27 Mart 2019 Çarşamba

2019 YEREL SEÇİMLERİ ÜZERİNE

2019 YEREL SEÇİMLERİ ÜZERİNE
2019 yerel seçimlerine az bir süre kaldı. Bu güne kadar bu derece çatışmalı, karşılıklı suçlamaların havada uçuştuğu yerel seçim sürecini pek yaşamamıştık. İnsan ister istemez yetmişli yılların cepheleşmesini hatırlamadan edemiyor. Aslında yaşanan sürecin esas sorumlularından biri, Jakoben anlayışıdır. Bu anlayış gelişmelere, değişimlere karşı inatla set olmaya devam etmekte. 
CHP-IP ittifakı başlarda PKK/HDP'yle yaptığı ortaklığı gizli tutmaya çalışırken, seçimlere bir kaç gün kala açığa vurmaktan çekinmedi. PKK/HDP'nin giderek erimeye yüz tutması, hatta Kürt halkı tarafından terk edilmesi, malum derin, karanlık güçlerce kabul edilmemekte. Kürt halkına karşı tarihten gelme inkârcı, katliamcı uygulamalarını sürekli kılmak için PKK/HDP'yi kullanmaya devam etmek istemekte. Arkalarında kitlesel güç kalmasada kitleler üzerinde korkuyu sürekli kılmaya yönelik yeni taktikler peşindeler. Son kırk yılda PKK eliyle asimile edilmiş, müritleştirilmiş, Türklüğe, Türkçülüğe özentili hale getirilmiş hiçte azımsanmayacak bir kitle, taban yaratılmıştır. PKK/HDP'nin sahip olduğu kitle; tamamen kimliğinden koparılmış, ulusal bilinçten yoksun kılınmış, tarihinden kültüründen ve geleneğinden uzaklaştırılmış ama yeni bir kimliğe de sahip olamamış özellikler taşımaktadır. Ankara Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş, 'Hdp'liler rehabilite edilmeli' derken, aslında bir gerçeğin altını çizmiştir. Bu durum Kürt aydınları, yazarları ve politikacıları için de dikkate alınması gereken sosyolojik bir olgudur.
Bilindiği üzere HDP/PKK'lı belediye başkanları ve milletvekillerinden bazıları polisiye operasyonlarla tutuklanmıştır. Aslında bir nevi ayrıştırma yapılmıştır. Yani çetecilik, her türlü rüşvet ve haraç toplama ilişkileri içinde bulunup, daha çokta doksanlı yıllarda itibaren ikibinli yılların ortalarına kadar bir çok istihbarat örgütleriye, özellikle de Jitem'le hareket edenler toplanmıştır. Öcalan gibi derin devletle hareket edenler, derin devlete sadık olanlar, yani Kürt halkına karşı cinayet işlemede daha ustalaşmış olanlar yönetmeye devam etmektedirler. Bazılarının dokunulmaz olması hiçte tesadüf değildir. Samanlıkcılarla çay oğlancıların ittifakı sağlanmıştır. Her iki tarafın da geçmişleri çok iyi irdelenirse ittifakın, ittifaktanda öte bütünleşmenin anlamı daha iyi açığa çıkar. 
Derin karanlık güçlerin Kürt halkına karşı kurduğu bu cephe, 31 Mart yerel seçimlerinde ne oranda başarılı olacak göreceğiz. Ama şu bir gerçek; Kürt halkı artık bunların gerçek yüzünü görmeye başlamıştır. Karanlıkların bir takım prensleri bazı yerlerde başarılar sağlasada hendeklere gömülecekleri gün pek uzak değildir.Yüzbin Kürt gencini katledenlerin çadırları başlarına yıkılacaktır.
Baki Karer
26.03.2019


2019 YEREL SEÇİMLERİ ÜZERİNE


    2019 yerel seçimlerine az bir süre kaldı. Bu güne kadar bu derece çatışmalı, karşılıklı suçlamaların havada uçuştuğu yerel seçim sürecini pek yaşamamıştık. İnsan ister istemez yetmişli yılların cepheleşmesini hatırlamadan edemiyor. Aslında yaşanan sürecin esas sorumlularından biri, Jakoben anlayışıdır. Bu anlayış gelişmelere, değişimlere karşı inatla set olmaya devam etmekte.
    CHP-IP ittifakı başlarda PKK/HDP'yle yaptığı ortaklığı gizli tutmaya çalışırken, seçimlere bir kaç gün kala açığa vurmaktan çekinmedi. PKK/HDP'nin giderek erimeye yüz tutması, hatta Kürt halkı tarafından terk edilmesi, malum derin, karanlık güçlerce kabul edilmemekte. Kürt halkına karşı tarihten gelme inkârcı, katliamcı uygulamalarını sürekli kılmak için PKK/HDP'yi kullanmaya devam etmek istemekte. Arkalarında kitlesel güç kalmasada kitleler üzerinde korkuyu sürekli kılmaya yönelik yeni taktikler peşindeler. Son kırk yılda PKK eliyle asimile edilmiş, müritleştirilmiş, Türklüğe, Türkçülüğe özentili hale getirilmiş hiçte azımsanmayacak bir kitle, taban yaratılmıştır. PKK/HDP'nin sahip olduğu kitle; tamamen kimliğinden koparılmış, ulusal bilinçten yoksun kılınmış, tarihinden kültüründen ve geleneğinden uzaklaştırılmış ama yeni bir kimliğe de sahip olamamış özellikler taşımaktadır. Ankara Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş, Hdp'liler rehabilite edilmeli' derken aslında bir gerçeğin altını çizmiştir. Bu durum Kürt aydınları, yazarları ve politikacıları için de dikkate alınması gereken sosyolojik bir olgudur.
    Bilindiği üzere HDP/PKK'lı belediye başkanları ve milletvekillerinden bazıları polisiye operasyonlarla tutuklanmıştır. Aslında bir nevi ayrıştırma yapılmıştır. Yani çetecilik, her türlü rüşvet ve haraç toplama ilişkileri içinde bulunup, daha çokta doksanlı yıllarda itibaren ikibinli yılların ortalarına kadar bir çok istihbarat örgütleriye, özellikle de Jitem'le hareket edenler toplanmıştır. Öcalan gibi derin devletle hareket edenler, derin devlete sadık olanlar, yani Kürt halkına karşı cinayet işlemede daha ustalaşmış olanlar yönetmeye devam etmektedirler. Bazılarının dokunulmaz olması hiçte tesadüf değildir. Samanlıkcılarla çay oğlancıların ittifakı sağlanmıştır. Her iki tarafın da geçmişleri çok iyi irdelenirse ittifakın, ittifaktanda öte bütünleşmenin anlamı daha iyi açığa çıkar.
    Derin karanlık güçlerin Kürt halkına karşı kurduğu bu cephe, 31 Mart yerel seçimlerinde ne oranda başarılı olacak göreceğiz. Ama şu bir gerçek; Kürt halkı artık bunların gerçek yüzünü görmeye başlamıştır. Karanlıkların bir takım prensleri bazı yerlerde başarılar sağlasada hendeklere gömülecekleri gün pek uzak değildir.Yüzbin Kürt gencini katledenlerin çadırları başlarına yıkılacaktır.
Baki Karer
26.03.2019

16 Mart 2019 Cumartesi

31 Mart Yerel Seçimleri
 

    31 Mart 2019 yerel seçimlerine kısa bir süre kaldı. Metrepollerde AKP aleyhine ciddi değişiklikler olacağına pek ihtimal vermiyorum. Son bir, bir buçuk yılda ekonomik alanda yaşanan çok ciddi çalkantılara rağmen, ana muhalefet cephesinde istikrarlı alternatif bir duruş sergilenemedi. Ana muhalefetin perişan durumu, iktidar partisinin yığınlar arasında ister istemez birincil aktör olarak kabul edilmesini sağlamakta. İktidar, kitleler nezdinde yerel seçimlerle genel seçimler arasındaki farkı kaldırdı. Bu farklılığın kaldırılması, hükümet lehine  pisikolojik üstünlüğün elde edilmesini sağladı. Bu durum seçimlerde önemli bir faktör olacaktır.

    PKK/HDP cenahına gelince. Her açıdan maskesi düşen, sırtarmışlığı en net biçimiyle ortaya çıkan kesim bunlardır. Her yönüyle KÜRT/Kürdistan düşmanlıklarını artık saklayamaz olmuşlardır. Halk katillikleri, çocuk katillikleri hiç bu kadar, bu dönemdeki kadar netlik kazanmamıştı. Bu durum, Kürt halkının geleceği açısından belirleyici bir öneme sahiptir. Bu cinayet şebekesi üzerinde karanlık güçlerin gerdiği kol kanat artık yeterli olmamakta. Türkçülüğü kendine yegane şiar edinmiş PKK/HDP'nin karanlık güçlerin elinde oynayacağı rol artık sınırlıdır.

11.03.2019

Baki Karer

9 Ocak 2019 Çarşamba

12 HAZİRAN SEÇİMLERİ


2011 seçimleri üzerine yazdığım bu makaleyi şimdi yayınlıyorum. Bir nebze de olsa şu anda içinde bulunduğumuz ortama ışık tutacağını düşünüyorum.

12 HAZİRAN SEÇİMLERİ
                   

    12 haziran seçimleri sonuçlandı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin birinci parti olarak mecliste yerini alacağına ve tekrar hükümet kuracağına hemen hemen kesin gözüyle bakılmaktaydı. Nitekim yüzde elliye yakın oy oranı ile üçüncü sefer hükümet kuracak. Arka arkaya kazanılan her üç seçimde de oylarını artırarak iktidar olma durumu söz konusudur.
   Cumhuriyet Halk Partisi, yönetim değişikliğine rağmen, bu seçimde de yenilgi almıştır. Milletvekillerini çoğaltarak gelmesi, yenilgi almadığı anlamına gelmez. Yüzde %35 veya üstünde bir oy oranı almış olsaydı, bir başarıdan söz edilmiş olunurdu. Ama böyle olmadı. CHP’nin seçim propagandası ve vaadleri 1970’li yılların Necmettin Erbakan ve Süleyman Demirel’in seçim propagandası ve vaadlerin benzeri durumundaydı. Bu nedenle halka güven vermekten çok uzaktı.
    CHP, demokrasiyi genişletmeyi, güçlendirmeyi temel alan güçlerle hareket etme yerine, karanlık güçlerle birlikteliği seçmesi, Baasçı sistemde çakılıp kalmasını sağlamıştır. Tercih ettiği zemininin getirilerine itiraz etme hakkı yoktur.
   Yaşanan kaset olayları Milliyetçi Hareket Partisi’nin oylarını yarım veya bir puan aşağıya çekmiştir. Kaset olayı, MHP’yi bir tür cezalandırmak için ortaya atılmıştır. Geçmişte iktidar partisinin getirdiği anayasa değişikliklerine onay vermesi dikkate alınarak, AKP ile arasına mesafe koymaya zorlanmıştır. Bu bir anlamda da MHP’yi yeniden şekillendirme çabalarıydı. Milliyetçi Hareket Partisi AKP’ye karşı, CHP-DTP paraleline çekilmeye çalışılmıştır. Yani örtülü bir seçim ittifakı yapılmıştır. Bu seçim ittifakının bir nedeni de, AKP’nin birinci parti olarak çıkmasını engellemeden ziyade, tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde etmesini önlemeye yönelikti. Aynı zamanda yeni bir anayasa yapılması için yürütülen çabaların önü alınmaya çalışıldı. Masa başında yapılan hesapların önemli oranda tutmadığını söyleyebiliriz; hükümet partisi tek başına anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edemedi, ama tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu elde etti. Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi hükümet kuracak.
    CHP ve ittifakçı güçleri, iktidara karşı çeşitli bahaneler uydurarak,en geniş emekçi yığınların istemlerinin tersine, meşru olmayan bir zeminde, artık hiç bir kamuflaja gerek duymadan darbecilik oynamaya başlamıştır. CHP yine halkın eğilimlerini hiçe sayan elit bir havuz içinde, çıkış yolları arama çabası içinde. Bu sefer, geçmişten biraz farklı oluşu, arkasına 'gitmişkirem, gelmişkirem'lerden oluşan şalvarlı davulcu ve zurnacıları da almış olmasıdır. Cuntalar karşısında diz çökmeyi alışkanlık hale getirmiş olan yargının bir kısmının desteğinde, Meclisi protesto ederek bir takım dayatmalarda bulunacağını zannetmekte. Ama bana göre, tarihinin en çıkmaz labirentine girmiştir. Girdiği bu labirente, yakayı ele vermeden nasıl kurtulur bilemem. İnsiyatifi hemen hemen tümüyle AKP’ye kaptırmıştır. CHP’nin başını çektiği protesto, bu anlamda biraz da şaşkınlığın, ne yapacağını bilememenin protestosudur. Ama sonuçta, tüm takım ve edavatıyla birlikte tıpış tıpış meclisin yolunu tutmak zorunda. Hepsi de meclise gelecek ve ceylan derili koltuklarına oturarak, başlarını sallayıp maaşlarını alacaklar. Ara seçim, yeniden genel seçim alternatifini zorlamaları karşısında, ya bir kaç kişiyle temsil edilme ya da tümden meclis dışında kalmaları yüksek ihtimaldir. Bunu göze alacaklarını sanmıyorum. Bu nedenle, ‘Yaylalar, yaylar’ türküsünün yüksek tonla söylenişi ne kadar korkutucu ise, yaptıkları iç savaş çığırtkanlıkları da o kadar korkutucudur.
   AKP’yi, bugüne kadar, gizli planlarını adım adım uygulamakla suçlayan CHP, şimdi kendisi karanlık planlarını sinsice uygulamaya koymuştur. Karanlık planlarının ilk parçası iç savaş çığırtkanlığıyla Silivri’yi boşatma ve arkasından darbeyle iktidara gelmedir. Bunun için halkın yıllardır şikayet ettiği ve bu güne kadar değiştirilmesi için en ufak bir girişimde bulunmadığı hukuk sisteminde, elit bir kesime özgü değişiklikler istemekte. Hatta kişilere özgü yasa değişikliği isteyecek kadar pervasız davranmaktadır. Dikkat edilirse, bu konuda, demokrasiyi temel alan genel bir hukuk reformu istememektedir. Halk, kanun devletinin yumruğu altında yıllardır ezilirken ses seda yoktu. Kim olursa olsun, elbette sorgusuz sualsiz bir insanın uzun yıllar  tutuklu olarak hapis yatması demokratik anlayışla bağdaşmaz. Ayrıca, AKP iktidarının Ergenakon davası çerçevesinde yaptığı tutuklamaları, provakasyon odaklarını dağıtma yönünde ve dolayısıyla, demokrasinin önünü açıcı tarzda yapmadığı da bilinen bir gerçek. Ama bugün tartışılan sorun, hiçte bu değil.
    CHP ve ittifakçılarını bu derece ürküten telaşlandıran  nedenleri, yine bu partinin geçmişinde aramak gerekir. Çünkü geçmişin alışkanlıkları üzerine provokasyonlar geliştirmeye çalışmakta. Aslında Tek Şeflik dönemi irdelendiğinde tipik Mısır’ın Hüsnü Mübarek ve Tunus’un Bin Ali iktidarı karşımıza çıkar. Dış ilişkilerde İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda hareket edilmiştir. Sermaye birikimi ve yatırımlar temel alınmamış, halktan toplanan vergiler, elit bir kesimin lüks yaşaması için harcanmıştır. Laiklik ve modernlik adına İngiliz kültürü egemen kılınmaya çalışılmıştır. Ordu ise İngiliz hayranıdır. 1940’lı yılların sonlarına doğru ise ABD’nin hegemonyasına geçmiştir. Hemen her açıdan ABD’ye bağımlı hale gelmiştir. Ordu, ABD’nin bir kolordusu konumuna çekilmiştir. Çok partili sisteme geçilmeden bunun temellerinin de yine CHP tarafından atıldığı inkâr edilemez.Menderes ve Bayar ikilisinin yaptığı, hazırlanan zeminde hızlı adımlarla ilerlemedir.
    Ama bugün ne iç, ne de uluslararası koşullar, CHP ve yandaşlarının istediği doğrultuda seyretmiyor ve bu tür örgütlenmeleri dıştalıyor. Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yıkılan diktatörlükler CHP’yi oldukça tedirgin etmiştir. Bu ülkelerde sekülerizmin önünün açılması ve ister emperyalist güçlerin müdahalesi ile, isterse halkın iradesiyle oluşacak iktidar biçimlerinde, Baas türü örgütlenmelerin yerinin olmayacağını bilmekte. Bu gelişmelerin, Türkiye toplumuna şu veya bu biçimde yansımadığını düşünmek mümkün değil. Diğer yandan, Ortadoğu’daki siyasal gelişmeler, AKP’nin önünü açmış, Türkiye için daha geniş pazar olanakları yaratmıştır. İster istemez, bu, hükümetin ekonomik ve mali kaynaklarını arttıran bir nedendir. İşte CHP’nin bir korkusu da bu noktadan kaynaklanmakta. Halen Asya ve Afrika’ya sırtını dönmüş, Avrupa Birliği’nin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarları için çırpınan ve kendi yurttaşını bu çıkarlar için pazarlayan bir anlayışta inat etmektedirler.
    CHP bireyi temel alan temel hak ve özgürlükler için mi yoksa tekdüze toplumlar yaratmayı amaçlayan kanunlar yapmak için mi çırpınmakta? Çıkış noktası olarak Silivriyi temel aldığına göre, sonuçta bireyleri cemaatle sınırlamak istediği ortada. O zaman, niçin ve kime karşı eylem yapmakta? Eğer CHP, içinde yaşadığımız çağın koşullarına uygun demokratik bir anayasa  yapmak için çıkış yapmış olsaydı, kimsenin bir diyeceği olmazdı. Onbinlerle ifade edilen faili meçhul cinayetlerin, örneğin JİTEM’in araştırılıp ortaya çıkartılması için en ufak bir çaba yürütmüyor. Türkiye’de kolluk kuvvetleri ve işbirlikçileri PKK ile ortaklaşa katliamlara varan cinayetler işlenmiştir. Demokrat, sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir örgütlenmenin asıl görevi, böylesi karanlık cinayetleri açıklığa kavuşturmak için mücadele verme olmalıydı. Karanlık ilişkilerin, cinayet ve vurgunların açıklığa kavuşturulduğu oranda, gerçek demokrasi inşa edilir. Sonuç olarak geçmişi unuturmak, geçmişle yüzleşmekten kaçınmak için ayak oyunlarına başvurulmakta. Yeni baştan korku ve panik atmosferini egemen kılmaya çalışmakta. Bunun için de uzun süreden bu yana çadırtamış olan "Doğu" ayağını yeniden kurmaya çalışmakta. Oynunu bilinen "Doğu" ayağı ile oynamaya başlaması, amacını ortaya koyan en açık delildir. Ama çabası beyhude. Türkiye’nin içinde bulunduğu bugünkü ekonomik ve sosyal koşullarda, hızla farklılaşan ve ayrışmaya başlamış olan Batı elitinin, Kürtten devşirme ağa ve malum yeni türeme marabalarla kurduğu birlik, amacına ulaşamayacaktır. Kürt geçinen ağalar aracılığıyla bazı müritlerin oylarına oynanmış olunması, CHP'yi istediği hedefe vardırmaz.Bu arada CHP'nin DTP ile kurduğu ittifak, sadece oy avcılığıyla sınırlı değildi,PKK'nin Güney Kürdistan'da geniş çaplı provakasyonlarıyla bağlantılı olmadığını kimse iddia edemez.
   Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ortaya çıkış sebepleri ve toplumsal ilişkiler ağı içindeki yerini irdeleme ayrı bir konu. Ama unutmayalım ki CHP ile temsil edilen Kemalist zihniyetin darbecilik oyunları, AKP'nin doğmasında ve de güçlenmesinde önemli roller oynamıştır. Bugüne kadar Orduya dayanan İstanbul elitinin yaptığı darbeler ve darbe tehditlerinin AKP'nin gelişip güçlenmesine olan katkılarını görmemezlikten gelemeyiz.
   AKP’nin ise Türkiye’de demokrasinin gelişip güçlenmesine ne oranda hevesli olup olmadığını önümüzdeki süreçte daha net göreceğiz. Sanayileşmeye, üretime dayalı toplumsal refahı geliştirmeyi temel alıp almaması niteliğini açığa çıkartacaktır. Ulufe dağıtımıyla toplumsal refahın ve bireysel özgürlüklerin geliştiği görülmemiştir. Sonuçta AKP, bilinen klasik muhafazakâr bir temelde mi ilerlemeyi seçecek yoksa salt dini değerlerle mi hareket edecek? AKP'nin madalyonun bir diğer yüzü olup olmayacağını bekleyip göreceğiz. Seçeceği yön, iddia ettiği çizgide kurumlaşıp kurumlaşamayacağını da belirleyecektir.

  BAKİ KARER

2011.07.10

5 Kasım 2017 Pazar

ORTADOĞU'DA G.KÜRDİSTAN'IN YERİ VE GELECEĞİ




ORTADOĞU'DA G.KÜRDİSTAN'IN YERİ VE GELECEĞİ 


    Kürdistan Bölgesel Yönetimi aldığı referandum kararını yoğun iç ve dış baskılara rağmen uyguladı. 25 Eylülde yapılan referanduma katılım % 72,16 düzeyinde oldu. Katılanların % 93,29 evet oyu kullandı. Hayır oyları % 6,71 seviyesinde kaldı. Sonuç olarak G.kürdistan halkı kurulan sandıklarda iradesini özgürce ortaya koydu. Kürt halkı, yerküremizde herhangi bir halkın herhangi bir zamanda ve herhangi bir konuda yapabileciği bir biçimde geleceğini belirleyecek irade beyanında bulundu. Ama hem içte, hem de dışta çok şiddetli tepkilere ve saldırılara maruz kaldı. Bu saldırılar halen de devam etmekte. Oyun içinde oyunlarla ifade edilecek biçimde diplomatik ve askeri ataklarla karşı karşıya kaldı. Hele hele beklenmedik bir biçimde iç ihanetin zirve yapışı, Kürt halkına en büyük darbeyi vurdu. İhanette bulunanlar, ihaneti öylesine kanıksamışlar ki insani tüm değerleri ayaklar altına almayı, meziyet düzeyine yükseltecek kadar çukurlaşabilmişlerdir. Zaten 'Ekolojik özyönetim' naralarıyla Kürt halkına hendek kazanlardan, Haşdi Şabi ile kolkola olanlardan başka bir şey beklenmeyeceği ortadaydı.

Referandumun Getirdiği Saflaşma

    09.06.2017 tarihinde kaleme aldığım bir makalede, 'Referandum hem içte, hem de dışta kimlerin hangi zemin üzerinde durduğunu netleştirecektir.' demiştim. Referandum özellikle de içteki saflaşmayı daha bir berraklaştırmış oldu. Artık kargaşaya mahal bırakmayacak biçimde her siyasal hareket, her oluşum cephesini belirlemiştir. Belirginleşen bu tabloyla Kürdistan Bölgesel Yönetimi geleceğini çizecektir. Şimdi birbirine karşı tavrı keskinleşmiş iki taraf var; bunlardan bir taraf, yüzde altılık, diğer taraf ise yüzde doksanüçlük oranı temsil etmekte. Her ne kadar GORAN ve KOMALA (Kürdistan İslam Örgütü) ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) 'Biz evet oyu verdik' deseler de, inandırıcı olmaları mümkün değil. Refarandum sonrası aldıkları tutum da gösteriyor ki, yüzde altılık hayırcı kesimin temsilcisi konumundadırlar.Yüzde doksanüçle evetçi kesimi temsil eden KDP (Kürdistan Demokrat Partisi)' dir. Bu noktada tablo gayet açıktır. Yani düşünce ve eylem tarzıyla kendini ispatlamış iki taraf vardır; bunlardan biri, Haşdi Şabi'nin uzantısı konumuna gelmiş KYB-GORAN-KOMALA cephesi, diğeri direnişi temsil eden KDP'dir. Bu iki tarafın geliştireceği politikaları önümüzdeki süreçte epeyce tartışacağız. Direnişçi kanadın, yani Sayın mesut Barzani önderliğindeki KDP'nin ortaya çıkan yeni koşullara uygun geliştireceği strateji ve taktikler, sadece G.Kürdistan halkının geleceğini tayin etmede değil, aynı zamanda Ortadoğu'da çıkarları çatışan tarafların birbiriyle boy ölçüşmesinde de belirlirleyici olabilecek düzeyde rol oynamaya adaydır. Bu noktada PKK ve bir sürü harfler dizisinden ibaret yan grupların rolüne değinmeyi gerekli görmüyorum, çünkü PKK, G.Kürdistan'da bir olgu değildir, dışardan karanlık ellerce zoraki itiklenmiştir. PKK'nin, Ortadoğu'da her telde oynatılmak için görevlendirilmiş bir truva atı olduğunu artık herkes bilince çıkarmıştır.
 
Mevzilerden Geriye Çekilme
 
    Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 16 Ekimde beklenmedik bir iç ihanet sonucu, önce Kerkük'ten ve daha sonraları Şengal dahil bir çok cephede geriye çekilmek zorunda kaldı. Vuruşarak, savaşarak geriye çekilme değil, Hero ve tayfasının arkadan hancerlemesi sonucu mecburi bir geriye çekiliş var. Yani stratejik bir alanda cephe kaybı sözkonusu. İşte sınır tanımayan ihanet buna denir. Bağdat,Tahran, Ankara ve Şam, Kürdistan yönetiminin mümkün olan en geri düzeye çekilmesini sağlamada birleşti. Askeri, ekonomik ve siyasal hemen her alanda görülmemiş bir abluka uygulandı. Sonuçta başarılı da oldular ve Kürdistan yönetimi, 2014 sınırlarına çekilmek zorunda bırakıldı.
    Refarandum ve sonuçları sadece içten bilinen kesimlerin tepkisiyle sınırlı kalmadı, uluslararası planda da ciddi tepkiler aldı. ABD ve İngiltere en şiddetli tepkiyi gösterenlerin başını çekti. Bunlar, Bağdat'a verdikleri silahları İran'ın ve Haşdi Şabi'nin Kürt halkına karşı kullanmasında bir sakınca görmediler, tam anlamıyla desteklediler. Gördükleri yerde birbirlerini boğazlayan İran ve Amerika Birleşik Devletleri, her nedense bu cephede adeta birleşmiş oldu. Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam'ın hesapları biliniyor. Onlar ne pahasına olursa olsun bağımsız bir Kürt devletini engellemek istiyorlar. Ama ABD ve İngiltere'nin hesaplarının sadece bağımsızlığı engellemeyle sınırlı olduğunu sanmıyorum. Bunların hesapları daha uzun vadeli, yani Ortadoğu'nun geneline verilmek istenen biçimle ilgili.
     Bilindiği gibi Amerika Birleşik Devletleri'nin öteden beri Büyük Ortadoğu Projesi var. Bu projeyle gerçekte amaçlanan nedir? Söylenildiği gibi Bölge'deki ülkeleri küçük devletlere ayırma projesi midir, yoksa mevcut ülkelerin devlet yapısında değişikliklerle kendisine bağımlı devlet yapılanmaları inşa ederek, enerji yollarının denetimini kontrolüne alma çabası mıdır? Bunlar yeniden tartışılmalı, Ama bir gerçek var ki ABD, Suriye'de Rusya engeline takıldığından bu yana, Ortadoğu'ya yönelik politikasında ciddi yalpalamalar içinde. Ayrıca Türkiye'nin Suriye ve Irak'ta izlediği bir nevi 'başkaldırı' girişimlerini hesaba katmadığı da, bugünkü aşamada daha net olarak anlaşılmakta.
    ABD'nin Irak ve G.Kürdistan politikasını değerlendirirken, Suriye'deki girişimlerini gözardı etmemek gerekir. ABD, Rojava ve G.Kürdistan toprakları üzerinden İran'ı Ortadoğu'da sınırlandırmak istemekte. ABD'yi bu hedefe yürümesinde cesaretlendiren bir neden de, herkese açık kullanım malı olan PKK/PYD'dir. Amerika'nın amacı Suriye ve Irak'ta DAİŞ'i yoketme falan değildi. Zaten kendi kurduğu piyon bir oluşumdu. DAİŞ, Ortadoğu'ya biçim vermek için ileri sürülmüş bir öncü güçtü. Şimdilerde bu piyonun yerine PKK/PYD, yani kısaca PKK hazırlanmaktadır. Suriye'de PKK'nın aynen DAİŞ gibi modern silahlarla donatılmasının bir nedeni de budur. PKK/PYD, ABD'nin 'Hamidiye Alayları'dır.' PKK/PYD aracılığıyla Kürdistanın hemen her köşesinden toplanmış Kürt gençleriyle birlikte, teslim alınarak veya anlaşarak alınmış yüzlerce DAİŞ elemanı bundan sonra PKK saflarında Kürtlere karşı kullanılmaya devam edilecektir. Kerkük'te, Erbil'de, Diyarbakır'da patlatılacak bombaların arkasında ABD eliyle inşa edilmiş bu bileşen aranmalıdır. Kürt halkına yönelik kitle katliamlarının bundan böyle daha da sıradanlaştırılmaya çalışılacağını söyleyebiliriz. Haymatlosların 'Kardeşlik' ve 'Ekolojik Özyönetim' projesinin amaçları üzerinde bugünlerde daha fazla düşünmeye ve irdelemeye ihtiyaç vardır. PKK/PYD ABD adına, GORAN, Hero ekibi ise daha çok İngiltere adına oyun kurucu rolü oynamaya hazırlanmakta. Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkanı Mesut Barzani'nin yetkilerini devretmeye zorlanmasının ve arkasından da 'teşekkür' edilmesinin, iltifatlara boğulmasının arkasında böylesine sinsi girişimlerin yattığını görmek gerekir. Dik duranlar, empozelere itiraz edenler oyun dışı bırakılmaya çalışılmakta.
Ortadoğu ve G. Kürdistan'da ortaya Çıkan Yeni Durum 
    Bilindiği üzere Ankara, Tahran,  Bağdat ve Şam ABD'nin ve Avrupa'nın desteğini alarak, G.Kürdistan yönetiminin geriye çekilişini sağladılar. Bu arada Rusya Federasyonu'nun karşı çıkışını hayretle karşılayanlar oldu. Oysa ortada hayret edilecek bir şey yok. Rusya'nın Bölge'de Tahran ve Bağdat'la oyun kurucu olduğu unutulmamalı. Hatta son dönemlerde Türkiye ile geliştirdiği ittifakla bölgedeki konumunu daha da güçlendirdi. Bu nedenle Rusya'nın takınacağı tavır ta başından belliydi. Ortaya çıkan bu tablo karşısında Mesut Barzani görevlerini parlementoya bırakmak zorunda kaldı. Zaten bir Kasım itibariyle görev süresi bitmişti. Yani referandumdan sonra değişen koşullarda başkanlığa yeniden aday olmayı kabul etmedi. Peki, Ortadoğu'daki sorunlara çözüm getirildi mi?  En önemlisi G. Kürdistan'da halkın istemleri doğrultusunda barışçıl bir ortam mı sağlandı? Hayır, bunların hiç biri olmadığı gibi, Bölge'nin sorunları daha çetrefilli bir noktaya itildi. Hem bölgenin geneli, hem de G. Kürdistan ateş topu haline getirildi. Ortadoğu'da birbirlerine karşı en zıt noktalarda duran güçler, Kürdistan konusunda birlikte oldular. Böylece Bölge'nin çözüm bekleyen en temel sorununun üzerini bir süreliğine küllendirdiklerini sanıyorlar. Ama gerçekten durum böyle mi? Ortadoğu'nun iplik yumağına benzer ilişki ağları içinde her taraf kendine şu veya bu biçimde bir çıkış yolu bulur. Her hane sahibi görüş açısını daraltan engellerden kurtulmanın çaresini bulma arayışını bırakmaz. İşte Ortadoğu böyle bir alandır. Yani söylenildiği gibi sütliman bir atmosfer yok.
    Şu anda Musul ve Kerkük, Bağdat aracılığıyla adeta İran'a teslim edilmiştir. Bu durumun uzun vadede Türkiye'nin çıkarlarıyla çelişeceği açıktır. Sadece bu iki şehir değil, Bağdat'tan Basra'ya kadar uzanan Irak pazarı da İran'a bırakılmış durumda. Bu koşullarda  İran en kârlı çıkan ülke konumunda gözüküyor. Kerkük petrolü şimdiden kara taşımacılığıyla yoğun biçimde İran'a taşınmaya başlanmıştır bile. Haşdi Şabi ve PKK ittifakı sürmekte. Yine İran, Sincar üzeri Beyrut'a varan bir hat oluşturma amacından geri durmuş değil. Bu hatla sadece İsrail'in kuşatılması hedeflenmiyor. Bu hat aynı zamanda Türkiye'yi çevreleyen bir kuşak konumundadır. Bir süre sonra tüm bu ve benzer çelişkilerin örtü altından nasıl çıkacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Öbür taraftan ABD'nin İranla olan hesaplaşmasının giderek yeni boyutlar kazanacağını tahmin etme hiç güç değil. Yine Türkiye Esad rejimiyle çekişmesini sonlandırmış değil. Ayrıca Bağdat ve Ankara arasında karşılıklı diş göstermeye varacak kadar yığınla sorun orta yerde duruyor. NATO müttefiki ABD ve Türkiye arasında çok ciddi çatışma noktaları vardır. Yani şu andaki 'birlik', tamamen pamuk ipliğine bağlıdır.
    Şimdi bu noktada irdelenmesi gereken, B.Avrupa ülkeleri dahil, özellikle ABD ve İngiltere'nin, G.Kürdistan'da yapılan bağımsızlık referandumuna  karşı tavır alış nedenleridir. Alınan tavır, Avrupa'nın içinde bulunduğu koşullarla da ilintilidir. Almanya'nın federal yapısı, Fransanın Korsika, İngiltere'nin İskoç'ya, Kuzey İtalya sorunu, İspanya'da Bask ve Katalonya sorunları unutulmamalı. Katalonya'nın bağımsızlığına niçin karşı çıktıkları bu tabloyla daha iyi anlaşılır. Yine küresel ekonomi politikaların Avrupa devletlerinin yapılarında yol açtığı değişiklikleri dikkate almadıkları söylenemez. Avrupa demokrasisi yeniden irdelenmeye muhtaçtır. Kandırmacılığın sonuna gelinmek üzere.
    Özellikle ABD ve İngiltere'nin G.Kürdistan'da yapılan referandum ve sonuçuna karşı çıkışının diğer bir nedeni de, İran'ın girişimlerini sınırlandırma bahanesiyle Ortadoğu'ya vermek istedikleri biçimdir. Haşdi Şabiye göz yumulması birazda çiviyi çiviyle çıkarma taktiğini hatırlatmakta. ABD Batı Kürdistan'da PKK/ PYD'den hareketle bir kara güçü oluşturdu. G. Kürdistan'da Goran, Komala, Hero ve yeğenleri'nin askersel güçlerini PYD ile parelel hareket ettirmeden bahsedilmekte. KDP ve sayın Mesut Barzani'yi tasfiye edip, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin egemen olduğu alanların İran'a karşı sıçrama noktası olarak kullanılmaya çalışılacağına dair tartışmalar var. Bu projenin içinde İsrail'i de unutmamak gerekir. Peki bu proje ne kadar gerçekçidir? KDP ve Mesut Barzani var olduğu sürece bu projenin tutacağına pek ihtimal vermiyorum. Herşeyden önce, Bölgesel yönetim referandum sonuçlarını elinde tutmaya devam etmekte. Yine Kürdistan'ın içinde bulunduğu koşullarda KDP ve Mesut Barzani'yi oyun dışında bırakma olanaklı değildir. Bu çelişkiler yumağında KDP'nin, çok daha güçlenerek çıkma olasalılığı vardır. 16 Ekim 2017'den bu yana tüm olan bitenlere rağmen KDP ve Barzani, Ortadoğu'nun yeniden şekillenmesinde temel direk olma özelliğini kaybetmemiştir.
    Bir noktaya daha değinmeden geçmemek gerekir: 16 Ekim sonrası gelinen nokta, bir yenilgi midir, yoksa bir nevi geri çekilme midir? Bu dönemi 1975'de alınan yenilgiyle sıkça özdeştirenler var. Bu büyük bir yanılgıdır. Her şeyden önce içinde bulunduğumuz koşulların 1975 koşullarıyla hiç bir ortak yanı yok. Yaşananları 'Yenilgi' olarak değerlendirme, çağımızda yerleştirilmek istenen yeni küresel düzeni yeterince kavrayamamanın ürünüdür.

