26 Nisan 2024 Cuma

 

 


PKK TERÖRÜNÜN GELDİĞİ NOKTA

    Epeyce bir süreden bu yana Pkk/Dem’de neler oluyor diye tartışmalar yürütülüyor. Tartışmalarda, son kırk yıldır sürdürülen şiddetinin toplumsal yapıda yol açtığı sosyolojik değişiklik pek dikkate alınmamakta. Halbuki Pkk terörü, sadece Kürt toplumunda değil, Türk toplumunda da muazzam değişime yol açmıştır. Pkk ile yürütülen ‘düşük yoğunluklu çatışma’ Kürtlerde aidiyet bilincini olabildiğince tahrip ederken, Türk toplumunda milliyetçiliği körüklemekle kalmamış, tekelci burjuvazinin baskı ve sömürüsünün güçlenmesine katkı sağlamıştır. Otokratik devlet anlayışında sürekliliğin sağlanması için terör, önemli bir araç olarak kullanılmıştır. Bu duruma denk düşecek biçimde toplumun önemli bir kesiminde, içinde bulunduğu sosyal yaşantıyı geçmişle kıyaslama anlayışı ön plana çıkmıştır. Bu düşünce tarzı, ister istemez şükürçülüğü, baş eğmeyi neredeyse egemen hale getirmiş ve sorgulamayı minimalize etmiştir. Yani her iki kesimde de toplumsal yapının direngi noktaları önemli oranda kırılmıştır. ‘Bezginlik’, ’yorgunluk’ toplumsal psikolojinin temeli haline getirilmiştir. Bu gün tekkelerin, zaviyelerin, tarikatların toplumsal yapıda ciddi boyutlarda yer edinmesinde, Pkk terörünün oynadığı önemli rol inkâr edilemez. Bu noktada, kendini ‘sol’ diye tanımlayan bazı marjinalleşmiş kesimlerin, Pkk/Dem’i desteklemekle kimlere hizmet ettikleri de kendiliğinden açığa çıkar. Ayrıca, SSCB’nin yıkılmasından sonra uluslararası alanda ortaya çıkan değişimlerle birlikte giderek yaygınlaşan küreselleşmenin hem dünya genelinde hem de doğal olarak Türkiye özelinde yol açtığı önemli değişimler böylesi bir sosyal yapının güçlenmesinin tuzu biberi olmuştur. Öte yandan 1980’de cuntanın iktidara el koyması ve PKK’yi Şam'da bile istediği doğrultuda hareket ettirmesi, Yeşil Kuşak projesinden bağımsız düşünülemez.  

    Aslında bu faşizan terör örgütünün niteliğini açığa çıkarma anlamında, sebep olduğu yıkıcılığın boyutlarına tekrar tekrar değinmekte yarar var. Kimileri ‘gerek yok’ dese de, milyonca kez de olsa gözler önüne sermenin gerekli olduğuna inanıyorum. Çünkü gelecek, geçmişin doğru irdelenmesi üzerine şekillenir. Son 40 yıldan bu yana, Üç bine yakın köy boşaltılmış, üç milyonu aşkın kitle Batı’nın metrepollerine göç ettirilmiştir. Daha yakın dönemde, ‘şehir savaşı’ uydurukluğu adına 70 bin hanenin yıkılmasına neden olunmuştur. Terörün yol açtığı ölümlerin; iç infazların, köy ve mezra baskınlarıyla çocuk, kadın ve yaşlı demeden topluca katledilen  insanların sayısı yüzbinin üzerindeki rakamlarla ifade ediliyor. Kırk yıldan bu yana PKK’nin ortaya çıkardığı gerçek tablo bu kadar vahimdir. Bu anlamda; PKK’nin Kürt halkını hedef alan terör eylemlerinin toplumsal yapıda yol açtığı tahribat belirleyici konumdadır.
    Bazıları ‘çözüm nedir’ diye soruyor. Çözüm; geçmişin eleştirisinde, doğru kavranılmasında yatar. Hatta, ‘PKK eskisi kadar iç infaz yapmıyor, sokakta sivilleri fazla öldürmüyor’ diyebilecek kadar cahil cesareti gösterenler bile var. Asıl üzücü yan; bu cahillerden bazılarının bu gün siyasi alanda rol oynama olanağını elde etmiş olmasıdır. Sonuç olarak; para, koltuk, popüler olma uğruna çocuk katilliğini olağan gören ya da hiçe sayan sürüleşmiş bir yapı ortaya çıkarıldı.

