11 Ocak 2025 Cumartesi

ORTA DOĞU’DA SAVAŞ ATMOSFERİNİN TÜRKİYE’YE YANSIMALARI

 

ORTA DOĞU’DA SAVAŞ ATMOSFERİNİN TÜRKİYE’YE YANSIMALARI
-1-
Önce Büyük Millet Meclisi’nde Dem'lilerin sırtını sıvazlama misali el sıkışmasıyla başladı. Bir çokları gözlerine inanamadı; kimi gözlerini ovuşturmaya başladı, kimi gözlük numaralarının yeterli olmadığı sanısına kapıldı. Oysa Dem sıralarında el öpme yarışına girmenin kargaşalığı yaşanıyordu. Yani hizmetlerinden dolayı ’Yuvaya’ kabul edilişlerinin mutluluğu çehrelerine öylesine yansımıştı ki, sevinçten gözyaşı, salya sümük birbirine karışmıştı. Aradan çok geçmeden 15 Ekim’de Devlet Bahçeli esas sürprizini yaptı; malum bayın hizmet aşkını dillendirerek, "Terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin" dedi ve noktayı koydu. Ama asıl şaşkınlık, 22 Ekim Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grup Toplantısı’nda yaşandı. Devlet Bahçeli, “Şayet terörist başının tecriti kaldırılırsa, gelsin DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin.” dedi ve aynı zamanda önümüzdeki süreçte Orta Doğu politikasında izlenecek stratejiyi de belirlemiş oldu. Sadece bu kadar değil; son 50 yılın çok katmanlı örtüsü de böylelikle kaldırılmış oldu. Öcalan ve binbir şürekasının hangi ışık almaz diplerde yetiştirilip kullanıldığının ilanı yapıldı, yani resmen kabullenildi ve bundan böyle tabu olmaktan çıkartıldı. Bu yönüyle çok olumlu bir gelişme olduğunu kabul etmeliyiz. Asıl önemli olan da, bölge genelinde siyasi gelişmelerin ve silahlı çatışmaların aldığı boyutun, bu açıklamalara yol açmış olmasıdır.
Şu anda olup bitenleri kavrayabilmek için Orta Doğu, Avrupa, Çin Denizi ve Arktik bölgelerindeki siyasal ve askeri çatışmaların nedenlerine kısaca değinmekte yarar var. Yani dünya savaşına bile yol açma tehlikesi içeren bir süreç yaşanmakta. Türkiye de mevcut ve muhtemel gelişmelere yönelik bir tavır, duruş veya hazırlık içindedir. Özellikle bölge düzeyinde ortaya çıkabilecek askeri ve siyasi gelişmelerde belirleyici olmanın çabası içinde. Bir çok çelişki ve zıtlıkları içinde barındırsa da, hallaç pamuğu haline gelmiş kucağındaki İmralı misafirini alternatif haline getirme çabalarını, bu çerçevede düşünmek gerekir.
Bölgesel Çatışmaların Nedenleri
Küreselleşme ciddi bir tıkanıklığın içine düşmüş durumda. Uluslararası sermaye genelde kendine bir çıkış ve sürekliliğini devam ettirecek çözümler bulmak istiyor. Sermayenin merkez ülkelerinde her ne kadar demokrasiden, insan haklarından bahsediliyorsa da egemen oldukları pazarlardaki hükümranlıklarından geri adım atmak istemiyorlar. Onlar için demokrasi, insan hakları ve bu yönde oluşmuş kurumların ve sivil oluşumların hareket sahası, önemli ölçüde vahşi kapitalizmin kâr anlayışıyla sınırlandırılmıştır. Kapitalizm, buhranlı noktaya geldiğinde, Protestan geçmişini unutup çok rahat irrasyonelliğe yönelebilmektedir. Dünya savaşlarında yaşanmış yıkım tüm yönleriyle biliniyorken, emperyalizm, hükümranlığı temel alan uygulamalarından geri durmamaktadır. Bugün Orta Doğu’da ve diğer bölgelerde yaşanan çatışmalar ve savaşlar bu anlayışın bir ürünüdür. Yani genelde ve özellikle de Orta Doğu’da parya kapitalizmin yol açtığı buhranın sonuçları yaşanmakta. Enerji ve uluslararası ticaret yollarına sahip olma kavgası verilmekte; son tahlilde yeniden pazar bölüşümü sürecine girmiş durumdayız.