Baki Karer  
4.11.2017



 

9 Haziran 2017 Cuma

GÜNEY KÜRDİSTAN'DA REFERANDUM


GÜNEY KÜRDİSTAN'DA REFERANDUM

    Çeyrek yüzyıldır federal  bir yapıda yaşamını sürdüren Güney Kürdistan halkı, nihayet bağımsızlık yolunda mihenk taşı özelliğini taşıyan bir adım attı; halkın tercihine başvurmak için referandum kararı alındı. Bu karar, aynı zamanda daha baştan halkın tercihlerine saygı duyulmasını sağlayacak demokratik bir adımdır. Tepeden inmeci değil, halkla birlikte, halkın çoğunluğunun düşüncelerinin geçerli olacağı bir yapılanmanın yükselmekte olduğunu gösterir. Sadece bu kadar değil; Bölge genelinde demokratik gelişmelerin, barışçıl atılımların hız kazanmasına da vesile olacaktır. Yine siperlerinin arkasında gelişmeleri izleyen bazı çevrelerin elinden bir çok bahanenin alınmasını sağlayacaktır. Hiç kimse, halka 'dikte edildi', bağımsızlık sürecinde 'demokratik yöntemlere ve kurallara başvurulmadı' deme hakkına sahip olamayacak. Referandum hem içte, hem de dışta kimlerin hangi zemin üzerinde durduğunu netleştirecektir. Özellikle de içte ortaya çıkacak saflaşma, ulusal bütünlüğün sağlanmasına dinamiklik kazandıracağı için, bazı kargaşalıkların ve bir takım bilinmezliklerin en alt düzeye çekilmesini sağlayacaktır.
    Kürdistan Bölgesel Yönetimi Irak'la birlikte yaşamak için elinden gelen çabayı sürdürmeye çalışmıştır. Maalesef merkezi hükümetten aynı oranda karşılık bulamamıştır. Ne Kürt yönetiminin sınırlarının belirlenmesine yaklaşılmış, ne de Kürt halkının ekonomik sorunlarının çözümüne katkıda bulunmuşlardır. Buyrukçu davrandıkları gibi, hiçe saymaya da kalkışmışlardır. Ne olursa olsun, federal bir yapıdan beklenilen yaklaşımdan uzak kalmayı tercih etmişlerdir. Hele hele Kerkük konusunda Bağdat yönetimi bu güne kadar ayak sürümüştür. Hem de anayasa da belirtilmiş olmasına karşın, Kerkük'ün statüsünün belirlenmesinden yana tavır koymamıştır. 25 Eylül'de yapılacak referandum, Kerkük'ün de geleceğini belirleyecektir.
    Özellikle de Nuri el-Maliki döneminde Irak çok tehlikeli ve kanlı mezhep çatışmalarına sürüklendi. İran'ın da desteğiyle Irak, giderek derinleşen mezhep çatışmaları sonucu, ölümün kol gezdiği bir ülkeye dönüştü. Bu durum ister istemez, Kürt halkını sürekli tedirgin hale getirdi. Kürt toplumu kendini güvende hissetmedi ve her an mezhep çatışmalarına çekilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Bağdat yönetimi tarafından giderek, biraz da bilerek terör örgütleriyle 'hizaya' sokulmaya ya da 'terbiye' edilmeye çalışıldı.  Bir dönem El Kaide kullanıldı, sonra da İŞİD'in Musul'u ele geçirmesine ve en gelişkin silahlarla donatılmasına göz yumuldu. İŞİD denilen canavarla Güney Kürdistan teslim alınmaya çalışıldı. Öyle ki El Kaide ve İŞİD saldırılarını en fazla yoğunlaştırdığı dönemde Bağdat, Kürdistan'a karşı silah, para başta olmak üzere her türlü ambargoyu uyguladı.
   Aynı anda bir çok sorunla boğuşarak bugünlere gelen Kürdistan Bölgesel Yönetimi, artık bir yol ayrımına gelmiştir. Sayın Mesut Barzani'nin sevk ve yönetiminde bağımsızlık için referandum tarihinin belirlenmesiyle, ulaşılması gereken hedef en net biçimde ortaya konulmuş olundu. Artık bu yoldan, gelinen bu noktadan geriye dönüş olması mümkün değildir. Hem içerde, hem de dışarıda yoğun bir çaba sarf edilmiştir. Uluslar arası planda yürütülen diplomasi trafiği sonucu, G.Kürdistan, çok önemli aşamalar katetmiştir. Bölgedeki Arap ülkelerinin küçümsenmeyecek bir kesimi bile en azından ses çıkarmama noktasına gelmiştir. Geçmişin Arap milliyetçiliği yerini az da olsa Kürdistan'la çıkar ilişkilerine bırakmıştır. Yani Kürdistan'ın bağımsızlık ilanı için hem bölge genelinde, hem de uluslar arası alanda koşullar gayet uygundur. Türkiye dahi geçmiş dönemlerdeki katı tavrını bırakmış, Kürdistan yönetimiyle hemen her alanda iyi ilişkiler içine girmiştir. Bu gün için ciddi bir engel olarak İran-Irak-Suriye yönetimleri görülmektedir. Bu cephe Güney Kürdistan'ın bağımsızlığını engellemek için ciddi çabalar içinde. Bu günkü koşullarda Kürdistana karşı açıktan savaş ilan etmeleri pek olanaklı gözükmemekte; ciddi bir dirençle karşılaşacaklarını bilmekteler. Uluslar arası konjöktür de böylesi bir savaş ilanına uygun değildir. Ama yine de İran, kullandığı bazı aracılarla Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni istikrarsız ve toprakları üzerinde denetim sağlamaktan aciz olarak göstermeye çalışmakta. Güney Kürdistan'ı Kosova'ın statüsüyle aynı düzeyde tutmanın çabası içinde. Şengal'de sürdürülen provakasyonların bir amacı da budur.
    Bağımsızlık için yapılacak 25 Eylül 2017 referandumunda ezici bir çoğunluğun, % 90 lara varan oranla kabul göreceğine inanıyorum. Sürec içinde G.Kürdistan'ın kazanacağı bağımsızlık,  Ortadoğu'da barışçıl olmayan ortamın düzelmesine katkılar sunacaktır. Yine Bölgede demokrasi ve özgürlüklerin gelişip güçlenmesinde önemli rol oynayacaktır.


