17 Haziran 2020 Çarşamba

TEHLİKENİN BOYUTLARI (6)


TEHLİKENİN BOYUTLARI (6)

    İttihat ve Terakki’nin günün koşullarına uyarlanarak modern devlet düzeyinde örgütlenmiş hali Kemalizmdir. Jakobenizmi yerel düzeyde adlandırmak gerekirse, Kemalizm veya Atatürkçülük demekte bir sakınca yoktur. Bu anlamda Kemalizmle jakobenizm arasında ciddi bir farklılığın olduğunu söyleyemeyiz.
    Cumhuriyet ilan edildiğinde modernistleri Kemalistler, sultanlığın ve halifeliğin devamından yana olanları da muhafazakârlar temsil etmeye başlamıştır. Ama bizde ne modernistleri, ne de muhafazakârları Avrupai tarzda ya da sanayileşmiş ülkelere özgü biçimiyle tanımlama birçok sıkıntıları beraberinde getirir. Bizde laiklik ve sekülerlik ne kadar yanlış anlaşılmışsa, muhazakârlıkta o kadar yanlış anlaşılmıştır. Türkiye’de fetişlikten arındırılmış bir laiklik ve seküler bir yaşam biçimi egemen olmamıştır. Muhafazakârlık ise namazla sınırlandırılmıştır. Bu iki taraf arasındaki zıtlaşma ya da çelişki, Tanzimattan bu yana devam eder.
    Hem Kemalizm, hem de muhafazakâr kesim Türkçülüğü ve İslamcılığı başka toplulukları kendine benzeştirmenin aracı olarak kullanmıştır. Bu noktada kendine benzetmek istediği köken hakir görülürken, geldiği köken üstün görülmekte. Bizde ümmetçiliği ve  ulus devlet anlayışını savunan  kesimlerin en önemli ortak noktası, etnik köken üstünlüğüne dayanmasıdır. ‘Kardeşlik’ vurgusu yapılırken bile ‘seçilmiş’ olma hali bir tarafa bırakılmaz, ‘üstün kökene’ ait olma her zaman ön plana çıkartılır. Bu ezilen kökende veya milliyette pisikolojik üstünlük sağlamanın bir yoludur. Ezilen tarafta aşağılık duygusunu egemen kılmaya çalışarak kendisine hizmetçiler veya işbirlikçiler edinir. Egemenler çoğu zaman da böylesi yöntemlerinde ciddi başarılar elde ederler; örneğin PKK/HDP’de olduğu gibi. Aşağılık kompleksinin yol açtığı erazyonu simgelemesi açısından Öcalan’ın şu sözlerine kulak kabartmakta yarar var; Atatürk'ün önderlik hususlarını takdir ettim. Bugüne kadar da kendime rehber olarak kabul edip uygulamaya çalıştım.’ (Abdullah Öcalan, Ankara DGM Başsavcısı Cevdet Volkan'a 22 mart 1999 tarihinde gönderdiği mektup.) Özgürleşmekten korkan kölenin kendini bir başkasıyla, bir diğer değişle efendisiyle tanımlaması bundan daha iyi ifade edilemezdi. Aslında burada bir kişinin düşüncesini kabullenmeden ziyade puta teslimin getirdiği fizikötesi veya spritüel yaşam biçimini çıkar yol olarak görme dile getirilmiştir. Egemenler, böylesi bir yaşamı seçmiş birini artık istediği gibi kullanma özgürlüğünü elde etmiş demektir.

