ORTADOĞU'DA G.KÜRDİSTAN'IN YERİ VE GELECEĞİ
Kürdistan
Bölgesel Yönetimi aldığı referandum kararını yoğun iç ve dış baskılara rağmen
uyguladı. 25 Eylülde yapılan referanduma katılım % 72,16 düzeyinde oldu. Katılanların
% 93,29 evet oyu kullandı. Hayır oyları %
6,71 seviyesinde kaldı. Sonuç olarak G.kürdistan halkı kurulan sandıklarda iradesini
özgürce ortaya koydu. Kürt halkı, yerküremizde herhangi bir halkın herhangi bir
zamanda ve herhangi bir konuda yapabileciği bir biçimde geleceğini belirleyecek
irade beyanında bulundu. Ama hem içte, hem de dışta çok şiddetli tepkilere ve
saldırılara maruz kaldı. Bu saldırılar halen de devam etmekte. Oyun içinde
oyunlarla ifade edilecek biçimde diplomatik ve askeri ataklarla karşı karşıya
kaldı. Hele hele beklenmedik bir biçimde iç ihanetin zirve yapışı, Kürt halkına
en büyük darbeyi vurdu. İhanette bulunanlar, ihaneti öylesine kanıksamışlar ki
insani tüm değerleri ayaklar altına almayı, meziyet düzeyine yükseltecek kadar
çukurlaşabilmişlerdir. Zaten 'Ekolojik özyönetim' naralarıyla Kürt halkına
hendek kazanlardan, Haşdi Şabi ile kolkola olanlardan başka bir şey beklenmeyeceği
ortadaydı.
Referandumun Getirdiği Saflaşma
09.06.2017
tarihinde kaleme aldığım bir makalede, 'Referandum hem içte, hem de dışta
kimlerin hangi zemin üzerinde durduğunu netleştirecektir.' demiştim. Referandum
özellikle de içteki saflaşmayı daha bir berraklaştırmış oldu. Artık kargaşaya
mahal bırakmayacak biçimde her siyasal hareket, her oluşum cephesini
belirlemiştir. Belirginleşen bu tabloyla Kürdistan Bölgesel Yönetimi geleceğini
çizecektir. Şimdi birbirine karşı tavrı keskinleşmiş iki taraf var; bunlardan
bir taraf, yüzde altılık, diğer taraf ise yüzde doksanüçlük oranı temsil
etmekte. Her ne kadar GORAN ve KOMALA (Kürdistan İslam Örgütü) ve KYB
(Kürdistan Yurtseverler Birliği) 'Biz evet oyu verdik' deseler de, inandırıcı
olmaları mümkün değil. Refarandum sonrası aldıkları tutum da gösteriyor ki, yüzde
altılık hayırcı kesimin temsilcisi konumundadırlar.Yüzde doksanüçle evetçi
kesimi temsil eden KDP (Kürdistan Demokrat Partisi)' dir. Bu noktada tablo
gayet açıktır. Yani düşünce ve eylem tarzıyla kendini ispatlamış iki taraf
vardır; bunlardan biri, Haşdi Şabi'nin uzantısı konumuna gelmiş KYB-GORAN-KOMALA
cephesi, diğeri direnişi temsil eden KDP'dir. Bu iki tarafın geliştireceği
politikaları önümüzdeki süreçte epeyce tartışacağız. Direnişçi kanadın, yani Sayın
mesut Barzani önderliğindeki KDP'nin ortaya çıkan yeni koşullara uygun
geliştireceği strateji ve taktikler, sadece G.Kürdistan halkının geleceğini
tayin etmede değil, aynı zamanda Ortadoğu'da çıkarları çatışan tarafların
birbiriyle boy ölçüşmesinde de belirlirleyici olabilecek düzeyde rol oynamaya
adaydır. Bu noktada PKK ve bir sürü harfler dizisinden ibaret yan grupların
rolüne değinmeyi gerekli görmüyorum, çünkü PKK, G.Kürdistan'da bir olgu
değildir, dışardan karanlık ellerce zoraki itiklenmiştir. PKK'nin, Ortadoğu'da her
telde oynatılmak için görevlendirilmiş bir truva atı olduğunu artık herkes
bilince çıkarmıştır.
Mevzilerden Geriye Çekilme
Kürdistan
Bölgesel Yönetimi, 16 Ekimde beklenmedik bir iç ihanet sonucu, önce Kerkük'ten
ve daha sonraları Şengal dahil bir çok cephede geriye çekilmek zorunda kaldı.
Vuruşarak, savaşarak geriye çekilme değil, Hero ve tayfasının arkadan hancerlemesi
sonucu mecburi bir geriye çekiliş var. Yani stratejik bir alanda cephe kaybı
sözkonusu. İşte sınır tanımayan ihanet buna denir. Bağdat,Tahran, Ankara ve Şam,
Kürdistan yönetiminin mümkün olan en geri düzeye çekilmesini sağlamada
birleşti. Askeri, ekonomik ve siyasal hemen her alanda görülmemiş bir abluka
uygulandı. Sonuçta başarılı da oldular ve Kürdistan yönetimi, 2014 sınırlarına
çekilmek zorunda bırakıldı.
Refarandum
ve sonuçları sadece içten bilinen kesimlerin tepkisiyle sınırlı kalmadı, uluslararası
planda da ciddi tepkiler aldı. ABD ve İngiltere en şiddetli tepkiyi gösterenlerin
başını çekti. Bunlar, Bağdat'a verdikleri silahları İran'ın ve Haşdi Şabi'nin
Kürt halkına karşı kullanmasında bir sakınca görmediler, tam anlamıyla
desteklediler. Gördükleri yerde birbirlerini boğazlayan İran ve Amerika Birleşik
Devletleri, her nedense bu cephede adeta birleşmiş oldu. Ankara, Tahran, Bağdat
ve Şam'ın hesapları biliniyor. Onlar ne pahasına olursa olsun bağımsız bir Kürt
devletini engellemek istiyorlar. Ama ABD ve İngiltere'nin hesaplarının sadece
bağımsızlığı engellemeyle sınırlı olduğunu sanmıyorum. Bunların hesapları daha
uzun vadeli, yani Ortadoğu'nun geneline verilmek istenen biçimle ilgili.
Bilindiği gibi Amerika Birleşik Devletleri'nin
öteden beri Büyük Ortadoğu Projesi var. Bu projeyle gerçekte amaçlanan nedir?
Söylenildiği gibi Bölge'deki ülkeleri küçük devletlere ayırma projesi midir,
yoksa mevcut ülkelerin devlet yapısında değişikliklerle kendisine bağımlı
devlet yapılanmaları inşa ederek, enerji yollarının denetimini kontrolüne alma
çabası mıdır? Bunlar yeniden tartışılmalı, Ama bir gerçek var ki ABD, Suriye'de
Rusya engeline takıldığından bu yana, Ortadoğu'ya yönelik politikasında ciddi
yalpalamalar içinde. Ayrıca Türkiye'nin Suriye ve Irak'ta izlediği bir nevi 'başkaldırı'
girişimlerini hesaba katmadığı da, bugünkü aşamada daha net olarak
anlaşılmakta.
ABD'nin
Irak ve G.Kürdistan politikasını değerlendirirken, Suriye'deki girişimlerini
gözardı etmemek gerekir. ABD, Rojava ve G.Kürdistan toprakları üzerinden İran'ı
Ortadoğu'da sınırlandırmak istemekte. ABD'yi bu hedefe yürümesinde cesaretlendiren
bir neden de, herkese açık kullanım malı olan PKK/PYD'dir. Amerika'nın amacı
Suriye ve Irak'ta DAİŞ'i yoketme falan değildi. Zaten kendi kurduğu piyon bir
oluşumdu. DAİŞ, Ortadoğu'ya biçim vermek için ileri sürülmüş bir öncü güçtü.
Şimdilerde bu piyonun yerine PKK/PYD, yani kısaca PKK hazırlanmaktadır. Suriye'de
PKK'nın aynen DAİŞ gibi modern silahlarla donatılmasının bir nedeni de budur. PKK/PYD,
ABD'nin 'Hamidiye Alayları'dır.' PKK/PYD aracılığıyla Kürdistanın hemen her
köşesinden toplanmış Kürt gençleriyle birlikte, teslim alınarak veya anlaşarak
alınmış yüzlerce DAİŞ elemanı bundan sonra PKK saflarında Kürtlere karşı
kullanılmaya devam edilecektir. Kerkük'te, Erbil'de, Diyarbakır'da patlatılacak
bombaların arkasında ABD eliyle inşa edilmiş bu bileşen aranmalıdır. Kürt
halkına yönelik kitle katliamlarının bundan böyle daha da sıradanlaştırılmaya
çalışılacağını söyleyebiliriz. Haymatlosların 'Kardeşlik' ve 'Ekolojik
Özyönetim' projesinin amaçları üzerinde bugünlerde daha fazla düşünmeye ve
irdelemeye ihtiyaç vardır. PKK/PYD ABD adına, GORAN, Hero ekibi ise daha çok
İngiltere adına oyun kurucu rolü oynamaya hazırlanmakta. Kürdistan Bölgesel Yönetimi
başkanı Mesut Barzani'nin yetkilerini devretmeye zorlanmasının ve arkasından da
'teşekkür' edilmesinin, iltifatlara boğulmasının arkasında böylesine sinsi
girişimlerin yattığını görmek gerekir. Dik duranlar, empozelere itiraz edenler oyun
dışı bırakılmaya çalışılmakta.
Ortadoğu ve G. Kürdistan'da ortaya Çıkan Yeni
Durum
Bilindiği
üzere Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam ABD'nin
ve Avrupa'nın desteğini alarak, G.Kürdistan yönetiminin geriye çekilişini
sağladılar. Bu arada Rusya Federasyonu'nun karşı çıkışını hayretle
karşılayanlar oldu. Oysa ortada hayret edilecek bir şey yok. Rusya'nın Bölge'de
Tahran ve Bağdat'la oyun kurucu olduğu unutulmamalı. Hatta son dönemlerde
Türkiye ile geliştirdiği ittifakla bölgedeki konumunu daha da güçlendirdi. Bu
nedenle Rusya'nın takınacağı tavır ta başından belliydi. Ortaya çıkan bu tablo
karşısında Mesut Barzani görevlerini parlementoya bırakmak zorunda kaldı. Zaten
bir Kasım itibariyle görev süresi bitmişti. Yani referandumdan sonra değişen
koşullarda başkanlığa yeniden aday olmayı kabul etmedi. Peki, Ortadoğu'daki
sorunlara çözüm getirildi mi? En önemlisi
G. Kürdistan'da halkın istemleri doğrultusunda barışçıl bir ortam mı sağlandı?
Hayır, bunların hiç biri olmadığı gibi, Bölge'nin sorunları daha çetrefilli bir
noktaya itildi. Hem bölgenin geneli, hem de G. Kürdistan ateş topu haline
getirildi. Ortadoğu'da birbirlerine karşı en zıt noktalarda duran güçler, Kürdistan
konusunda birlikte oldular. Böylece Bölge'nin çözüm bekleyen en temel sorununun
üzerini bir süreliğine küllendirdiklerini sanıyorlar. Ama gerçekten durum böyle
mi? Ortadoğu'nun iplik yumağına benzer ilişki ağları içinde her taraf kendine
şu veya bu biçimde bir çıkış yolu bulur. Her hane sahibi görüş açısını daraltan
engellerden kurtulmanın çaresini bulma arayışını bırakmaz. İşte Ortadoğu böyle
bir alandır. Yani söylenildiği gibi sütliman bir atmosfer yok.
Şu anda Musul ve Kerkük, Bağdat aracılığıyla
adeta İran'a teslim edilmiştir. Bu durumun uzun vadede Türkiye'nin çıkarlarıyla
çelişeceği açıktır. Sadece bu iki şehir değil, Bağdat'tan Basra'ya kadar uzanan
Irak pazarı da İran'a bırakılmış durumda. Bu koşullarda İran en kârlı çıkan ülke konumunda gözüküyor. Kerkük
petrolü şimdiden kara taşımacılığıyla yoğun biçimde İran'a taşınmaya
başlanmıştır bile. Haşdi Şabi ve PKK ittifakı sürmekte. Yine İran, Sincar üzeri
Beyrut'a varan bir hat oluşturma amacından geri durmuş değil. Bu hatla sadece
İsrail'in kuşatılması hedeflenmiyor. Bu hat aynı zamanda Türkiye'yi çevreleyen
bir kuşak konumundadır. Bir süre sonra tüm bu ve benzer çelişkilerin örtü
altından nasıl çıkacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Öbür taraftan ABD'nin
İranla olan hesaplaşmasının giderek yeni boyutlar kazanacağını tahmin etme hiç
güç değil. Yine Türkiye Esad rejimiyle çekişmesini sonlandırmış değil. Ayrıca Bağdat
ve Ankara arasında karşılıklı diş göstermeye varacak kadar yığınla sorun orta
yerde duruyor. NATO müttefiki ABD ve Türkiye arasında çok ciddi çatışma
noktaları vardır. Yani şu andaki 'birlik', tamamen pamuk ipliğine bağlıdır.
Şimdi bu noktada irdelenmesi gereken, B.Avrupa ülkeleri dahil, özellikle
ABD ve İngiltere'nin, G.Kürdistan'da yapılan bağımsızlık referandumuna karşı tavır alış nedenleridir. Alınan tavır,
Avrupa'nın içinde bulunduğu koşullarla da ilintilidir. Almanya'nın federal
yapısı, Fransanın Korsika, İngiltere'nin İskoç'ya, Kuzey İtalya sorunu,
İspanya'da Bask ve Katalonya sorunları unutulmamalı. Katalonya'nın
bağımsızlığına niçin karşı çıktıkları bu tabloyla daha iyi anlaşılır. Yine
küresel ekonomi politikaların Avrupa devletlerinin yapılarında yol açtığı
değişiklikleri dikkate almadıkları söylenemez. Avrupa demokrasisi yeniden
irdelenmeye muhtaçtır. Kandırmacılığın sonuna gelinmek üzere.
Özellikle
ABD ve İngiltere'nin G.Kürdistan'da yapılan referandum ve sonuçuna karşı
çıkışının diğer bir nedeni de, İran'ın girişimlerini sınırlandırma bahanesiyle Ortadoğu'ya
vermek istedikleri biçimdir. Haşdi Şabiye göz yumulması birazda çiviyi çiviyle
çıkarma taktiğini hatırlatmakta. ABD Batı Kürdistan'da PKK/ PYD'den hareketle
bir kara güçü oluşturdu. G. Kürdistan'da Goran, Komala, Hero ve yeğenleri'nin
askersel güçlerini PYD ile parelel hareket ettirmeden bahsedilmekte. KDP ve
sayın Mesut Barzani'yi tasfiye edip, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin egemen
olduğu alanların İran'a karşı sıçrama noktası olarak kullanılmaya çalışılacağına
dair tartışmalar var. Bu projenin içinde İsrail'i de unutmamak gerekir. Peki bu
proje ne kadar gerçekçidir? KDP ve Mesut Barzani var olduğu sürece bu projenin
tutacağına pek ihtimal vermiyorum. Herşeyden önce, Bölgesel yönetim referandum
sonuçlarını elinde tutmaya devam etmekte. Yine Kürdistan'ın içinde bulunduğu
koşullarda KDP ve Mesut Barzani'yi oyun dışında bırakma olanaklı değildir. Bu
çelişkiler yumağında KDP'nin, çok daha güçlenerek çıkma olasalılığı vardır. 16
Ekim 2017'den bu yana tüm olan bitenlere rağmen KDP ve Barzani, Ortadoğu'nun
yeniden şekillenmesinde temel direk olma özelliğini kaybetmemiştir.
Bir noktaya daha değinmeden geçmemek gerekir: 16 Ekim sonrası gelinen
nokta, bir yenilgi midir, yoksa bir nevi geri çekilme midir? Bu dönemi 1975'de
alınan yenilgiyle sıkça özdeştirenler var. Bu büyük bir yanılgıdır. Her şeyden
önce içinde bulunduğumuz koşulların 1975 koşullarıyla hiç bir ortak yanı yok. Yaşananları
'Yenilgi' olarak değerlendirme, çağımızda yerleştirilmek istenen yeni küresel
düzeni yeterince kavrayamamanın ürünüdür.
Baki Karer
4.11.2017