Sosyalist sistemin yıkılışı, Çin’in birtakım farklılıklar içerse de kapitalist sermayenin yoğunlaştığı bir merkez haline gelmesi, ister istemez pazarlarda kayganlığı daha da arttırmıştır. Sanayileşmiş ülkelerin sahip oldukları pazarlarda küreselleşmeyle birlikte yaşanan kayganlık kadar, bu ülkelerdeki çalışanların iş güvencelerinin giderek sınırlandırılması, saldırganlığın yayılmasının bir başka nedenidir. Bazı ülkeler arası ve bölgesel düzeydeki çatışmaların yaygınlık kazanmasını, bir de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Ukrayna-Rusya Federasyonu arasında devam eden çatışmaların pazar bölüşüm kavgası olmadığını kimse iddia edemez. Aynı biçimde şu anda devam eden İsrail-Hamas ve yine İsrail-Hizbullah arasındaki çatışmalar sadece İsrail’in daha fazla toprağa sahip olma isteminden kaynaklanmamakta. Yani, Avrupa’nın desteğiyle ABD öncülüğünde yeni ticaret yollarının açılması ve enerji yollarına tam anlamıyla egemen olma isteminin belirleyici payı var. Orta Doğu’daki bu gelişmelere bir de, Doğu Akdeniz’in yer altı zenginliklerinin bölüşüm çabaları eklenirse, mevcut askeri ve siyasal alandaki çatışmaların hedeflerini de kavramış oluruz.
Başta ABD olmak üzere Batı dünyasının belli başlı ülkelerince İsrail, Orta Doğu’da koçbaşı olarak kullanılmaktadır. İsrail, Gazze’yi önemli oranda ‘sorun’ olmaktan çıkarırken, Lübnan’da da Hizbullah’ı etkisiz hale getirmeye çalışmakta. Aslında İran’ın bölge genelinde dayanakları önemli oranda sınırlandırılmak istenmekte. Özellikle radikal İslami yapılar, Orta Doğu’ya özgü ortaya çıkmış veya çıkartılmış terörist oluşumlar adım adım tasfiye edilmekte. Sonuçta, tüm bu olup bitenler; kapitalist emperyalist sistemin çöküntüye doğru gitmeye başlayan küreselleşme politikasını kurtarmak için dünya pazarlarını yeniden bölüşmeye kalkışma çabasıdır. Bu noktada Amerika Birleşik Devletleri, öncü rol yüklenmiş durumdadır. Birinci Dünya Savaşı sonrası Büyük Britanya’nın oynadığı rolü, günümüz koşullarında Amerika Birleşik Devletleri’nin oynayıp oynayamayacağını önümüzdeki süreç ortaya çıkaracaktır. Orta Doğu’da mevcut sınırların değişip değişmeyeceğinin yanısıra, Artik ve Çin Denizi’nde yaşanan sorunlara yaklaşım tarzı önemlidir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin çağrısı
Herkesin dikkati Ukrayna-Rusya Federasyonu arasındaki çatışmalara odaklandığı bir anda, 7 Ekim 2023’de Gazze’nin hâkimi Hamas, İsrail’e saldırdı. Bu bir nevi savaş ilanının arkasında hangi aklın olduğu ve ne tür amaçlar taşıdığı ayrı bir tartışma konusu. Hamas’ın eylemini fırsat bilen İsrail, karşı taarruza geçerek Hamas’ı büyük oranda etkisiz hale getirdi. Gazze şu anda ağırlıklı olarak İsrail’in işgaline uğramış durumda. Aslında Filistin’nin bölünmüşlüğünü temsil eden Hamas, Filistin ulusunun çıkarlarına ters düşen olumsuz tavrını bir kez daha sergilemiş oldu. Bugünkü olup bitenlere baktığımızda, İsrail’in çıkarlarına hizmet edildiğine şahit olmaktayız. İsrail, devlet sınırlarını Filistin toprakları üzerinde daha da genişletmede sınır tanımamakta artık. En önemlisi de, batı dünyasının bu genişlemenin yanında yer almış olmasıdır. Öte yandan Rusya Federasyonu ve Çin de İsrail’in yeni toprak kazanımına karşı aktif bir yönelim içinde değil. Adeta suskunlar. Belki de, ABD ve Avrupa’nın Orta Doğu’da takılıp kalmasını, çıkarları açısından daha yararlı görüyor olabilirler.
Süper güçlerin bölgesel çıkar ve çelişkilerinden yararlanan İsrail, İran’ın güç kaybetmesini, hatta devlet olarak parçalanmasını istemekte. Bunun için elinden geleni ardına koymuyor. ABD ve Avrupa’yı da bu yönlü girişimlerine pratikte ortak etmenin çabası içinde. Suriye ise önemli ölçüde halledilmiş durumda. Tekrar ayağa kalkmasının uzun yılları alacağı ortada. Suriye üzerinde mezhepleri veya milliyetleri temel alan bölünmelerin ortaya çıkıp çıkmayacağı pek belli değil. ABD ve İsrail’in hareket tarzına bakılırsa, mevcut devlet sınırlarının korunmasından yana bir tavır var. Elbette bu noktada Rojava çok farklı bir zeminde ele alınmalı. Rojava’ya egemen olan yani Pkk/Pyd anlayışı, Kürt toplumunun önemli bir kesimini Esad’ın ve ABD’nin paralı askerleri durumuna getirmiştir. Şu anda Rojava’da sahneleri birbirinden kopuk bir tiyatro sergilenmektedir.
