29 Mayıs 2020 Cuma

TEHLİKENİN BOYUTLARI (3)


TEHLİKENİN BOYUTLARI (3)

    PKK’nin, özellikle de akıl hocalarının Kürt halkına karşı yönelimlerini, uyguladığı taktiklerin çoğunu İttihat ve Terakki’nin uygulamalarında bulma mümkündür. PKK olayı, tüm yönleriyle tarihsel geçmişin imbiğinden süzülmüş deney ve tecrübelerin ışığında ortaya çıkartılmış ve sonuçları itibariyle bir yüzyılı ilgilendiren bir olaydır. PKK’nin ve Öcalan’ın kırk yıldan bu yana ne olup olmadığı bunca açık karta rağmen helen tartışılıyorsa, üst aklın ince elekten süzülmüş ürünü olmasındandır.  
    Osmanlı tarihinde’ bilinmezlikler’ çoktur. Oysa dünya genelinde imparatorluklar içinde çok sağlam ve güvenilir kayıt sistemi, yani arşivin en güçlü olduğu imparatorluk, Osmanlı İmparatorluğudur. Ama buna rağmen, örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Mustafa’nın para bastığı için mi, yoksa İran Şahına mektup yazdığı için mi öldürüldüğü halen tartışılır. Aynı biçimde 31 Mart vakası ilerici miydi, irtica kalkışması mıydı  halen üzerine makaleler, kitaplar yazılır. Günümüzde bile 31 Mart vakası, zaman zaman karşı tarafı susturmanın bir aracı olarak kullanılır. İttihatçı gelenekten gelenler bazen daha da ileri giderek, ‘muhafazakar’ olarak nitelendirdikleri karşı tarafı, ‘Hareket Ordusu’ ile korkutur; Kazan Deresi çatışmalarında, Gezi olaylarında ve hendek kazmalarda olduğu gibi. Türk devlet örgütlenmesinde bilinmez, ya da muammalaştırılan bir çok olay, aslında bilinirdir ve her yönüyle aşikardır, yani muammalı bir yanı yoktur. Örneğin 31 Mart vakasını bastıranlar, aynı zamanda çıkaranlardır. Tarihimizde bilinmezliğe sürüklenmiş bir çok olayı bu açıdan değerlendirmede yarar olduğu düşüncesindeyim. Yüz bin insanın katlini gerçekleştirmiş, milyonlarca insanın göçüne neden olmuş, demografik yapının değişimine hizmet etmiş PKK’nin, halen nasıl bir örgütlenme olduğu üzerine tartışmalar yapılıyorsa, bunun üzerinde düşünülmesi gerekir. Özellikle sosyolojik açıdan bu sorunun irdelenmeye ihtiyacı vardır.

GLADYONUN KÜRT AYAĞI

    1988’lere gelindiğinde PKK, uluslararası Gladyo’nun Kürt ayağı düzeyine yükselmiştir. Özellikle de 1990’da tam anlamıyla kurumlaşmış bir konuma gelmiştir; astığı astık kestiği kestik biçiminde davranan, Kürt halkının varlığına kasteden Gladyo, her yönüyle açıktan hareket etmeye başlamıştır. Artık elinde akıl hocalarının bulduğu ‘gerilla’ ve ‘serhildan’ değnekleri vardır; itiraz edenin kafasına indirilmektedir
    Çağımızın düşünme düzeyini mağara insanın düşünme düzeyine indirgemiş bir yapıda müritleşme, tek çıkar yoldur. Bu nedenledir ki, çalışmak için ormana giden işçiyi katletmeyi, çocukları bombayla havaya uçururken seyretmeyi, hamile kadınları bombalamaktan zevk almayı, danslar eşliğinde iç infazlar gerçekleştirmeyi günlük yaşantılarının parçası haline getirmiş Gladyo örgütlenmesiyle karşı karşıyayız. Düşünsel ve zihinsel alanda değişime karşı direnen, mezar taşları arasında mekik dokumayı meslek haline getirmiş bir yapı karşımızda durmakta.
    Ama tüm bunlara rağmen, bazılarınca PKK, ittifak edilmesi gereken güç olarak görülüyor. Hatta Ortadoğu’da bir çok çetesel yapılanmaları da içinde barındıran bu Gladyo örgütlenmesi, binlerce defa ‘Ben Kürt ve Kürdistan örgütlenmesi değilim’ dediği halde, yine de hiçte küçümsenmeyecek kendine ‘Kürdüm’ diyen bir kesim, ‘hayır, sen Kürtsün, sen bizim temel direğimizsin, bizi bırakma’ diye yalvarmakta. Şimdi bu noktada esas sorgulanması gerekenler kimlerdir? Bunlar; Kürtlük adına hareket ettiğini iddia edip PKK’nin pöçüğünden ayrılmayarak onun tüm kötülüklerini bilinmezliğe sürüklemek isteyenlerdir. Yani bir anlamda PKK’yi 31 Mart vakasına dönüştürmeye çalışanlardır. Sözüm ona Kürt kesilen bu kanadın PKK/HDP ile birlikte esas dayandığı kaynak, ‘Ben de Ermeniyim’diye İstanbul sokaklarında canhıraş bağıranların ve hendek çatışmalarını desteklemek için bildiri dağıtanların temsil ettiği kesimlerdir.
    Hrant Dink gerçek bir aydındı; başı dik, alnı açık, doğrulardan ayrılmayan, kimden gelirse gelsin tehditlere boyun eğmeyen bir insandı. Her kesimden insanların saygı duyduğu düşünce insanıydı. Katledildi, İttihat ve Terakki geleneğinin kurbanı oldu. Dink’in yaşarkan söylemleri karşısında sessiz kalanlar, katledildikten sonra ‘hepimiz Ermeniyiz’ diye sokağa dökülerek anlaşılmaz hale getirmenin çabasını yürüttüler. Çünkü Ermeniler, ülkemizde neredeyse  ‘azınlık’ olmaktan bile çıkartılmıştır diyebiliriz. Aynı çığırtkanlara Ermeni kimdir, ne oldu diye sorduğunda alacağın yanıt, onların karakterini belirler. İttihatçı geleneğe bağlı olduklarından verecekleri cevap bellidir.
    ‘Ben Ermeniyim’ diyen ve hendek çatışmaları karşısında bildiri dağıtan çevreler, örneğin Musa Anter katledildiğinde neredeydiler? Bunlar bir araya gelip ‘hepimiz Musa Anteriz’ diyebildiler mi? Yine 13 Mayıs 2016’da PKK tarafından patlatılan kamyonla 20 kişi katledildiğinde akademisyenler neden bir protesto bildirisi kaleme almadı? Niçin ‘hepimiz Kürdüz’ deme cesaretini gösteremediler? Örnekleri çoğaltabiliriz. Kürde karşı sessiz kalınışın tek bir nedeni vardır, o da; Kürdü henüz silip süpürüp bir köşeye sıkıştırma ihtimalinin olmamasıdır. Ama öbür taraftan mevcut iktidara karşı Kürdün sırtına binerek, ‘Hareket Ordusu’ beklentisi içinde olmalarını inkâr edemezler. İşte PKK’nin Kürt düşmanlığını gizlemeye, karanlık odaklarla işbirliği içinde oluşunu tanınmaz hale getirmeye çalışanlar bunlardır. Hatta bir dönem kaçakçı kılığında sınır boylarında muhbircilik yapmakta ün salmış Murat Karayılan’ı PKK/HDP’nin başına getirenler de bu odaklardır. Sonra da popüler ve meşhur yapmak için gazeteci, yazar, politikacı kılığında Kandil’e gidip Karayılan karşısında diz çökenler de bunlardır. Yani bir nevi Meclis-i Ayân mensuplarıdır.
28.05.2020
Baki Karer
Devam edecek

Hiç yorum yok: