4 Aralık 2019 Çarşamba

YENİ TUZAKLAR


 

YENİ TUZAKLAR

    28/11/2019 da Fuat Kav ismiyle anılan biri, Haki Karer üzerine bir makale yazmış. Bayram değil seyran değil, durup dururken birden Haki’nin hatırlanması, göndemleştirilmeye çalışılması, karanlık dehlizlerde bir şeylerin planlandığını açığa vurmakta. Makalenin niye, hangi amaçlar için yazıldığını PKK/HDP’nin içinde bulunduğu bugünkü koşullarla bağlantılı olduğunu hemen herkes anlar.

    Haşdi Şabi, İşid ve Boko Haram’cılarla el ele vermiş PKK ve yan kuruluşlarının, dünya ve Ortadoğu devrimleri savsatalarına temel kazandırma çabalarına yeni bir ivme kazandırma girişimleri gözden kaçmıyor. Sürekli mezarlıklar arasında dolaşma görevini yüklenmiş olan Fuat Kav denilen unsur, Haki karer ve diğer, özellikle Diyarbakır cezaevinde ölüm oruçlarıyla yok olmuş kişileri yeniden gündemleştirerek beyinleri bulanıklaştırma çabalarına ısrarla devam etmekte. Mezar taşlarını teker teker ve tekrar tekrar ziyaret ederek tamamen yalan dolanla kaleme aldığı yaşam hikayelerinden medet ummakta. Tutundukları karanlık güçlerin kendilerini yavaş yavaş olsa da terk etmeye başladığının farkındalar; bu nedenle şaşkınlık içindeler, sınırlandırılmalarını hazmedemiyorlar.

    Haki’nin bu dönemde gündemleştirme çabalarında Fuat Kav denilen zikircinin seçilmesi de hiç te tesadüf değil. Bu kişinin pervasızlığı çok iyi bilinmekte, zaten pervasızlığından dolayı zaman zaman kullanılmak için bir köşeye atıldığının farkında. Kullanılma anı geldiğinde var gücüyle ortaya atılmakta, harakiri numaralarıyla elinde tuttuğuna inandığı şahadet şurubunu her tarafa serpiştirerek amentüler eşliğinde gördüğü her heykelin önünde eğilmekte; yürürken ayağına takılan tüm taşları Öcalan ve hizmet etmekle yükümlü olduklarının heykeli olarak görmekte. Çokta numaracı; herkese şahadet şurubunu içirmeye çalışmakta, ama bir türlü kendisi şahadet şurubu içmeye yanaşmamakta. Ne Diyarbakır’da, ne de Avrupa’da bıçağı karnına saplama beceri ve cesareti göstermeyerek canının ne kadar kıymetli olduğunu artık herkese gösterdi. Kürdistan’a giderek ön saflarda çarpışıp şahadet şerbeti içmekten niçin kaçındığına bir türlü açıklık getirememekte. Özellikle de ‘Ortadoğu devrimi’ için Rojava’ya gidip mevziden mevziye koşması gerekirken, Almanya’da bacak bacak üstüne atarak ölümler üzerine güzellemeler karalayabilmekte. Ama 14-15 yaşlarındaki çocukların ölmeleri için bin bir cambazlıkta bulunmaktan imtina etmemekte. Ölümleri doğallaştırmak, ölümlere övgüler dizmek tam anlamıyla sadistliktir. Hele hele ergenlik çağında bile olmayan çocukları ölüme gönderme ve bunlardan kahramanlar yaratmaya çalışma, insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçtur. İşte kav ve mensubu olduğu PKK/HDP güruhu, böylesi suçları işlemekten övünç duymakta.

    Kav, süngerimsiliğinden veya sürüngen hale getirilişinden olacak her halde, makalesinde sıkça Duran Kalkan’a yer vermekte. Niçin sıkça Kalkan’a başvurmak zorunda kaldığını elbette hemen herkes biliyor. Son seçimlerden önce Diyarbakır’da yapılan ittifak görüşmeleri Duran Kalkan önderliğinde hayata geçirilmişti. Görüşmeler ve sözümona ilkeler Kalkan’ın görevlendirdiği ekiplerce yürütülmüştü ve belirlenmişti. Kürt kamuoyu beklenmedik bir zamanda uyduruk gerekçelerle manipüle edilmişti. Bugünlerde de aynı ekip Kürdistan Bölgesel  Yönetimine karşı büyük bir tuzak örme gayreti içinde; bu tuzak ‘ulusal kongre’ tuzağıdır. Karanlık dehlizlerde çok ciddi plan ve projeler geliştirilmekte. Bir Türk örgütünün kendisini bir Kürt örgütü yerine koyarak, Kürtler için ulusal kongre düzenlenmesi yönünde özel çaba yürütmesinin nedeni üzerine herkes düşünmeli. Daha ilk ayette çakılıp kalmış Hıra müridinin, önümüzdeki süreçte geliştirilecek provakasyonların üstünü örtülemek için mezar taşları arasında volta atmaya başlamasını doğru anlamak gerekir.  Mezar taşları tek tek ziyaret edilerek şehit edebiyatının yeniden gündemleştirilmesi ve ulusal kongre çığırtıları da dahil daha bir dizi gelişmelerin dikkate alınmasında yara vardır.

