TERÖRSÜZ TÜRKİYE
Epeyce bir süreden beri ‘Terörsüz
Türkiye’ sloganı hemen her alanda tartışılır bir noktaya geldi. Aklı başında
olan herkesin bu slogana bir itirazı olacağını sanmıyorum. Bu sadece bir slogan
değil, aynı zamanda ulaşılması gereken bir hedef, gerçekliktir. Şiddetin
olmadığı, insan yaşamını, yani yaşatmayı temel alan girişimleri destekleme her
insanın temel görevidir. İnsani düşünce ve davranış biçimi, kesinlikle tartışma
konusu yapılamaz.
Bizde bilerek, isteyerek terörü
temel alan yapılanmalar her zaman olmuştur. Son 45-50 yıllık zaman dilimi bir
çok gerçeğin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Gelinen aşamada, hem genelde hem
de Orta Doğu çapında terör örgütlenmeleri kullanılarak yol alınamayacağı
görülmüştür. Bu nedenle, PKK denilen kanlı örgüt, artık sonlandırılmak
istenmekte. Bu konuda kararın kesinlik taşıdığını, içine girilen süreçten geri
dönülmesinin oldukça zor olduğunu söyleyebiliriz.
PKK ve sivil görünümlü bir dizi
terör yapılanmaların sona erdirilmesi üzerine bunca tartışmaların yapılmasının
asıl nedeni, bu örgütün bizzat Kürt halkına karşı katliamlar yapmış olmasından
kaynaklanmaktadır. Öldürülen Kürt gençlerinin sayısı yüzbinlerle ifade
ediliyor. Bunlardan on binlercesi iç infazlar yoluyla ortadan kaldırılmıştır.
İnfaz ettikleri gençlerin hemen hemen hiç birinin mezarı bile bulunmamakta,
cesetlere ‘taş altı’ dedikleri yöntemi uygulamışlardır. Öylesine gaddar,
acımasızca uygulamalar içine girdiler ki, katlettikleri insanların bir çoğunu
daha sonra ‘şehit’ ilan etme riyakârlığını gösterdiler. Yine PKK terörü
sayesinde 4000 binden fazla köy boşaltılmış ve üç buçuk milyonu aşan insan
metropollere göçe zorlanmıştır. Eğer bugün gerçekten toplumsal yapıda huzur ve
gelecekte güvenli bir ortam oluşturulmak isteniyorsa, PKK’nin taş altı ettiği
insanların mezarlarını göstermesi gerekir. Ayrıca Diyarbakır Anneleri’nin
çocuklarına kavuşması en doğal haktır. Ailelerden kaçırdıkları çocukları sağ
sağlim geri vermeliler.
Neredeyse yarım asra yakın PKK
terörünün vahameti bilindiği için10.03.2025 tarihli makalemde;‘(…)PKK’nin
kendini fesh etmesi, silahlı teröre son vermesi, yine bazı eller aracılığıyla
farklı bir kimlik altında, farklı hareket tarzlarıyla provokasyonlarına devam
etmeyeceği anlamına gelmeyebilir. Bu konuda özellikle dikkatli olmak gerekir.’
yönlü bir uyarıda bulunmuştum. Nitekim Birden bire Ali Haydar Kaytan’ı ve Rıza
Altun’u ‘şehit’ ilan etmede gecikmediler. Aslında hiç zaman kaybetmeden
sergilen bu tavır, olası gelişmelere karşı bazı merkezlere göz kırpmadır.
Baskılara dayanamadığını
söyleyip, yaptığı işkenceleri ve katlettiği insanları açıklayacağını söyleyen
Kaytan, zaten ölümünden çok önceleri akli dengesini tümüyle kaybetmişti. Aynı
durumda olan Ali rıza Altun’un da özellikle Fransa’da yaptığı mali
yolsuzluklar, Avrupa, Rusya ve Beyrut mafyalarıyla içli dışlı olmanın doğurduğu
sakıncalar bahane edilerek ölüme terk edildi. Ayrıca Rıza Altun iki sefer
örgütten kaçma girişiminde bulunmuştur. Bu her iki kişi de, Lolan’da ve
Bekaa’da yüzlerce insana işkence yapmaktan ve kurşuna dizmekten suçludurlar. Bu
kişilerin ve ekiplerinin uyguladıkları işkençe yöntemleri Auschwitz kapında
dahi uygulanmamıştır. Bu her iki kişi de özellikle Dersim’li gençleri
katletmiştir. PKK’nin iç infazlarda daha çok Dersim’lileri hedef alınmasının
tarihi ve sosyolojik nedenleri vardır.
Kaytan ve Altun şimdi adeta
efsaneleştirilmeye çalışılmakta. Aslında bu yönlü girişimler tam anlamıyla
geleceğe yönelik bir dizi provokasyonların ip uçlarını vermektedir. Aynı
zamanda halkın aklıyla oynamadır. Kaytan’ın hiçbir teorik ve pratik gücü
yoktur; iddia edildiği gibi hiçbir kitabın hazırlanmasında yer almamış ve
yazdığı kitap da yoktur. Serxwebûn dergisinde zaman zaman zar zor kaleme aldığı
birkaç makalesi vardır. Rıza Altun ise, bambaşka bir ucubedir; daha çok PKK’nın
bilinen koltuk değnekçilerince abartılan ve reklamı yapılan biridir. Aslında
1978’in sonlarında örgütten atılmıştır. Yurt dışı serüveni başlayınca Öcalan
tarafından tekrar örgüte alınmış, işkence yapmakla ve cinayetler işlemekle
görevlendirilmiştir.
Şimdi bu kişilerin sahip olduğu
mezhep kullanılarak özellikle Dersim’de ciddi provokasyonlara hazırlık
yapılmakta. Sunnileştirmenin ve müritleştirmenin bir aracı olarak
kullanılmaktadır. Hem böylece iç infazlar yoluyla katlettikleri 15 bin insan
unutturulmak istenmekte. Katilleri masum gösteren yol ve yöntemler
denenmektedir. Önümüzdeki süreçte Dersim halkı, daha çok da gençler bu oyunlara
alet olmamalı, her türlü tertibe karşı uyanık olmalı. Kitle psikolojisi temel
alınarak halkta anlık infialler yaratıp, politikalarına taban bulmaya
çalışacaklar. Yani her çeşit algı operasyonlarına karşı özellikle Dersim halkı
uyanık olmalı.
27.05.2025
Baki Karer