Pkk/Hdp’nin Neden Olduğu Bazı Gelişmeler Üzerine
Ülkemiz baş döndürücü hızla gelişen olaylara sahne oluyor. Arka arkaya
gelişen olayların hızına yetişme bazen mümkün olmuyor. Aniden, neden ve nasıl
ortaya çıktığı belli olmayan ‘ölüm oruçları’, yüzer-gezer yatta istirahat eden
bayın mektubu, Kandile yönelik düzenlenen askeri operasyon ve bir diğer sorun
İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin yenilenme kararı başdöndürücü
gelişmelerden sadece bir kaçı. Türkiye’de ortaya çıkan hemen her olay
televizyonlarda, yazılı basında ve sosyal medyada yer buluyor; yorumlanıyor,
tartışılıyor ve sonrada unutuluyor. Bu bir anlamda kısır döngüye neden olmakta.
Tüm bunların toplumda ciddi oranda zihin yorgunluğuna ve hafıza kaybına yol
açmayacağını söyleyemeyiz.
Son dönemlerde özellikle PKK/HDP üzerine yapılan tartışmalar dikkate
alındığında, hiçte küçümsenmeyecek bir çevrede kafa kargaşalığının halen devam
ettiğine şahit oluyoruz. Yüz bin Kürt gencinin, binlerce çocuğun katili olan ve
milyonlarca halkın göç etmesine neden olan, bundan da öte derin devletle
birlikte fiilen planlayan PKK/HDP’nin Kürt/Kürdistan düşmanlığı tartışma konusu
olmamalı. PKK’nın Kürt halkına karşı düşman olup olmadığı tartışma konusu
yapılıyorsa, Kürdün varlığı ve yokluğu tartışma konusu yapılıyor demektir. Bu
da içinden çıkılmaz kısır döngüyü ifade eder. İşte PKK ve dayandığı güçlerin de
beklentileri budur. Yani toplumda zihin yorgunluğu ve hafıza kaybını sürekli
kılmadır. Örneğin son dönemlerde Kürt halkını, adına ‘ölüm oruçları’ dedikleri
senaryo ile meşgul etmiş olmalarının bir nedeni de budur. Şimdi bahsedilen
‘ölüm oruçları’ niye başladı ve neden bitti bilen var mı? Hayır. Ortadoğu’da
bunca karmaşanın yaşandığı bir dönemde halka karşı tuzaklanmış ‘açlık grevi’
üzerine tartışmalar yapılıyor mu? Yine hayır. 2012 de olup bitenler nasıl
unutulmuşsa, 200 gün sürdürülmüş olan ölüm orucu oyunu da unutulup gidecek. Ama
bir süre sonra karanlık dehlizlerde fırlatılacak işaret fişeğiyle birlikte, bir
kez daha aynı tuzağın kurulmayacağının garantisini kimse veremez.
‘Ölüm orucu’ üzerine ve sonrasında yayımlanan İmralı sakininin mektubu
hakkında çok yazıldı çizildi. Tartışmaya devam etmede yarar olduğu
kanısındayım. Önemli; çünkü Kürt halkı PKK-HDP maşasıyla içten örülmüş bir
cehalet cephesiyle savaşmak zorunda bırakılıyor. Cehaletle savaşım hiçte kolay
değildir. Cephede silahlı savaşımdan on kat daha zordur. Cemaat anlayışı ve
buna bağlı olarak müritlik ilişkisi tüm toplumda egemen kılınmak isteniyor.
Özenle seçilen dil, davranış ve düşünce biçimleri tam anlamıyla cemaatlerle
uyum içindedir. Böylesine örgütlenme biçiminin temel alınmasının bir nedeni de
bu güne kadar halka dayatılmış olan asimilasyon politikasının Kürt toplumunda
egemen kılınmasını sağlamak içindir. Asimilasyon, kendini inkâr, artık dıştan
bir zorlamaya gerek kalmadan içten örgütlenmeyle yapılmakta ve giderek tüm
toplumda gönüllülüğe dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Dikkat edilirse, PKK/HDP
tabanında öğrenme koşullanmayla sınırlandırılmıştır. ‘Parti’ denildiğinde
İtaat,‘seruk’ denildiğinde intihar, ‘politika’ denildiğinde Türkleşme
anlaşılmaktadır. Hatta Amara denildiğinde ne anlaşıldığını burada açıkça ifade
etmek istemiyorum. İşte tüm bunlar öğrenme adına koşullanmanın doğurduğu
sonuçlardır. Bu bir anlamda Kürt toplumunu belleksiz bırakmanın çabalarıdır.
Belleğini yitirmiş bir toplumun değerleriyle oynama kolaydır. Belleği
yitirilmiş toplumlar aynı zamanda tarihi geçmişlerinden koparılmış
toplumlardır. Tarihinden uzaklaştırılmış toplumların dinamikleri de yok
denilecek kadar azdır. Belleği yitirilmiş toplum, bireyleri arasında sosyal
iletişim organlarını kaybetmiş toplumdur. Bellek yitirildiğinde nesilden nesile
aktarılacak gerçekler de kalmaz. İşte 2019 un sözüm ona ölüm oruçlarını
tartışırken 2012’nin ‘ölüm orucları’ hatırlanmıyorsa, halen ‘HDP Kürt patisi
mi, değil mi?’ tartışması yapılıyorsa, toplumsal hafızanın birileri tarafından
veya bazı odaklarca yıpratılmadığını söyleyemeyiz.
PKK/HDP’nin ne olduğunu anlamak için dilini, dili kullanma biçimini
irdeleme yeter. Dil ile düşünce arasında tam bir bağlantı vardır.
Düşüncelerimizi dille aktarmaya çalışırız. Dili kullanma biçimi, aynı zamanda
düşüncelerimizin temel niteliklerini de açığa vurur. Apoculuğun dili adeta
‘tanrının kazandırdıkları’ ile sınırlıdır. Çünkü mağara dili ancak bu kadar
olur; ölüm ve cesetle başlanır, kanla nara atılır, silahla havaya ne idüğü
belirsiz şekiller çizilir, ‘seruk’a itaat için eller havaya kaldırılır,
‘şahadet’le sonlanır. Dil kullanımı ve düşünce belirtme bunlarla sınırlıdır.
İroni ve zihin jimnastiği tarihin ilk çağı kadar uzaktır bunlara. Apoculuk,
PKK, HDP, YPG adına ne derseniz deyin, bunlar, ya sözcüklere farklı anlamlar
yükleyerek ya da güvensizliği ifade edecek kelimelerle kendini tanımlamaya
çalışır. Başkasını anlamak için dil kullanmayı bilmezler, bilemezler de. Mağara
dili ve düşüncesi bu kadar olur. İşte bu kısır döngüden, onların belirlediği
tartışma zemininden uzaklaşma her Kürdün temel hedefi olmalı. Örneğin mali
sermayenin aldığı boyut veya küreselleşmenin her boyutta tartışılması daha
doğru olur kanısındayım. Küreselleşmenin Kürt
toplumuna yansımaları; getirileri ve götürüleri, özellikle de Kürdistan
Bölgesel Yönetimi’ne olan etkileri ve bu etkilerin gelecekte doğuracağı
muhtemel sonuçlar üzerine tartışmalar daha ufuk açıcı olur. Türkçü,
asimilasyoncu cephenin belirlediği sahadan ancak bu şekilde uzaklaşmış oluruz.
Elbette bu yaklaşım, Kürt halkı için yararlı olacak güncel politik
tartışmalardan uzak durma anlamına gelmez. Nereden bakarsak bakalım, PKK/HDP
son tahlilde bir cemaatçiliktir; öğrenme yetileri ödülle koşullandırılmış
müritler topluluğudur. Buna en son
örnekte İmralı’dan kaleme alınarak yayımlanmış mektuptur. Mektupta kullanılan
dil önemli olduğu kadar yayımlanış biçimi de orta veya uzun vadede muhtemel
değişimlerin işaretini vermekte. Mektup bu açıdan önemli.
Bir kaç kelimesi hariç, bu mektubu okuyan
kim olursa olsun amirlerin, daha doğrusu ‘yüksek mertebeden’ birinin yol
göstericiliğinde kaleme alındığını hemen anlar. Toplumun zihninde uyandıracağı
yankılar aşağı yukarı hesaplanarak kaleme alınmış. Başkasının kapısında bir tas
kuru fasulye uğruna bağlı kalmaya razı olmanın utanmazlığı mektubun her
satırında sırıtıyor. Bu kadar da değil; bağlı olunan ipin giderek daha da
kısaltıldığı da belirtilmekte, kamuoyuna duyurulmaktadır. Sanıyorum, urganın
bağlı olduğu yer, bölüşülmüş bir mekanda
duran birden fazla demirden halka. Her halka bir erki temsil etmekte. Ama bu
sefer bir farkla; halkalar arası uyum, yani ister erkler, ister güçler diyelim,
aralarında bir konsensus sağlama isteği gözükmekte.
24 haziran 2018 seçimleriyle aslında bir nevi devlet başkanlığı
sistemine geçiş temel alınmıştı. Şu ana kadar geçen sürede sergilenen
pratiklere bakıldığında, devlet başkanlığı sistemiyle pek de uyumlu olduğunu
söyleyemeyiz. Adeta eski parlamenter sistem devam ettiriliyor. Bunun bir çok
nedeni var; MHP’nin AKP ile ittifakı, AKP’nin geçmişe oranla azalan oy
potansiyeli, 2023 seçimlerinin bu günden düşünülmesi vb. bir çok argüman ortaya
koyabiliriz. Ama ortada bir gerçek var; o da, hem iktidarın, hem de merkez
güçlerin veya buna biraz da görünmeyen güçlerin birbirlerine epeyce
yaklaştıklarını, bir çok noktada anlaştıklarını söyleyebiliriz. Bu anlamda
İmralı sakini el değiştirmiş durumda ama yeni sahibi O’nu fazla uzağa götürmeyi
şimdilik çıkarına pek uygun görmemekte. İşte yayımlanan mektup bu anlamda
önemlidir. Bu noktada bir konsept sorunu gündemleşmekte. Bunu ‘sınır konsepti’
veya ‘güvenlik konsepti’ olarak telaffuz edebiliriz. Hatırlayalım, ABD
Kandil’in ağalarından bazılarını yakalama kararı çıkarttığında, eski
istihbaratçı İsmail Hakkı Pekin hemen duruma müdahale etti ve Kandil ağalarının
ABD’ye yakalatılmaması ve İran aracılığıyla veya başka biçimlerde koruma altına
alınması gerektiğini belirtti. O dönem çıktığı tüm televizyon proğramlarında
bunu açıkça belirtti. Yine, eğer bunlar yakalanırsa, Türkiye’nin ‘güvenlik
konsepti’ni tümüyle değiştirmek zorunda kalacağını söyledi. Bu çok önemli bir
söylem olmasına karşın yeterince tartışılmadı. İşte uyduruk açlık grevleriyle
birlikte Kandil’e doğru başlatılan askeri harekatın devam ettiği bir süreçte
İmralı’dan gelen mektup, aynı zamanda ‘güvenlik konsepti’ olarak adlandırılan
alanda bir değişikliğe gidileceğinin işaretlerini vermekte. Mektubun ortak
imzayla yayımlanmasının bir nedeni de budur. Mektuba imza atan diğerleri kimler
ve neyi temsil ediyorlar! başlı başına tartışma konusu. Neyse.. Bana kalırsa,
uygulamaya konulacak yeni konseptin tüm detayları üzerinde henüz karar verilmiş
değil. Bu nedenle, Kandil’e kadar gidilse de, PKK’nın yönetimine şimdilik
karışmayacaklar. Belki de Kandil’e varmadan belli bir mesafede duraklayacaklar.
Adamlarını tavsiye etmeden yeni ‘emniyet kemeri’ proğramlarını denemeye koyup
sonuçları üzerinde konsensusa varmaya çalışacaklar.
Yürütülen askeri harekata çok büyük atıflarda bulunmaya gerek yok.
Kandil’de herhangi bir güç dirense de düzenli bir ordu karşısında ancak iki
saat dayanır. Sonra direnecek kim var? Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin topraklarında
ön akıncı güç görevini yüklenmiş hain bir yapılanma söz konusudur. Tartışmalar
yapılırken ona buna hizmet eden işbirlikçi yapılanmanın özellikleri
unutulmakta. Bazen tartışmalara bakıyorum, yok ‘gerilla’ şöyle yapar, yok
‘gerilla’ böyle yapar yönlü sözümona strateji ve taktikler verenler var. Bir
kez daha söylüyorum, 1984’de orada burada patlatılan silahlar bugünkü hainliği
yaygınlaştırmak için patlatılan silahlardı. PKK’nin her şeyi çöpe atması
Öcalan’ın İmralıya misafir edilmesiyle başlamamıştır. Gerilla uydurması
Küçüklerin, derin devletin uydurmasıdır. PKK gerillacılık değil, çapulculuk
yapmıştır. Bu yapıda hiç bir zaman gerillacılık örgütlenmemiştir.
‘Serhildanlar’da aynı biçimde uydurmadır. Küçük ve bileşenlerinin eseridir.
Kürt halkının tüm dinamiklerini imha, içten bitirme eylemleridir. PKK’nin
patlattığı her mermi, Kürtlerin yıkımı olmuştur, olmaya da devam etmektedir.
İçinde en ufak Kürtlük olan hiç kimse, bunun aksini iddia edemez. ‘Bindik bir
alamete gedeyoz kıyamete’ misali bir çok çevre, ‘gerilla’ deyip durdu. Bir çok
çevrenin bu deyimi gayet bilinçsizce veya ağız alışkanlığından kullandığını da
kabul etmek gerekir. ‘Hafızamızla oynuyorlar’ derken kastettiğim işte
bunlardır.
Şimdi bu seremoniye son verilmek istenmekte. Gerillacılık oynayanlar
tasfiye edilmek istenirken, oynatanlar da hizaya sokulmaya çalışılmakta.
Türkiye’nin ulaştığı ekonomik, askeri ve siyasal seviyesinin yanısıra,
Ortadoğu”nun ve dünyanın bugünkü konjonktüründe oldukça yıpranmış bir maşaya
pek gerek görülmemekte. Daha doğrusu şu anda iktidar olan kanat bu duruma son
vermek istemekte. Ama diğer güçler bu çözüme yaklaşmamakta. Çözüme yaklaşmayan
tarafı ağırlıklı olarak CHP temsil etmekte. Derin devletin legal alanda
öncülüğünü CHP yüklenmiş durumda. Yani CHP ‘70’li yıllarda bulduğum çözümü çöpe
attırmam’ diyerek inadını sürdürüyor. PKK/HDP ile ittifak yapması bu anlamda
boşuna değildir. Ama CHP ve ortakları, eninde sonunda yeni dönemin koşullarına
entegre olmak zorunda kalacaktır. Bekleyip göreceğiz, önümüzdeki süreç çok
gelişmelere gebedir.
9.06.2019
Baki Karer