahatsız olur? Böylesi anlarda verilecek klasik yanıtları hemen herkes tahmin eder. Hiçte öyle tahmin edilenler değil; bu sefer esas rahatsız olanlar, kendini ‘Kürt’ olarak tanımlayanlardır. Nasıl Kürtler’se... Şöyle ‘Kürtler’; ‘Kerkük Kürt şehri değildir, Irak’a aittir’ diyenler. Hatta bunlar bir aralar ‘Kerkük’te ‘Öz yönetim ilan edeceğiz’ diye yanıp tutuşmuştu. Dahası var, Kerkük’le yetinmeyip şimdilerde Şengal’de Kantonculuk peşinde koşmakta. İşte yalan istifa haberlerinin yaygınlık kazanması için hummalı faaliyet içinde bulunanlar, bunlardır. Ama haklarını yememek gerekir, bu sefer yalnız başlarına değillerdi; hem G. Kürdistan’ın içinden, hem de Haşdi Şabi’den müthiş destek aldılar. Daha Davos’a ayak basmadan Mesut Barzani’nin ayakları altından halıyı çekmek istediler.

    Hem Şengal’de oynanmak istenen provokasyonların, hem de Mesut Barzani hakkında verilen yalan haberlerin perde arkasında, Kürt Bölgesel Yönetimi’ne karşı darbe girişimlerinin bulunduğunu söylersek, hiçte abartmış olmayız. PKK’nin G.Kürdistan’da son dönemde bazılarıyla birlikte ittifak halinde bir takım girişimler içinde bulunması, dikkat çekicidir. Bu girişimler, bir yönüyle 15 Temmuz öncesi Türkiye’de yaşananlarla benzerlik içermektedir. Bir iktidarın uygulamalarını herkesin beğenmesi mümkün değildir, dolayısıyla iktidara karşı hoşnutsuzlukları dile getirme hakkını kimse kısıtlayamaz. Ama eleştiri hakkının arkasına sığınarak işi darbeciliğe götürme, kabul edilemez. Darbeci anlayışa hizmet eden ayak oyunlarıyla, eleştiri hakkı kesinlikle birbirine karıştırılmamalı. İşte, Mesut Barzani’nin daha Davos’a gitmeden yalan istifa haberlerini yaygınlaştırma, darbeci anlayışın kendini ele vermesinden başka bir şey değildir.

    Bu yalan haber; Kürt halkının kazanımlarını uluslar arası platformda yok göstermeyi amaçlamıştır. Ayrıca Kürdistan yönetimini gayrı meşru göstermeye çalışmıştır. Kim veya kimler adına bu oyunun tezgahlandığını artık herkes görmelidir. Bu girişimin baş aktörü, hiç kuşku yok ki İran’dır. İran’a taşeronluk yapan güçlerin başını çeken PKK, Kürt halkının kazanımlarını ‘hiçe’ indirgemeye kalkışmıştır.

    Kürdistan Bölgesel Yönetimi hemen her alanda yaptığı atılımlarla büyük başarıların altına imza atmıştır; Ortadoğu’nun belirgin olmayan koşullarına rağmen ekonomik ve askeri alanlarda çok ciddi adımlar atmış, toplumun refah düzeyini yükseltmede başarılı olmuştur. Her şeyden önce, Bölge’de yaşanan onca karmaşaya karşın, demokrasi alanında komşu ülkelere örnek olacak biçimde cesaretli uygulamalar içine girmiştir. Atılan bunlar ve benzeri adımlar sonucudur ki bölgesinde bir irade, güç olma konumuna yükselmiştir. Böylesi gelişmeler dikkate alınırsa, taşeronların asılsız haberlerden niçin medet umdukları kendiliğinden açığa çıkar. Bu taşeronlar, yalanlarla, dedikodularla Kürt halkını infiale sürükleyip, ortaya çıkacak kargaşa ortamında ulusal güçleri tasfiye etmeyi ummaktadır. Taşeronlar ne tür çabalar içinde bulunurlarsa bulunsunlar, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni, daha doğrusu ulusal güçleri tasfiye etmeye güçleri yetmeyecektir.
Baki Karer
21.01.2017

