KADIN CİNAYETLERİ
11 Şubat günü Özgecan Aslan,
Mersin'de vahşice işlenmiş bir cinayete kurban gitti. Cinayet, toplumun tüm kesimlerinde
çok ciddi infiale yol açtı. Gösterilen tepkinin bu derece yaygın olmasının bir
nedeni de, toplu taşıma aracında cinayetin işlenmiş olmasıdır.
Gün geçmiyor ki kadın
cinayetinden bahsedilmesin. Erkek cinayetine kurban gitmiş bir kadının cenazesi
daha kaldırılmadan, bir başka kadın cinayeti haberi ortalığı sarsıyor. Sonuna
kadar bir direnç ve inatlaşma var. Bu erkeklerin direnişi ve inatlaşmasıdır.
Neden? Elbette bir çok neden sayabiliriz. 'Mahallenin namus bekçiliği'nden
alaşağı edilişine karşı direnme olarakta görebiliriz. Kadının pazar ilişkileri
içinde kendi ayakları üzerinde durmasına, yani ekonomik özgürlüğe ulaşmasına
karşı dikilme olarakta algılıyabiliriz. Sonuçta kadının özgürleşmesini
hazmedememe vardır. Hele hele kültürel faktörler, tartışmanın bir başka
boyutudur. Arka arkaya bunca cinayetin işlenmesinin altında yatan nedenler
elbette çok çeşitlidir.
Kadınlara yönelik cinayetler,
sadece bize özgü bir durum değildir. Dünyanın gelişmiş, gelişmemiş hemen her
ülkesinde kadın cinayetleri işlenmekte. Ama bizde bu derece sıklıkla ve çok
vahşice cinayetlerin işlenmesinin bir çok açıdan farklılıklar içerdiğini de
kabul etmeliyiz. Günümüzde kadınlara karşı içlenen cinayetlerin bu derece
yaygın oluşunda, yaşamın hemen her alanında şidetin ve şiddet dilinin yaygın
olmasının büyük rolü var. Bizde medyanın önemli bir kısmı, şiddeti olağanlaştırmada
çekince duymamaktadır. Kültürle, teknoloji ve bilimle bu kadar iç içe olan bir
alanın, şiddeti toplumda yaygınlaştırıcı bir araç olarak kullanılması gerçekten
şaşırtıcı. Halen bir çok gazetenin 2-3 çü sayfaları, 'Namusunu temizledi'
başlığı altında kadın cinateylerini
haberleştirmesi, toplumda şiddeti içseltirme çabalarıdır.
Şiddet, toplumsal şekillenmemizde
her zaman önemli bir rol oynamıştır; işverenin işçiye, komutanın askere,
öğretmenin öğrenciye,ustanın çırağa, anne ve babanın çocuğa uyguladığı
şiddet... Bunlardan henüz kurtulmuş değiliz.
Bir başka temel nedene, daha
doğrusu, halen kapanmamış bir yaraya daha değinmekte yarar var; özellikle 80'li yıllarda başlayan ve 90 yıllarda
yoğunlaşan köyden kente kontrolsüz göç olayı, günümüzde yaşanan olumsuzluklarda
önemli rol oynamaya devem etmekte. 90'lı yıllarda metropollerin kenarlarında
oluşmaya başlayan gettolar artık getto olmaktan çıkmaya başlamıştır. Geçmişin
gettoları, kimlik çelişkisinden kurtulup kimlik edinmeye doğru yol almaya
başlamıştır. Bu yerleşim yerleri son on, onbeş yılda modern kentler haline
gelmiştir. Süreç içinde metrepollerin merkezleriyle farklılıkları aza
indirgenmeye başlanmıştır. Geçmişin gettolarında yükselen modern kentler,
semtler metropollerin merkezleriyle önemli oranda bütünleşmeye başlamıştır.
15-20 yıl önce 'kenar mahalle ahalisi' olarak küçümsenenler, şimdilerde
merkezlerde ticaret yapan 'zenginler' haline gelmişlerdir. Ama geçmişin
metropol sakinlerince yine de kıskançlıkla işaret edilmekten kutulduklarını
söyleyemeyiz. Boynunda muska, elinde tesbih göç eden neslin yerini daha
eğitimli, lüks dairelerde yaşayan, lüks arabalar kullanan, modern toplum
olmanın nimetlerinden yararlanan yeni bir nesil almaya başlamıştır. Yeni neslin
bir önceki nesile rağmen eğitimli ve modern yaşama olan düşkünlüğne karşın, eski
neslin taşıdığı kültürel değerlerden henüz tümüyle kutulmuş değildir. İşte
sorun da daha çok bu noktada başlamakta. Sorunu biraz daha geniş bir çerçevede
ele alırsak, modern toplumsal yapının şekillenmesinde rol oynayan pazar
ilişkilerinde geç kalmışlığın verdiği sorunlar yaşanmaktadır. Bir de bunlara,
küreselleşmenin getirdiği gereksiz tüketim alışkanlığının kazandırdığı davranış
bozuklukları da eklemek gerekir
Ekonomik ve sosoyal gelişmeler,
'Ev Kadını' kimliğini yok etmekte. 'Ev kadınlığı' yok olduğu oranda 'Namus
bekçiliği'de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmekte. Sonuçta modern
yaşamın tüm nimetlerinden yaralanmayı kendisi için normal gören erkek, kadının
sosyal yaşamın her alanında söz sahibi olmasına karşı ayak diretmekte. Kadının
toplumda statü sahibi olmasına karşı direnç göstermekte. Kadına yönelik
cinayetlerin artan bir grafik izlemesi, özünde kadının özgürleşmesine karşı
duyulan tepkiden kaynaklanmakta. Yani kadının cinselliği yok edilmek istenmekte.
Kadının cinselliği erkeğin çizdiği fasit bir daireye hapis edilmeye
çalışılmakta.
Bu arada İslam adına söylemde
bulunan bazı kesimlerin sapıkca söylemleri, kadına karşı şiddeti teşvik
etmekte. 'Hamile kadın sokağa çıkmamalı', 'Yedi yaşındaki kızla evlilik
yapılır', 'Annenin eteği dizden yukarı olursa tahrik edicidir' yönlü söylemler,
kadını yok saymayı hedeflemektedir. Bunların amaçları, kadını sindirmedir,
hiçleştirmedir.
İşkencecilerin, tecavüzcülerin,
kadına karşı şiddet uygulayanların ortak özelliği; kendine güvensizlik,
kişiliksizlik ve şiddeti çözüm aracı olarak görmedir. Özgecan Aslan'ı ve daha
bir çok kadını katledenler, böylesine düşkün, insanlıktan zerre kadar nasibi
almamış olanlardır.
Baki Karer
2015-02-22