TEHLİKENİN BOYUTLARI (6)
İttihat
ve Terakki’nin günün koşullarına uyarlanarak modern devlet düzeyinde örgütlenmiş
hali Kemalizmdir. Jakobenizmi yerel düzeyde adlandırmak gerekirse, Kemalizm
veya Atatürkçülük demekte bir sakınca yoktur. Bu anlamda Kemalizmle jakobenizm
arasında ciddi bir farklılığın olduğunu söyleyemeyiz.
Cumhuriyet ilan edildiğinde modernistleri Kemalistler, sultanlığın ve
halifeliğin devamından yana olanları da muhafazakârlar temsil etmeye başlamıştır.
Ama bizde ne modernistleri, ne de muhafazakârları Avrupai tarzda ya da
sanayileşmiş ülkelere özgü biçimiyle tanımlama birçok sıkıntıları beraberinde
getirir. Bizde laiklik ve sekülerlik ne kadar yanlış anlaşılmışsa, muhazakârlıkta
o kadar yanlış anlaşılmıştır. Türkiye’de fetişlikten arındırılmış bir laiklik
ve seküler bir yaşam biçimi egemen olmamıştır. Muhafazakârlık ise namazla sınırlandırılmıştır.
Bu iki taraf arasındaki zıtlaşma ya da çelişki, Tanzimattan bu yana devam eder.
Hem Kemalizm, hem de muhafazakâr kesim Türkçülüğü ve İslamcılığı başka
toplulukları kendine benzeştirmenin aracı olarak kullanmıştır. Bu noktada
kendine benzetmek istediği köken hakir görülürken, geldiği köken üstün
görülmekte. Bizde ümmetçiliği ve ulus
devlet anlayışını savunan kesimlerin en
önemli ortak noktası, etnik köken üstünlüğüne dayanmasıdır. ‘Kardeşlik’ vurgusu
yapılırken bile ‘seçilmiş’ olma hali bir tarafa bırakılmaz, ‘üstün kökene’ ait
olma her zaman ön plana çıkartılır. Bu ezilen kökende veya milliyette
pisikolojik üstünlük sağlamanın bir yoludur. Ezilen tarafta aşağılık duygusunu
egemen kılmaya çalışarak kendisine hizmetçiler veya işbirlikçiler edinir.
Egemenler çoğu zaman da böylesi yöntemlerinde ciddi başarılar elde ederler;
örneğin PKK/HDP’de olduğu gibi. Aşağılık kompleksinin yol açtığı erazyonu simgelemesi
açısından Öcalan’ın şu sözlerine kulak kabartmakta yarar var; Atatürk'ün
önderlik hususlarını takdir ettim. Bugüne kadar da kendime rehber olarak kabul
edip uygulamaya çalıştım.’ (Abdullah Öcalan, Ankara DGM Başsavcısı Cevdet
Volkan'a 22 mart 1999 tarihinde gönderdiği mektup.) Özgürleşmekten
korkan kölenin kendini bir başkasıyla, bir diğer değişle efendisiyle
tanımlaması bundan daha iyi ifade edilemezdi. Aslında burada bir kişinin
düşüncesini kabullenmeden ziyade puta teslimin getirdiği fizikötesi veya spritüel
yaşam biçimini çıkar yol olarak görme dile getirilmiştir. Egemenler, böylesi
bir yaşamı seçmiş birini artık istediği gibi kullanma özgürlüğünü elde etmiş
demektir.
GELİNEN NOKTA
PKK/HDP’nin oluşturduğu ortam ve
toplumsal yapıda yarattıkları tahribatın boyutları şimdilerde daha iyi
görülmektedir. Kürdü inkâr ettikleri, Kürdistan’ı çöpe attıklarını ilan
ettikleri halde halen bunlara sempatiyle bakan bir kitlenin mevcut olması
önemlidir. Bu durum son 40 yılda asimilasyonda ne oranda ilerleme sağlandığını
gösterir. Daha önce ‘Diyarbakır Buluşması’ başlıklı makalemde vurguladığım gibi
geçmişte Kürt, 'Türküm' demeye zorlanıyordu, bugün ise bir adım daha ileri
gidilerek Kemalist olma daha gurur
verici hale getirilmiştir. Bu da PKK/HDP'nin ‘dağlı Kürtler'i' 'medenileştirme'
projesi olduğunun açık bir göstergesidir. Yani Kürtler'i Türk ulusalcı takımının
mihenk taşına dönüştürme projesidir. Aynı merkezin kolları arasında sürdürülen
ve adına ‘savaş’ dedikleri kurgulanmış çatışmalar sonucunda böylesine önemli
sonuçlar elde edilmiştir. Bugün hiçte küçümsenmeyecek bir kitle, Ortadoğu’nun ‘demokratikleştirilmesi’
söylemine inandırılmış durumda. Ortadoğu’nun
karanlık odaklarınca çizilmiş proje uğruna, Kürt halkının en dinamik, en
atılgan kesiminden yüz bini aşkın insan, hendek ve benzeri eylemlerle heba
edildi. Birçoğu arkadan kurşunlandı ve sonrasında halkın karşısına çıkıp ‘şehit
oldular’ denildi. Evlatları arkadan kurşunlanan aileler ‘kadere’ boyun eğdirildi.
Birçoğu korkuyla sindirildi ve önemli bir kesim de sadece mırıldanmayla
yetinmek zorunda bırakıldı.
Bugün PKK ve HDP büyük bir
cesaretle Kemalizmle bütünleşmekten övünç duyduğunu, Türk partisi olarak her
türlü hizmete hazır olduğunu kamuoyuna deklare ediyor. Peki bunun toplumsal yapıda
bir karşılığı var mıdır? Evet, vardır!
Çünkü artık Türk olmakla övünen, Kürt halkıyla arasına duvar örmekten memnun
gözüken önemli bir kitle vardır. Bahsettiğim bu taban, ülkesinin ismini ağzına
almamak için ‘coğrafi alan ‘tanımlamasını daha gurur verici buluyor. ‘Birlik’
ve ‘kardeşlik’ örtüsü gayet başarılı bir biçimde kullanılıyor. Derin devlet
ağlarıyla örülmüş böylesi kitlesel güce dayandıkları içindir ki Kürt halkının
nefes boruları tümüyle kapatılmaya çalışılmakta. Basın, yayın, televizyon, radyo
ve sosyal medya dahil her türlü propaganda olanakları kullanılarak, düşünmekten
men edilmiş, müritleştirilmiş devşirme bir tabanla, toplumun çoğunluğu baskı
altına alınmak istenmekte. Sadece bununla yetinmeyerek zaman zaman yönlendirmeye yönelik girişimlerde de
bulunmaktalar.
Derin Devlet Desteğinde Kitleleri Yönlendirme girişimleri
Bahsettiğim yönlendirme çabalarını,
çok öncelerine gitmeden yakın tarihimizden, örneğin son 16-17 yıllık dönemden
bir kaç örneklendirmeyle anlatabiliriz. Herkesin bildiği gibi, derin devletin
her türlü desteğini almış PKK/HDP’in temel hedeflerinden biri, Adalet Kalkınma
Partisi İktidarını yıkmadır. AKP iktidarının ilk dönemlerinde MHP’de, aynı
amaca yönelenlerden biridir. Tabii bu dönemde bu ortaklığa CHP’nin nasıl öncülük
yaptığı gözardı edilmemeli. Burada ortak çıkarların çakışması bahanesi önplana
çıkartılamaz. Esas alınması gereken, bu iki oluşumu da ortak noktada buluşturan
iradedir. Yani bu iki yapının aynı irade tarafından ortak hedefe yöneltilmesi
önemlidir.
‘Andımız’ın her sabah okullarda okutulma zorunluluğu kaldırılırken PKK, ‘iktidar
faşisttir’ diye tozu dumana kattı. İşin ilginç yanı Kürtçe Televizyon ve
radyonun serbest bırakılması karşısında aynı tutumunu daha da ileriye taşıdı.
Kürtçe kurslar serbest bırakılırken, mahkemelerde Kürtçe ifade verme hakkı
tanınırken yine ‘AKP iktidarı faşisttir’ diyerek, ittifakçı güçleriyle birlikte
engellemeye çalıştı. Kürdistan bayrağı Ankara sokaklarına asıldığında ve sayın
Mesut Barzani Diyarbakır’ı ziyaret ettiğinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne
olmadık küfürler etmeyi ihmal etmedi. Bu
arada Adalet ve Kalkınma Partisi için, ‘faşistler yıkılmalı’sloganını daha yaygınca
işlemeye başladı. Örnekler çoğaltılabilir. Bunlar, PKK/HDP’nin Kürt halkının
lehine olan en basit gelişmeleri dahi engellemek için kimlerle kol kola
olduğunu gösteren ilginç yaklaşımlardır.
Dönem değişti, MHP ve AKP
birlikte hareket etmeye başladı. MHP’nin bugün hükümette üyesi olmamasına
rağmen, iktidar ortağı biçiminde hareket ettiğini herkes bilir. PKK/HDP yine
iktidar için ‘faşistler yıkılmalı’ sloganını atmayı sürdürmekte. Bu arada
sıkıştığı her anda da ‘Kürtler için birlik’ ve bir de ‘Ulusal Kongre’ sloganını
yüksek perdeden dillendirmeyi ihmal etmemekte. İttifakçı güçleriyle birlikte ne
yazık ki, ‘muhalafetim’ diyen bazı kesimleri de çoğu kez etkisi altına alıp
yönlendirmekte. Kemalist ideolojiye sıkı sıkıya bağlı olan HDP’nin, bir düzen partisi olarak iktidarı veya herhangi
bir partiyi tanımlaması gayet doğaldır. Ama değişen koşulları dikkate almadan
aynı politik tutum içinde olan bazı muhalafet kesimleri de var. Hangi yönden
geldiğine bakılmaksızın zaman zaman estirilen rüzgarların hızına kapılma doğal
görülemez. Kürt/Kürdistan açısından nefes borularının daha fazla açılması ile
nefes borularının kapanmasını aynı düzlemde değerlendirme, politik arenada
yanlış adımların atılmasını getirir. Olumsuzluklar
arasında seçim yapmaya zorlama kitleleri nefessiz bırakır. İktidarın
alternatifi olarak ‘Muhayyel Kürdistan burada meftundur’ diyen taraf, çıkış
yolu olarak gösterilmekte. Kürt halkında Stockholm sendromunu içselleştirmenin
yöntemleridir bunlar; yani ne yapıp yapıp ulusal dinamikler üzerinde durmanın
zeminini yok etme uygulamaları sürekli kılınmak isteniyor.
Sonuçta tüm bu girişimler, ontolojik
devlete hizmettir. İşte bu anlamda PKK/HDP’ye ‘muhalefetim’ diyen her kesim,
ayakları üzerinde durmanın çabası içinde olmalıdır.
Kendin olma önemlidir.
16.06.2020
Baki
Karer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder