10 Haziran 2020 Çarşamba

TEHLİKENİN BOYUTLARI (5)


TEHLİKENİN BOYUTLARI (5)

    Kemalizme değinirken, İttihat ve Terakki’nin daha akılcı biçimi olduğunu belirtmiştim.  Bazıları ‘akılcı’ deyişime takılıp kalmış. Evet, doğru bir tanımlama olduğunu düşünüyorum; İttihatçılar tüm Türkleri ve müslümanları kurtarmayı hedeflerken, Mustafa Kemal Misak-ı Milli ile yetinmeyi temel almıştır. Yani sınırları oldukça daraltmıştır. Kemalizm artık Misak-ı Milli ile tanımlanır hale gelmiştir. Bu bir anlamda  o günün koşullarında ‘Kızıl Elma’ ülküsünün izlenmeyeceği anlamına da gelir. Aslında Mustafa Kemal’i Misak-ı Milli ile yetinmeye zorlayan asıl etmen, Batı’da tutunma imkanının olmadığını görmesidir. Bilindiği gibi 1920’de çizilen sınırlar Musul, Kerkük ve Halep’i de içine alıyordu. Daha sonraları Ortadoğu’daki İngiliz ve Fransızlar’ın askeri varlıkları dikkate alınarak bu bölgelerden vazgeçilmiştir. Her ne kadar İttihat ve Terakki Balkanlar’da Teşkilat-ı Mahsusa ile birlikte bir dizi başarılar elde etmişse de, sonraları Büyük Britanya ve Rusya Balkanlar’da taraf olmaya başlayınca, geri adım atılmaya başlanmıştır.

    1912’den bu yana köprülerin altından çok sular geçti, ama bir şey değişmedi; Osmanlı İmparatorluğunun egemen olduğu bu coğrafya, halen emperyalist güçler arasında bölüşüm için verilen kavganın merkezi olmaya devam etmekte. Irak’da Saddam iktidarının yıkılması ve Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte, Ortadoğu genelinde yaşanan güçler arası kavgada Musul, Kerkük ve Halep yeniden stratejik öneme sahip olmaya başlamıştır. Süper güçler ve Bölge devletleri bahsettiğimiz bu bölgeleri temel alan stratejiler geliştirmekte. Ortadoğu’nun muhtemel yeniden bölüşümünde bu şehirlerin belirleyici rol oynayacağını söylemekle hata etmiş olmayız. İşte PKK sorununun bir de bu noktadan hareketle tartışılması gerektiğini düşünüyorum..

PKK’nin İzlediği İttihat Terakki Stratejisi

    Ortadoğu halklarını ‘demokratikleştirme’ sloganı, Kürt uluslaşmasının tüm dinamiklerini yok etmeyi hedefine koymuş bir yapının, toplumu çeşitli bahaneler ve yutturmacalarla nasıl oyaladığına en iyi örnektir. Aslında bu slogan, bir dönemler İttihat ve Terakki’nin tüm Türkleri kurtarma adına Turancılık peşinde koşmasının ifadesidir. Dikkat edilirse, Ortadoğu’yu sözümona kurtarma adına hareket eden PKK, bölgedeki egemen uluslara şu veya bu düzeyde bir takım vaadlerde bulunuyor. Bu nedenle vaadlerinin ve hareket tarzının merkezine, Türkler’in birliğini oturtmaktadır. Yani Türkçülüğün Kızıl Elma ülküsünü Ortadoğu’ya uyarlamanın çabasını yürüten PKK ile karşı karşıyayız. İşte bu nedenden dolayıdır ki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ayakta kalmaması için her türlü ihaneti meşru görmekte ve övünç kaynağı haline getirmekte. Aslında PKK/HDP Bölgeye yönelik politikasında, Öcalan’ın Turancı ideallerinden bağımsız hareket etmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti bile Misak-ı Milli’nin dışına çıkmayı kabullenmediğini, mevcut sınırların dışına çıkmayı beka sorunuyla bütünleştirdiğini zaman zaman dile getirmekte. Ama öbür yandan uzun yıllardan bu yana sınırların genişletilmesi için mücadele veren elit bir kesimin olduğunu da biliyoruz. Burada derin güçlere bağlı bilinen akıl hocalarını hatırlamakta yarar var.
    Enver Paşa’ya özenilerek Ortadoğu için çizilen Turancı ülkü, Öcalan tarafından şu şekilde dillendirilmekte:  “Vatana ihaneti asla ağzıma bile almam. Olsa olsa onun Misak-ı Milli gereklerini çağdaş ölçüler içerisinde yerine getirilmesi yani büyütülmesidir (…) Misak-ı Milli’nin dışında kalan parçalarındaki Kürt-Türkmen topluluklarına en azından yaşadıkları devlet içinde soykırıma uğramadan demokratik kimlikleriyle yaşamalarına Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımı hem ahlaki hem siyasi bir görevdir, diyorum. Bu başka devletlerin iç işlerine karışma değildir.” (Abdullah Öcalan, Savunma, Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi, s.162-163) Dikkat edilirse çizilen bu strateji; Kerkük, Musul ve Halep’i Toroslarla birleştirme çabasından başka bir şey değildir. Derin güçler her zaman 1920’lerde çizilen ilk Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmenin çabası içinde olmuşlardır. CHP içinde ‘devleti ben kurdum’da direten kanat ile Öcalan’ın hocaları, bahsettiğimiz bu hedefin militanıdırlar. ‘Horasan Türklerinden’ biri olarak kendini tanımlayan birisinin, böylesi bir dönemde CHP’nin başına seçilmesi pek tesadüf sayılmaz. PKK/HDP’nin arkasında hangi güçlerin durduğu bu anlamda tartışmalı değildir. Şimdi mağara becuzelerinin G. Kürdistan’da niçin kümelendikleri daha iyi anlaşılıyor sanıyorum. Kürdü aşağılayan, hatta yok sayan ‘alçak ve rezil’ olduğunu söyleyecek kadar ileri giden bir anlayış, saldırganlığı formüllendirmiş Turancılıktır. Kırmızı Elma’ya koşan PKK, Kürdü nasıl hakir gördüğünü ve aşağıladığını her fırsatta dile getirmekten çekinmiyor; Kürt, kadın-erkek ilişkisinde ölmüştür. Kürt, bu ilişkide çirkinleşmiştir, alçaktır, rezildir, köledir, tutsaktır”* (Abdullah Öcalan, Devrimin Dili ve Eylemi, S,153)  diyebiliyor. Bu söylem, aynı zamanda Ahd-i Milli’ye bağlılığın açık ifadesidir.
    Bir dönem Kafkas Türkleri için uygulamaya konan strateji, bugün Ortadoğu’da yaşama geçirilmek isteniyor. PKK’nin Haşdi Şabi ile ilişkilerinin uzun vadeli ve stratejik hedefler İçermesi, böylesi nedenler içindir. Şu anda PKK ve Haşdi Şabi, diğer müttefikleriyle birlikte G.Kürdistan’ı iki parçaya bölüp ‘Pat’ metodunu uygulama peşindedir. Rojava’da ise ‘general geldi, general gitti’ söyleminin ayyuka çıkarılması boşuna değildir; burada uygulanan strateji, ‘hallelujah’dır..

10.06.2020

Baki Karer

 Devam edecek

   

Hiç yorum yok: