13 Ocak 2013 Pazar

MİT-ÖCALAN GÖRÜŞMESİ VE SAKİNE CANSIZ SUİKASTİ

Mit, Derin Devlet, Gladyo isimleri her zaman Öcalan'la birlikte veya yanyana anılır olmuştur. Ya da Mit, Derin Devlet, Özel Savaş, Gladyo denildiğinde akla ilk gelen isim, Öcalan olmuştur. Yani Öcalan, devletin istihbarat kurum ve kuruluşlarıyla özdeşmiş bir isimdir. Neredeyse devletin istihbarat örgütlerini tanımlayan bir sıfat haline gelmiştir. Ama ne olursa olsun, Öcalan'ın nasıl tanımlanması gerekir diye bir soru yöneltiğinde, verilecek yanıt üzerine uzun uzadıya düşünüleceğini sanmıyorum. Öcalan; kan, gözyaşı ve terörden başka bir şey değildir. Daha farklı bir açıdan tanımlamada bulunanlar, kanıtlarını da beraberinde sunmak zorundadırlar.

Birdenbire tüm medya Mit-Öcalan görüşmesine kilitlendi. Bu durumu anlamak çok zor. Böylesi bir kilitlenme, odaklanma niye oldu pek anlaşılır bulmuyorum doğrusu. İlginç bir yan görmediğim gibi, ilk olan bir şey de değil. Kırk yıllık iki ahbabın her zamanki buluşması... Görüşme, bugünkü hükümetin özellikleri ve devlet kurumlarından bazılarının yeniden yapılanmasına bağlı olarak ele alınmış olunsaydı daha gerçekçi olurdu sanıyorum. Ama yine de, gençlerin, çocukların yaşamlarını kaybetmesini engelleyecek her adımı desteklemek gerekir. Yani geçmişte karanlık güçlerin, uzun vadeli hedefler için Kürt halkına karşı öne sürdüğü Öcalan alternatifi, bugün devlet politikası olmaktan çıkarılmaya çalışılmaktadır.

Yaşanan süreç, Gladyo'nun Kürt ayağına darbe vurma biçimlerinden biridir. Doksanlı yılların başlarından itibaren Avrupa'nın birçok ülkesinde, Gladyo oluşumlarının nasıl yok edildiklerine şahit olduk. İtalya ve İspanya örnekleri en sancılı olanlarıydı. Özellikle bu iki ülkede çok ciddi altüst oluşlar yaşanmıştı. Fransa ve Belçika daha farklı bir yol izlemişlerdi. Ben Şu anda Hükümetin daha çok Belçika örneğinden hareketle Kürt Gladyo'suna karşı bir yönelim içinde olduğu kanısındayım. Ama nereye kadar gidebileceğini, ne oranda olumlu sonuçlara ulaşabileceğini şimdilik kestirme zor. Önemli olan duruşta kararlılıktır. Bu kararlılığın olmadığını da kimse iddia edemez. Kendini 'ulusalcı' olarak tanımlayan güçlerin Kürt ayağını oluşturan Kandil ve BDP takımı, bir anlamda gafil avlandılar.

Bu gafil avlanmaya neden olan siyasal gelişmeler üzerinde durmak gerekir. Ergenekoncu takım, strateji ve taktiklerini Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını yıkmaya yönelik geliştirdiler. Bu nedenle iç ve dış ittifakçı güçlerini hep bu yönde oluşturdular. Darbeci kanadın iç ittifakkını belirleyen esas etmenlerden biri, faşist 12 Eylül darbecilerinin anayasasıdır. Faşist güçlerin hazırladığı anayasaya karşı alınacak tavır ölçü haline getirilmiştir; mevcut anayasayı savunma 'ulusalcılık' olarak kabul edilirken, karşı çıkma 'hainlik'le nitelendirilmekte.Bu hareket tarzının Türkiye koşullarında karşılığı nasyonalizmdir. Yani Türkiye'de savunulan ulusalcılık giderek nasyonalizme dönüşmüştür. Kandil ve BDP'yi bu çerçevenin dışında düşünmek tam anlamıyla bir yanılgıdır. Açlık grevlerinde izlenen yöntemler ve yaşları çoğunlukla 18 yaş altı olan yüzlerce çocuğun Kazan Deresi'nde ölüme gönderilmeleri en açık kanıtlardır. İzmir, Bursa, İstanbul vb. şehirlere göçetmek zorunda kalmış Kürtlere karşı takınılan ırkçı tavırlar ve geliştirilen söylemler, Hatay'da atılan sloganlar, ulusalcılığın nasyonalizme dönüştüğünü göstermeye yeter.

Dış ittifaklar da bu doğrultuda şekillendirilmiştir. Ortadoğu'da mezhep ayrımını temel alan bir şeridin üzerinde hareket etmediklerini kimse iddia edemez. 'Ulusalcı' olduğunu iddia eden takım, Kandil ve BDP ayağıyla birlikte, başta İran olmak üzere, Bağdat'ta Maliki iktidarı ve Suriye'de Beşşar Esad'ın temsil ettiği Baas rejimini temel ittifakçı güçler olarak görmüştür. PKK bunlarla da yetinmeyerek, 'TSK içinde gidişattan rahatsız güçleri'de ittifaka dahil etmiştir. Kıralcıdan daha kıralcı olmak, herhalde böyle bir şey olsa gerek. 'Ulusalcı' cephe, kandil ve BDP'yi çok akıllıca kullanarak, Ortadoğu'da ortaya çıkan siyasal istikrarsızlığı ülke içinde iktidar kavgasına eklemlemek istedi, ama olmadı. Yani beklentilerini bulamadılar. Kaybedecekleri daha baştan belliydi; Suriye'de Esad iktidarı kendini bile koruyamaz hale geldi, yıkılması an meselesi. Bağdat'ta Maliki hükümeti ise iktidar olma kavgası vermekte ve hatta, dayandığı Şii nüfusu içinden yükselen muhalefetle başetmeye çalışmakta. İran ve ABD'den gelen baskılar karşısında denge tutturamamakta. İran ise, Bölge'de yalnız kalmamak için neredeyse günlük değişen politikalar karşısında dengede kalmanın gayreti içinde. Nereden bakılırsa bakılsın, Ortadoğu'da kaybeden güçlerin yanında tavır aldılar. Dolayısıyla bu cephe, kaybetmeye mahkumdu. Nitekim, gelinen noktada kaybettiler. Tam köşeye sıkıştıkları noktada, hükümet atağa geçti. Artık anlaşmak zorundalar. İstanbul ve Ankara'da çeşitli bahaneler üreterek başlatacakları birkaç protestoya, Şırnakta patlatılacak birkaç mermiyle verilecek destek, artık onları kurtaramaz.



PKK SİLAH BIRAKMALIDIR



PKK kayıtsız şartsız silah bırakmalıdır. Türkiyede burjuva gücleri arasında iktidar savaşımının bir aracı olmaktan çıkmak zorundadır. Bugün yapılan çoğu tartışmalarda Kandil-BDP, Kürdlerin temsilcisiymiş gibi lanse edilmekte. Bu, bilerek ve inatla sürdürülen bir politikadır. Kürdleri gerçekten temsil edecek, demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesini sağlıyacak güçlerin önplana çıkmasını istemeyenlerin başvurduğu bir yöntemdir. Bu politikayı temel alanlar, aynı zamanda, PKK'nin Batı'daki ittifakcı güçleridir. Bu güçler, halen 'Balkan pisikoloji'sinden,Osmanlı'nın dağılma sürecinde yaşadığı 'yokolma'sendromundan kurtulamayanlardır. Kürd halkına karşı kin ve nefret duyarak kendilerini tatmin etmektedirler. değişen dünya koşullarını algılamaktan ve ona uygun yönelimler içine girmekten korkuyorlar. Oysa çok iyi biliyorlar ki, PKK'nin Kürd ve Kürdistan'la bir ilişkisi yoktur. Malum bu kesimler, 'Arap, bizi arkandan vurandır' diyerek, B.Avrupa ve ABD'nin izinden milim şaşmamış olanlardır. Bugünkü 'anti Amerikancılık'ları tam bir sahteliktir. Geçmişte olduğu gibi darbecilik oyunlarına destek bulsalar, Amerikadan daha iyisi yoktur.

Tüm bu gerçekler kavranıldığı içindir ki gerek Kürd, gerekse de Türk halkı, körü körüne akan kanın durması için her türlü desteği vermekte. Ortamın bu derece olumlaşmasında hükümetin oynadığı rol, görülmemezlikten gelinemez. Bu aynı zamanda, bir cesaret işidir. PKK'nin silah bırakma sürecini, Kürd halkının haklarıyla ilişkilendirme abesle iştigaldir. Yıllardır sürdürülen egemen güçler arası bu danışıklı döğüş bitmeli ki, Kürd halkının en doğal demokratik hakları gündemleşsin. Evine bakkaldan yiyecek alan bir polisin kafasına kurşun sıkmakla, 20 yaşındaki askerin ölümü karşısında sevinçten dans etmekle ve de daha 18'ini bile doldurmamış binlerce Kürd çocuğunu göz göre göre dağlara ölüme göndermekle hiç bir sorun halledilemez. Günümüzde oluşan bu olumlu atmosferi tersine çevirecek güç Kandil-BDP olursa, bunun sorumluluğu altında boğulmaya mahkumdurlar. Önümüzdeki süreçte sağa sola tehdit savuranlara, 'bu böyle olmazsa süreç kesilir' diyenlere dikkat etmek gerekir. Bunlar, derinin çukurunda olanlardır. Demokrasinin her alanda yaygınlaştırılacağı, özgürlüklerin kazanılacağı tarihin en elverişli evresinde bulunmaktayız. Böylesine elverişli koşulların, bir avuç azınlığın ihtirasları uğruna yokedilmesi karşısında dik durmalıyız. Havadan yaşamayı kendine prensip edinmiş olanlar pusuya yatmış, bu olumlu atmosferi bir an evvel yoketme çabası içinde; 8 Ocak'ta Çukurca'da karakol baskını niçin yapıldı, bu sorgulanmalı. Bir olayın önemli olup olmadığı salt matematiksel hesaplarla yapılamaz. Önümüzdeki günlerde bu ve benzeri ortaya çıkacak çatışmaların, süreci teslim almasına müsaade edilmemeli. Sürece 'ket vuracak olay' olarak değerlendirilen bir başka gelişme, 10 Ocak günü Pariste yaşandı.



SAKİNE CANSIZ VE İKİ ARKADAŞI NEDEN KATLEDİLDİ?



Türkiye'de görsel ve yazılı basının hali sorgulanmalı. Bir olay olduğunda herkes bir masa kuruyor ve en olmadık tartışmalar yapıyor. Bunların ezici bir çoğunluğunu kahvesini yarım bırakıp tartışmaya koşanlar oluşturuyor. Bazıları da, 'geri kalmayayım' düşüncesiyle bir şeyler karalıyor. Sakine'yi 'para kasası', Oslo görüşmelerinde aracı', 'Uluslararası ilişkileri yürüten kişi' ve benzeri daha bir çok görevler yükleyenler çıktı. Yani örgüt içindeki konumu ve iki arkadaşıyla birlikte infaz edilmesi üzerine öyle yorumlar yapıldı ki, hayret etmemek mümkün değil. Sakine Cansız için çok fazla bir şey söylemeyi uygun görmüyorum, çünkü öldürüldü. Söyleyeceklerime yanıt verme olanağı ortadan kaldırıldı. İnfaz edilen bayanların ailelerine başsağlığı dilerim.

Ama infaz olayına açıklıklık getirmem için bazı noktalara değinmek zorundayım. Sakine Cansız, uzun yıllardan bu yana örgüt içinde geri planda tutulan, her yönüyle etkisiz hale getirilmiş biri idi. 91-92'lerden itibaren Öcalan ve tayfasının söylemediği kalmamıştır. Bunları burada yazıya dökemem. Kafasına tabanca tutarak, çoğu zaman da ailesiyle tehdit edilerek onlarca sayfa 'itiraf' yazdırılmıştr. Bilgi sahibi olmak isteyenler, Serwebûn'un 118'ci sayısına bakması yeterlidir. Sakine Cansız'a 'dostlar pazarda görsün' misali görevler verilmiş, mümkün olduğunca pasif kalması için çaba gösterilmiştir. Açıkcası, sürekli gözaltında tutulmuştur. Ama tehlikeli işler sözkonusu olduğunda da önplana itiklenmiştir. Örneğin büyük miktarda para taşıma veya transver işleri sözkonusu olduğunda, çoğu zaman Sakine Cansız kullanılmıştır. PKK'nin topladığı paraların kaynağı zaten başlı başına tartışma konusu. Tehlikeli görev oluşu, bu noktadan kaynaklanmakta. Sakine Cansız, Fidan doğan ve Leyla Söylemez'in bir arada infaz edilerek öldürülmeleri tam bir tesadüftür. Doğrudur, esas hedef Sakine'dir, diğerleri görgü tanığı kalmasın diye öldürülmüşlerdir. Meselenin büyük ihtimalle para olduğu düşünülmektedir. Tetiği çeken veya çekenler PKK'lıdır. Binlerce insanın infazlarla katledildiği bir örgütsel yapıda, para nedeniyle işlenen bu tür cinayetler de yeni değildir. Aslında bunu Kandil-BDP de bilmekte, ama üzerinden siyasal kazanç elde edebilmek için kullanmaktalar. Sürmekte olan Öcalan-MİT görüşmelerinde doğrudan taraf olmak isteyenlerce, fırsata dönüştürme yönünde kullanmaktadır. Öcalan'ın MİT'le görüşmeler yürütüğü bir dönemde, olay yerine birikmiş kitleye devlet aleyhine slogan attırma çok komik kaçıyor.

11.01.2013

BAKİ KARER

YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE

  YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE       Türkiye’de son yirmi yılda oluşan koşullarda yerel seçimlerle genel seçimler arasında bir fark kalmadı.  Aslı...