2015’i geride bırakırken Ortadoğu ve Kürdistan
Şöyle bir geriye bakıp geçmiş bir yılı, 2015 yılını değerlendirdiğimizde Kürt halkının neler kazandığını ve neler kaybettiğini rahatlıkla görebiliriz. Çok değil, 90’lı hatta 2000’li yılların başlarında ‘Kürt’ ve ‘Kürdistan’ denildiğinde, iç çatışma haberlerinin ağırlıkta olduğunu görebiliriz. Bu iç çatışmalar, Kürt halkını içten içe yiyip bitiren en temel faktörlerden biriydi.
Geçmişte kalan bu iç çatışmaların yerini artık siyasal rekabet almıştır. Çelişkilerin siyasal düzlemde ifade edilmeye başlanması elbette olumludur. Toplumsal yapıdaki tüm eğilimlerin, düşüncelerini hemen her alanda ileri sürmesi kadar doğal bir şey olamaz. Böylesine rekabetlerin, toplumsal yapıyı daha ileriye taşıyacağı kesindir. Farklı düşüncelerin tartışılmasının engellenmesi, egemen güçlere karşı kavganın anlamsız hale getirilmesi demektir. Yani bu biçimde hareket tarzı toplumda umutsuzluğu, kendine güvensizliği yaygınlaştıracağı gibi, özgür olmanın anlamsız olduğunu farklı bir biçimde ifade etmeye hizmet eder aynı zamanda. Geçmişin kanlı hesaplaşmalarının yerini, siyasal alanda boy gösteren rekabetlerin almasından rahatsız olanları, artık farklı kategoride değerlendirmek gerekir.
GÜNEY KÜRDİSTAN’IN ÖNEMİ
Kürdistan’ın 2015’te neler kazandığını ve kaybettiğini elbette tartışmak gerekir. Böylesi tartışmalar, gelecekte yapılması gerekenlerin ana hatlarıyla belirginleşmesine yardımcı olur. İçinde bulunduğumuz koşullarda Kürdistan’ın bugünü ve geleceği tartışılırken, merkeze Güney Kürdistan’ı koymak gerekir. Güney Kürdistan’ın uzun bir mücadele tarihi vardır. 20. yüzyılın başından itibaren, kısa süreli durgunluk dönemlerini saymazsak, ‘sürekli’ diyebileceğimiz ayaklanmalarla yoğrulmuş bir bölgedir. Yürütülen yoğun mücadelenin ürünleri artık toplanmaya başlanmıştır.
Önümüzdeki süreçte, Kürdistan ve Kürt halkını ileri noktalara taşıyacak muhtemel siyasal gelişmelere damgasını vuracak olan Güney Kürdistan, aynı zamanda, Bölge’de baş gösterecek köklü değişimlerde önemli rol oynayacak bir konumdadır. Siyasal açıdan bu sorumluluğu üstlenen güç, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir. Bu nedenle Kürdistan’ın diğer bölgeleri Güney’in halkını ve Kürdistan Federe Devleti’ni desteklemelidir. Güney Kürdistan bütün bir ulusun dik duruşunu sağlacak bir eşiktir, duvarıdır. Yılların mücadele birikimiyle örülmüş bu duvarı siper edinme Kürt halkının temel görevi olmalıdır.
Güney Kürdistan’ın bu noktaya gelmesine katkıda bulunan gelişmelere bakmakta yarar var. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte pazarların yeniden bölüşümü gündemleşmiştir. Dünya jandarmalığını ele alan Amerika Birleşik Devletleri, enerji kaynaklarını ve bu kaynakların dünya pazarlarına sevk edileceği yolları kontrol etmenin kavgasına girişti. Irak’ın ve Afganistan’ın işgal edilmesi bu nedenledir. ABD bunu yaparken en yakın müttefiklerini, Batı Avrupa’yı bile dışlamıştır. Saddam rejiminin yıkılması Kürt halkı için muazzam bir fırsat yaratmıştır.
ORTADOĞU VE ABD
Giderek Mısır, Libya ve Tunus’ta Baas türü rejimler yıkılınca, bunu fırsat bilen ABD, 20. yüzyılın başında Büyük Biritanya’nın inisiyatifiyle çizilmiş sınırları, bir başka ismiyle Sykes-Picot Antlaşmas’ını geçersiz kılacak bir strateji geliştirmeye başladı. Bu stratejinin bölgeyi bir yüzyıl daha denetim altında tutmayı amaçladığını söyleyebiliriz. Bu nedenle de daha çok mezhepler temelinde Ortadoğu’nun yeniden bölüşümü çabaları içine girildi. Gelişmeler başlarda istedikleri gibi giderken, Suriye’de ciddi bir engelle karşılaşıldı. Suriye’de Baas ve Esad iktidarı tüm gücüyle direndi. ABD ve müttefikleri umduklarını bulamadı. Suriye’de başlayan iç savaş, kısa sürede mezhepler arası savaşa dönüştü. Günümüzde Yemen’den Lübnan’a kadar geniş bir bölge mezhepler ve dinler arası savaşa sahne olmaya devam etmekte.
Mezhepler arası savaşın kışkırtılmasında İran’ın da önemli oranda payı vardır. Dikkat edilirse, ABD, İran’ın bölgede etnik ve mezhepsel kışkırtmalarından hiç de rahatsız olmuyor ve bu gidişle de pek olacağa benzememektedir. Yani İran’ın bölgedeki hareket tarzı, ABD’nin işine gelmekte. Epeyce süredir İran üzerinde uygulanan ekonomik ambargonun birden bire kaldırılmasının bir nedeni de, uzun vadeli hesaplar için koltuk değneğe ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Hem böylece tahtaravallide Türkiye tek bırakılmadı; bölgedeki gelişmelerde rol oynayacak güçler arasında bir nevi denge sağlanmış oldu. İşte DEAŞ/IŞİD sorununu bir de bu açıdan tartışmak gerekir.
Bugün IŞİD’ın nasıl ortaya çıktığı ve kısa süre içinde bu kadar güçlü konuma nasıl geldiği tartışılmakta. El-Kaide’yi kim ortaya çıkmışsa, İŞİD’i de ortaya çıkartan, piyasaya süren o dur; El-Kaide gibi ABD patentlidir. IŞİD’in bir gecede organize olup sabahleyin kırk bin kişilik orduyu sahip olduğu tüm tçchizatlarıyla birlikte teslim aldığı masalına hiç kimse inanmaz. Binlerce fit yükseklikten yerdeki keçinin hangi ağıla girdiğini takip eden ABD’nin devasa istihbarat gücünü dikkate alırsak, IŞİD’den habersiz olduğu söylemi sadece bir kandırmacadan ibarettir.
Elindeki son model silah gücüne güvenerek bu örgütlenmenin şımarıklaşmış olması, sorunların çözümünde aşılamayacak oranda ciddi bir engel değildir. Esas engel; bugün gelinen noktada herkesin bir IŞİD’inin olmasıdır. Şu anda herkes IŞİD’de karşıymış gibi davranıyor ama hiç kimse de parmağını bile oynatmıyor. IŞİD, Ortadoğu’nun adeta nükleer güce sahip süper ülkesi gibi. Oysa gerçekler hiç de öyle değil; bu cani örgütlenmenin yok edilmesi, bölgenin bölüşüm kavgasıyla orantılıdır. Eğer bölüşümde anlaşma sağlanırsa, ömrü bir kaç günlüktür.
RUSYA’NIN DİRENCİ
Suriye’de savaşın uzamasının esas nedenlerinden biri de, Rusya Federasyonu’nun gösterdiği dirençtir. Türkiye, ABD ve bir bütün olarak Batı, Rusya’nın göstereceği tavırda yanılgıya düşmüşlerdir; Libya’da Kaddafi iktidarının yıkılışı karşısında takındığı tavrın bir benzerini, Suriye’de de göstereceği yanılgısı içine girilmiştir. Ayrıca Suriye’de Rusya Federasyonu’nun direnç göstermesinin bir nedeni de, genel paylaşımın bir parçası olarak Ukrayna üzerinden elde ettiği kazanımları, çizdiği geniş bir çemberde savunma hattı oluşturma çabasıdır. Rusya Federasyonu bu aşamadan sonra, hemen hemen her bölgede yürütülen bölüşümde aktif bir taraf olarak konumlandırmıştır kendini.
Batı Avrupa, Rusya ve bölgesel güçlerin, bölgenin yeniden bölüşümünde söz sahibi olmak istemeleri, durumu daha bir karmaşık hale getirmekte. Geçmişte olduğu gibi herhangi bir süper gücün tek başına veya birkaç süper gücün bir araya gelmesiyle ne bir bölgeye, ne de dünyaya yeniden biçim verme olanağı yoktur. Günümüz koşullarında yeni Yalta ve Potsdam’ların geçerli olacağı kanaatinde değilim.
6.02.2015 tarihinde ‘Ortadoğu’da Dönüşümün Sancıları’ başlıklı makalemde şöyle demiştim:
“Örneğin geçmişte Marshall Planı’nın en fazla savunuculuğunu yapan Türkiye ve İran’dı ama şimdi bunlar her istenileni itirazsız yerine getiren ülkeler konumundan çıkmışlardır. Yine Arjantin, Hindistan, Brezilya vb. ülkeler, bölgelerinde güç olma konumuna gelmişlerdir. Çin ise artık süper güç olmuştur ve giderek ekonomik olarak ABD’yi sollayacak bir düzeye gelmiştir. Yani ABD, liderliğini dayatmadan ziyade, liderliği kaptırmamanın kavgası içine düşmüştür diyebiliriz. Çin’in sanayileşmede katettiği aşama ve günümüz teknolojini pazarda hizmete sunma gücü elbette tartışılır. Ne olursa olsun, genel ve bölgesel güçlerin konumları değerlendirildiğinde, ABD ve Batı Avrupa’nın gelecekte hareket etmek için oluşturmaya çalıştıkları zeminin, hayal ettikleri kadar pürüzsüz olmayacağı gerçeği inkâr edilemez.”