Bazı çevreler, İsrail’in, Gazze’den başlayarak G.Lübnan’ın Litani Nehri’nin doğusunu Golan’la bütünleştirip Rojava sınırlarına dayanacağını iddia etmekte. Bu Bir abartıdır. Bu durum yüz kiloluk bir gövdeye bin kiloluk kanat takmaya benzer. Yani İsrail’in bunu yapacak ne devlet gücü, ne askeri gücü, ne de nüfusu vardır. Bu kadar geniş, aynı zamanda sorunlu arazi parçası üzerinde denetim sağlama imkanı yoktur. ABD’nin aktif desteği olsa bile, İsrail’in böylesine ağır riskleri göze alacak kadar devlet aklından yoksun olduğu düşünülemez. Nitekim, Lübnan topraklarında Hizbullah güçlerine karşı tam bir başarı elde edememektedir. İlerlemede inat etmenin kendisine çok pahalıya mal olacağını görmüş durumda. Şu anda Lübnan’la, aslında Hizbullah'la ‘geçici’ denilse de ateşkes anlaşmasına razı olmuştur. Bu noktada biraz soluklanmak isteyen İsrail’in yeni hedefinin İran olacağı tartışılmakta. İran’a yapılacak bir saldırıya ABD’nin katılma ihtimali, Orta Doğu’ya bambaşka bir çehre kazandıracaktır. Gazze’den başlayan Lübnanı kapsayan ve Suriye’de Baas rejiminin yıkılmasına sebeb olmuş askeri ve siyasi gelişmelerin, Tahran’ı da içine alma olasılığına karşı Türkiye, tayakkuza geçmiş durumdadır. İşte Milliyetçi Hareket Partisi’nin çıkışını bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
MHP’nin çağrısı, uzun vadede Orta Doğu’da muhtemel gelişmelere karşı ‘Kürt kartına' oynamadır. Türkiye için önemli olan Musul-Halep hattıdır ve bu hattı oluşturmanın gayreti içindedir. Musul-Halep hattının dışındaki bölgelerde ABD’nin oynayacağı role karşı ciddi bir tavır yoktur. Türkiye’nin Pençe-Kilit operasyonu, bahsettiğim bu hat ile bağlantılıdır.
Kimileri, İsrail’in İran’ı ve Suriye’yi parçalara böleceğini düşünmekte. Her şeyden önce, İsrail tek başına karar verme gücüne sahip değildir. ABD ise, bu yönde bir hareket tarzı izlememekte; bugün için gücünü, bölge çapında denetim ve baskıyla sınırlama niyetinde. Suriye, Irak, Lübnan ve İran’da mevcut devlet sınırlarıyla oynama yönünde bir tavır sergilememektedir. Gerek bölgesel, gerekse de dünya düzleminde var olan güçler dengesinin, sınırlarla oynamayı ne kadar olanaklı kıldığı ayrı bir tartışma konusu. Ayrıca, uzun süreli savaş ve karmaşa, ticaret ve enerji yollarının güvenliğini tehlikeye atacaktır. Bu durum sanayileşmiş ülkelerin de ekonomilerini sarsacak önemli bir faktördür. Kapitalist-emperyalist sistem her zaman en yüksek kârı nasıl elde edeceğini düşünür. Ama Orta Doğu’da kimse keskin hatlarla belirlenmiş çerçeveler çizemez; her şey her an alt üst olabilir ve beklenmedik gelişmeler ortaya çıkabilir.
ABD’nin Büyük Orta Doğu projesinde başlarda çizdiği hedeflerle günümüz koşullarındaki hedefleri arasında önemli değişiklikler vardır. ABD, İran’ın kolunu kanadını kırdıktan, İsrail’le savaş yapma olanaklarını büyük oranda yok ettikten sonra, güçlerinin büyük bir bölümünü Bölge’den çekecekmiş gibi görülüyor. Ağırlıklı olarak izlenen strateji bu yöndedir. ABD’de iktidarı kazanan Trump’un, dünya pazarlarının yeniden bölüşüm kavgasında belirleyici olan alanlara döneceği iddiası, pek de yabana atılacak iddia değildir. Yani, Arktik ve Çin Deniz’inde güçlerini yoğunlaştırmaya çalışacak.
Tüm çelişki ve askersel çatışmalara karşın Orta Doğu ve Kafkaslar muhtemel bir dünya savaşının belirleyici alanları olmaktan uzaktır.
09.01.2025
Baki Karer

Hiç yorum yok:

ANLAMAK ZOR

  ANLAMAK ZOR Birkaç hafta önce, yüzer-gezer yatın adamı, eline sıkıştırılmış bir makale yayınladı. Makalede yıllar önceden değindiği ko...