YENİ BİR AŞAMAYA GEÇİŞİN SANCILARI YAŞANIYOR

    Gelinen noktada ne iç, ne de uluslar arası koşullar, eski usullerle gidilmesine olanak tanımıyor. Kaldı ki, 40 yıldır temel alınan şiddetle hemen her kesimde yaygınlaştırılmaya çalışılan korku ve yıldırma politikasıyla, toplumsal yapıda yeni bir evreye geçilmiştir. Toplumun ekonomik, sosyal, kültürel vb. yapısında çok ciddi değişimler yaratılmıştır.  Uzun süreli terör, Kürt halkının dokusunda küçümsenmeyecek oranda yıkıcı etkilerde bulunmuştur.
    İçinde bulunduğumuz dönemde, terör ve şiddet sarmalının yol açtığı değişimleri, örgütlü tarzda yeni bir mecraya taşımaya sıra gelmiştir. Pkk’nin parti ismiyle bu kadar sıkça oynamasının, son dönemde kararsızca ortalıkta dolaşmalarının, birbirlerine karşı aşırı güvensizlik içinde olmalarının nedeni de budur. Bu geçiş sürecinde ortaya çıkabilecek boşlukta, erklere bağlı bazı güçlerin rol oynamasına  ortam yaratmamanın çabası verilmektedir. Yani hemen her koşulda yüzer-gezer yatın temsil ettiği karanlık güç odaklarına sadık kalınmakta. Bu noktada, İstanbul belediye başkanlığına adaylık konusunda yaşanan çelişkili durum, yeni döneme özgü stratejinin uygulanmasında karşılaşılan zorluklardandır. Hayata geçirilmek istenen strateji, pek öyle sesiz sedasız uygulamaya konulamamakta; derinlerde ve legal planda bazı çatışma ve çelişkileri beraberinde getirmektedir. Daha doğrusu, karanlık odakların çıkar farklılıkları şu veya bu düzeyde kendini açığa vurmaktadır. Bahsettiğimiz çıkar çelişkilerinden kaynaklanan farklılıklar, Pkk/Dem içinde herhangi bir ayrışmaya neden olmaz, olamaz. Yeri ve zamanı geldiğinde ayrışmayı sağlayacak tek güç, efendilerdir. ‘Gövde Kürt, tepe Türk’ söylemi sadece bir avuntudur. Tepeden ayağa kadar oluşturulmuş bir pazar söz konusudur; bundan böyle bu pazarın alıcıları ve satıcıları oluşmuş durumdadır

PKK/DEM NE YAPMAK İSTİYOR?

    ‘Pkk/Dem ne yapmak istiyor’ veya kimler ne yaptırmak istiyor?’ sorusunu da sorabiliriz. Ama bizi ilgilendiren bu ayrıntıdan ziyade, bahsettiğimiz yapılanmaların gördükleri işlevdir. Yani yerine getirmek için yüklendikleri görevlerdir. Tartışılması ve aynı zamanda tavır alınması gerekli olan da bu görevlerdir.
    Bilindiği gibi, estirilen terör sayesinde 40 yıldan bu yana yeterince göç sağlandı. Batı metropollerine göç eden Kürt nüfusunun ikinci, hatta üçüncü nesli yetişmiş durumdadır. Yeni nesiller dedelerinin, annelerinin ve babalarının acı anılarını dinlemek bile istememekte. Çoğu zaman da anlatılanları, geçmişin ‘basit anıları’ olarak kabul etmekteler. Toplumsal yapıda önemli bir kesimin bu noktaya gelmesinde, tarihin süzgecinden geçerek oluşmuş kurumların şiddet temelinde dağıtılması önemli bir etkendir. Aşiret, şeyh, seyit vb. yapıların her biri bir kurumdur. Bu kurumların şiddet temelinde yok edilmesi ile modernleşme temelinde ulusal bütünlüğün sağlanması arasındaki farklılık görülmeli. Örneğin aşiret bir kanbağını, yani soy ağacının temelini oluşturur. Aynı zamanda kimlik kazanmada ‘öteki’ olmayı içerir.  Bunların şiddet yöntemiyle değil, ulus olma sürecinde giderek merkezileşmeyle aşılması gerekir. Aşiret ilişkileri ve ‘öteki’ olma durumu antropolojik temelde doğru değerlendirilmelidir.

    Metrepollere taşınmak zorunda kalanların durumlarını son 40-45 yılda yaşanan bu altüst oluşların ışığında değerlendirmek gerekir. Elbette göç edenlerin arasında şehir merkezlerinin sosyal ve kültürel yapısıyla bütünleşenler de var. Ama bu bütünleşmede, ağırlıklı olarak hangi kimliğin rol oynadığı ayrı bir tartışma konusudur. Yine de göçmen mahallelerinde sıkışıp kalanlar çoğunluktadır. Mahalle kültürüyle yoğrulmuş ve kimlik edinememenin davranış biçimlerini sergileyen bu kesim, bahsedilen gövdenin müdavimleridir. Pkk bu kesimi ‘Kentleşmiş Kürt’ olarak tanımlamakta. Serpiştirilmiş bu toplulukların yeterince asimile olduğu, Türk kültürü ve diliyle kaynaştığı kabul edilmekte. Bunların Pkk aracılığıyla, yani Dem türü yapılanmalarla kontrol edilmesinin gerekli olmadığı tartışılmaktadır. İstanbul’da, Ankara’da kendini ‘sol’ olarak tanımlayan, marjinalleşmiş ve şu anda Pkk/Dem’le hareket eden grupların yanı sıra, CHP ve CHP çizgisinde hareket eden kesimlerce kontrol edilmesi gerektiği düşüncesi ağırlıktadır. Tartışmaların hareket noktası; yüzer-gezer yatın ‘Mustafa Kemal’in güncellenmesi lazım’ şiarıdır
    Tartışmalarda kullanılan dil ve üslupten hareketle, Diyarbakır, Antep, Maraş, Urfa. Van, Mardin v.b şehirlerde Pkk/Dem’e destek veren kitle için, hemen hemen aynı projeler geliştirilmektedir Bu yörelerdeki destekçi kitleler, ‘Köylü Kürt’olarak tanımlanmakta. ‘Köylü Kürt’ olarak tasnif edilmelerine gösterilen neden ise, sosyal ve kültürel açıdan Batı metropollerinde yaşayanlar kadar gelişmemiş olmalarıdır. ‘Köylü Kürtler’in bir süre daha Dem ve bileşenlerince götürülmesi gerektiği düşüncesi şu anda ağır basmaktadır. Yani ‘kentli Kürt’e evrilmeyi sağlayacak aracı veya transfer güç, Pkk/Dem’dir. Sonuç itibariyle, her iki tarafı aynı amaca hizmet ettirme esas alınmaktadır Dem’de görevlendirilmiş olanların kimlere hizmet ettikleri biliniyorsa da, ‘ontolojik devletle görüşüyorum’ diyenin temsil ettiği odak, her konuda belirleyici konumdadır.
26.04.2024
Baki Karer

 

 

 

 

6 Mart 2024 Çarşamba

YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE

 YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE

 