4.12.2019

BAKİ KARER 

4 Kasım 2019 Pazartesi

Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler


Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler
     ‘Ortadoğu’da oluşan yeni dengeler’ diyorum, ama gelişmelerin bugünkü durumuyla hangi yönde seyredeceği hiçte belli değil. ABD ülkelerle birlikte hareket etmeyi tercih etmeyip, başkasına ait bir örgütü kendine paralı asker yaparak, sahada ciddi alternatifler üretemeyeceğini gösterdi. Bir dönem Nikaragua ve Mozambik’te izlenen stratejinin neredeyse benzeri bugün Suriye’de hayata geçirilmeye çalışılmakta. Örgütlerle işbirliğini temel alan ABD’nin, Bölge’de önemli mevziler kaybedeceğini yıllar önce söylemiştim. Türkiye’nin 9.10.2019’da başlattığı ‘Barış Pınarı’ harekatıyla birlikte, Moskova-Ankara-Şam ve Tahran ittifakının Ortadoğu’da daha bir etkin güç konumuna geldiğini söyleyebiliriz. Ama bu durum, önümüzdeki süreçte ABD’nin yeniden oyun kuramayacağı anlamına gelmez.
    Daha çok Rusya Federasyonu ve ABD arasında yaşanan bölüşüm savaşının en şiddetli yaşandığı alan, geçmişte ağırlıklı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun egemen olduğu alandır. Özellikle de sıcak çatışmaların yoğun yaşandığı Suriye, Irak ve Lübnan bölgeleridir. Buralarda sıcak çatışmaların yoğun olmasının esas olarak iki nedeni var; bunlardan biri, petrol bölgelerinin ve yollarının kontrol altında tutma çabası. İkincisi, İsrail güvenliğinin uzun vadeli garanti altına alma istemi. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin altında esas olarak bu iki neden yatar.
    BOP ister istemez Avrupa’yı da ilgilendirmektedir. ABD, sadece Rusya Federasyonu’na karşı değil, aynı zamanda Avrupa Birliği’ne ve Çin’e karşı da petrol bölgelerini ve yollarını elde tutmak istemekte. Küreselleşme döneminde de dünya jandarmalığını elden bırakmayacak her imkânı harekete geçirmeye çalışmaktadır. Bir yandan Rusya’ya çeşitli bahanelerle ekonomik ambargolar uygularken, Avrupa ve Çin’e karşı da çok yönlü ticari engeller çıkarmakta. Bunları yaparken, Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarını dahi çiğnemeyi göze alabilmekte.
Amerika Birleşik Devletleri Ne Yapmak İstiyor? 
Büyük Ortadoğu Projesi sadece Irak, Suriye ve Lübnan’ı kapsamıyor; Afganistan, Pakistan, Azerbaycan, Suudi Arabistan’dan Mısır’a kadar ki büyük bir bölgeyi kapsamakta. Elbette buna İran ve Türkiye de dahil. ABD, tüm bu ülkelere yönelik geliştirdiği projelerinde başarılı olup olmayacağı tam bir muamma; yani bir dizi bilinmezliklerle dolu. Bölgesel ve dünya genelinde rol oynayan ülkelerin çıkarlarını bir noktada birleştirme pek o kadar kolay değil. Ayrıca bu projeler, salt askeri güç kullanılarak uygulanma imkanı bulamayacağını hemen herkes kabul eder. Diğer taraftan ABD gücünün sınırsızlığı söz konusu değildir. Küreselleşme döneminin dünya genelinde getirdiği ekonomik ve sosyal koşullar da bir tarafa bırakılamaz. Özellikle de ekonomik ve mali açıdan tüm dünya ülkelerinin birbiriyle olan iç içeliği başlı başına önemli bir faktördür. Çok gerilere gitmeye gerek yok, daha yakın zamanda İran’a ve Venezuela’ya uygulanan ekonomik ambargoların, ne düzeyde işe yarayıp yaramadığı başlı başına tartışma konusudur.
    Amerika Birleşik Devletleri  ilk etapda Irak’ta, Suriye’de ve Lübnan’da mezhebe dayalı yeni bir kaç devlet kurma girişimleri bugün için hemen hemen başarısızlıkla sonuçlanmıştır diyebiliriz. Masa üzerinde hazırlanan projelerin sahada uygulanırlığı, birlikte hareket ettiği güçlerce sorgulanmaya başlanmıştır. Mezhebe dayalı yeni devletlerin bir yandan İran’ın, diğer taraftan Türkiyenin işine yarayacağı ortadadır. Yani yeni sınırların çizilme girişimleri böylesi beklenmedik sonuçlara yol açacağını gören ABD, bugün tam bir bocalama ve ikircimlilik  içine girmiş durumda. Suriye’de Türkiye’nin yürüttüğü askeri harekat karşısında geri çekilişi, sadece NATO üyeliği ile açıklanamaz. Bu durum bize gösteriyor ki, mezhebe dayalı harita değişikliği yerine, halkların, haritayı değiştirmeden yana tavır alması önem kazanıyor. Yani salt dışarıdan zorlamalarla değil, halkların özgür iradeleriyle sınırlarda değişiklik yaratılır. Bugün Ortadoğu’da ulus, halk temelinde iradesini ortaya koyan ve gelecekte ciddi roller üstlenecek esas güçlerden biri, Kürdistan Bölgesel yönetimi’dir.
Ortadoğu genelinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve oynadığı rol
    Bugün Sykes-picot’la çizilen sınırlardan memnun olan hemen hemen hiç bir devlet yok gibidir. Ortadoğu’da çoğu devletler şu veya bu nedenle, şu veya bu biçimde değişik zaman dilimlerinde rahatsızlıklarını belli etmiştir. Rahatsızlıklar dile getirilirken her devlet kendine özgü nedenler ileri sürmektedir. Tüm bu tablo içinde, mevcut devletlerden farklı ve bir o kadar da haklı nedenlerle rahatsızlığını dile getiren halk, Kürt halkıdır. Bugün dünyada bağımsız olmayan halklar içinde en fazla nüfusa sahip olan, Kürt halkıdır. Dünyada 40-45 milyon nüfusa sahip olduğu halde devleti olmayan bir ulus yoktur. Bu durum, bir halkın kabul etmediği bu statü nereye kadar devam edecek? Gelinen noktada inkârla, salt şiddet politikasıyla bu statü sürdürülebilinir olmaktan artık çıkmış durumdadır.
    Emperyal ve bölgesel güçlerin dışında bir irade ortaya çıkmıştır; bu irade, Kürt halkıdır. Kürt ulusu artık Ortadoğu’da bir merkez konumuna gelmiştir. Bugünkü koşullarda Kürt halkının iradesini temsil eden güç, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir. Bu artık yadsınamaz bir olgudur. Siyasi, askeri ve ekonomik gelişmeler tartışılırken, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni değişken de olsa Bölge’nin güçler dengesi içinde görmemek, geleceğe gözleri kapamaktır. Erbil, bölgede istikrarı, sükuneti sağlamanın mihenk taşıdır. Bölgede dışardan empoze edilen mezhepsel temelde bölünmenin ve dolayısıyla belki de bu yüzyıl boyu sürecek kanlı çatışmaların önünü alacak irade, Kürdistan Bölgesel yönetimi’dir. Bağımsızlık ilan edilsin veya edilmesin bu iradeyi kimse yadsıyamaz.
    Hindistan gibi süper güç olmaya aday ülkelerin varlığına ve Çin’in süper güçler arasına  katılmasına paralel olarak, bölgeler düzeyinde güçlü ülkelerin ortaya çıkması, kafaları karıştırmamalıdır.Yani Ortadoğu’da da devletler düzeyinde birden fazla güç odaklarının ortaya çıkması Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin her alanda geliştireceği politikanın zorlaştırmasını getirmez, tersine manevra alanının genişlemesini sağlar. Önümüzdeki süreçte Kürt aydınları politikacıları anlık gelişmelerin atmosferine kapılmayıp, derinlerden geliştirilen algı operasyonlarını ters yüz edecek somut olgulardan hareket ederlerse, uzun vadeli çıkarlar doğrultusunda çok ileri adımlar atabilirler. Rojava etrafında yaratılan gürültü, hele hele direniş uydurmaları Kürt halkının aklıyla oynamadır. Baştan itibaren Rojava bir algı aracı olarak kullanılmıştır ve halen de bu yönde hareket edilmekte. Hatta bazı çevreler Rojava konusunda ABD’den ve Fransa’dan medet umar hale getirilmiştir. Bağımsızlık referandumuna ‘hayır’ diyenlerin, Rojava sözkonusu olduğunda farklı bir tutum içine girmesinin hiç bir nedeni yoktur. ABD, Rojava’da sadece ve sadece kiralık asker edinmenin gayretini vermiştir. İran’a karşı bir üst olarak kullanmanın çabası içine girmiştir. Bu gerçekler gözönünde bulundurularak politik manevralar içine girilmesinde yarar vardır. Kürt halkına karşı ABD o kadar da masum değildir, çok geçmişlere gitmeye gerek yok, örneğin peşmerge güçlerinin Rojava’ya geçişini engelleyen sadece PKK/YPG değildir, aynı zamanda ABD’dir; Çünkü peşmerge güçlerini paralı asker olarak kullanamayacağını çok iyi biliyordu. Doğru hareket tarzı geliştirebilmek için,  böylesi gelişmeleri süzgeçten geçirmekle mümkündür. Nitekim Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Bağdat ve Rojava’daki gelişmelere mesafeli ve dikkatli yaklaşımı, uluslararası ve bölgesel güçler dengesini çok iyi hesapladığını göstermektedir.
2.11.2019
Baki Karer

14 Ekim 2019 Pazartesi


ORTADOĞU’DA GÜÇLER ARASI SAVAŞ

    Dünyanın bazı bölgelerinde zaman zaman bir çok sorun ortaya çıkıyor ama hiç bir zaman Ortadoğu’da çıkan sorunlar kadar girift olmuyor. Ortadoğu’da her hangi bir sorunun çözümü bile bazen sayısız yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olabilmekte. Bölgemizde mevcut olan anlaşmazlıkların elbette bir çok nedeni var; daha çokta birinci dünya savaşıyla çizilmiş sınırlar, mevcut anlaşmazlıklarda başat rol oynamakta. Ayrıca Bölgenin zengin petrol kaynaklarına sahip olması çatışmaların bir diğer boyutunu oluşturan nedendir. Zaten Sykes-Picot’un oluşmasında Bölge’nin petrol kaynakları belirleyici rol oynamıştır. Böl ve yönet politikası temel alınarak çizilmiş sınırlardır.
    ABD ikinci dünya savaşından sonra süper güç konumuna gelmesinden bugüne kadar geçen sürede ‘Batı’dünyasının lideri olarak hareket etti. Sosyalist sistemin yıkılmasıyla birlikte uzun süre tek başına kararlar alarak uygulamaya koydu. Zaman zaman da Birleşmiş Milletler’i hiçe sayarak ülkeleri dahi işgal etmiştir. Terör, terörist, hatta dost ve düşman kavramlarını bile kendi çıkarlarına göre belirleyerek diğer tüm ülkelerin de bunları benimsemesini istemiştir. Batı Avrupa dahil bir çok ülke de ABD’nin belirlemelerine boyun eğmiştir. İstediği örgütü veya ülkeyi ‘terörist’ ilan etmiş ve diğer ülkelerin de bunu kabul etmesini istemiştir. Bugün bir çok ülkeye, örneğin K. Kore, İran ve Rusya Federasyonu’na uyguladığı ekonomik ambargolara hemen hemen hiç bir ülke tavır alma cesareti göstermemekte. Ama hızla küreselleşen dünya koşullarında bu tür ‘zor’ uygulamalarıyla uzun süre mesafe almanın imkansızlığını görmekte. Bu nedenle çıkarlarını sürekli kılacağına inandığı yeni çıkışlar yapmaya başlamıştır. Dünyanın bir çok bölgesinde, başta Ortadoğu olmak üzere, Orta Asya, Kuzey Avrupa ve Çin Denizi’nde yeni düzenlemeler peşinde. Bu bölgelerin içinde en sıcak ve kanlı çatışmaların yaşandığı bölge Ortadoğu’dur.
    ABD’nin, küreselleşme döneminde, ya da yirmibirinci yüzyılda liderliğini koruyabilmek için bulduğu çözümlerden biri de, Ortadoğu’da harita değişikliğine gitmedir. Bu bölgede dayattığı harita değişikliğiyle enerji yollarının denetimini daha kolayca kontrolü altında tutmaya devam etmek istiyor. Yani Sykes-Pıcot’u geçersiz kılmaya çalışmakta. Aslında Büyük Ortadoğu Projesi’nin esası budur; 1997’den bu yana bu projenin hayata geçirilmesi için var gücüyle çalışmakta. Bu projenin özü; Ortadoğu ülkelerini daha küçük parçalara bölerek B.Avrupa, Çin ve Rusya Federasyonuna karşı enerji yollarının denetimini ele geçirerek süper  güç olarak üstünlüğünü sürekli kılmaktır. Peki bu o kadar kolay mı? Hemen belirtmek gerekir ki, bu pek kolay olmayacak. 
    ABD ve diğer süper güçlerin politikalarını uygulamada karşılaştıkları en önemli engellerden biri de günümüzde ortaya çıkmış olan bölgesel güçlerin varlığıdır. Eskiden Avrupa’da her hangi bir ülkenin şehrinde bir kaç sanayileşmiş ülke bir araya gelerek dünyanın geneli hakkında kararlar alabiliyordu. Alınan kararlar da ciddi bir engelle karşılaşmaksızın uygulanıyordu. Küreselleşmeyle birlikte bu durum ortadan kalktı. Süper güçlerin, genelde sanayileşmiş ülkelerin, büyük tekellerin gezginci para, yatırım ve üretim politikaları bulundukları bölgelerde etkili konuma gelmiş güçlü ülkelerin ortaya çıkmasına neden oldu; Örneğin Türkiye, Brezilya, Arjantin, Şili, Hindistan, Pakistan, G.Afrika. Çin’nin bugün ulaştığı gücü hiç tartışmaya gerek yok; artık bölgesel güç değil, süper güç düzeyine ulaşmıştır. Kısaca bu ve benzer daha bir çok gelişmeleri dikkate aldığımızda, ABD ve diğer süper güçlerin istedikleri politikaları kolayca uygulama olanağına sahip olamadıklarını görürüz. Sykes-Picot’un, Yalta kararlarının ve Marshall Planı’nın uygulandığı dönemlerle bugünü birbirine karıştırmamalıyız. İşte küreselleşme döneminin özelliklerini dikkate alırsak ne ABD, ne de Rusya Federasyonu istediği her kararı karşı dirençle karşılaşmadan uygulama imkânlarına sahip değildirler. Bu anlamda Ortadoğu’da İran ve Türkiye’nin konumunu bu gelişmeler ışığında değerlendirmek gerekir. Türkiye’nin başlattığı ‘Barış Pınarı’ askeri harekatını da bu çerçevede ele almak gerekir
    Türkiye Pkk/Ypg ile değil, Amerika Birleşik Devletleri ile çatışma içindedir. ABD, Suriye, Irak ve Lübnan’ı temel alan yeni sınırlar çizme çabası içinde. Türkiye ise buna karşı koymakta; ‘güvenli bölge’, yada ‘Kuzey Suriye’ harekatı bu nedenden dolayı yapılmakta. Zaten bu askeri harekatın ön adımları büyük oranda Pkk/Ypg tarafından başlatılmıştı. Bölgenin demografik yapısıyla oynayan Pkk/Ypg, Kürt halkına yeterince darbe vurarak ulusal örgütlenmeleri ve aydınları büyük oranda ortadan kaldırmış, iç dinamiği bitim noktasına getirmişti. Öyle ki üçyüzbinin üzerinde Kürt nüfusunu Türkiye’ye sürgüne göndermişti. Kürt halkının ulusal sembollerini ayaklar altına alarak ‘Suriye’de demokrasi’ için elinden gelen her gayreti göstermiştir. Elbette Pkk bu hareket biçimini kendi başına uygulamamış, derin devletin yüzer-gezer yatında ağırlanan misafirin buyrukları doğrultusunda hareket etmiştir. Buyruğu hatırlamakta yarar var; ‘Misak-ı Milli’nin dışında kalan parçalarındaki Kürt-Türkmen topluluklarına en azından yaşadıkları devlet içinde soykırıma uğramadan demokratik kimlikleriyle yaşamalarına Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımı hem ahlaki hem siyasi bir görevdir, diyorum. Bu başka devletlerin iç işlerine karışma değildir. (Abdullah Öclan, Savunma, Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi, s,162-163) Şimdi Pkk/Ypg ye akıl vermeye çalışanlar, direnmesi için yalvaranlar derin devletin bu söylemi karşısında bir kez daha düşünmelidir.
    Şu anda Türkiye’nin yaptığı, ABD’nin yeni sınırlar çizme çabalarına karşı Musul-Halep hattını çizme gayretidir. Yani Musul-Halep hattının dışında kalan bölgelerde ABD’nin sınır değişikliğine karşı Türkiye’nin ses çıkarması veya direnmesi söz konusu değildir. Türkiye bu politikasında ne düzeyde ve ne kadar süre başarılı olacak? Onu da zaman gösterecektir.

Baki Karer

12.10.2019
 

19 Eylül 2019 Perşembe

Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne Karşı Saldırganlığının Nedenleri


Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne Karşı Saldırganlığının Nedenleri


    Çok geçmişe gitmeye gerek yok, son birkaç aydan bu yana Pkk’li mağara müdavimlerince Kürdistan Yönetimine karşı yapılan tehditler birbirini izlemekte. Kullandıkları tehdit dili Haşdi Şabi’yi ve Daiş’i dahi sollayacak nitelikte. Sayın Mesut Barzani’ye, genelde Barzani ailesine karşı kusulan kin  ve nefret bir tarafa, tüm Kürt ulusuna ve Kürdistan’a karşı intikam naraları atmakla, üstlendikleri görevleri gönül rahatlığıyla yerine getirmenin rehaveti içinde olduklarını saklamıyorlar. Bugüne kadar gerçekleştirilmiş ve muhtemelen önümüzdeki süreçte yapılacak olan saldırılar, uzun vadeli bir projenin ürünüdür. Pkk tarafından dillendirilen, zaman zaman hayata geçirilen saldırıları, sadece Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bürokratik, idari yapısını hedef alan saldırılar olarak değerlendirirsek, yanılgılara düşmüş oluruz. Pkk tarafından gösterilmiş olan ve gösterilecek her düşmanca tavır, Kürt ulusunun uluslaşmasını, ulus olma özelliklerini hedef almaktadır. Şengal, Kerkük’de yürüttükleri faaliyetler, ‘sınır tanımayız’ açıklamaları, son olarak Türk diplomatlara karşı giriştikleri suikast eylemi, şimdide savaş çığlıkları atmaları ve daha birçok faaliyetleri Kürt halkının dünya düzeni içinde yer almasını engellemeye yöneliktir. Pkk saldırılarıyla amaçlananların neler olduğunu anlayabilmek için, KYB’nin tarihsel yükümlülüklerine değinmenin yararlı olacağı kanısındayım. Bu nedenle tarihte ulus-devletlerin ortaya çıkışı ve uluslaşma sürecine kısaca değinmekte yarar var.
    Hemen herkesin bildiği üzere, ulus-devlet ilk olarak 1789 devrimiyle birlikte Fransa’da ortaya çıktı. Ulus-devletler giderek Tüm Avrupa’da yaygınlaştı, giderek Latin Amerika’da, özellikle de ikinci dünya savaşından sonra Afrika’da çoğu bağımsızlık savaşları sonucu ortaya çıktı. Feodalizmin yok oluşuyla birlikte sanayi devrimleri, yani ortak bir pazar etrafında birleşmenin sosyal koşullarının olgunlaşmasına paralel olarak ulus-devletler ortaya çıktı. Modern ulus devletlerinin ortaya çıkışı bir çok biçimlerde oldu. Burjuvazinin doğuşu ve gelişmesi nasıl sancısız, çatışmasız olmamışsa, ulus devletlerinde kurulması da çatışmasız, hatta bir çok ülkede görüldüğü gibi iç savaşsız olmamıştır. Uluslaşma süreçleri hiç de tezdüze bir çizgi izlememiştir. Ama şunu belirtmek zorundayım; Türkiye’de sol kesimin çoğunluğu uluslaşmayı ve modern ulus-devlet sorununu yanlış kavramıştır; genellikle de ya indirgemeci, ya da ütopik bir anlayışla ele almıştır. Türkiye’de ulus, uluslaşma sorunlarının ele alınışında  hatalara düşülmesinde rol oynayan esas neden de, Kürt halkının varlığı olmuştur.
    Günümüz koşullarında geçmişin genlere dayalı ve asimilasyona, eritmeye veya direkt yoketmeye dayalı uluslaşma ve ulus devlet olma anlayışı ağırlıklı olarak terk edilmiştir. Üniter devletle ulus-devlet arasında farklılıklar var mı yok mu tartışmasına girmeden, daha çok 1990’lardan itibaren üniter devlet veya ulus-devlet kavramında önemli değişiklikler olduğunu kabul etmeliyiz.1930-1940’ların katı ulus-devlet yapıları oldukça gevşemiştir. Artık demokrasi, demokratik olma neredeyse önkoşul haline gelmiştir. Ama böylesi önkoşullara rağmen, modern ulus-devletler milliyetçiliği tümden bir tarafa bırakmamışlardır. Modern ulus-devlet olmalarında belirleyici etken olarak milliyetçilik halen görürülür; çünkü devlet olmayı bir tarafa bırakmamışlardır. Ulusal dayanışmanın ve birliğin temel, bağlayıcı etkeni olarak ‘devlet olma’ kabul edilir. Yani milliyetçiliğin temel direği, hatta esas ideolojisi halen devlettir.
    Avrupa da üniter veya ulus-devletlerin ortaya çıkışları irdelenirse bir çoğunda asimilasyon ve göç ettirme, hatta yok etme yöntemlerinin uygulandığını görürüz. Günümüzde bile bazı Avrupa ülkeleri asimilasyon yerine ‘entegrasyon’ der. Aslında entegrasyon bütünleşmeyi, tek oluşu içerir. Ama bütünleşmeyi ‘uyum’ olarak ifade ederek bir anlamda çarpıtırlar. Her ulus-devlet ‘tekleştirme’yi temel almıştır; ama günümüzde , küreselleşme dönemiyle birlikte  ‘tekleştirme’ önemli ölçüde aşılmaya başlanmıştır. Bir çok alanda sağlanan küreselleşmeyle birlikte hukuk alanında da ciddi evrenselleşme sağlanmıştır. Hukuksal alandaki ilerlemeler, tekleştirmenin karşıtı, çoğulculuğu temel almaya başlamıştır. Aidiyete dayalı çatışma ve çelişkilerin önüne bu biçimde geçilmeye çalışılmaktadır. Bu gün bazı Avrupa ülkelerinde rasist saldırganlıkların tehlikeli boyutlara ulaşmasının bir nedeni de, çoğulculuğa karşı emen ulus milliyetçiliğinin tekleştirme politikasında diretmesinden kaynaklanmaktadır. Bu çatışmaların bir ara dönemi, yani geçiş dönemini kapsadığını söyleyebiliriz. Ekonomik ve sosyal alanlarda ortaya çıkan veya çıkacak değişiklikler ‘uyum süreci’ diye bir süreci kabul etmez. İşte bunlar ve bunlara benzer noktalardan hareketle, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin uygulamalarını ve bu uygulamaların gelecek açısında oynayacağı rolü dikkate aldığımızda, PKK ve çıngırdaklarının düşmanlığının nedenleri daha bir açığa çıkar.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Uygulamaları
 
 KYB son bir kaç yıldır gerek bulunduğu coğrafyada gerekse de Tüm Ortadoğu’da siyasal, kültürel, sosyal ve daha bir çok alanda ciddi değişimlere yol açan kararlar aldı. Aldığı kararları da hızla uygulamaya koydu. Uygulamaya konulan kararlar, Ortadoğu açısından bugün değilse de yakın ve uzak gelecekte çok ciddi değişimlerin habercisi niteliğindedir.  Özellikle de, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk açısından devrim niteliğindedir. Uygulamalar, küreselleşme döneminin oluşturduğu toplumsal ilişkiler ağının yönlendirilmesinde temel teşkil etmektedir. Bilindiği üzere, günümüz koşullarında genlere veya kan bağına dayalı ulusçuluğun yerini vatandaşlık veya yurttaşlık almıştır. Yani günümüzde ulusçuluk, vatandaşlık kavramıyla bütünleşmiştir. Nitekim, Kürdistan Bölgesel Yönetimi de bu temelde hareket etmektedir. Ortadoğu’nun içinde bulunduğu koşullar dikkate alınırsa, oluşturulan mecliste hemen her azınlığın temsil edilmesi azımsanacak bir gelişme değildir. Yine tüm azınlıkların kendi dillerini özgürce kullanabilmesi, hatta eğitim ve öğretim görmesi demokrasi açısından çok önemlidir. Ayrıca her azınlığın örgütlenme özgürlüğünün bulunması, siyasal hedeflerde ulusal birliğin sağlanmasında önemli rol oynar. Yani bunlar ve benzeri uygulamalar, ulusla aşiret veya klan tupluluğu arasındaki farklılığı ortaya koymaktadır. Buradan varmak istediğimiz nokta; Kürdistan Bölgesel Yönetimi bugün Kürt ulusçuluğunu temsil ettiği gibi, Kürt ulusunu ulus yapan dinamikleri geliştirip güçlendirme görevini de yüklenmiş durumda. Kürdistan yönetimi, küreselleşme dönemine uygun ulusal birliğin sağlanmasının böylesi demokratik uygulamalardan geçtiğinin bilincindedir. Kültürel çatının yükseltilmesinde ve ulusal bilincin gelişmesinde önemli rol oynayan bürokrasiyi bu yönde yapılandırmada önemli başarılar elde ettiği ortadadır.
    Ulusçuluğun gelişmesinde, ulusu ayakta tutmada ve yığınları yönlendirmede rol oynayan temel etkenlerden biri de dildir. Ulusal bilincin gelişmesinde belirleyici olan dildir. Güney Kürdistan’da bu gün Kürtçe hakim dildir; ortak karakterin, kişiliğin oluşmasında esas rol oynamaktadır. Bu anlamda Kürdistan yönetiminin demokratik karar ve uygulamalarından kaygı duymaya gerek yoktur. Tam tersi, Ortadoğu denkleminde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bir güç olarak yer almasını sağlayan uygulamalar olarak görülmesi gerekir.

                                                   Proto Türk Pkk/Hdp’nin düşmanlığı

     İşte tüm bu nedenlerden hareketle Proto Türk Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimine olan düşmanlığı üzerine düşünmeliyiz. Pkk’nin ‘Biz istediğimiz yere gider ve kalırız, sınır tanımayız’ tehditlerini boşuna yapmadığını anlamak zorundayız. Pkk ve yan oluşumları Kürt gerçeğine, Kürt uluslaşmasına karşıdır. Güney Kürdistan’ın bürokratik yapılanması yok edilirse, Kürt ulusçuluğunu da yok edeceğini çok iyi bilmekte. Pkk yüklendiği böylesi görevleri yerine getirmenin gayreti içindedir. “Yani Güneyde kurulan yönetim sırtımıza bir hançer gibi saplanmaya çalışılıyor. Güneyde direnmeye ve savaşmaya karar verdik. Böyle bir yönetim aynı şekilde Arap dünyasının kuzeyi, Batı İran ve bölgedeki halklar için de tehdit teşkil etmektedir. Biz bu tehlikeyi durdurabildik.” (75) EL Vasat, Nisan 1998, A Öcalan'ın röportaj
Fazla lafa gerek yok. Yukarıdaki alıntı Proto Türklerin Kürt düşmanlığını açıklamaya yeter. Güney Kürdistan düşmanlığının önümüzdeki süreçte daha da alevleneceğini söylersek abartmış olmayız. Prehistorik dönemin Proto-Türkleri Pkk/Hdp’in akınlarından sonuç alınacağını sanmıyorum. 

Baki Karer

19.09.2019

 

 

 

 

 

 

10 Eylül 2019 Salı

Chp’nin ya da Ekrem İmamoğlu’nun Pkk/Hdp’ye Hediyesi!


Chp’nin ya da Ekrem İmamoğlu’nun Pkk/Hdp’ye Hediyesi! 

    Ekrem İmamoğlu’nun Hdp/Pkk’ye sunduğu fotoğraf  rastgele seçilmiş bir fotoğraf değildir. 1924’ten bu yana geçen süreç ve bu süreçte olup bitenler dikkate alınarak, daha doğrusu CHP’nin Kürt/Kürdistan’a bakış açısından hareketle seçilmiş bir fotoğraftır. CHP’nin böyle bir hediye ile Diyarbakır’a gelmesini sağlayan cesaret nereden alınmıştır veya böylesi bir cesareti sağlayan sosyolojik gelişmeler nelerdir? Bu ziyaretle birlikte, son kırk yılda ortaya çıkan sosyolojik gelişmelerin tüm yönleriyle irdelenmesi daha bir önem taşımakta. Salt ‘Stockholm sendrumu’ denilerek geçiştirilecek bir konu değildir. Pkk/Hdp aracılığıyla Kürt toplumunda yaratılan asimilasyon politikası, Türkleşmeye özentinin boyutları bıkmadan usanmadan işlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

    Kürt halkının duygu ve düşüncesi hiçe sayılarak, güle oynaya sunulan ve muhataplarınca da büyük bir sevinç içinde kabul edilen bu portrenin seçilme nedeni önemlidir. Kürt halkının kimliğini inkâr eden düşmüş çevrenin, bir ulus adına hareket etme cüretini açıktan göstermesi karşısında suskun kalınmamalı. Böylesi bir düşkünlük, Kürt halkının iradesiyle bütünleştirilemez.  

    Eğer tarihi bilgilerim beni yanıltmıyorsa, bu resim, iki öküzünden birine aşar karşılığı el konulan bir çiftçinin M.Kemal’le görüşme anını yansıtmaktadır. Hikaye uzundur, tüm ayrıntılarıyla buraya aktaracak değilim. Sanıyorum o dönem M.Kemal’in başyaveri Salih Bozok olayı anlatır. Resime dikkatlice bakılırsa, M.Kemal özellikle tam cepheden görüntülenmek istenmiştir; duruşu, yüz ifadesiyle karakteri, kudreti yansıtılmaya çalışılmıştır. Aslında çiftçi, bir figür olarak kullanılmıştır. Sosyal bir sorunun çözümüne parmak basılırken, jakoben devlet anlayışının haşin yüzü sergilenmiştir.

    Portrede devleti temsil eden güç, kararlı ve sert görünümüyle her şeye muktedir olduğu gösterilirken, çiftçi zavallı, boynu bükük, söylenen veya söylenecek her şeyi yargılamadan, sorgulamadan kabullenmeye amade bir figür olarak yansıtılmıştır; gücün karşısında ezilmeyi kabullenme, hatta ellerini tutuş biçimine bakılırsa bir yalvarış vardır. İşte ehlileştirilmiş Kürtler’e bu portrenin hediye edilmesi bu anlamda önemlidir. Türkleşmeye hayranlık duyanlar şahsında Kürt halkı tehdit edilmekte ve gösterilecek her türlü muameleye boyun eğmeleri istenmekte. Kandil kayyumlarının yerine atanan kayyumlara karşı adalet-hukuk-demokrasi üçlemesi yapanların, Diyarbakır’ın göbeğinde Chp adına herkesin gözüne batırıla batırıla verilen bu hediye karşısında nasıl üçleme yapacakları doğrusu merak edilmiyor değil.

Baki Karer

3.09.2019

 

 

10 Haziran 2019 Pazartesi

Pkk/Hdp’nin Neden Olduğu Bazı Gelişmeler Üzerine


      

 

Pkk/Hdp’nin Neden Olduğu Bazı Gelişmeler Üzerine
 

    Ülkemiz baş döndürücü hızla gelişen olaylara sahne oluyor. Arka arkaya gelişen olayların hızına yetişme bazen mümkün olmuyor. Aniden, neden ve nasıl ortaya çıktığı belli olmayan ‘ölüm oruçları’, yüzer-gezer yatta istirahat eden bayın mektubu, Kandile yönelik düzenlenen askeri operasyon ve bir diğer sorun İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin yenilenme kararı başdöndürücü gelişmelerden sadece bir kaçı. Türkiye’de ortaya çıkan hemen her olay televizyonlarda, yazılı basında ve sosyal medyada yer buluyor; yorumlanıyor, tartışılıyor ve sonrada unutuluyor. Bu bir anlamda kısır döngüye neden olmakta. Tüm bunların toplumda ciddi oranda zihin yorgunluğuna ve hafıza kaybına yol açmayacağını söyleyemeyiz.

    Son dönemlerde özellikle PKK/HDP üzerine yapılan tartışmalar dikkate alındığında, hiçte küçümsenmeyecek bir çevrede kafa kargaşalığının halen devam ettiğine şahit oluyoruz. Yüz bin Kürt gencinin, binlerce çocuğun katili olan ve milyonlarca halkın göç etmesine neden olan, bundan da öte derin devletle birlikte fiilen planlayan PKK/HDP’nin Kürt/Kürdistan düşmanlığı tartışma konusu olmamalı. PKK’nın Kürt halkına karşı düşman olup olmadığı tartışma konusu yapılıyorsa, Kürdün varlığı ve yokluğu tartışma konusu yapılıyor demektir. Bu da içinden çıkılmaz kısır döngüyü ifade eder. İşte PKK ve dayandığı güçlerin de beklentileri budur. Yani toplumda zihin yorgunluğu ve hafıza kaybını sürekli kılmadır. Örneğin son dönemlerde Kürt halkını, adına ‘ölüm oruçları’ dedikleri senaryo ile meşgul etmiş olmalarının bir nedeni de budur. Şimdi bahsedilen ‘ölüm oruçları’ niye başladı ve neden bitti bilen var mı? Hayır. Ortadoğu’da bunca karmaşanın yaşandığı bir dönemde halka karşı tuzaklanmış ‘açlık grevi’ üzerine tartışmalar yapılıyor mu? Yine hayır. 2012 de olup bitenler nasıl unutulmuşsa, 200 gün sürdürülmüş olan ölüm orucu oyunu da unutulup gidecek. Ama bir süre sonra karanlık dehlizlerde fırlatılacak işaret fişeğiyle birlikte, bir kez daha aynı tuzağın kurulmayacağının garantisini kimse veremez.

    ‘Ölüm orucu’ üzerine ve sonrasında yayımlanan İmralı sakininin mektubu hakkında çok yazıldı çizildi. Tartışmaya devam etmede yarar olduğu kanısındayım. Önemli; çünkü Kürt halkı PKK-HDP maşasıyla içten örülmüş bir cehalet cephesiyle savaşmak zorunda bırakılıyor. Cehaletle savaşım hiçte kolay değildir. Cephede silahlı savaşımdan on kat daha zordur. Cemaat anlayışı ve buna bağlı olarak müritlik ilişkisi tüm toplumda egemen kılınmak isteniyor. Özenle seçilen dil, davranış ve düşünce biçimleri tam anlamıyla cemaatlerle uyum içindedir. Böylesine örgütlenme biçiminin temel alınmasının bir nedeni de bu güne kadar halka dayatılmış olan asimilasyon politikasının Kürt toplumunda egemen kılınmasını sağlamak içindir. Asimilasyon, kendini inkâr, artık dıştan bir zorlamaya gerek kalmadan içten örgütlenmeyle yapılmakta ve giderek tüm toplumda gönüllülüğe dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Dikkat edilirse, PKK/HDP tabanında öğrenme koşullanmayla sınırlandırılmıştır. ‘Parti’ denildiğinde İtaat,‘seruk’ denildiğinde intihar, ‘politika’ denildiğinde Türkleşme anlaşılmaktadır. Hatta Amara denildiğinde ne anlaşıldığını burada açıkça ifade etmek istemiyorum. İşte tüm bunlar öğrenme adına koşullanmanın doğurduğu sonuçlardır. Bu bir anlamda Kürt toplumunu belleksiz bırakmanın çabalarıdır. Belleğini yitirmiş bir toplumun değerleriyle oynama kolaydır. Belleği yitirilmiş toplumlar aynı zamanda tarihi geçmişlerinden koparılmış toplumlardır. Tarihinden uzaklaştırılmış toplumların dinamikleri de yok denilecek kadar azdır. Belleği yitirilmiş toplum, bireyleri arasında sosyal iletişim organlarını kaybetmiş toplumdur. Bellek yitirildiğinde nesilden nesile aktarılacak gerçekler de kalmaz. İşte 2019 un sözüm ona ölüm oruçlarını tartışırken 2012’nin ‘ölüm orucları’ hatırlanmıyorsa, halen ‘HDP Kürt patisi mi, değil mi?’ tartışması yapılıyorsa, toplumsal hafızanın birileri tarafından veya bazı odaklarca yıpratılmadığını söyleyemeyiz.

    PKK/HDP’nin ne olduğunu anlamak için dilini, dili kullanma biçimini irdeleme yeter. Dil ile düşünce arasında tam bir bağlantı vardır. Düşüncelerimizi dille aktarmaya çalışırız. Dili kullanma biçimi, aynı zamanda düşüncelerimizin temel niteliklerini de açığa vurur. Apoculuğun dili adeta ‘tanrının kazandırdıkları’ ile sınırlıdır. Çünkü mağara dili ancak bu kadar olur; ölüm ve cesetle başlanır, kanla nara atılır, silahla havaya ne idüğü belirsiz şekiller çizilir, ‘seruk’a itaat için eller havaya kaldırılır, ‘şahadet’le sonlanır. Dil kullanımı ve düşünce belirtme bunlarla sınırlıdır. İroni ve zihin jimnastiği tarihin ilk çağı kadar uzaktır bunlara. Apoculuk, PKK, HDP, YPG adına ne derseniz deyin, bunlar, ya sözcüklere farklı anlamlar yükleyerek ya da güvensizliği ifade edecek kelimelerle kendini tanımlamaya çalışır. Başkasını anlamak için dil kullanmayı bilmezler, bilemezler de. Mağara dili ve düşüncesi bu kadar olur. İşte bu kısır döngüden, onların belirlediği tartışma zemininden uzaklaşma her Kürdün temel hedefi olmalı. Örneğin mali sermayenin aldığı boyut veya küreselleşmenin her boyutta tartışılması daha doğru olur kanısındayım. Küreselleşmenin Kürt  toplumuna yansımaları; getirileri ve götürüleri, özellikle de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne olan etkileri ve bu etkilerin gelecekte doğuracağı muhtemel sonuçlar üzerine tartışmalar daha ufuk açıcı olur. Türkçü, asimilasyoncu cephenin belirlediği sahadan ancak bu şekilde uzaklaşmış oluruz. Elbette bu yaklaşım, Kürt halkı için yararlı olacak güncel politik tartışmalardan uzak durma anlamına gelmez. Nereden bakarsak bakalım, PKK/HDP son tahlilde bir cemaatçiliktir; öğrenme yetileri ödülle koşullandırılmış müritler topluluğudur.  Buna en son örnekte İmralı’dan kaleme alınarak yayımlanmış mektuptur. Mektupta kullanılan dil önemli olduğu kadar yayımlanış biçimi de orta veya uzun vadede muhtemel değişimlerin işaretini vermekte. Mektup bu açıdan önemli. 

    Bir kaç kelimesi hariç, bu mektubu okuyan kim olursa olsun amirlerin, daha doğrusu ‘yüksek mertebeden’ birinin yol göstericiliğinde kaleme alındığını hemen anlar. Toplumun zihninde uyandıracağı yankılar aşağı yukarı hesaplanarak kaleme alınmış. Başkasının kapısında bir tas kuru fasulye uğruna bağlı kalmaya razı olmanın utanmazlığı mektubun her satırında sırıtıyor. Bu kadar da değil; bağlı olunan ipin giderek daha da kısaltıldığı da belirtilmekte, kamuoyuna duyurulmaktadır. Sanıyorum, urganın bağlı olduğu yer, bölüşülmüş bir  mekanda duran birden fazla demirden halka. Her halka bir erki temsil etmekte. Ama bu sefer bir farkla; halkalar arası uyum, yani ister erkler, ister güçler diyelim, aralarında bir konsensus sağlama isteği gözükmekte.

    24 haziran 2018 seçimleriyle aslında bir nevi devlet başkanlığı sistemine geçiş temel alınmıştı. Şu ana kadar geçen sürede sergilenen pratiklere bakıldığında, devlet başkanlığı sistemiyle pek de uyumlu olduğunu söyleyemeyiz. Adeta eski parlamenter sistem devam ettiriliyor. Bunun bir çok nedeni var; MHP’nin AKP ile ittifakı, AKP’nin geçmişe oranla azalan oy potansiyeli, 2023 seçimlerinin bu günden düşünülmesi vb. bir çok argüman ortaya koyabiliriz. Ama ortada bir gerçek var; o da, hem iktidarın, hem de merkez güçlerin veya buna biraz da görünmeyen güçlerin birbirlerine epeyce yaklaştıklarını, bir çok noktada anlaştıklarını söyleyebiliriz. Bu anlamda İmralı sakini el değiştirmiş durumda ama yeni sahibi O’nu fazla uzağa götürmeyi şimdilik çıkarına pek uygun görmemekte. İşte yayımlanan mektup bu anlamda önemlidir. Bu noktada bir konsept sorunu gündemleşmekte. Bunu ‘sınır konsepti’ veya ‘güvenlik konsepti’ olarak telaffuz edebiliriz. Hatırlayalım, ABD Kandil’in ağalarından bazılarını yakalama kararı çıkarttığında, eski istihbaratçı İsmail Hakkı Pekin hemen duruma müdahale etti ve Kandil ağalarının ABD’ye yakalatılmaması ve İran aracılığıyla veya başka biçimlerde koruma altına alınması gerektiğini belirtti. O dönem çıktığı tüm televizyon proğramlarında bunu açıkça belirtti. Yine, eğer bunlar yakalanırsa, Türkiye’nin ‘güvenlik konsepti’ni tümüyle değiştirmek zorunda kalacağını söyledi. Bu çok önemli bir söylem olmasına karşın yeterince tartışılmadı. İşte uyduruk açlık grevleriyle birlikte Kandil’e doğru başlatılan askeri harekatın devam ettiği bir süreçte İmralı’dan gelen mektup, aynı zamanda ‘güvenlik konsepti’ olarak adlandırılan alanda bir değişikliğe gidileceğinin işaretlerini vermekte. Mektubun ortak imzayla yayımlanmasının bir nedeni de budur. Mektuba imza atan diğerleri kimler ve neyi temsil ediyorlar! başlı başına tartışma konusu. Neyse.. Bana kalırsa, uygulamaya konulacak yeni konseptin tüm detayları üzerinde henüz karar verilmiş değil. Bu nedenle, Kandil’e kadar gidilse de, PKK’nın yönetimine şimdilik karışmayacaklar. Belki de Kandil’e varmadan belli bir mesafede duraklayacaklar. Adamlarını tavsiye etmeden yeni ‘emniyet kemeri’ proğramlarını denemeye koyup sonuçları üzerinde konsensusa varmaya çalışacaklar.    

    Yürütülen askeri harekata çok büyük atıflarda bulunmaya gerek yok. Kandil’de herhangi bir güç dirense de düzenli bir ordu karşısında ancak iki saat dayanır. Sonra direnecek kim var? Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin topraklarında ön akıncı güç görevini yüklenmiş hain bir yapılanma söz konusudur. Tartışmalar yapılırken ona buna hizmet eden işbirlikçi yapılanmanın özellikleri unutulmakta. Bazen tartışmalara bakıyorum, yok ‘gerilla’ şöyle yapar, yok ‘gerilla’ böyle yapar yönlü sözümona strateji ve taktikler verenler var. Bir kez daha söylüyorum, 1984’de orada burada patlatılan silahlar bugünkü hainliği yaygınlaştırmak için patlatılan silahlardı. PKK’nin her şeyi çöpe atması Öcalan’ın İmralıya misafir edilmesiyle başlamamıştır. Gerilla uydurması Küçüklerin, derin devletin uydurmasıdır. PKK gerillacılık değil, çapulculuk yapmıştır. Bu yapıda hiç bir zaman gerillacılık örgütlenmemiştir. ‘Serhildanlar’da aynı biçimde uydurmadır. Küçük ve bileşenlerinin eseridir. Kürt halkının tüm dinamiklerini imha, içten bitirme eylemleridir. PKK’nin patlattığı her mermi, Kürtlerin yıkımı olmuştur, olmaya da devam etmektedir. İçinde en ufak Kürtlük olan hiç kimse, bunun aksini iddia edemez. ‘Bindik bir alamete gedeyoz kıyamete’ misali bir çok çevre, ‘gerilla’ deyip durdu. Bir çok çevrenin bu deyimi gayet bilinçsizce veya ağız alışkanlığından kullandığını da kabul etmek gerekir. ‘Hafızamızla oynuyorlar’ derken kastettiğim işte bunlardır. 

     Şimdi bu seremoniye son verilmek istenmekte. Gerillacılık oynayanlar tasfiye edilmek istenirken, oynatanlar da hizaya sokulmaya çalışılmakta. Türkiye’nin ulaştığı ekonomik, askeri ve siyasal seviyesinin yanısıra, Ortadoğu”nun ve dünyanın bugünkü konjonktüründe oldukça yıpranmış bir maşaya pek gerek görülmemekte. Daha doğrusu şu anda iktidar olan kanat bu duruma son vermek istemekte. Ama diğer güçler bu çözüme yaklaşmamakta. Çözüme yaklaşmayan tarafı ağırlıklı olarak CHP temsil etmekte. Derin devletin legal alanda öncülüğünü CHP yüklenmiş durumda. Yani CHP ‘70’li yıllarda bulduğum çözümü çöpe attırmam’ diyerek inadını sürdürüyor. PKK/HDP ile ittifak yapması bu anlamda boşuna değildir. Ama CHP ve ortakları, eninde sonunda yeni dönemin koşullarına entegre olmak zorunda kalacaktır. Bekleyip göreceğiz, önümüzdeki süreç çok gelişmelere gebedir.

9.06.2019

Baki Karer

 

27 Mart 2019 Çarşamba

2019 YEREL SEÇİMLERİ ÜZERİNE

2019 YEREL SEÇİMLERİ ÜZERİNE
2019 yerel seçimlerine az bir süre kaldı. Bu güne kadar bu derece çatışmalı, karşılıklı suçlamaların havada uçuştuğu yerel seçim sürecini pek yaşamamıştık. İnsan ister istemez yetmişli yılların cepheleşmesini hatırlamadan edemiyor. Aslında yaşanan sürecin esas sorumlularından biri, Jakoben anlayışıdır. Bu anlayış gelişmelere, değişimlere karşı inatla set olmaya devam etmekte. 
CHP-IP ittifakı başlarda PKK/HDP'yle yaptığı ortaklığı gizli tutmaya çalışırken, seçimlere bir kaç gün kala açığa vurmaktan çekinmedi. PKK/HDP'nin giderek erimeye yüz tutması, hatta Kürt halkı tarafından terk edilmesi, malum derin, karanlık güçlerce kabul edilmemekte. Kürt halkına karşı tarihten gelme inkârcı, katliamcı uygulamalarını sürekli kılmak için PKK/HDP'yi kullanmaya devam etmek istemekte. Arkalarında kitlesel güç kalmasada kitleler üzerinde korkuyu sürekli kılmaya yönelik yeni taktikler peşindeler. Son kırk yılda PKK eliyle asimile edilmiş, müritleştirilmiş, Türklüğe, Türkçülüğe özentili hale getirilmiş hiçte azımsanmayacak bir kitle, taban yaratılmıştır. PKK/HDP'nin sahip olduğu kitle; tamamen kimliğinden koparılmış, ulusal bilinçten yoksun kılınmış, tarihinden kültüründen ve geleneğinden uzaklaştırılmış ama yeni bir kimliğe de sahip olamamış özellikler taşımaktadır. Ankara Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş, 'Hdp'liler rehabilite edilmeli' derken, aslında bir gerçeğin altını çizmiştir. Bu durum Kürt aydınları, yazarları ve politikacıları için de dikkate alınması gereken sosyolojik bir olgudur.
Bilindiği üzere HDP/PKK'lı belediye başkanları ve milletvekillerinden bazıları polisiye operasyonlarla tutuklanmıştır. Aslında bir nevi ayrıştırma yapılmıştır. Yani çetecilik, her türlü rüşvet ve haraç toplama ilişkileri içinde bulunup, daha çokta doksanlı yıllarda itibaren ikibinli yılların ortalarına kadar bir çok istihbarat örgütleriye, özellikle de Jitem'le hareket edenler toplanmıştır. Öcalan gibi derin devletle hareket edenler, derin devlete sadık olanlar, yani Kürt halkına karşı cinayet işlemede daha ustalaşmış olanlar yönetmeye devam etmektedirler. Bazılarının dokunulmaz olması hiçte tesadüf değildir. Samanlıkcılarla çay oğlancıların ittifakı sağlanmıştır. Her iki tarafın da geçmişleri çok iyi irdelenirse ittifakın, ittifaktanda öte bütünleşmenin anlamı daha iyi açığa çıkar. 
Derin karanlık güçlerin Kürt halkına karşı kurduğu bu cephe, 31 Mart yerel seçimlerinde ne oranda başarılı olacak göreceğiz. Ama şu bir gerçek; Kürt halkı artık bunların gerçek yüzünü görmeye başlamıştır. Karanlıkların bir takım prensleri bazı yerlerde başarılar sağlasada hendeklere gömülecekleri gün pek uzak değildir.Yüzbin Kürt gencini katledenlerin çadırları başlarına yıkılacaktır.
Baki Karer
26.03.2019