19 Kasım 2014 Çarşamba

ORTADOĞU YOL AYRIMINDA

ORTADOĞU YOL AYRIMINDA

    Bölgede cetvelle çizilen sınırlar kalkmak üzere. Birinci dünya savaşı döneminin kudretli gücü Büyük Briritanya'nın, uzun vadeli hesaplar doğrultusunda Ortadoğu'da çizdiği sınırlar, günümüzde yaşanan sorunların esas kaynağını oluşturmakta. Bugünkü sınırlar çizilirken, temel alınan esas unsur, petrol kaynaklarıydı.
    Ortadoğu halklarının iradeleri dışında çizilen sınırlar, bugün, Bölge halkları tarafından kabul görmediğini biliyoruz. Ama bu noktada şu soru da akla gelmiyor değil; Bölge halkları özgür iradelerini gerçekten ne kadar kullanma olanağına sahipler? Irak'ta ve Suriye'de yaşananları dikkate alırsak, bu soruya doğru bir yanıt verebiliriz. Ya da soruyu daha farklı da sorabiliriz, halkların özgür iradelerini kullanmalarına yerel egemenler ve işbirliği içinde oldukları emperyalist güçler ne oranda seyirci kalacaklardır? Suriye'de uluslararası güçlerin müdahalesini bir tarfa bırakırsak, başlıbaşına Irak'ta ortaya çıkan IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) faktörü bu soruya yanıtı yeterince vermektedir. IŞİD'in ortaya çıkış koşulları ve bugün Ortadoğu'da sınırları değiştirmede aracı olarak kullanılması, başlıbaşına tartışma konusu.
    Ortadoğu'da kısa süre içinde bir çözüm beklenilmemeli. Amerika Birleşik Devletleri Irak'a askeri müdahalede bulunurken, uzun süreli karmaşa ortamının egemen olacağını biliyordu. Çıkarları, yarattığı belirsizliklerde gizlidir. Birçokları ABD'nin Irak'ta başarısız olduğunu, geri çekilmek zorunda kaldığını iddia etti. Aslında durum tam tersidir; Irak'a müdahale ile uzun vadeli çıkarlarını daha bir garantiye almıştır. ABD ve diğer emperyalist güçler için, Ortadoğu'da süreklileştirilecek mezhep ve azınlık çatışmaları hiçte sorun değildir. Bu çatışmalardan güç kaybına uğrayan ya da uğrayacak olan onlar değil, bölge halklarıdır.
                                  