GELİNEN NOKTA

    PKK/HDP’nin oluşturduğu ortam ve toplumsal yapıda yarattıkları tahribatın boyutları şimdilerde daha iyi görülmektedir. Kürdü inkâr ettikleri, Kürdistan’ı çöpe attıklarını ilan ettikleri halde halen bunlara sempatiyle bakan bir kitlenin mevcut olması önemlidir. Bu durum son 40 yılda asimilasyonda ne oranda ilerleme sağlandığını gösterir. Daha önce ‘Diyarbakır Buluşması’ başlıklı makalemde vurguladığım gibi geçmişte Kürt, 'Türküm' demeye zorlanıyordu, bugün ise bir adım daha ileri gidilerek  Kemalist olma daha gurur verici hale getirilmiştir. Bu da PKK/HDP'nin ‘dağlı Kürtler'i' 'medenileştirme' projesi olduğunun açık bir göstergesidir. Yani Kürtler'i Türk ulusalcı takımının mihenk taşına dönüştürme projesidir. Aynı merkezin kolları arasında sürdürülen ve adına ‘savaş’ dedikleri kurgulanmış çatışmalar sonucunda böylesine önemli sonuçlar elde edilmiştir. Bugün hiçte küçümsenmeyecek bir kitle, Ortadoğu’nun ‘demokratikleştirilmesi’ söylemine  inandırılmış durumda. Ortadoğu’nun karanlık odaklarınca çizilmiş proje uğruna, Kürt halkının en dinamik, en atılgan kesiminden yüz bini aşkın insan, hendek ve benzeri eylemlerle heba edildi. Birçoğu arkadan kurşunlandı ve sonrasında halkın karşısına çıkıp ‘şehit oldular’ denildi. Evlatları arkadan kurşunlanan aileler ‘kadere’ boyun eğdirildi. Birçoğu korkuyla sindirildi ve önemli bir kesim de sadece mırıldanmayla yetinmek zorunda bırakıldı.
    Bugün PKK ve HDP büyük bir cesaretle Kemalizmle bütünleşmekten övünç duyduğunu, Türk partisi olarak her türlü hizmete hazır olduğunu kamuoyuna deklare ediyor. Peki bunun toplumsal yapıda bir karşılığı var mıdır?  Evet, vardır! Çünkü artık Türk olmakla övünen, Kürt halkıyla arasına duvar örmekten memnun gözüken önemli bir kitle vardır. Bahsettiğim bu taban, ülkesinin ismini ağzına almamak için ‘coğrafi alan ‘tanımlamasını daha gurur verici buluyor. ‘Birlik’ ve ‘kardeşlik’ örtüsü gayet başarılı bir biçimde kullanılıyor. Derin devlet ağlarıyla örülmüş böylesi kitlesel güce dayandıkları içindir ki Kürt halkının nefes boruları tümüyle kapatılmaya çalışılmakta. Basın, yayın, televizyon, radyo ve sosyal medya dahil her türlü propaganda olanakları kullanılarak, düşünmekten men edilmiş, müritleştirilmiş devşirme bir tabanla, toplumun çoğunluğu baskı altına alınmak istenmekte. Sadece bununla yetinmeyerek  zaman zaman  yönlendirmeye yönelik girişimlerde de bulunmaktalar.

Derin Devlet Desteğinde Kitleleri Yönlendirme girişimleri

    Bahsettiğim yönlendirme çabalarını, çok öncelerine gitmeden yakın tarihimizden, örneğin son 16-17 yıllık dönemden bir kaç örneklendirmeyle anlatabiliriz. Herkesin bildiği gibi, derin devletin her türlü desteğini almış PKK/HDP’in temel hedeflerinden biri, Adalet Kalkınma Partisi İktidarını yıkmadır. AKP iktidarının ilk dönemlerinde MHP’de, aynı amaca yönelenlerden biridir. Tabii bu dönemde bu ortaklığa CHP’nin nasıl öncülük yaptığı gözardı edilmemeli. Burada ortak çıkarların çakışması bahanesi önplana çıkartılamaz. Esas alınması gereken, bu iki oluşumu da ortak noktada buluşturan iradedir. Yani bu iki yapının aynı irade tarafından ortak hedefe yöneltilmesi önemlidir.
    ‘Andımız’ın her sabah okullarda okutulma zorunluluğu kaldırılırken PKK, ‘iktidar faşisttir’ diye tozu dumana kattı. İşin ilginç yanı Kürtçe Televizyon ve radyonun serbest bırakılması karşısında aynı tutumunu daha da ileriye taşıdı. Kürtçe kurslar serbest bırakılırken, mahkemelerde Kürtçe ifade verme hakkı tanınırken yine ‘AKP iktidarı faşisttir’ diyerek, ittifakçı güçleriyle birlikte engellemeye çalıştı. Kürdistan bayrağı Ankara sokaklarına asıldığında ve sayın Mesut Barzani Diyarbakır’ı ziyaret ettiğinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne olmadık küfürler etmeyi ihmal etmedi.  Bu arada Adalet ve Kalkınma Partisi için, ‘faşistler yıkılmalı’sloganını daha yaygınca işlemeye başladı. Örnekler çoğaltılabilir. Bunlar, PKK/HDP’nin Kürt halkının lehine olan en basit gelişmeleri dahi engellemek için kimlerle kol kola olduğunu gösteren ilginç yaklaşımlardır.
    Dönem değişti, MHP ve AKP birlikte hareket etmeye başladı. MHP’nin bugün hükümette üyesi olmamasına rağmen, iktidar ortağı biçiminde hareket ettiğini herkes bilir. PKK/HDP yine iktidar için ‘faşistler yıkılmalı’ sloganını atmayı sürdürmekte. Bu arada sıkıştığı her anda da ‘Kürtler için birlik’ ve bir de ‘Ulusal Kongre’ sloganını yüksek perdeden dillendirmeyi ihmal etmemekte. İttifakçı güçleriyle birlikte ne yazık ki, ‘muhalafetim’ diyen bazı kesimleri de çoğu kez etkisi altına alıp yönlendirmekte. Kemalist ideolojiye sıkı sıkıya bağlı olan HDP’nin,  bir düzen partisi olarak iktidarı veya herhangi bir partiyi tanımlaması gayet doğaldır. Ama değişen koşulları dikkate almadan aynı politik tutum içinde olan bazı muhalafet kesimleri de var. Hangi yönden geldiğine bakılmaksızın zaman zaman estirilen rüzgarların hızına kapılma doğal görülemez. Kürt/Kürdistan açısından nefes borularının daha fazla açılması ile nefes borularının kapanmasını aynı düzlemde değerlendirme, politik arenada yanlış adımların atılmasını getirir.  Olumsuzluklar arasında seçim yapmaya zorlama kitleleri nefessiz bırakır. İktidarın alternatifi olarak ‘Muhayyel Kürdistan burada meftundur’ diyen taraf, çıkış yolu olarak gösterilmekte. Kürt halkında Stockholm sendromunu içselleştirmenin yöntemleridir bunlar; yani ne yapıp yapıp ulusal dinamikler üzerinde durmanın zeminini yok etme uygulamaları sürekli kılınmak isteniyor.
    Sonuçta tüm bu girişimler, ontolojik devlete hizmettir. İşte bu anlamda PKK/HDP’ye ‘muhalefetim’ diyen her kesim, ayakları üzerinde durmanın çabası içinde olmalıdır.
    Kendin olma önemlidir.     
16.06.2020
Baki Karer








10 Haziran 2020 Çarşamba

TEHLİKENİN BOYUTLARI (5)


TEHLİKENİN BOYUTLARI (5)

    Kemalizme değinirken, İttihat ve Terakki’nin daha akılcı biçimi olduğunu belirtmiştim.  Bazıları ‘akılcı’ deyişime takılıp kalmış. Evet, doğru bir tanımlama olduğunu düşünüyorum; İttihatçılar tüm Türkleri ve müslümanları kurtarmayı hedeflerken, Mustafa Kemal Misak-ı Milli ile yetinmeyi temel almıştır. Yani sınırları oldukça daraltmıştır. Kemalizm artık Misak-ı Milli ile tanımlanır hale gelmiştir. Bu bir anlamda  o günün koşullarında ‘Kızıl Elma’ ülküsünün izlenmeyeceği anlamına da gelir. Aslında Mustafa Kemal’i Misak-ı Milli ile yetinmeye zorlayan asıl etmen, Batı’da tutunma imkanının olmadığını görmesidir. Bilindiği gibi 1920’de çizilen sınırlar Musul, Kerkük ve Halep’i de içine alıyordu. Daha sonraları Ortadoğu’daki İngiliz ve Fransızlar’ın askeri varlıkları dikkate alınarak bu bölgelerden vazgeçilmiştir. Her ne kadar İttihat ve Terakki Balkanlar’da Teşkilat-ı Mahsusa ile birlikte bir dizi başarılar elde etmişse de, sonraları Büyük Britanya ve Rusya Balkanlar’da taraf olmaya başlayınca, geri adım atılmaya başlanmıştır.

    1912’den bu yana köprülerin altından çok sular geçti, ama bir şey değişmedi; Osmanlı İmparatorluğunun egemen olduğu bu coğrafya, halen emperyalist güçler arasında bölüşüm için verilen kavganın merkezi olmaya devam etmekte. Irak’da Saddam iktidarının yıkılması ve Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte, Ortadoğu genelinde yaşanan güçler arası kavgada Musul, Kerkük ve Halep yeniden stratejik öneme sahip olmaya başlamıştır. Süper güçler ve Bölge devletleri bahsettiğimiz bu bölgeleri temel alan stratejiler geliştirmekte. Ortadoğu’nun muhtemel yeniden bölüşümünde bu şehirlerin belirleyici rol oynayacağını söylemekle hata etmiş olmayız. İşte PKK sorununun bir de bu noktadan hareketle tartışılması gerektiğini düşünüyorum..

PKK’nin İzlediği İttihat Terakki Stratejisi

    Ortadoğu halklarını ‘demokratikleştirme’ sloganı, Kürt uluslaşmasının tüm dinamiklerini yok etmeyi hedefine koymuş bir yapının, toplumu çeşitli bahaneler ve yutturmacalarla nasıl oyaladığına en iyi örnektir. Aslında bu slogan, bir dönemler İttihat ve Terakki’nin tüm Türkleri kurtarma adına Turancılık peşinde koşmasının ifadesidir. Dikkat edilirse, Ortadoğu’yu sözümona kurtarma adına hareket eden PKK, bölgedeki egemen uluslara şu veya bu düzeyde bir takım vaadlerde bulunuyor. Bu nedenle vaadlerinin ve hareket tarzının merkezine, Türkler’in birliğini oturtmaktadır. Yani Türkçülüğün Kızıl Elma ülküsünü Ortadoğu’ya uyarlamanın çabasını yürüten PKK ile karşı karşıyayız. İşte bu nedenden dolayıdır ki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ayakta kalmaması için her türlü ihaneti meşru görmekte ve övünç kaynağı haline getirmekte. Aslında PKK/HDP Bölgeye yönelik politikasında, Öcalan’ın Turancı ideallerinden bağımsız hareket etmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti bile Misak-ı Milli’nin dışına çıkmayı kabullenmediğini, mevcut sınırların dışına çıkmayı beka sorunuyla bütünleştirdiğini zaman zaman dile getirmekte. Ama öbür yandan uzun yıllardan bu yana sınırların genişletilmesi için mücadele veren elit bir kesimin olduğunu da biliyoruz. Burada derin güçlere bağlı bilinen akıl hocalarını hatırlamakta yarar var.
    Enver Paşa’ya özenilerek Ortadoğu için çizilen Turancı ülkü, Öcalan tarafından şu şekilde dillendirilmekte:  “Vatana ihaneti asla ağzıma bile almam. Olsa olsa onun Misak-ı Milli gereklerini çağdaş ölçüler içerisinde yerine getirilmesi yani büyütülmesidir (…) Misak-ı Milli’nin dışında kalan parçalarındaki Kürt-Türkmen topluluklarına en azından yaşadıkları devlet içinde soykırıma uğramadan demokratik kimlikleriyle yaşamalarına Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımı hem ahlaki hem siyasi bir görevdir, diyorum. Bu başka devletlerin iç işlerine karışma değildir.” (Abdullah Öcalan, Savunma, Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi, s.162-163) Dikkat edilirse çizilen bu strateji; Kerkük, Musul ve Halep’i Toroslarla birleştirme çabasından başka bir şey değildir. Derin güçler her zaman 1920’lerde çizilen ilk Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmenin çabası içinde olmuşlardır. CHP içinde ‘devleti ben kurdum’da direten kanat ile Öcalan’ın hocaları, bahsettiğimiz bu hedefin militanıdırlar. ‘Horasan Türklerinden’ biri olarak kendini tanımlayan birisinin, böylesi bir dönemde CHP’nin başına seçilmesi pek tesadüf sayılmaz. PKK/HDP’nin arkasında hangi güçlerin durduğu bu anlamda tartışmalı değildir. Şimdi mağara becuzelerinin G. Kürdistan’da niçin kümelendikleri daha iyi anlaşılıyor sanıyorum. Kürdü aşağılayan, hatta yok sayan ‘alçak ve rezil’ olduğunu söyleyecek kadar ileri giden bir anlayış, saldırganlığı formüllendirmiş Turancılıktır. Kırmızı Elma’ya koşan PKK, Kürdü nasıl hakir gördüğünü ve aşağıladığını her fırsatta dile getirmekten çekinmiyor; Kürt, kadın-erkek ilişkisinde ölmüştür. Kürt, bu ilişkide çirkinleşmiştir, alçaktır, rezildir, köledir, tutsaktır”* (Abdullah Öcalan, Devrimin Dili ve Eylemi, S,153)  diyebiliyor. Bu söylem, aynı zamanda Ahd-i Milli’ye bağlılığın açık ifadesidir.
    Bir dönem Kafkas Türkleri için uygulamaya konan strateji, bugün Ortadoğu’da yaşama geçirilmek isteniyor. PKK’nin Haşdi Şabi ile ilişkilerinin uzun vadeli ve stratejik hedefler İçermesi, böylesi nedenler içindir. Şu anda PKK ve Haşdi Şabi, diğer müttefikleriyle birlikte G.Kürdistan’ı iki parçaya bölüp ‘Pat’ metodunu uygulama peşindedir. Rojava’da ise ‘general geldi, general gitti’ söyleminin ayyuka çıkarılması boşuna değildir; burada uygulanan strateji, ‘hallelujah’dır..

10.06.2020

Baki Karer

 Devam edecek

   

3 Haziran 2020 Çarşamba



TEHLİKENİN BOYUTLARI (4)

    Bir önceki bölüm hakkında görüşlerini bildirenler arasında ‘hainliğin kurumlaşması olur mu’ diye soranlar oldu. Bahsedilen şey, bir veya birkaç kişinin basit, sıradanlaşmış tavrı veya muhbirciliği değildir. 30-40 yıldan bu yana şu veya bu biçimde bir ulusu etkisizleştirmek, varlığını tartışılır hale getirmek için olağanüstü gayret içinde olan örgütlü, bilinçli bir yapıdan bahsediyoruz. Böylesine önemli hedeflere ulaşmanın çabasını yürütenlerin kurumlaşmaya gitmeleri bir anlamda zorunludur. Eğer PKK bu amaçlar doğrultusunda kurumlaşmış olmasaydı, bir halkı, ulusu var eden dinamiklerle bu derece oynamaya, tahrip etmek için elinden gelen gayreti göstermeye cesaret edemezdi. Bu anlamda PKK’nin Kürt halkının varlığına kastetmiş örgütlü bir güç olduğu bilince çıkartılmalı. PKK’nin son 40 yıllık dönemi değerlendirilirken, halen 1984’de Kürt/Kürdistan için silahlı mücadele yürüttüğü, ama 1999’dan itibaren bu mücadeleden geri adım attığı söylenmekte. Bunlar irdelenmeden ileri sürülmüş savlardır. Yıllardır arka arkaya planlanmış olaylar zincirine bağlı olarak yorgun düşürülmüş kitleler üzerinde egemen kılınmış atmosferin yarattığı düşünce biçimleridir. Yurtseverlerin geçmişten günümüze kadar dürüst ve iyi niyetlilikle çizdiği hedefler ile PKK’nin üzerinde durduğu zemin birbirine tamamen zıttır.