2019 YEREL SEÇİMLERİ ÜZERİNE


    2019 yerel seçimlerine az bir süre kaldı. Bu güne kadar bu derece çatışmalı, karşılıklı suçlamaların havada uçuştuğu yerel seçim sürecini pek yaşamamıştık. İnsan ister istemez yetmişli yılların cepheleşmesini hatırlamadan edemiyor. Aslında yaşanan sürecin esas sorumlularından biri, Jakoben anlayışıdır. Bu anlayış gelişmelere, değişimlere karşı inatla set olmaya devam etmekte.
    CHP-IP ittifakı başlarda PKK/HDP'yle yaptığı ortaklığı gizli tutmaya çalışırken, seçimlere bir kaç gün kala açığa vurmaktan çekinmedi. PKK/HDP'nin giderek erimeye yüz tutması, hatta Kürt halkı tarafından terk edilmesi, malum derin, karanlık güçlerce kabul edilmemekte. Kürt halkına karşı tarihten gelme inkârcı, katliamcı uygulamalarını sürekli kılmak için PKK/HDP'yi kullanmaya devam etmek istemekte. Arkalarında kitlesel güç kalmasada kitleler üzerinde korkuyu sürekli kılmaya yönelik yeni taktikler peşindeler. Son kırk yılda PKK eliyle asimile edilmiş, müritleştirilmiş, Türklüğe, Türkçülüğe özentili hale getirilmiş hiçte azımsanmayacak bir kitle, taban yaratılmıştır. PKK/HDP'nin sahip olduğu kitle; tamamen kimliğinden koparılmış, ulusal bilinçten yoksun kılınmış, tarihinden kültüründen ve geleneğinden uzaklaştırılmış ama yeni bir kimliğe de sahip olamamış özellikler taşımaktadır. Ankara Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş, Hdp'liler rehabilite edilmeli' derken aslında bir gerçeğin altını çizmiştir. Bu durum Kürt aydınları, yazarları ve politikacıları için de dikkate alınması gereken sosyolojik bir olgudur.
    Bilindiği üzere HDP/PKK'lı belediye başkanları ve milletvekillerinden bazıları polisiye operasyonlarla tutuklanmıştır. Aslında bir nevi ayrıştırma yapılmıştır. Yani çetecilik, her türlü rüşvet ve haraç toplama ilişkileri içinde bulunup, daha çokta doksanlı yıllarda itibaren ikibinli yılların ortalarına kadar bir çok istihbarat örgütleriye, özellikle de Jitem'le hareket edenler toplanmıştır. Öcalan gibi derin devletle hareket edenler, derin devlete sadık olanlar, yani Kürt halkına karşı cinayet işlemede daha ustalaşmış olanlar yönetmeye devam etmektedirler. Bazılarının dokunulmaz olması hiçte tesadüf değildir. Samanlıkcılarla çay oğlancıların ittifakı sağlanmıştır. Her iki tarafın da geçmişleri çok iyi irdelenirse ittifakın, ittifaktanda öte bütünleşmenin anlamı daha iyi açığa çıkar.
    Derin karanlık güçlerin Kürt halkına karşı kurduğu bu cephe, 31 Mart yerel seçimlerinde ne oranda başarılı olacak göreceğiz. Ama şu bir gerçek; Kürt halkı artık bunların gerçek yüzünü görmeye başlamıştır. Karanlıkların bir takım prensleri bazı yerlerde başarılar sağlasada hendeklere gömülecekleri gün pek uzak değildir.Yüzbin Kürt gencini katledenlerin çadırları başlarına yıkılacaktır.
Baki Karer
26.03.2019

16 Mart 2019 Cumartesi

31 Mart Yerel Seçimleri
 

    31 Mart 2019 yerel seçimlerine kısa bir süre kaldı. Metrepollerde AKP aleyhine ciddi değişiklikler olacağına pek ihtimal vermiyorum. Son bir, bir buçuk yılda ekonomik alanda yaşanan çok ciddi çalkantılara rağmen, ana muhalefet cephesinde istikrarlı alternatif bir duruş sergilenemedi. Ana muhalefetin perişan durumu, iktidar partisinin yığınlar arasında ister istemez birincil aktör olarak kabul edilmesini sağlamakta. İktidar, kitleler nezdinde yerel seçimlerle genel seçimler arasındaki farkı kaldırdı. Bu farklılığın kaldırılması, hükümet lehine  pisikolojik üstünlüğün elde edilmesini sağladı. Bu durum seçimlerde önemli bir faktör olacaktır.

    PKK/HDP cenahına gelince. Her açıdan maskesi düşen, sırtarmışlığı en net biçimiyle ortaya çıkan kesim bunlardır. Her yönüyle KÜRT/Kürdistan düşmanlıklarını artık saklayamaz olmuşlardır. Halk katillikleri, çocuk katillikleri hiç bu kadar, bu dönemdeki kadar netlik kazanmamıştı. Bu durum, Kürt halkının geleceği açısından belirleyici bir öneme sahiptir. Bu cinayet şebekesi üzerinde karanlık güçlerin gerdiği kol kanat artık yeterli olmamakta. Türkçülüğü kendine yegane şiar edinmiş PKK/HDP'nin karanlık güçlerin elinde oynayacağı rol artık sınırlıdır.

11.03.2019

Baki Karer

9 Ocak 2019 Çarşamba

12 HAZİRAN SEÇİMLERİ


2011 seçimleri üzerine yazdığım bu makaleyi şimdi yayınlıyorum. Bir nebze de olsa şu anda içinde bulunduğumuz ortama ışık tutacağını düşünüyorum.

