30 Aralık 2016 Cuma
Ortadoğu Denkleminde Şengal
21 Aralık 2016 Çarşamba
Ankara’da Suikast
7 Şubat 2016 Pazar
KÜRTLERDE ULUSAL BİLİNÇ
6 Şubat 2016 Cumartesi
22 Aralık 2015 Salı
KANALIZASYON YA DA HENDEK
KANALIZASYON YA DA HENDEK
1 Nisan 2015 Çarşamba
Yaklaşan Genel Seçimler Üzerine
Yaklaşan Genel Seçimler Üzerine
7 Haziran 2015 genel seçimi yaklaştıkça, tartışmalar da yoğunlaşmaya
başladı. Siyasal atmosfer tahminlerinde ötesinde alevlendi. Hemen her tarafta
hangi partinin ne oranda oy alacağı, alınacak oylarla kimin ne kadar
milletvekili çıkarabileceği tahminleri yürütülmekte. Bana kalırsa 7 Haziran
2015 seçimlerinin ilginç yanlarından biri, bu. Yani matematiksel hesaplar
üzerinden politika oluşturma çabalarıdır. Özellikle muhalefet kanadı artık
vaadler, projeler üzerine tartışmalar yürütülmüyor, günü kurtarmanın, yani
iktidar partisinin tek başına anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşmasını
engelleyecek geçici taktikler üzerinde tartışmaları temel almış durumda. Bu bir
anlamda ümitsizliğin ifadesidir. İçinde bulundukları koşullara teslim olma
anlamını taşır. Muhalefet etmeyi sandalye sayısıyla özdeştirme, işin daha
başında yenilgiyi kabullenme demektir. Peşembe’nin geleceği Çarşamba’ dan
bellidir misali muhalefet güçlerinin bugüne kadar izledikleri hareket tarzı,
böylesine köşeye sıkışmaya yol açacağı belliydi.
Bugün muhalefet denildiğinde, ilk akla gelen Cumhuriyet Halk Partisi’dir.
Peki, CHP hiçte azımsanmayacak milletvekili ile bugüne kadar muhalefet
yürütebilmiş midir? Buna verilecek yanıt, koca bir hayır. Muhalefet etme, salt
aleyhte eleştiri olarak kabul edilmiştir. İster doğru olsun, ister yanlış
olsun, hemen her şeye, her koşulda olumsuz eleştiri yöneltmenin muhalefet
etmeyle bir alakası olamaz. CHP öyle bir noktaya gelmiştir ki, ‘İstemezük’le
tanımlanmaya başlanmıştır. ‘Devleti kuran parti’ koltuğundan inmediği sürece,
baldırı çıplak olarak kalıp ‘İstemezük’de diretmeye devam edecektir.
Bu noktada sadece muhalefeti eleştirmek haksızlık olur. Bizde iktidar
demek, aynı zamanda, muhalefetten gelen eleştirileri haklı da olsa, dikkate
almama demektir. Türkiye’de iktidar sahibi kim olursa olsun, demokrasi ve
özgürlüğü salt sandıktan çıkan oy çoğunluğuyla sınırlama anlayışı egemendir. Bu
adeta bir gelenek haline getirilmiştir. İktidar kavgalarının kör bir noktaya
sürüklenmesinin temel etkenlerinden biri de, budur. Bu kör döğüş sadece bugüne
özgü bir durum değildir. Günümüzde ki fark, çatışmayı en yüksek seviyede ve
sürekli kılmadır. Aslında bu bir anlamda topluma uygulanan şiddettir. Bugün
insanlar, kaldırımda yürürken dirseklerin birbirine değmesini bahane ederek bıçak
çekme aşamasına gelmişse, egemen kılınan siyasal atmosferin bunda payının
olmadığını söyleyemeyiz. İktidar ve Muhalefet partilerinin birbirlerine
alternatif olma anlayışının yerini kin ve nefret almaya başlamışsa, ne
muhalefet, ne de iktidar demokrasinin geliştirilip güçlenmesi için mücadele
etmiyor demektir. İktidarla muhalefet arasında birbirine rakip olma anlayışının
yerini, düşman kamplara bölünmüşlük almışsa, çoğulculuk, çok seslilik
bastırılıyor demektir. Henüz süreklileşen bir mevzi savaşından bahsedemeyiz,
ama zaman zaman da mevzi savaşlarını andıran çatışmaların içine girilmediğini
de inkâr edemeyiz. Bu durum, hemen her açıdan çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü
toplum bu gidişle dumura uğratılmakta, bastıklanmaktadır. Bu noktada örgütlü
şiddetin rolü tartışılmalıdır. Örgütlü şiddet, toplumu düşünerek hareket
etmekten uzaklaştırıp, sürüleştirmeye çalışmaktadır.
Bugün iktidarla muhalefet arasında kıyasıya bir kavganın yürütülmesinin bir
nedeni de, doksan yıldır burjuva yaratma çabası yatmaktadır. İktidara gelen her
kanat şu veya bu düzeyde kendine dayanak olacak burjuva yaratma çabası içine
girmiştir. Tümüyle de başarısız olunduğu söylenemez. Bugün ‘İstanbul
burjuvazisi’ olarak adlandırılan kesim, özellikle kırklı yıllardan itibaren
palazlandırılmaya başlanmış ve hem sermaye, hem de sanayileşme açısından hiçte
küçümsenmeyecek bir konuma gelmiştir, daha doğrusu, getirilmiştir. Şimdilerde
ise, yıllardır bastıklanan Anadolu’da bir an evvel burjuvalaşma çabası içine
girildi. Yarı kendi imkanlarıyla, yarı devlet eliyle epeyce bir yol katettiler.
Sonradan yükselmeye başlayan bu burjuvalaşma eylemi, 1860’ların kapitalist
iştahına fatiha okuttu. Ama ne İstanbul, ne de Anadolu burjuvazisi
‘Levanten’likten kurtulamamıştır. Sonuçta şu anda yaşanan çatışmaların bir nedeni
de, kentsoylu’dan yükselmeye başlamayan burjuvalaşmadır. Yani Avrupa’nın iki yüz
yılda katettiği aşamayı’ kısa bir süre içinde ‘Akıncı’ usulüyle elde etmeye
çalışma, yaşanan sorunların bir başka kaynağını oluşturmakta. Bir de bunun
küreselleşme dönemine denk gelmesi, ayrıca bir sorun. İstanbul burjuvazisinin
şansızlığı, Anadolu burjuvazisi için de geçerlidir.
İstanbul burjuvazi ile özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde
palazlanmaya başlayan Anadolu burjuvazisi arasında kıyasıya bir rekabet var.
Ama Anadolu’da gelişmekte olan burjuvazi, İstanbul burjuvazinin sermaye
etkinliğini henüz kırabilmiş değildir. Bugün her iki kanadın etrafında oluşmuş
elit kesimler mevcut. Bir taraf seküler ve laik olarak kendini tanımlarken,
diğer kesim, yani Anadolu tarafı ise, İslami değerler üzerinden kendini
tanımlamaktadır. Ama her iki kesimin de birçok ortak noktalarda buluştuğu inkâr
edilemez. Her iki tarafın buluştuğu en önemli ortak noktalardan biri, halka
üstten sistem empoze etmeye çalışmasıdır. Kısa yoldan ifade edecek olursak, bir
tarafın laiklik ve sekülerlik anlayışı ne kadar halktan kopuksa, diğerinin de
İslam anlayışı o kadar halktan kopuktur; biri Bonapartçı, diğeri Muaviyeci. Her
ikisinin de dar alanda oyun kurma özelliklerinden öte bir vasfı yoktur. Her
iktidara gelenin kendine dayanak olacak sermaye kesimi yaratma çabasını son
bulacağı sosyal ortam tam anlamıyla şekillenmediği sürece, iktidarla muhalefet
arasında keskin kılıçların çekildiği sahneler yaşanmaya devam edilecektir; sermayenin
ulaştığı boyutla orantılıdır.
Yürütülen iktidar kavgası ortamında Adalet ve Kalkınma Partisi, her iki
kesimden de önemli oranda destek almakta. Liberal ekonomi politikanın en
acımasız biçimiyle uygulandığı koşullarda bir taraf güçlenmek için iktidar
partisinden yana tercihini koyarken, diğer tarafın hiçte küçümsenmeyecek bir
bölümü, neo-liberal ekonomi politikanın yarattığı pazar olanaklarından
yararlanmak için iktidar partisine destek vermekte. Hele hele küreselleşme
koşullarında gelişmekte olan ülkelerin en önemli sorunu, istikrar ortamını
egemen kılmadır. Dışardan da dayatılan ‘istikrar’ az çok yakalandığında, bunun
devam etmesi, burjuvazinin hemen her kanadının çıkarınadır. AK Parti, bu
bileşkeleri çok iyi kullanmayı bilmektedir. Bu arada Kemalist kanadın artık eski
bütünlüğünün koruyamaz hale gelmiş olması da önemlidir. Yani Kemalist kanat
kendi içinde ayrışmaya uğramıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu derece
gerilemesinin hatta iktidar olmada ümidini kesmesinin bir nedeni de budur.
Tüm bunlara rağmen, 7 Haziran’da yapılacak genel seçimlere çok az bir süre
kala, tablo nedir. Tabloyu ele alırken, unutulmaması gereken bir nokta, son 14
yıldan bu yana girdiği tüm seçimlerde başarıyla çıkmış bir Adalet ve Kalkınma
Partisi var. Diğer tarafta da CHP’nin başını çektiği muhalefet cephesi var.
Muhalefet cephesinde birbirine en zıt noktada olanların birleştiği ana ortak
nokta, ne pahasına olursa olsun AKP’yi iktidardan yıkmadır. Muhalefet cephesini
oluşturanların özelliklerine kısaca biraz daha yakından bakmakta yarar var.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)-Halkların Demokratik Partisi (HDP)-Vatan
Partisi (VP)-Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)
Bir seçim, hele hele genel seçimler sözkonusu olduğunda her bir partinin
özelliklerini ve ortaya koydukları projeleri isimleri altında irdelemek en
doğru yoldur. Çünkü parti demek, iktidara gelme mücadelesi demektir. Her parti
iktidar için kavga verir, stratejisini, programını buna göre oluşturduğu gibi
halka yönelik vaadlerini ve projelerinin de bu doğrultuda ortaya koyar.
Ama ne yazık ki, yukarıda isimlerini sıraladığım partilerin hiçbiri de
ortaya projeler koyma yerine, sadece siyasal olarak iktidarı düşürmenin yol ve
yöntemi arayışı içindeler. Muhalefette yer alan bu belli başlı partilerden hiç
biri sermaye, sanayi, enerji, tarım, teknoloji ve daha bir çok alanlarda ne tür
bir politika uygulayacaklarını, iktidarla aralarındaki farklılıkları ortaya
koymuş değiller. En önemlisi de, neo-liberal ekonomi politikanın uygulayıcısı
mı olacaklar, yoksa farklı bir ekonomi politika mı izleyecekler? Hiçbiri
bunlara açıklık getirmeye yanaşmamaktadır. Sadece ve sadece ulusalcı, yani
milliyetçi söylemlerle yetindiklerini görmekteyiz. Şu anda ulusalcı cephede yar
alan partiler özellikle CHP, HDP ve VP’lilerin dönüp dolaşıp çakıldıkları nokta
İttihat ve Terakki’dir.
7 Haziran’da yapılacak seçimlerin en önemli bir özelliği de ulusalcı
cephenin, ‘Kürdüm’ diyen HDP’yi aralarına alarak zenginleşmesidir! Bu durum,
Kemalist kanadın hem zayıflığını, hem de geçmiş tecrübelerine dayanan manevra
kıvraklığını göstermektedir. Peki, gösterdiği manevra kıvraklığı nedir?
Ulusalcı takıma göre şimdiye kadar ‘en iyi Kürt ölü Kürt’tü. Şimdilerde, yani
küreselleşme koşullarında ‘ölü Kürt’ten asimile edilmiş Kürt’te dönüş
yapmalarıdır. İttihat ve Terakki anlayışının günümüz koşullarına uygulanış
becerisini, ulusalcı cephe hanesine artı puan olarak yazmak gerekir. Elde
edilen bu artı puan iktidar yolu açar mı? Buna verilecek yanıt, kocaman bir
hayırdır. O zaman HDP’nin kapıdan içeri alınmasının, dışardan yönlendirmenin
yerine içerden yönlendirmeye başlanmasının bir başka nedeni olması gerekir.
Önümüzdeki süreçte Kürt halkına yönelik örgütlü şiddette, silahlı kapıkulu
askerlerine sahip olma ve giderek darbecilikle iktidara gelme hayalidir. Peki,
mümkün mü? Kesinlikle hayır, ama bugüne kadar olduğu gibi denemekte yarar
görüyorlar. Dışardan yönlendirme yerine yakın markajın tercih edilmesinin bir
başka nedeni de, 7 Haziran seçimleridir. Markaja alan, markaja aldığıyla karşı
tarafa markaj uygulamaya çalışacak. Denklem o kadar da karmaşık değil. Dönemin
hassas dengeleri bunu gerektiriyor. ‘Hayırlara vesile olsun’
Dönemin popüler tartışmalarına değinmek için HDP sorununu biraz daha
açmakta yarar var. Bilindiği üzere, HDP hiç bir zaman PKK’dan ayrı düşünülemez.
Açıkcası, HDP mayoz bölünmenin hoploit hücresidir. Bu günlerde PKK-HDP’nin
açıktan ulusal cephenin yanında yer almasını yadırgayanlar epeycedir. Öne
sürdükleri gerekçeler de oldukça garip; ‘şehitler verdik, gerilla var, Kürtlüğü
bir tarafa bıraktılar’ v.b… Hayır, bunların tümü de akılcı düşünmeden, mevcut
ortamı ve geleceği doğru değerlendirmeden uzaktırlar. PKK ve türevleri ya da iz
düşümleri veya bir dizi harf sıralamalarından ibaret yapılanmalar, hiç bir
zaman Kürt/Kürdistan adına hareket etmemiştir. PKK-HDP, ‘Ulusal Cephe’ diye adlandırılan
kesimin politik çıkarları doğrultusunda kurgulanmış bir savaşın neferidir. Bu
neferlerin birincil hedefi, Kürt’ü bitirmedir. Bu noktada, gerilla merilla
hepsi hikayedir. Tamam, PKK’ye katılmış iyi niyetli insanlar olabilir ama bazı
insanların iyi niyetli olması, gerçeği değiştiren temel unsur değildir.
Direksiyonu elinde tutanlar arabayı nereye isterse oraya sürer. Bu, bu kadar
nettir. Birçokları ‘Grillaya sahip çıkıyoruz ama yönetime değil’ benzeri
argümanlar ortaya atıyor. Bu söylem, ortaya atılan yeme atlamadan başka bir şey
değildir. Kürt halkına karşı kullanılan silaha karşı çıkma, herkesin görevi
olmalıdır. Bu nedenle, PKK’nın koşulsuz silah bırakmasının kavgası
verilmelidir. PKK ve HDP’yi erkler savaşımının parçası olarak görmeme, siyasal
körlüğe yol açar. Kürt halkı içinde devşirmelerden oluşturulan elit bir
kesimin, bir nevi iç diktatörlüğe yönelimin adıdır PKK ve de HDP. Silahların
susturulması, bu engelin aşılmasını getirir.
Kürt halkına karşı silah kullanmanın en yakın örneğini, 6-7 Eylül 2014’de
Diyarbakır’da yaşadık. Bir anda 50 Kürt HDP-PKK çağrısıyla katledildi. Sadece
insanlar katledilmedi, müzeler, kütüphaneler, kitaplar, okullar yakıldı,
yıkıldı; Ortaçağ’ı aratacak eylemler yapıldı. Kürt kültürünü yağmalandı ve
toplumun değerleri ayaklar altına alınmak istendi. Yapılan yağmadan,
çapulculuktan elde edilen iki milyona yakın gelir, PKK kasalarına aktarıldı.
6-7 Eylül çapulculuğu, ulusalcı cephe ile ittifak halinde Kürt halkına karşı
gözdağı vermeye kalkışmadır. Kobani ve Hüda Par sedece bir bahaneydi. Maaşlı ve
sigortalı kolluk kuvvetleri olduklarında, nasıl sadık olacaklarının ispat
etmeye çalışmışlardır.
Konumları bu iken, şimdi halkın karşısına çıkmışlar oy istiyorlar.
Üstelikte 50 bin Kürt’ün ölümüne sebep olduklarını,15 bin faili meçhul cinayet
işlediklerini, milyonlarca halkın yerlerinden yurtlarından göç ettirilmelerine
neden olduklarını bile bile ‘En demokrat biziz’ diyecek kadar arsızlaşıyorlar.
‘Savaş yapıyoruz’ bahanesiyle öldürülmeleri için dağlara sürülen gençlerin hesabını
bilen yok.
PKK ve HDP’nin gerçek yüzü bu iken, ulusalcı basın ve diğer şakşakçılar
tarafından kamuoyu önünde propagandalarının yapılması, artık garipsenecek bir
tavır olmaktan çıkmıştır. Kuş konmaz kervan geçmez dağların tepelerinde çekilen
silahların kimlerin çıkarlarına hizmet ettiğini tekrar tekrar ele almaya,
irdelemeye gerek yok. Çatışmalardan kimler palazlanıyorsa ve bu palazlanmadan
payını alan grand tuvaletli Ankara’da Türk, Şırnak’ta Kürt olan yaz bozlar, kem
küm ederek bir süre daha silahların susmasının önüne geçmeye çalışacaktır.
Çünkü bunlar için silahların çekilmesi Mercedes, daire, yazlık villa demek,
hatta oğullarını ve kızlarını ‘Yürsek mertebeli’ aile çocuklarıyla evlendirme
demektir. İşte, ulusalcı takımın fedailerinde ‘Kürtlük’ kıstasları… Bu arada
malum fedailerin tanımlanmasında kullanılan ‘Eşme ruhu’nu da unutmamak gerekir.
Silah bırakmada ayak diretilmesinin nedeni, şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu
durumu daha açık bir biçimde ifade edecek olursak, Kürtler de devşirmelerden
sosyal şöven ihracına başlamış oldu. Bu gelişmeyi, bir nevi bağırsakların
temizlenmesi olarak kabul etmek gerekir. Karmaşanın son bulup, safların
belirgin hale gelmesinden şikayet etmemek gerekir.
Genel seçimlere az bir süre kala tüm taktik ataklara karşın, önümüzdeki
süreçte pek ciddi değişimlerin ortaya çıkacağını sanmıyorum. CHP, eğer HDP
barajı geçerse, koalisyon hükümeti kurmanın çabası içinde. Ama nereden
bakılırsa bakılsın, CHP’nin, diğer muhalefet güçleriyle ortaklaşa hükümet
kuracak çoğunluğu elde etmesi her açıdan güç gözükmektedir. Koalisyonlar
döneminin toplum üzerinde yarattığı korku henüz silinmiş değil. Her şeye rağmen
toplumun çoğunluğu tek parti iktidarını istikrar olarak algılamakta. Yani tek
parti iktidarı düşüncesi hemen her kesimde ağır basmaktadır. Ulusalcı takımdan
alınacak ödünç oylarla ve olabildiğince pohpohlamalarla geçici yeni dengeler
oluşturarak, HDP’nin barajı aşması sağlanmak istenmekte. Amaç; iktidar
partisinin tek başına çoğunluk elde etmesini engellemektir. Hatta son olarakta
alevi oylarının avcılığı yapılmakta. Alevi oyları HDP’ye yönlendirilmek
istenmekte. Ama aleviler Sivas ve benzeri katliamları unutmuş olamaz ve beyhude
bir çırpınıştır. Aslında bu girişimin arkasında olanlar, 6-7 Eylül 2014’te PKK
ile ortaklaşa Diyarbakır katliamını düzenleyenlerdir. Kürt/Kürdistan
denildiğinde her türlü entrikalar çeviren ulusalcı takım, nasıl oluyor da
PKK-HDP’nin meclise daha büyük bir çoğunlukla girmesi için kavga veriyor?
Herkes bir kez daha düşünmeli. Bu girişimin de başarılı olma şansı yok.
CHP ve MHP’nin oylarında sınırlı da olsa bir artış olacağı ihtimal
dahilinde. Ama koalisyon kuracak bir çoğunluğa ulaşacaklarına ihtimal verme çok
zor. Tüm uğraşlara, alması muhtemel ödünç oylara karşın, HDP’nin baraj sorununu
aşacağını da sanmıyorum, barajın üzerine çıksa da elde edilecek milletvekili
sayısı, yine koalisyon hükümeti kurmaya yetmeyecektir. Uluslararası ve
özellikle iç dengelerde beklenmedik sert alt üstler olmadıkça, Adalet ve
Kalkınma Partisi 1923’e kadar tek başına iktidar olmayı sürdürecek bir konuma
sahiptir. Bu söylemimi birkaç yıl önceki bir makalemde ileri sürmüştüm.
Nedenleri üzerinde tekrar durmaya gerek yok. Toplumsal yapıların
muhafazakârlaşmaya yönelimi, sadece Türkiye’ye özgü bir durum değildir.
Avrupa’daki gelişmeler de gözden kaçırılmamalı.
01.04.2015
Baki Karer
22 Şubat 2015 Pazar
KADIN CİNAYETLERİ
-
Ortadoğu'da Dönüşümün Sancıları Irak-Şam İslam Devleti isimli eli kanlı örgütün Irak ve Suriye'de başlattığı saldırı...
-
‘DERSİMDE ANALAR AĞLAMADI MI?’ 10 Kasım’da Büyük Millet Meclisi'nde düzenlenen ‘açılım’ o...
-
Yaklaşan Genel Seçimler Üzerine 7 Haziran 2015 genel seçimi yaklaştıkça, tartışmalar da yoğunlaşmaya başladı. Siyasal atmosfer tahm...