İTTİHAT TERAKKİ VE PKK CEBERUTLUĞU

    Osmanlı İmparatorluğu’nun bürokratik sisteminin dayandığı sosyal yapı,    İttihatçıların çıplak zorbalığının da temelini oluşturur. Bilindiği gibi Osmanlı’da bürokratik yapı içinde yer alanların sermaye edinmelerine müsaade edilmiyordu. Avrupa’da görülen biçimiyle derebeylik sistemi de olamadığından soylu sınıfının gelişmesi engellenmiştir. Osmanlı’da tebaa-devlet ilişkisi egemendir. Ağa veya bey’ler arasında palazlananların bir çoğu, Padişah tarafından sürgünle veya başka biçimlerle cezalandırılıyordu. Bunlar ve daha birçok nedenlerle İmparatorluk içinde meta dolaşımı ve ticaretin önüne çıkartılan engeller sonucu burjuva sınıfının doğuşu gecikmiştir. Yani Avrupa’da burjuva sınıfı gelişirken ve giderek ekonomiye egemen olurken, Osmanlı’da skolastik düşünce egemendi. Hatta bu düşünce biçiminin günümüz koşullarında bile önemli oranda geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz; en azından zaman zaman hortlatıldığına şahit oluyoruz. Dolayısıyla bugüne kadar hemen her dönemde ‘tanrılar’ yaratılmış ve bu yaratılan tanrıların etrafında düzenler oluşturulmuştur. Çünkü böylesi koşullarda inançla hareket eden kalabalıklar yaratma kolaydır. İttihatçıların ceberutluğunu aratan PKK’nin uyguladığı çıplak zor, böylesi koşulların ürünüdür. PKK’nin mağara yaşamını neden tercih ettiği şimdi biraz daha anlaşılırdır. Mağaradan gönderilen tehdit pusulalarıyla köylüden, işçiden ve esnaftan giyecek, mekap marka ayakkabı, un ve şeker çuvalları istemeleri, veremeyenleri en vahşi işkencelerle katletmeleri böylesi bir mirasa dayanmasından kaynaklanmaktadır. Bu noktada İttihat ve Terakki’nin daha akılcı biçimi olan ve yakın tarihimize damgasını vuran Kemalizme değinmeden geçmek olmaz.
    Aslında Kemalizm denilen bir akım var mıdır yok mudur tartışmalıdır. Son yıllarda bazı çevrelerce, Kemalizm yerine daha ‘yerli ve milli’ olarak görülen Atatürkçülük kullanılmaya başlanmıştır. Kemalizm, Şevket Süreyya Aydemir ve arkadaşlarının oluşturduğu ‘kadro hareketi’ tarafından ortaya atılmıştır. Ama hangi düşünceye sahip olduğu ve hangi ideolojinin ürünü olarak savunulması gerektiğine bir türlü açıklık getirememişlerdir. Kemalizm denilen olay, apaçık bir Jakobenizmdir. Kemalizm olarak nitelendirilen akımın Cumhuriyetle birlikte oluşturduğu devlet bürokrasisi, uygulamaya koyduğu ekonomik anlayış, azınlıklara ve farklı milletlere karşı yaklaşımı tam anlamıyla Jakobenizmdir. Yani ‘halk adına, halka karşı’ olan seçkin azınlık hareketidir. Sonuç olarak bize Jakobenlik, Kemalizm olarak kabul ettirildi. İşte İttihatçı geleneğe bağlı olarak oluşturulan PKK, Kemalizm’in en tutarlı savunucusu konumundadır. Üst akıl tarafından örgütsel yapı oluşturulurken paryacılık temel alınmıştır. Örgütsel hiyerarşinin oluşturulmasında paryacılığın esas alınması, Kürt halkına karşı ihanette kullanılma sırasında en ufak bir itirazla karşılaşma riskini ortadan kaldırmak içindir.
    PKK’de Paryacılığı en iyi temsil edenlerden biri de Mustafa Karasu denilen kişiliktir. Kendi değişiyle hataların militanı olarak bir üst sınıfla girdigi zina ilişkisinin korkutucu sonuçlarının bilincindedir. Bu nedenle bir üst elite ulaşmanın yoğun çabası içinde halen. Kendisini kabul ettirip ettirmeyeceği meçhul. Özellikle içerdeyken Sabri Ok’la birlikte iyi bir eğitimden geçirildiklerini bilmeyen yok. Bir dönem dillendirdikleri direnme teraneleri de artık işe yaramıyor. İnsanların kendilerini sorgulamaya başladıklarını bildikleri içindir ki, şimdilerde açıktan oynuyorlar.  Her ikisi de uzun yıllar ‘Simon’ların yaratıcısının tezgahından geçtiler. O nedenle ‘karısız kocasız, devletsiz’ yaşam lumpenliğini Kürt halkına dayatmakla görevli olduklarını inkâr etmemekteler. Kim ne derse desin, Kürt halkı bugün sergilenen paryacılığın farkındadır. Paryalardan oluşturulmak istenen ‘kadro hareketi’ başarısızlığa mahkumdur.
2020-06-02
Baki Karer
Devam edecek



    PKK TERÖRÜNÜN GELDİĞİ NOKTA     Epeyce bir süreden bu yana Pkk/Dem’de neler oluyor diye tartışmalar yürütülüyor. Tartışmalarda, son...