3 Haziran 2020 Çarşamba



TEHLİKENİN BOYUTLARI (4)

    Bir önceki bölüm hakkında görüşlerini bildirenler arasında ‘hainliğin kurumlaşması olur mu’ diye soranlar oldu. Bahsedilen şey, bir veya birkaç kişinin basit, sıradanlaşmış tavrı veya muhbirciliği değildir. 30-40 yıldan bu yana şu veya bu biçimde bir ulusu etkisizleştirmek, varlığını tartışılır hale getirmek için olağanüstü gayret içinde olan örgütlü, bilinçli bir yapıdan bahsediyoruz. Böylesine önemli hedeflere ulaşmanın çabasını yürütenlerin kurumlaşmaya gitmeleri bir anlamda zorunludur. Eğer PKK bu amaçlar doğrultusunda kurumlaşmış olmasaydı, bir halkı, ulusu var eden dinamiklerle bu derece oynamaya, tahrip etmek için elinden gelen gayreti göstermeye cesaret edemezdi. Bu anlamda PKK’nin Kürt halkının varlığına kastetmiş örgütlü bir güç olduğu bilince çıkartılmalı. PKK’nin son 40 yıllık dönemi değerlendirilirken, halen 1984’de Kürt/Kürdistan için silahlı mücadele yürüttüğü, ama 1999’dan itibaren bu mücadeleden geri adım attığı söylenmekte. Bunlar irdelenmeden ileri sürülmüş savlardır. Yıllardır arka arkaya planlanmış olaylar zincirine bağlı olarak yorgun düşürülmüş kitleler üzerinde egemen kılınmış atmosferin yarattığı düşünce biçimleridir. Yurtseverlerin geçmişten günümüze kadar dürüst ve iyi niyetlilikle çizdiği hedefler ile PKK’nin üzerinde durduğu zemin birbirine tamamen zıttır.

İTTİHAT TERAKKİ VE PKK CEBERUTLUĞU

    Osmanlı İmparatorluğu’nun bürokratik sisteminin dayandığı sosyal yapı,    İttihatçıların çıplak zorbalığının da temelini oluşturur. Bilindiği gibi Osmanlı’da bürokratik yapı içinde yer alanların sermaye edinmelerine müsaade edilmiyordu. Avrupa’da görülen biçimiyle derebeylik sistemi de olamadığından soylu sınıfının gelişmesi engellenmiştir. Osmanlı’da tebaa-devlet ilişkisi egemendir. Ağa veya bey’ler arasında palazlananların bir çoğu, Padişah tarafından sürgünle veya başka biçimlerle cezalandırılıyordu. Bunlar ve daha birçok nedenlerle İmparatorluk içinde meta dolaşımı ve ticaretin önüne çıkartılan engeller sonucu burjuva sınıfının doğuşu gecikmiştir. Yani Avrupa’da burjuva sınıfı gelişirken ve giderek ekonomiye egemen olurken, Osmanlı’da skolastik düşünce egemendi. Hatta bu düşünce biçiminin günümüz koşullarında bile önemli oranda geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz; en azından zaman zaman hortlatıldığına şahit oluyoruz. Dolayısıyla bugüne kadar hemen her dönemde ‘tanrılar’ yaratılmış ve bu yaratılan tanrıların etrafında düzenler oluşturulmuştur. Çünkü böylesi koşullarda inançla hareket eden kalabalıklar yaratma kolaydır. İttihatçıların ceberutluğunu aratan PKK’nin uyguladığı çıplak zor, böylesi koşulların ürünüdür. PKK’nin mağara yaşamını neden tercih ettiği şimdi biraz daha anlaşılırdır. Mağaradan gönderilen tehdit pusulalarıyla köylüden, işçiden ve esnaftan giyecek, mekap marka ayakkabı, un ve şeker çuvalları istemeleri, veremeyenleri en vahşi işkencelerle katletmeleri böylesi bir mirasa dayanmasından kaynaklanmaktadır. Bu noktada İttihat ve Terakki’nin daha akılcı biçimi olan ve yakın tarihimize damgasını vuran Kemalizme değinmeden geçmek olmaz.
    Aslında Kemalizm denilen bir akım var mıdır yok mudur tartışmalıdır. Son yıllarda bazı çevrelerce, Kemalizm yerine daha ‘yerli ve milli’ olarak görülen Atatürkçülük kullanılmaya başlanmıştır. Kemalizm, Şevket Süreyya Aydemir ve arkadaşlarının oluşturduğu ‘kadro hareketi’ tarafından ortaya atılmıştır. Ama hangi düşünceye sahip olduğu ve hangi ideolojinin ürünü olarak savunulması gerektiğine bir türlü açıklık getirememişlerdir. Kemalizm denilen olay, apaçık bir Jakobenizmdir. Kemalizm olarak nitelendirilen akımın Cumhuriyetle birlikte oluşturduğu devlet bürokrasisi, uygulamaya koyduğu ekonomik anlayış, azınlıklara ve farklı milletlere karşı yaklaşımı tam anlamıyla Jakobenizmdir. Yani ‘halk adına, halka karşı’ olan seçkin azınlık hareketidir. Sonuç olarak bize Jakobenlik, Kemalizm olarak kabul ettirildi. İşte İttihatçı geleneğe bağlı olarak oluşturulan PKK, Kemalizm’in en tutarlı savunucusu konumundadır. Üst akıl tarafından örgütsel yapı oluşturulurken paryacılık temel alınmıştır. Örgütsel hiyerarşinin oluşturulmasında paryacılığın esas alınması, Kürt halkına karşı ihanette kullanılma sırasında en ufak bir itirazla karşılaşma riskini ortadan kaldırmak içindir.
    PKK’de Paryacılığı en iyi temsil edenlerden biri de Mustafa Karasu denilen kişiliktir. Kendi değişiyle hataların militanı olarak bir üst sınıfla girdigi zina ilişkisinin korkutucu sonuçlarının bilincindedir. Bu nedenle bir üst elite ulaşmanın yoğun çabası içinde halen. Kendisini kabul ettirip ettirmeyeceği meçhul. Özellikle içerdeyken Sabri Ok’la birlikte iyi bir eğitimden geçirildiklerini bilmeyen yok. Bir dönem dillendirdikleri direnme teraneleri de artık işe yaramıyor. İnsanların kendilerini sorgulamaya başladıklarını bildikleri içindir ki, şimdilerde açıktan oynuyorlar.  Her ikisi de uzun yıllar ‘Simon’ların yaratıcısının tezgahından geçtiler. O nedenle ‘karısız kocasız, devletsiz’ yaşam lumpenliğini Kürt halkına dayatmakla görevli olduklarını inkâr etmemekteler. Kim ne derse desin, Kürt halkı bugün sergilenen paryacılığın farkındadır. Paryalardan oluşturulmak istenen ‘kadro hareketi’ başarısızlığa mahkumdur.
2020-06-02
Baki Karer
Devam edecek



Hiç yorum yok: