18 Mart 2013 Pazartesi

ÇATIŞMASIZ BİR ORTAMA DOĞRU



Epey bir zamandır 'süreç'ten bahsediliyor. Artık birçok sözcük kullanılırken ilk akla gelen, 'süreç' oluyor. Örneğin barış, silah bırakma, çözüm, İmralı, Mit vb. sözcükler süreç'le bağlantılı kullanılmaya başlandı. Peki, toplumun neredeyse tüm kesimlerinin bahsettiği 'süreç', nedir? Ya da içinde bulunduğumuz ortamda süreçten ne kastediyoruz. Sıkça kullandığımız bu sözcükten beklentilerimiz nelerdir? Süreci, zaman ölçüsü birimiyle sınırlı olarak ele almadığımıza göre, zaman içinde gelişen olaylarla bağlantılı olarak düşünüyoruz demektir. Yeni bir süreçten bahsedildiğinde, çoğumuzun aklına tarihin akışını değiştiren olaylar ya da toplumsal yaşantımıza yön veren ekonomik gelişmeler gelmektedir. Oysa, o sıkca bahsedilen süreç bunların hiç birini içermiyor. İçinde yaşadığımız şu dönemde aklımıza gelen tek şey, Öcalan-Mit görüşmesinin sonucunun ne olacağıdır. Elde edilecek sonuçlar, daha binlerce gencin yaşamını ilgilendirdiğini kimse yadsıyamaz. Çünkü ta başından itibaren belli merkezlerin kontrolü altında otuz yıldır sürdürülen 'düşük yoğunluklu çatışma' sözkonusu. Yani toplumsal çelişkiler ve gelişmeler sonucu ortaya çıkmış olaylar zinciri ile karşıkarşıya kalmış değiliz, tersine, toplumsal gelişmeleri seyrinden çıkarmaya yönelik iradi müdahalelerle karşı karşıya kaldık, kalıyoruz.

Süreç, zaman içinde düzenli veya düzensiz, birbiriyle ilintili veya ilintisiz birçok olaylar zinciridir. Sonuçta zamanla ilintilidir. Dolayısıyla 'zaman'dır. Felsefi açıdan her ne kadar helen tartışılıyor olsa da, zaman ölçülebilirdir.Ama diğer açıdan sonsuzluk olarak da görülür. İşte bu noktada, bir çoğu Tanrıya vurgu yapar; sonsuzluğu Tanrıyla özdeştirir.

Son günlerde Öcalan-Mit arasında başlatılan görüşmeler sonucu varılmak istenen çatışmasız ortam, sonsuzluğa havale edilerek yeni bir 'Tanrı' yaratmaya yönelik çabalar içinde olunduğuna dair bazı girişimlere şahit olmaktayız. Bu yönlü girişimlerin yeni olmadığını hemen belirtelim. İşte geçmişten bir örnek; 'Onun 'Öcalan kastediliyor.BN.) tanrısal bir güç olarak değerlendirilmesinin en başlıca sebebi de, onun anlaşılmasının zorluğundan kaynaklanmaktadır.' (Abdullah Öcalan.. Devrimin Dili ve Eylemi.S.12) Dikkat edilirse Öcalan dokunulmaz, görünmez ve anlaşılmaz kılınarak sonsuzluğa havale ediliyor Sansuzluğa havale etme ise tanrılaştırmadır. Öcalan'ı kitlelere 'Tanrı' olarak lanse etme girişimlerinin, halka yönelik silahlı şiddeti terkettirme çabarının hız kazandığı dönemde daha bir ağırlık kazanmasına şaşmamalıyız. Son dönemlerde Kandil ve BDP içinde bazı odakların süreci girdaplara sürükleyerek boğma çabası içinde bulunması, bir de bu nedenledir. Halen bir dönemler Bekaa'ya akın eden akıl hocalarının tavsiyeleri doğrultusunda hareket edilmektedir. Yani ululaştırma ve tanrılaştırma çabaları sürdürülmekte. Bu yönlü çabaların kimlere ait olduğunu anlamak için, Cumhuriyet tarihine bakma yeterlidir. 'Heykelini dikeceğiz' ya da kişiye yönelik özgürlük söylemi, 'düşük yoğunluklu çatışma'dan aslan payını alanların söylemidir.

Süreçten kimler ne bekliyor?

Süreçten beklentileri olanları üç temel kategoride ele alabiliriz: Bunlardan birincisi, otuz yıldır Kürd halkına karşı sürüdürlen silahlı şiddetin son bulmasını isteyenler. Bunlar sürdürülen silahlı şiddetin Kürd halkının iç dinamiklerini parçaladığını, yok yere bir neslin heba edildiğini söylemekte. Kürd halkına karşı uygulanan silahlı şiddetin başından itibaren egemen güçlerin bir projesi olduğunu; silahlı terörün Kürd halkını beyin gücünden, aydınlanmadan yoksun bıraktığını, ekonomik ve siyasal açıdan da tarihin gerisine düşürdüğünü tüm açıklığıyla gözler önüne sermekteler. Sürdürülen anlamsız şiddetin halkın demokrafik yapısını bozduğunu; göç ve asimilasyonu hızlandırmakla kalmadığını, Batı'ya göç eden nüfüsun aynı zamanda ucuz işgücü deposu olarak kullanıldığını dillendirmektedir. Bunlar ve benzeri nedenlerden dolayı PKK'nin silahlı şiddeti bırakması için mücadele etmekteler. Yani silahların konuşmadığı bir ortamın, halkın çıkarına olacağını bilmekteler. Yürütülen silahlı terörün esas mağrununu Kürd halkı olduğunun bilincindeler. Bu nedenle, Kürd sorunun çözümü ile silahlı terörün sona erdirilmesi girişimini aynı düzlemde düşünmemekteler. Kısaca şiddetin sona erdiği noktada, Kürd sorununa en sağlıklı çözümün bulunacağına inanmaktadırlar. Doğrusu da budur.

Bir diğer kesim ise, bir yandan silahlı şiddete karşı olduğunu beyan etmekte ama öbür yandan da, şu vaya bu biçimde PKK'yı bir süre daha 'kullanma' anlayışına sahip olanlardır. Bu kesim, 'PKK silahı kullansın, sonuçları üzerine nasıl olsa konarız' düşüncesiyle hareket etmekte. Oysa kullanılan silahlı şiddetin hiç bir getirisinin olmayacağını, olsa da başkalarına yedirilmeyeceğini bilmemekteler. Herşeye rağmen dirsek teması içinde olmayı tercih etmekteler. Bunlara, moloz yığını üzerine ucuz bina inşa etmek isteyenler de diyebiliriz. Oysa PKK'nin hareket tarzı, tam anlamıyla dolap beygirliğine denk düşmektedir. Çünkü bir konseptin ürünüdür.

En önemlisi de, Kürd halkına karşı silahlı şiddetin sürdürülmesinden yana açıktan tavır koyanlardır; bunların varlığı, neredeyse tamemen şiddet ortamının devamıyla orantılıdır. Sivil siyasetin üzerinde vesayat rejimi devam ettiği koşullarda, mevcut düzenin çarkı içinde ekonomik ve siyasal çıkarlarını koruyabileceklerini düşünmektedirler. Baskıcı, despotluğun egemen olduğu ortamın ürünü olduklarından, aydınlıktan korkmaktalar. Eski düzen ilişkilerinin egemen olduğu ortamda, dönen çarktan vurgunla beslenmeyi alışkanlık hale getirmişlerdir. Bu nedenle, ana prensipleri Kürdün yok sayılmasıdır. Daha açık bir deyimle, Kürdün kendini özgürce ifade etmesi, bu düzen asalaklarının kendilerine özgü kurdukları yuvanın yıkılışı anlamını taşır. 'Vatan, millet, Sakarya' edebiyatını halen geçerli akçe olacağını iddia eden bu kesim, aslında İstanbul elitidir. Son dönemlerde bağımsızlığı ve anti emperyalizmi dillerine pelesenk etmiş olsalar da, özünde emperyalizmle işbirliği içinde yeni 12 Eylüller peşinde olduklarını gizlememekteler. Halen darbe beklentisi içindeler. Silahlı şiddetin devamı onlara sadece siyasal alanda getiriler sağlamamakta, aynı zamanda havadan ekonomik ve mali kazançlar sağlamakta. İstanbul elitinin BDP-Kandil ile ittifak kurduğu noktalara bakılırsa her şey daha kolayca anlaşılır.

Son şıkta bahsettiğimiz kesim, herşeye rağmen güç açısından hiçte yabana atılamaz. Her ne kadar geriye çekilmişlerse de, hemen her alanda güç kaybına uğramışlarsa da süreci provoke etme güçleri vardır. Özellikle son dönemlerde medya ayaklarıyla atağa geçmiş durumdalar. Bu kesim, silah bırakılmasını engellemek için olmadık 'çözüm' önerilerileriyle kafa kargaşalığına sebeb olmaktadır. Özellikle İngiltere ve İRA örneği etrafında dönüp dolaşmaktalar. Böylesi öneriler Tel Aviv ve Washington kaynaklıdır. Özünde Kürdü bitirme önerileridir.Bu açıdan Kandil'in sözcülüğünü yapmalarına şaşmamak gerekir. Son günlerde kaleme aldıkları köşe yazılarına bakma yeterlidir. Hakkari'yi, Gevaş'ı ömründe görmemiş, Kürd gördüğünde son surat taban yağlayacak olan birinin makele başlığının ilginçliği gözlerden kaçmamakta; 'Hop bi dakika.' Bir de 'raporcu'lar var; 'BDP içinde normal karşılanıyor da dışarda pek öyle değil' yönlü arka arkaya kaleme alınan kışkırtıcı yorumların dikkat çekmemesi mümkün değil. Kastedilen 'dışarı' ise, Diyarbakır'ın lüks pastahanelerinde kahve içerken 'etraf'la yapılan sohbetlerdir. Hele orada burada sergilenen Sinn Fein hayranlığı...Üzerinde durmaya bile değmez. Bunlar çok iyi biliyor ki, İrlanda ile Kürd sorunu arasında hiçbir bağlantı ve benzerlik yoktur. İleride 'Kürdler arasında Alevi-Sunni, Şafi-Hanefi çatşması var' diye tartışmalara başlarlarsa hiç şaşmamak gerekir. Bahsedilen bu kesim, silah bırakmanın önüne ne tür engeller çıkartırsa çıkartsın, hamlelerinini karşısında dik duruş sergileme onları geri püskürtecektir. Gerek Ortadoğu'daki siyasal gelişmeler, gerekse de Türkiye'de egemen olan siyasal atmosfer, savaş çığırtkanlığı yapanları siyasal arenada aktör olmaktan çıkarmıştır. Silahlı şiddeti sürdürmede ısrar edenlerin de, silahlı şiddete çanak tutanların da esas hedefi, Kürdistan Federe Bölgesi'dir. İmralı-BDP görüşme notlarını sızdıranlar bu bloka dahil olanlardır.



İmralı 'tutanağı'nı kimler sızdırdı ve niçin?

BDP heyeti, Öcalan'la yaptığı görüşmenin içeriğini 'İmralı Tutanakları' adı altında kaleme alarak basına gönderdi. Haber duyulur duyulmaz 'başarılı habercilik' olarak yutturulmaya çalışıldı. Olayın kesinlikle başarılı habercilikle hiçbir alakası yok. Ayrıca haberin veriliş tarzı ve üzerinde oynanmış olunması aslında yeni bir tür 'andıçlama'dır. Bu sefer medya andıçlama yaptı, hem de en pespaye biçimde. Basına verilen karşılıklı konuşma notlarından anladığımıza göre, bazı konular üzerinde tartışıldığı açık. Tartışılan konular sonradan, yani dışarıda bir yerlerde kaleme alınmış, düzenleme yapılmış. Kurulan cümlelere ve paragaflara, yazıda sergilenen mentaliteye bakıldığında sonradan Apoculaşmış birinin kaleminden çıktığı besbelli. Dağınık, ele avuca gelebilecek kırıntıları bulmakta ne kadar zorlanıldığı gizlenememiş. Eğer yayınlanan notlar Kandil'de düzenlemeye uğramış olsaydı, bambaşka bir uslup ve yöntem sergilenirdi. BDP içindeki malum tayfa, işi çok aceleye getirmiş. Acemi piyes yazarlığıyla sürece 'ince ayar' verilmek istenmiş. Ama bu notların gazeteye verilmesinin tamemen Kandil'in bilgisi dışında olmadığı da kesin. BDP içinde bu konuyla ilgili çok ciddi tartışmalar yapılmakta. BDP'de Öcalan'a sınırsız yarenlik yapanlardan iki kişinin bu işte başrol oynadığını bilmeyen yok. Zaten bu kişilerin, baştan itibaren, daha fazla kan dökülmesi için akla gelebilecek her türlü gayreti gösterdikleri bilinmekte. Bunlar anlaşılmaz tanrısallaştırma eyleminin de öncüleridir. Notları sızdırdıkları iddiasıyla partiden 'atılan' üç kişi, gönüllü kurbanlardır. Ama oyunları tutmadı. 14 Temmuz 2011 Silvan olayı ile alınan sonuç, 'görüşme notları'nın yayımlanmasıyla alınmak istendi. Sonuçta geliştirdikleri oynun kurbanı haline geldiler. Silah ve şiddete, kan dökülmesine karşı tavır alanların izlediği aklıselim politika ağır bastı.