    Türkiye’de son yirmi yılda oluşan koşullarda yerel seçimlerle genel seçimler arasında bir fark kalmadı. Aslında nasıl ve neden bu noktaya gelindiği ayrı bir tartışma konusu. İktidar partisiyle muhalefet partilerinin halka sundukları vaatler arasında pek bir farklılık yok. Sadece anlaşılmayan taraf; iktidar muhalefetmişcesine söylemde bulunurken, muhalefet partileri de iktidar partisi tarzıyla vaadlerde bulunarak propaganda yapmakta. Böylesi bir hareket tarzı, her iki taraf için siyasette tıkanıklığın ifadesidir. Bu tutum, ister istemez, toplumsal düzlemde ayrışmaya, çatışmaya neden olmakta. Çatışmacı, cepheleştirici siyaset toplum içinde tarafların birbirini dıştalamasını, ötekileştirmesini olağan hale getirmekte. Bu hareket tarzı, çok tehlikeli bir yola girişin ön adımıdır. Toplumu cepheleştiren siyasetin bir de vatan millet sakarya edebiyatını temel alması, ötekileştirmeden daha da öte bir durumdur; yani döşenmek istenen zeminin gelecekte topluma ne kadar yabancı olacağının bir göstergesidir.

    Seçim için yapılan propaganda biçimlerine bakıldığında, halen ‘şehir devlet’ anlayışından kurtulup ulus devlet anlayışına ulaşamamanın sancılarını görmemek mümkün değil. Kurum ve kuruluşlarıyla hukuksal çerçevede işlerlik kazanmış merkezi devlet anlayışının yerleşmediğine şahit oluyoruz. Mucizevi kahramanlıklarla toplumsal yapıda değişimlere yol açacağını iddia edenler, kendilerine atfettikleri ‘kurtarıcı’ rolüyle ortalıkta dolaşıyor. Bilimden ve akılcı düşünmeden tamamen uzak, birey ve toplumda sürü psikolojisini egemen kılmanın çabası yürütülmekte. Bilinç oluşumuna, bireyler arası bilinç akışına neden olması gereken seçim propagandaları, bizde, tam tersi bir işlev görmektedir. Bizde seçim propagandası demek, bilinç karmaşası, hemen her alanda bulanıklık demektir. Bireyi ulusun bireyi olmaktan çıkarma hedeflenmektedir. Çünkü birey ulusun bireyi haline geldiği noktada vatandaşlık bilinci gelişir, sorgulama başlar. Bu da bireyin yükümlülükler altına girmesini getirir. Bu çoğulcu, demokratik toplumun inşası anlamını taşır. Birey, ulus bilincine vardığı oranda özgürdür ve toplumun bir parçası haline gelir. Ama bizde bütün bunlar bir tarafa bırakılır. Özellikle seçimler döneminde dinsel temaların ön plana çıkarılmasının bir nedeni de, bireyi yükümlülüklerinden uzaklaştırmak içindir.

    Seçim döneminde ortaya çıkan adayların önemli bir çoğunluğu, ‘ben’le işe başlar yani ‘benim’ der. Süreci kendileriyle başlatarak kurtarıcı katına çıkmaya çalışırlar. Geçmiş tarihi süreci ve bu süreçte ortaya çıkmış değerleri görmemezlikten gelirler. Buyurganlar; topluma hep önermelerde ve tavsiyelerde bulunurlar. Ama eylemi hep reddeden birer ucubedirler, toplumda dönüşüm için direnişte, eylemde bulunmayı kabul etmezler. Propaganda ve seçim faaliyetleri boyunca bir çoğu kendini kültleştirmenin çabasını yürütür. Kült haline geldikleri oranda kurtarıcı rolü oynayacaklarına inanmışlardır. Aslında bu halleriyle her biri birer cahildirler. Bu cahillerin morfoloji üzerinden araştırmaya tabi tutulmasına ihtiyaç vardır.

Baki Karer

27.02.2024

    PKK TERÖRÜNÜN GELDİĞİ NOKTA     Epeyce bir süreden bu yana Pkk/Dem’de neler oluyor diye tartışmalar yürütülüyor. Tartışmalarda, son...