İşte bu ve benzeri nedenlerle, günlük değişken denklemler ortamında Ortadoğu’nun barışçıl bir ortama kavuşma ihtimali, yakın bir gelecekte pek zayıftır.
Ayrıca, yaşadığımız coğrafyada peşpeşe çok sarsıcı gelişmeler oluyor. Bazen takip etmekte zorlanıyoruz. Çoğu zaman bazılarını unutuyoruz. Nereden bakılırsa bakılsın, IŞİD’in ortaya çıkış koşulları çok ilginçtir. İŞİD’in ortaya çıkışını değerlendirirken, bir başka noktaya daha dikkat çekmede yarar var: Kürdistan Bölgesel Yönetimi, önemli ölçüde Bağdat’tan bağımsız hareket ederek Türkiye ile enerji anlaşmaları imzaladı. Bu anlaşmalara, Erbil’in Türkiye’ye petrol satmasına en fazla tepki gösterenlerin başında, Amerika Birleşik Devletleri gelmekteydi. Hatta birçok Kürt çevresi bile Barzani’yi eleştirmişti bu tutumundan dolayı. Eleştirinin nedenini anlamak çok zor elbette. Erbil elindeki petrolü satmayıp da sabah kahvaltısında mı kullanacaktı? Sonuç olarak, Kürt Federe Yönetimi Bağdat’tan ekonomik olarak bağımsızlaşmaya yönelik adımlar atmaya başladığı bir dönemde, IŞİD’in Kürt halkının üzerine yürütülmesi pek tesadüf olarak görülmemesi gerekir. Yani IŞİD her ne kadar bölgenin genelini yeniden dizayn etmek için ortaya sürülmüşse de, özel olarak Erbil yönetimi de hedeflemiştir; en azından bağımsız hareket imkanlarından yoksun bırakılmaya çalışılmıştır. Ama istenilen sonuçlar alınamamıştır.
Bunca çelişkilerin ve savaşların yaşandığı ortamda Kürdistan Bölgesel Yönetimi, yaygınlaştırılmak istenen mezhep ve etnik kışkırtmaların dışında kalmayı bilmiştir; etnik ve mezhepler arasında çelişki ve çatışmaları önleyecek ciddi reformlar yapabilmiştir. En önemlisi de, Bağdat’la anlaşmazlık içinde olduğu sınır sorununu çözüme kavuşturmuştur. Bunlar, Kürdistan Bölgesel yönetimi açısından çok ciddi kazanımlardır. Gelinen bu noktada birlikte veya bağımsız yaşamaya karar verecek güç, halk ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir. Ortadoğu denkleminde artık Kürt halkı da vardır.
KUZEY VE BATI KÜRDİSTAN
Diğer bölgeleri de kısaca değerlendirecek olursak, Kuzey’de kanalizasyon ve hendek aşmakla meşgul olanlar, sonuçta Kemalist güçlerin nasıl ayak pası olduklarını saklayamaz hale gelmişlerdir. Hendek bitiminden sonra yeni bir evreye girilecek; Kürdi güçlerle Kemalistler arasında ayrışma daha da derinleşecektir.
Batı Kürdistan’a gelince, bugüne kadar Batı Kürdistan’da şöyle devrim oldu, böyle devrim oldu hikayeleri anlatıldı. Anlatılanların hiç birinin de aslı yoktur. Kobani’de devrim yaşanmamış, tam tersine ülkenin harabeye dönüştürülmesine seyirci kalınmıştır. Her zaman söyledim, Batı Kürdistan’da Kürt halkının dinamikleriyle oynanmamış olunsaydı, IŞİD saldırı yapmayı aklına bile getiremezdi. Orada Kürt toplumunu ayakta tutan tüm değerler, Esad’ın çıkarları doğrultusunda çok önceden yerle bir edilmişti.
Devrim yapıldı hikayeleri, seksenli ve doksanlı yıllarda Türkiye’de pazarlanan sigorta poliçeleri hikayeleridir. Batı Kürdistan gençleri, Esad’ın ve ABD’nin paralı askerleri haline getirilmiştir. Bu durum, bu bölge halkı için çok acıdır. Kobani başta olmak üzere diğer yörelerde, bayrağına saygısızlaşmayı görev bilen topluluk yaratılmıştır. Herkesin şu soruyu sorması gerekir;, devrim bu mudur?
30.01.2016
Baki Karer