Gerek Kandil ve gerekse de BDP içinde ulusalcı takımın arkasında sürüklenen kanad, süreci baltalamak için kısa aralıklarla başvurduğu 'ince ayar'ların hiç birinde başarılı olamadı. Bunların takoz koyma eylemlerine inatla devam etmeyeceklerine kimse garanti veremez. Ama her şeye rağmen, kaçırılan memur ve askerlerin geri verilmesi, bu kanadın epeyce gücünün kırıldığını göstermekte. Bugünden sonra 'ince ayar'larına ne tür oyunlarla devam ederler bilinmez ama cesaretlerinin epeyce kırıldığını söyleyebiliriz. Mevcut ortamın başarıyla devam ettirilmesinde halkın desteği çok önemli. Halk bu desteği yeterince vermektedir. Ne tür provokasyon gelişirse gelişsin, halkın verdiği destek temel alınmalı.

PKK'nin seçenekleri tükenmişir

Günümüze dek PKK'nın sürdürdüğü silahlı şiddet hareketi, 12 Eylül rejiminin Kürd halkı üzerinde kesintisiz devamını sağlamıştır. Dolayısıyla Kürd halkı hem siyasal, hem ekonomik, hem de sosyal alanda büyük tahribatlara uğramıştır. Toplumsal yapının zihninde bile körelme yaratılmıştır. Oy verdiği partinin başkanının ismini bile bilmeyen bir toplumsal yapı ortaya çıkmıştır. Bu tablo bile, toplumsal yapıda yaygın olan korku ve paniği gösterir. Bireyler kendini özgürce ifademiyor demektir.

İster Kürd, ister Türk olsun hemen herkes, silahlı şiddet politikasının son bulmasını istemektedir.Gelinen bu noktadan sonra, PKK'nin sürecin gereklerini yerine getirmekten uzaklaşıp silaha sarılması, daha birçok Melise Aker ve Nesibe Belgin'lerde ısrarlı olacağını ilan etmesi demektir. Bunu bir seçenek olarak kabul etmenin akıldışılığı tartışma götürmez. Ortadoğu'daki siyasal gelişmeleri 'güvence' olarak görme, algıda yanılmayı ifade eder. Kafkaslarda ve Ortadoğu'da devler tepişiyor. Hiç kimse Kürd halkını devlerin tepişmesine heba etmeye yeltenmemlidir. İpe un sererek süreci çıkmaza sürükleyecek olanlar, tarih karşısında suçlu konuma düşerler. Elitlerin seksen yıllık statükosu dağılmakta, sistem daha özgür bir düzleme doğru evrilmektedir. Statükodan yana tavır alma, asalak elit güçlere hizmet anlamı taşır. Silahların değil, düşüncelerin konuştuğu özgür ortam herkesin çıkarınadır.

15.03.2013

Baki Karer

Hiç yorum yok:

YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE

  YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE       Türkiye’de son yirmi yılda oluşan koşullarda yerel seçimlerle genel seçimler arasında bir fark kalmadı.  Aslı...