TEHLİKENİN BOYUTLARI (5)
Kemalizme
değinirken, İttihat ve Terakki’nin daha akılcı biçimi olduğunu belirtmiştim. Bazıları ‘akılcı’ deyişime takılıp kalmış.
Evet, doğru bir tanımlama olduğunu düşünüyorum; İttihatçılar tüm Türkleri ve müslümanları
kurtarmayı hedeflerken, Mustafa Kemal Misak-ı Milli ile yetinmeyi temel
almıştır. Yani sınırları oldukça daraltmıştır. Kemalizm artık Misak-ı Milli ile
tanımlanır hale gelmiştir. Bu bir anlamda
o günün koşullarında ‘Kızıl Elma’ ülküsünün izlenmeyeceği anlamına da
gelir. Aslında Mustafa Kemal’i Misak-ı Milli ile yetinmeye zorlayan asıl etmen,
Batı’da tutunma imkanının olmadığını görmesidir. Bilindiği gibi 1920’de çizilen
sınırlar Musul, Kerkük ve Halep’i de içine alıyordu. Daha sonraları
Ortadoğu’daki İngiliz ve Fransızlar’ın askeri varlıkları dikkate alınarak bu
bölgelerden vazgeçilmiştir. Her ne kadar İttihat ve Terakki Balkanlar’da Teşkilat-ı
Mahsusa ile birlikte bir dizi başarılar elde etmişse de, sonraları Büyük
Britanya ve Rusya Balkanlar’da taraf olmaya başlayınca, geri adım atılmaya
başlanmıştır.
1912’den
bu yana köprülerin altından çok sular geçti, ama bir şey değişmedi; Osmanlı
İmparatorluğunun egemen olduğu bu coğrafya, halen emperyalist güçler arasında bölüşüm
için verilen kavganın merkezi olmaya devam etmekte. Irak’da Saddam iktidarının
yıkılması ve Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte, Ortadoğu genelinde
yaşanan güçler arası kavgada Musul, Kerkük ve Halep yeniden stratejik öneme sahip
olmaya başlamıştır. Süper güçler ve Bölge devletleri bahsettiğimiz bu bölgeleri
temel alan stratejiler geliştirmekte. Ortadoğu’nun muhtemel yeniden bölüşümünde
bu şehirlerin belirleyici rol oynayacağını söylemekle hata etmiş olmayız. İşte
PKK sorununun bir de bu noktadan hareketle tartışılması gerektiğini düşünüyorum..
PKK’nin İzlediği İttihat Terakki Stratejisi
Ortadoğu
halklarını ‘demokratikleştirme’ sloganı, Kürt uluslaşmasının tüm dinamiklerini
yok etmeyi hedefine koymuş bir yapının, toplumu çeşitli bahaneler ve yutturmacalarla
nasıl oyaladığına en iyi örnektir. Aslında bu slogan, bir dönemler İttihat ve
Terakki’nin tüm Türkleri kurtarma adına Turancılık peşinde koşmasının
ifadesidir. Dikkat edilirse, Ortadoğu’yu sözümona kurtarma adına hareket eden
PKK, bölgedeki egemen uluslara şu veya bu düzeyde bir takım vaadlerde bulunuyor.
Bu nedenle vaadlerinin ve hareket tarzının merkezine, Türkler’in birliğini
oturtmaktadır. Yani Türkçülüğün Kızıl Elma ülküsünü Ortadoğu’ya uyarlamanın çabasını
yürüten PKK ile karşı karşıyayız. İşte bu nedenden dolayıdır ki, Kürdistan Bölgesel
Yönetimi’nin ayakta kalmaması için her türlü ihaneti meşru görmekte ve övünç
kaynağı haline getirmekte. Aslında PKK/HDP Bölgeye yönelik politikasında,
Öcalan’ın Turancı ideallerinden bağımsız hareket etmemektedir. Türkiye
Cumhuriyeti bile Misak-ı Milli’nin dışına çıkmayı kabullenmediğini, mevcut
sınırların dışına çıkmayı beka sorunuyla bütünleştirdiğini zaman zaman dile
getirmekte. Ama öbür yandan uzun yıllardan bu yana sınırların genişletilmesi
için mücadele veren elit bir kesimin olduğunu da biliyoruz. Burada derin
güçlere bağlı bilinen akıl hocalarını hatırlamakta yarar var.
Enver Paşa’ya özenilerek Ortadoğu için
çizilen Turancı ülkü, Öcalan tarafından şu şekilde dillendirilmekte: “Vatana ihaneti asla ağzıma bile almam. Olsa
olsa onun Misak-ı Milli gereklerini çağdaş ölçüler içerisinde yerine
getirilmesi yani büyütülmesidir (…) Misak-ı Milli’nin dışında kalan
parçalarındaki Kürt-Türkmen topluluklarına en azından yaşadıkları devlet içinde
soykırıma uğramadan demokratik kimlikleriyle yaşamalarına Türkiye
Cumhuriyeti’nin yardımı hem ahlaki hem siyasi bir görevdir, diyorum. Bu başka
devletlerin iç işlerine karışma değildir.” (Abdullah Öcalan, Savunma, Kürt
Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi, s.162-163) Dikkat edilirse çizilen bu strateji; Kerkük,
Musul ve Halep’i Toroslarla birleştirme çabasından başka bir şey değildir.
Derin güçler her zaman 1920’lerde çizilen ilk Misak-ı Milli’yi
gerçekleştirmenin çabası içinde olmuşlardır. CHP içinde ‘devleti ben kurdum’da
direten kanat ile Öcalan’ın hocaları, bahsettiğimiz bu hedefin militanıdırlar.
‘Horasan Türklerinden’ biri olarak kendini tanımlayan birisinin, böylesi bir
dönemde CHP’nin başına seçilmesi pek tesadüf sayılmaz. PKK/HDP’nin arkasında
hangi güçlerin durduğu bu anlamda tartışmalı değildir. Şimdi mağara becuzelerinin
G. Kürdistan’da niçin kümelendikleri daha iyi anlaşılıyor sanıyorum. Kürdü
aşağılayan, hatta yok sayan ‘alçak ve rezil’ olduğunu söyleyecek kadar ileri
giden bir anlayış, saldırganlığı formüllendirmiş Turancılıktır. Kırmızı Elma’ya
koşan PKK, Kürdü nasıl hakir gördüğünü ve aşağıladığını her fırsatta dile
getirmekten çekinmiyor; “Kürt, kadın-erkek
ilişkisinde ölmüştür. Kürt, bu ilişkide
çirkinleşmiştir, alçaktır, rezildir, köledir, tutsaktır”*
(Abdullah Öcalan, Devrimin Dili ve Eylemi, S,153) diyebiliyor. Bu söylem, aynı zamanda
Ahd-i Milli’ye bağlılığın açık ifadesidir.
Bir
dönem Kafkas Türkleri için uygulamaya konan strateji, bugün Ortadoğu’da yaşama
geçirilmek isteniyor. PKK’nin Haşdi Şabi ile ilişkilerinin uzun vadeli ve
stratejik hedefler İçermesi, böylesi nedenler içindir. Şu anda PKK ve Haşdi Şabi,
diğer müttefikleriyle birlikte G.Kürdistan’ı iki parçaya bölüp ‘Pat’ metodunu
uygulama peşindedir. Rojava’da ise ‘general geldi, general gitti’ söyleminin
ayyuka çıkarılması boşuna değildir; burada uygulanan strateji, ‘hallelujah’dır..
10.06.2020
Baki Karer
Devam edecek