Kanlı ve Uzun Süreli Mezhep Çatışmalarının Kapıları Aralanıyor.
    Ortadoğu'da her dönemde de kaygan, hatta günlük diyebileceğimiz değişken ilişkiler ağı mevcut olmuştur. Güçler dengesinin nerede, ne zaman  ve nasıl değişeceğinin hesabını yapma her zaman zor olmuştur. Arap dünyasında Baas iktidarlarının yıkılış sürecinde, bu durum kendini bir kez daha göstermiştir.
    Tunus'da başlayan değişim, Suriye'ye gelince çakılıp kalmıştır. Şam'ın şu veya bu düzeyde Bölge"nin Arap toplumlarında oynadığı rol, bir kez daha kendini göstermiş oldu. Özellikle Türkiye açısından bu dengeler tam anlamıyla hesaplanamamıştır. Bu hesap hatalarına bir neden de, Ortadoğu'da olup bitenlere karşı Türkiye'nin uzun yıllar kayıtsız kalmasından ziyade, Rusya alternafini dikkate almamasıdır. Ayrıca Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devleti'nin segiledikleri yaklaşımlara aşırı bel bağlanmasıdır. Türkiye'nin Suriye'de Baas diktatörlüğüne karşı tavır alışında eleştirilecek bir nokta yoktur, ama Esad iktidarını yıkmaya yönelik iç hesaplaşmaya direkt müdahil olması gerekmezdi. Ve şimdi sonuçlarıyla karşı karşıyadır. Suriye'de Baas diktatörlüğüne karşı mücadele mezhep kavgasına dönüşmüş durumda, buradan hareketle, Suriye, mezhep temelinde bölünme tehlikesiyle karşı karşıya. Buradaki mezhepsel bölünme giderek Irak'ı da olumsuz etkilemeye başlamıştır. Suriye'deki iç savaştan güç alan bir takım radikal İslamcı odaklar, Irak'ı da mezhepsel temelde bölmeye çalışmakta. Böylesine kanlı bir sürecin sadece Irak ve Suriye ile sınırlı kalacağı sanılmamalı; bu çatışmalar, giderek Lübnan, Ürdün ve Körfez ülkelerine de yayılmayacağını kimse garanti edemez. Irak'ta sürdürülen mezhepler arası savaş bölünme ile sonuçlanırsa, Ortadoğu ülkelerinin uzun vadeli kanlı iç çatışmalara sahne olması muhtemeldir.
Irak İç Savaşı 
    IŞİD'in ortaya çıkışıyla birlikte Irak'ta Arap toplumu, mevcut sınırı korumayı temel alan federal bir çözüme mi gidecek, yoksa Sunni ve Şii mezhepleri temelinde iki ayrı devlet biçiminde mi şekillenecek? Bu konuda kesin yargıya varmak için henüz erken. Ama şu bir gerçek; Irak artık eski düzenini devam ettiremeyecetir. Eğer her iki mezhebin de ayrı devletler biçiminde örgütlenmesiyle bir sonuca gidilirse, Bölge uzun süreli kanlı çatışmalara sahne olacaktır. Bu çatışmalı süreçte yerel aktörlerin yanısıra, uluslararası güçler de, özellikle ABD, B.Avrupa, Rusya ve Çin mevzilenmiş durumda. Tüm bu güçler Ortadoğu'da değişmesi muhtemel sınırlarda söz sahibi olmak istemekte.
    Ortadoğu'da çizilecek yeni sınırlarda İran ve Türkiye'de rollerini oynamanın çabası içindeler. Büyük güçler kartlarını oynarlarken, İran ve Türkiye'yi tümden saf dışı bırakma imkanına sahip değiller. Eskiden olsa yerel güçlere Mısır da eklenebilirdi ama artık Mısır'ın Arap dünyasını temsilen hareket etmesi pek olanaklı gözükmüyor. Mısır, Abdülfettah El Sisi darbesiyle bertaraf edilmiştir; dikte edilecek her şeye tabii olmaktan başka çıkış yolu yoktur. 
    IŞİD'in Suriye'den başlıyarak Irak'ta yarattığı fiili durum, aslında hem askeri, hem de kitle desteği gücünü aşan bir durumdur. Yine bu örgütün İslam anlayışı, Arap halkları tarafından kabul görmesi pek olanaklı değildir. Irak ve Suriye'de 'güçlü' konumda görünüyor olması bir takım yanılgılara neden olabilir. Irak'ta Sunni kesimde uzun süreli iktidarı elinde bulundurması hemen hemen imkansızdır. Şu anda sadece bir aracı, ya da köprü görevi yüklenmiş durumda.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi 
    Irak'ın mezhep temelinde bölünmesini tartışırken, Kürt ve Kürdistan sorunu penceresinden de bakmak gerekir. Hem IŞİD'in, hem de Bağdat'ın, federatif  çözümde anlaşmalarını sağlıyacak faktörlerden biri de, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'dir. Hem Sunni, hem de Şii kesimin yöneticileri, Erbil'in bağımsız hareket etmesini çıkarları açısında tehlike gördüklerini unutmamak gerekir.
    Bu süreçte, mezhep ve azınlık kavgaları içine düşmeden istikrarlı politika yürüten, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'dir. Irak iç savaşında en kârlı çıkan Kürtler olmuştur. Hem mezhepler arası çatışmaya müdahil olmamış, hem de Kerkük başta olmak üzere, Bağdat'la sorunlu olan bölgeleri ele geçirmiştir. Yani sorunu, bir anlamda çözmüştür. Geldiği bu noktadan geriye adım atması düşünülemez. Zaten Bağdat'ın savaşı göze alması pek olası değildir, kaldı ki, Kürtlere karşı savaş yapacak gücü de yoktur. Yani Irak içi dengeler açısından bakıldığında, bağımsızlığın önündeki engeller önemli oranda ortadan kalmıştır. Barzani ve KDP iç savaş sürecinde yürüttüğü başarılı politikayı eğer uluslararası planda da yürütebilirse, ekonomik, askeri ve siyasal alanlarda çok ileri düzeylerde başarılar elde etmesi mümkündür. Şu anda bölgesinde tek egemen güç haline gelmiştir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, hangi tür çözümle sonuca gidileceğine karar verme gücüne ulaşmıştır. IŞID'in başlattığı yeni süreç, her şeyden önce seçim özgürlüğüne sahip olmasını daha bir güçlendirmiştir. Bağımsızlık, bu gün için daha çok uluslararası dengelerle ilintili bir noktaya gelmiştir. Özelikle ABD, Rusya ve Çin'in takınacağı tavırlar belirleyici olacaktır.

3 Ağostos 2014
Baki Karer