Baki Karer

09.06.2017

   

3 Haziran 2017 Cumartesi


 Baki Karer-YAZILARIM
 

Bu yazımı çok öncelerden yazdığım halde bir türlü yayımlama fırsatı bulamamıştım. G. Kürdistandaki gelişmelere bakılırsa, yine bu makalenin yazıldığı dönemde izlenen aynı kirli hendekleşme oyunları oynanmakta. Yazının dönemi geçmiş olmadığı kanısındayım.
 

Hendekleşen ‘Ekolojik Özyönetim’


    Günlerdir gazeteler, televizyonlar Sur, Cizre ve Silopi’de yaşanan çatışmalarla ilgili haberler veriyor. Özellikle PKK-HDP cenahından verilen haberlere bakılırsa, ismi geçen bu şehirlerde sokak aralarında herhangi bir çatışma yaşanmıyor; polis ve asker hareket eden sivilleri öldürüyor. Hatta bu cenah, devletin Sur’da, Silopi’de ve Cizre’de kitlesel katliamlar, soykırımlar yaptığı yönünde iddialarda bulunuyor. Böylesi iddialar, bilinen odakların propaganda gücünü kullanmadan öte bir şey değildir. Bunlar, geliştirdikleri provakasyonları anlaşılmaz kılmanın canhıraş çığlıklarıdır. Oysa geçmiş tarihsel süreçte olanlarla şu anda bu bölgelerde yaşananlar arasında hiç bir bağlantı yoktur. Şu anda olup bitenleri kavramamız için olgulardan değil, olaylardan hereket etmek zorundayız, yoksa PKK-HDP’in yaptıklarını kavrama olanağı ortadan kalkar. 

PKK/HDP ne yapmak istiyor?

    Bilindiği üzere, uzun bir süre önce ‘Demokratik Özerklik’ denilen ne idüğü belirsiz bir şey ortaya atıldı. İleriye sürülmüş olan bu düşüncenin kim veya kimler tarafından ortaya atıldığı aslında bilinmemektedir, zaman zaman Diyarbakır meydanında halka okunan mektuplar misali. Son bir kaç aydan bu yana, PKK-HDP’nin hendekleşmesiyle birlikte ‘Demokratik Özerklik’ ve ‘Özyönetim’ daha sıkça tartışılır oldu. Hendekçi cenah, yürüttüğü olanca çabalara rağmen, savlarına bir türlü çözüm getiremedi. Sorunu, ‘Tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar’dan öte bir noktaya taşıyamadılar; kimse de taşımalarını beklemedi zaten.

    Kürt halkını sürü yerine koyan PKK-HDP’nin, hendekleşerek ya da kazdıkları çukurlardan ‘Özyönetim’ diye bas bas bağırmalarına, kitlelerin bir anlam vermesi mümkün değildi. Her zaman söyledim; bu bayların Özyönetim’ veya ‘Demokratik Özerklik’ dedikleri şey, belediye yetkilerinin arttırılmasıdır. O zaman sorarlar, sorun bu biçimde ele alındığı noktada, silaha ne gerek vardır? Eğer böylesi bir noktada işin içine silah karıştırılıyorsa, art niyet vardır demektir. Art niyet; Kürt halkının gücünü, yani toplumsal dinamiklerini bitirmedir. Nitekim şu anda Sur’da, Cizre’de, Silopi'de, Yüksekova'da ve şimdi de  Nuseybin'de yapılan budur.

    Bu bölgelerde ısrarla ‘direniş’den bahsedilmekte. Hangi direniş! Halkı ateşin ortasına atanların, halkı korkakça kendine siper edinenlerin eylemleri ne zamandan bu yana direniş olarak nitelendirilmiştir? Ortada tek gerçek vardır, o da; Kürt halkı iktidar oyunlarına kurban edilmeye çalışılmaktadır. Düşünce ve eylem biçimlerini Adalet ve Kalkınma Partisi karşıtlığıyla sınırlandırmış olan derin güçlerin ulaklığına oynanmaktadır. Geçici bir süreliğine de olsa, böylesi bir ulaklığa kabul edilmek için 15-16 yaşındaki Kürt çocuklarının boynunu kılıc altına yatıranlar, er veya geç bunun hesabını vereceklerdir. Ulaklığa kabul edildikleri oranda da kitleler üzerinde korku salmayı amaçlamaktalar. Kitlelerde korku ve paniği ne kadar egemen kılarlarsa, o kadar da ‘mutlak egemen benim’ diyebilmenin yolunu açmak istemekteler. Sonuçta; farklı düşünce içinde olan hemen her kesime, yaşam hakkı tanımamaya çalışmaktadırlar.

    PKK-HDP, yarattıkları güncel olaylar zinciriyle sorunların sağlıklı bir zeminde tartışılmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadırlar. Buna bir anlamda mağduriyet edebiyatı yaratma da diyebiliriz. Ölüm kutsanmakta; Kürt halkının günlük olağan yaşantısının bir parçası haline getirilmeye çalışılmakta. Böylece ölümü kutsayan geniş çevreler yaratıp, yarattıkları bu çevreler aracılığla daha geniş kesimleri abluka altına almaya, farklı sesleri, farklı renkleri duyulmaz ve görünmez kılmaya çalışmaktalar. Ölümler, cinayetler doğallaştığı oranda toplumsal direnç etkisiz hale getirilir. PKK’nin ölümleri kutsaması işte bu nedenledir. Egemen kılınmak istenen böylesi bir mağduriyet pisikolojisine kapılıp, ölümleri kutsama zeminine düşülmemeli. Yani 'Özyönetim' kılıfı altında Kürt halkına karşı estirilen terörle birlikte ölümler, cinayetler kutsallaştırılmak istenmekte. İzlenen bu taktik, İspanya iç savaşı döneminde faşistlerin taktiğidir. Unutulmamalı, İspanya iç savaşında 'Yaşasın ölüm' diye haykıranlar kimlerdi?

    PKK yerleşim noktalarına saldırdığında devlet karşılık verdi. Bir çok çevre hemen ‘Devlet katliam yapıyor’ diyerek protestolara başladı. Devlet eğer katliam yapıyorsa, ya da yapacaksa niye başka bölgelerde değil de, Cizre’nin, Sur’un bilmem ne caddesinde yapsın? Katliam için bazı mahallelerin sokak aralarının seçilmesinin bir nedeni var mı? PKK-HDP zemininde sorunları tartışmayı yeğliyenlerin bu konuda somut nedenler ileri sürmeleri gerekir. Ama herkes bilir ki, eğer hendekler Diclekent’te, Ofis’te ve Vilayet’te kazılsaydı, ölümler bu derece kutsanır hale getirilemezdi, şehitlik nutukları atılamazdı.

    15-16 yaşındaki çocukları ölüme göndererek ‘direniş’ den bahsetme, olmayan kahramanlıkları ayyuka çıkarma, değer yaratmayanların işidir. Bunlar, aynı zamanda korkak ve cahildirler. Kendini tanıma çağında olmayan çocuklardan kahramanlar yaratmaya çalışma, korkaklığın dışavurumudur. Bu tür hareket tarzı, toplumda ölü seviciliğini yaygınlaştırma çabalarıdır. PKK’nin Sur’da ve daha bir kaç mahallede uygulamaya koyduğu proje de budur. Bu projenin de çok yönlü amaçlara hizmet ettiği de aşikârdır. Yani sahte direniş ve kahramanlık hikayeleri gerçeklerin örtülenmesini sağlayamaz.

    Hendekleşme olayına bir başka açıdan daha bakmak gerekir. PKK-HDP ‘Özyönetim’ ilan ettiklerini söylüyorlar. Bir güç bir yerleşim yerinde özyönetim ilan ediyorsa, oranın denetimini  ve her  türlü emniyetini sağlamış demektir. Ama bu baylar Özyönetim ilan ettikleri yerleri Neronvarice ateşe verdiler; yakıp yıktılar, şehirleri tümüyle yaşanmaz hale getirdiler. Patlattıkları bombalarla çocuk, kadın, yaşlı demeden insanları havaya uçurdular. Canını zor kurtaran halk, çareyi kaçmakta buldu. Demek, PKK-HDP’nin ‘Özyönetim’ dediği, böyle bir şeymiş! Böylece bir kez daha gerçek niyetlerini açığa vurmuş oldular. Bunca ölüm olaylarından sonra da ‘Vurduk, kırdık, öldürdük ama hata yaptık’ diyebilecek kadar da arsızlıklarını gösterebiliyorlar. İzlenen bu strateji, karanlık güçlerle elele Kürt halkını arkadan hançerlemedir.

    Sur’da, Cizre’de, Nuseybin'de ve daha bir çok yerde kazılan çukurların ve hendeklerin sadece içte iktidar oyunlarıyla sınırlı olmadığını artık herkes biliyor. Hendekleşmeyi Ortadoğu’daki gelişmelerden bağımsız düşünmenin olanağı yoktur.

Kürt halkı Ortadoğu’nun mezhep kavgalarına çekilmek isteniyor


    Ortadoğu’da yeni sınırların belirlenmesinde kullanılmaya çalışılan önemli faktörlerden biri de, mezhepler, dinler ve milliyetler arası çelişkilerdir. Bir süre önce Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde milliyet farklılıkları kullanılmaya çalışıldı. Kürtler'le Türkmenler, Araplar'la Kürtler, Araplar'la Türkmenler arasında yapay  çelişkiler yaratılarak Kürdistan yönetimi iç çatışmalara çekilmek istendi. Bu tür yöntemlerle içten zaafa uğratamayacaklarını anlayınca, bu sefer de bayatsımış bir başka çelişkiyi, yani dinsel farklılıkları kullanmaya çalıştılar. Özellikle Ezidi’lerle Kürt’ler arasında çatışma çıkarmak istediler, hatta az sayıdaki Hristiyanlar'la Kürtler çatıştırılmaya çalışıldı. G.Kürdistan’da oynanmak istenen tüm bu oyunların başını, her zaman olduğu gibi PKK çekti. PKK sahnelemek istediği bu provakasyonlarda elbette tek başına hareket etmedi; hemen her zaman ve her dönemde destekçileri vardı. Son olarakta Kerkük’de ‘Özyönetim’ tangosu oynanmaya çalışılmakta. Kimlerle işbirliği içinde, kimlere karşı olduklarını artık bilmeyen yok. Kerkük’de ve başka bölgelerde başarılı olma şansları var mı diye soracak olursak, verilecek yanıt, kesinlikle hayır. Nuseybin’de, Cizre’de sağladıkları ‘başarının!’ bir benzerini de Kerkük’de elde etmeleri kaçınılmazdır.

    Özellikle G. Kürdistan’da bu yönlü provakasyonların amacı, hiç söylemeye gerek yok ki, Kürt halkını din ve mezhep kavgaları içine çekmedir. Bağımsızlık ilanın tartışıldığı bir evrede böylesine suni kavga çemberine girmek, Kürdistan Bölgesel Yönetimi için bir felakettir. Bölge’de İran-Ruya Federasyonu-Irak ve Esad Yönetimi bir cephe oluşturmuştur. Bu cephe, Bölge’de ayak işlerinde, yani ‘Çaycı Oğlan’ olarak PKK’yi kullandığını saklamamaktadır. Özellikle İran, G.Kürdistan’a yönelik entrikalarını PKK eliyle sahnelemektedir. Cizre, Şırnak ve Sur’da kazılan hendeklerin bir amacı da, Kürdistan Bölgesel yönetimi’ni abluka altına alma politikasıdır. Şengal ve Kerkük’te geliştirilmek istenen provakasyonlarla Sur ve Cizre’de kazılan hendekler birbirinden bağımsız değildir. Kürt Bölgesel Yönetimi hem ekonomik alanda, hem de siyasal alanda boğulmaya çalışılmakta. Böylece Kürt halkı, Tahran-Bağdat-Şam hattına mahkum edilmek istenmekte.

    PKK'ye verilmiş olan görevler sadece bunlarla sınırlı değil; hem B.Kürdistan'da, hem G.Kürdistan'da ve aynı zamanda ‘Özyönetim’ilan ettiği yerleşim yerlerinde çevre kirliliği yaratmadır. PKK demek aynı zamanda çevre kirliliği demektir. 'Ekolojik çözüm'ler adına çevre kirliliği ve göç politikası uygulanmakta.

    PKK önümüzdeki süreçte, Ankara-İstanbul bağlantılı derin güçlerle ittifak halinde,Tahran-Şam-Bağdat hattının, zaman zaman da Pentegon'un istekleri doğrultusunda provakasyonlarına, cinayetlerine devam edecektir.

Baki Karer

14.03.2016