12 HAZİRAN SEÇİMLERİ
                   

    12 haziran seçimleri sonuçlandı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin birinci parti olarak mecliste yerini alacağına ve tekrar hükümet kuracağına hemen hemen kesin gözüyle bakılmaktaydı. Nitekim yüzde elliye yakın oy oranı ile üçüncü sefer hükümet kuracak. Arka arkaya kazanılan her üç seçimde de oylarını artırarak iktidar olma durumu söz konusudur.
   Cumhuriyet Halk Partisi, yönetim değişikliğine rağmen, bu seçimde de yenilgi almıştır. Milletvekillerini çoğaltarak gelmesi, yenilgi almadığı anlamına gelmez. Yüzde %35 veya üstünde bir oy oranı almış olsaydı, bir başarıdan söz edilmiş olunurdu. Ama böyle olmadı. CHP’nin seçim propagandası ve vaadleri 1970’li yılların Necmettin Erbakan ve Süleyman Demirel’in seçim propagandası ve vaadlerin benzeri durumundaydı. Bu nedenle halka güven vermekten çok uzaktı.
    CHP, demokrasiyi genişletmeyi, güçlendirmeyi temel alan güçlerle hareket etme yerine, karanlık güçlerle birlikteliği seçmesi, Baasçı sistemde çakılıp kalmasını sağlamıştır. Tercih ettiği zemininin getirilerine itiraz etme hakkı yoktur.
   Yaşanan kaset olayları Milliyetçi Hareket Partisi’nin oylarını yarım veya bir puan aşağıya çekmiştir. Kaset olayı, MHP’yi bir tür cezalandırmak için ortaya atılmıştır. Geçmişte iktidar partisinin getirdiği anayasa değişikliklerine onay vermesi dikkate alınarak, AKP ile arasına mesafe koymaya zorlanmıştır. Bu bir anlamda da MHP’yi yeniden şekillendirme çabalarıydı. Milliyetçi Hareket Partisi AKP’ye karşı, CHP-DTP paraleline çekilmeye çalışılmıştır. Yani örtülü bir seçim ittifakı yapılmıştır. Bu seçim ittifakının bir nedeni de, AKP’nin birinci parti olarak çıkmasını engellemeden ziyade, tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde etmesini önlemeye yönelikti. Aynı zamanda yeni bir anayasa yapılması için yürütülen çabaların önü alınmaya çalışıldı. Masa başında yapılan hesapların önemli oranda tutmadığını söyleyebiliriz; hükümet partisi tek başına anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edemedi, ama tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu elde etti. Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi hükümet kuracak.
    CHP ve ittifakçı güçleri, iktidara karşı çeşitli bahaneler uydurarak,en geniş emekçi yığınların istemlerinin tersine, meşru olmayan bir zeminde, artık hiç bir kamuflaja gerek duymadan darbecilik oynamaya başlamıştır. CHP yine halkın eğilimlerini hiçe sayan elit bir havuz içinde, çıkış yolları arama çabası içinde. Bu sefer, geçmişten biraz farklı oluşu, arkasına 'gitmişkirem, gelmişkirem'lerden oluşan şalvarlı davulcu ve zurnacıları da almış olmasıdır. Cuntalar karşısında diz çökmeyi alışkanlık hale getirmiş olan yargının bir kısmının desteğinde, Meclisi protesto ederek bir takım dayatmalarda bulunacağını zannetmekte. Ama bana göre, tarihinin en çıkmaz labirentine girmiştir. Girdiği bu labirente, yakayı ele vermeden nasıl kurtulur bilemem. İnsiyatifi hemen hemen tümüyle AKP’ye kaptırmıştır. CHP’nin başını çektiği protesto, bu anlamda biraz da şaşkınlığın, ne yapacağını bilememenin protestosudur. Ama sonuçta, tüm takım ve edavatıyla birlikte tıpış tıpış meclisin yolunu tutmak zorunda. Hepsi de meclise gelecek ve ceylan derili koltuklarına oturarak, başlarını sallayıp maaşlarını alacaklar. Ara seçim, yeniden genel seçim alternatifini zorlamaları karşısında, ya bir kaç kişiyle temsil edilme ya da tümden meclis dışında kalmaları yüksek ihtimaldir. Bunu göze alacaklarını sanmıyorum. Bu nedenle, ‘Yaylalar, yaylar’ türküsünün yüksek tonla söylenişi ne kadar korkutucu ise, yaptıkları iç savaş çığırtkanlıkları da o kadar korkutucudur.
   AKP’yi, bugüne kadar, gizli planlarını adım adım uygulamakla suçlayan CHP, şimdi kendisi karanlık planlarını sinsice uygulamaya koymuştur. Karanlık planlarının ilk parçası iç savaş çığırtkanlığıyla Silivri’yi boşatma ve arkasından darbeyle iktidara gelmedir. Bunun için halkın yıllardır şikayet ettiği ve bu güne kadar değiştirilmesi için en ufak bir girişimde bulunmadığı hukuk sisteminde, elit bir kesime özgü değişiklikler istemekte. Hatta kişilere özgü yasa değişikliği isteyecek kadar pervasız davranmaktadır. Dikkat edilirse, bu konuda, demokrasiyi temel alan genel bir hukuk reformu istememektedir. Halk, kanun devletinin yumruğu altında yıllardır ezilirken ses seda yoktu. Kim olursa olsun, elbette sorgusuz sualsiz bir insanın uzun yıllar  tutuklu olarak hapis yatması demokratik anlayışla bağdaşmaz. Ayrıca, AKP iktidarının Ergenakon davası çerçevesinde yaptığı tutuklamaları, provakasyon odaklarını dağıtma yönünde ve dolayısıyla, demokrasinin önünü açıcı tarzda yapmadığı da bilinen bir gerçek. Ama bugün tartışılan sorun, hiçte bu değil.
    CHP ve ittifakçılarını bu derece ürküten telaşlandıran  nedenleri, yine bu partinin geçmişinde aramak gerekir. Çünkü geçmişin alışkanlıkları üzerine provokasyonlar geliştirmeye çalışmakta. Aslında Tek Şeflik dönemi irdelendiğinde tipik Mısır’ın Hüsnü Mübarek ve Tunus’un Bin Ali iktidarı karşımıza çıkar. Dış ilişkilerde İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda hareket edilmiştir. Sermaye birikimi ve yatırımlar temel alınmamış, halktan toplanan vergiler, elit bir kesimin lüks yaşaması için harcanmıştır. Laiklik ve modernlik adına İngiliz kültürü egemen kılınmaya çalışılmıştır. Ordu ise İngiliz hayranıdır. 1940’lı yılların sonlarına doğru ise ABD’nin hegemonyasına geçmiştir. Hemen her açıdan ABD’ye bağımlı hale gelmiştir. Ordu, ABD’nin bir kolordusu konumuna çekilmiştir. Çok partili sisteme geçilmeden bunun temellerinin de yine CHP tarafından atıldığı inkâr edilemez.Menderes ve Bayar ikilisinin yaptığı, hazırlanan zeminde hızlı adımlarla ilerlemedir.
    Ama bugün ne iç, ne de uluslararası koşullar, CHP ve yandaşlarının istediği doğrultuda seyretmiyor ve bu tür örgütlenmeleri dıştalıyor. Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yıkılan diktatörlükler CHP’yi oldukça tedirgin etmiştir. Bu ülkelerde sekülerizmin önünün açılması ve ister emperyalist güçlerin müdahalesi ile, isterse halkın iradesiyle oluşacak iktidar biçimlerinde, Baas türü örgütlenmelerin yerinin olmayacağını bilmekte. Bu gelişmelerin, Türkiye toplumuna şu veya bu biçimde yansımadığını düşünmek mümkün değil. Diğer yandan, Ortadoğu’daki siyasal gelişmeler, AKP’nin önünü açmış, Türkiye için daha geniş pazar olanakları yaratmıştır. İster istemez, bu, hükümetin ekonomik ve mali kaynaklarını arttıran bir nedendir. İşte CHP’nin bir korkusu da bu noktadan kaynaklanmakta. Halen Asya ve Afrika’ya sırtını dönmüş, Avrupa Birliği’nin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarları için çırpınan ve kendi yurttaşını bu çıkarlar için pazarlayan bir anlayışta inat etmektedirler.
    CHP bireyi temel alan temel hak ve özgürlükler için mi yoksa tekdüze toplumlar yaratmayı amaçlayan kanunlar yapmak için mi çırpınmakta? Çıkış noktası olarak Silivriyi temel aldığına göre, sonuçta bireyleri cemaatle sınırlamak istediği ortada. O zaman, niçin ve kime karşı eylem yapmakta? Eğer CHP, içinde yaşadığımız çağın koşullarına uygun demokratik bir anayasa  yapmak için çıkış yapmış olsaydı, kimsenin bir diyeceği olmazdı. Onbinlerle ifade edilen faili meçhul cinayetlerin, örneğin JİTEM’in araştırılıp ortaya çıkartılması için en ufak bir çaba yürütmüyor. Türkiye’de kolluk kuvvetleri ve işbirlikçileri PKK ile ortaklaşa katliamlara varan cinayetler işlenmiştir. Demokrat, sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir örgütlenmenin asıl görevi, böylesi karanlık cinayetleri açıklığa kavuşturmak için mücadele verme olmalıydı. Karanlık ilişkilerin, cinayet ve vurgunların açıklığa kavuşturulduğu oranda, gerçek demokrasi inşa edilir. Sonuç olarak geçmişi unuturmak, geçmişle yüzleşmekten kaçınmak için ayak oyunlarına başvurulmakta. Yeni baştan korku ve panik atmosferini egemen kılmaya çalışmakta. Bunun için de uzun süreden bu yana çadırtamış olan "Doğu" ayağını yeniden kurmaya çalışmakta. Oynunu bilinen "Doğu" ayağı ile oynamaya başlaması, amacını ortaya koyan en açık delildir. Ama çabası beyhude. Türkiye’nin içinde bulunduğu bugünkü ekonomik ve sosyal koşullarda, hızla farklılaşan ve ayrışmaya başlamış olan Batı elitinin, Kürtten devşirme ağa ve malum yeni türeme marabalarla kurduğu birlik, amacına ulaşamayacaktır. Kürt geçinen ağalar aracılığıyla bazı müritlerin oylarına oynanmış olunması, CHP'yi istediği hedefe vardırmaz.Bu arada CHP'nin DTP ile kurduğu ittifak, sadece oy avcılığıyla sınırlı değildi,PKK'nin Güney Kürdistan'da geniş çaplı provakasyonlarıyla bağlantılı olmadığını kimse iddia edemez.
   Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ortaya çıkış sebepleri ve toplumsal ilişkiler ağı içindeki yerini irdeleme ayrı bir konu. Ama unutmayalım ki CHP ile temsil edilen Kemalist zihniyetin darbecilik oyunları, AKP'nin doğmasında ve de güçlenmesinde önemli roller oynamıştır. Bugüne kadar Orduya dayanan İstanbul elitinin yaptığı darbeler ve darbe tehditlerinin AKP'nin gelişip güçlenmesine olan katkılarını görmemezlikten gelemeyiz.
   AKP’nin ise Türkiye’de demokrasinin gelişip güçlenmesine ne oranda hevesli olup olmadığını önümüzdeki süreçte daha net göreceğiz. Sanayileşmeye, üretime dayalı toplumsal refahı geliştirmeyi temel alıp almaması niteliğini açığa çıkartacaktır. Ulufe dağıtımıyla toplumsal refahın ve bireysel özgürlüklerin geliştiği görülmemiştir. Sonuçta AKP, bilinen klasik muhafazakâr bir temelde mi ilerlemeyi seçecek yoksa salt dini değerlerle mi hareket edecek? AKP'nin madalyonun bir diğer yüzü olup olmayacağını bekleyip göreceğiz. Seçeceği yön, iddia ettiği çizgide kurumlaşıp kurumlaşamayacağını da belirleyecektir.

  BAKİ KARER

2011.07.10