30 Mart 2023 Perşembe

SEÇİM SÜRECİNİN GETİRDİĞİ SAFLAŞMA

 

 

SEÇİM SÜRECİNİN GETİRDİĞİ SAFLAŞMA

 

     Bizdeki saflaşmaların sadece önümüzdeki seçim süreciyle alakalı olmadığını hemen herkes kabul eder. Daha gerilere gidersek saflaşmaların önemli ölçüde çatışmaları da içerdiğini biliriz. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen sürede her on yıl çok ciddi çelişki ve çatışmaları içinde barındırır. Yani her on yıllık zaman dilimlerinin kendine has özellikleri vardır. Öyle ki, toplumsal yapımızda ortaya çıkmış ayrışma ve saflaşmalar zaman zaman iç savaş boyutlarına bile ulaşmıştır.

    14 Mayıs 2023 seçimleri de toplumsal yapımızda çok ciddi bir cepheleşmeyi getirmiştir. Çıkarlar üzerine yaratılmış çelişki ve çatışmaların, kitlelerin bünyesinde yarattığı çok yönlü olumsuzlukların sonuçlarını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ama şimdiden hiçte hoş olmayan bir tabloyla karşılaşacağımızı söylersek, abartı yapmış olmayız.

    Özellikle son yirmi yıldan bu yana bu derece bıçak sırtı yürüyen bir iktidar kavgası olmamıştı. Mevcut siyasi ortamda esas olarak iki ana cepheleşmeden bahsedebiliriz; cephelerden birinin başını çeken, Chp-Hdp-İyi Parti birlikteliğidir. Chp ve İyi Parti’nin başını çektiği Millet İttifakı veya Altılı Masa olarak ifade edilen masanın diğer ortakları sadece bir görüntüden ibarettir. Yine aynı biçimde Hdp’nin kendini sol olarak ilan eden Tip’le kurduğu birlik, aslında geniş kitleler nezdinde Chp-Hdp ve İyi Parti ittifakını saklamada kullanılan bir örtüdür. Bir diğer değişle görüntüyü kurtarma operasyonudur. İkinci cephede ise, omurgasını Akp ve Mhp’nin oluşturduğu Cumhur İtifakı yer almaktadır. Cumhur ittifakının diğer bileşenleri de kitlelerde psikolojik etki sağlamada kullanılan araçlardır.

    İki cephe arasında yapılan sert tartışmalar, seçim sürecinde taraf olan her kesimi derinden etkilemekte, toplumsal problemleri daha da derinleştirmektedir. Ama bu durum, Kürt aydınları, Kürt politikacıları ve örgütlenmeleri için çok önemli koşullar ortaya çıkarmıştır. Böylesi koşullar, belli amaç ve hedefler için örgütlenme yapmış güçler açısından hem daha geniş kitlelere ulaşmada hem de örgütsel alanda kurumlaşmayı sağlamada önemli dönüm noktalarıdır. Sadece örgütsel açıdan değil, düşünsel açıdan da toplumda kalıcılığı sağlayacak önemli fırsatlar yaratır. Kürt örgütlenmeleri açısından sorun şu veya bu kadar sayıda milletvekili çıkarma olmamalıdır. Milletvekili çıkarıp çıkaramama hiç önemli değildir. Önemli olan; ‘Kürdüm, yurtseverim’ diyen herkesi kapsayacak biçimde örgütsel yapıyı kitleselleştirme temelinde kurumsallaştırmadır. Kurumsallaşmaksa çözümün anahtarıdır. Bu tarz bir yönelimi temel alma; başkalarının kimliğini yüceltmeyi kabullenmemedir. Ulusal kimlik üzerinde ısrarlı olunduğu sürece modern ulus olmanın bilincine varılır. Ulusal, kültürel kimliğe aidiyet sorunu ancak bu biçimde çözülür. Bireyi ulusa bağlamanın yolu buradan geçer. Yani günümüzün örgütlendirilmiş Hamidiye Alayları Pkk/Hdp ancak böylesi bir tavırla geri püskürtülür. Maddi çıkarlar uğruna kırmızı koltukta oturmak için Kürt kıran Pkk/Hdp pöçüğüne takılanlar ve aynı zamanda vahşi kapitalizmin şekillendirdiği burjuva muhalefetlerinin paspaslığına razı olanlar, er veya geç tarihin çöplüğündeki yerlerini alır.

2023.03.30

Baki Kare

10 Mart 2023 Cuma

Seçim Yarışı

 

 

 Seçim Yarışı

 

    6’lı masa 2023 genel seçimleri için Cumhurbaşkanı adayını nihayet belirledi.  Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığına aday gösterildi. Aday gösteren beş parti de sağcı ve muhafazakâr. Yani Türkiye’nin tüm renklerini bir araya topladığını iddia eden CHP’nin etrafının tam tersi bir durumla çevrelendiği görülüyor.  6’lı masa; bağnaz dinci kesimden, ülkücülerden ve neo-liberalcilere kadar sağın tüm çeşnisini barındırmaktadır. İktidarı her açıdan en sert ifadelerle eleştiren 6’lı masanın, bırakın solun yanından geçmeyi ‘merhaba’ bile dememek için bin bir takla atmasını ne ile ifade edeceğiz? İttihat Terakki türemelerinden biri olan CHP’yi sosyolojik olarak sola ya da sosyal demokrasi cenahına mı yerleştireceğiz?  CHP’den umutlu olmamızı sağlayacak elle tutulur ne tür verilerin olduğu ortaya koyulmalı. Örneğin CHP’nin Ahrar Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkasıyla benzeşmeyen yanları kadar ortak olan yanlarından hareket ettiğimizde, altılı masanın durumu daha iyi anlaşılır.  Sahip oldukları ortak özelliklerden dolayı aynı kapıdan içeri girmek için birbirlerini çiğnemekteler.  Bu durum bizdeki sınıf ayrışmasıyla uyum içindedir.  

    Küreselleşme koşullarında toplumsal realitede karşılık bulmak için çaba içinde olmayan CHP ve solun önemli bir kesiminin durumu tartışılmalıdır. Kemalizmin ve sol geçinen bazı kesimlerin Jakobenliğinden ziyade Bonapartist yönü, özellikle de bugünlerde yeniden gündemleştirilmelidir. Yıllarca MDD ve YÖN çizgisinin sol içinde etkin olması boşuna değildir, Bunlar günümüz koşullarında, özellikle de seçim arifesinde alışkanlıklarını ayyuka çıkarmış durumdalar. Ama farkında olmadıkları ya da kabullenmedikleri bir durum var, o da; Bonapartizmin ordu ayağı artık kullanılır olmaktan çıkmıştır ve bu ayağın eski tarzda işlevsel hale gelme ihtimali de yok. Duaları, beklentileri boşunadır. Şöyle veya böyle AKP’ye karşı çıkma adına solun önemli bir kesimi Kızıl Elma’nın bir parçası haline getirilmiştir.  

   AKP neo-liberal ekonomi politikayı uygulamada ısrarlı davranırken, 6’lı masa bileşenlerinin farklı ekonomi politikalar uygulayacağını kimse iddia edemez. Aslında sorunun özü, çıkardır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana uzun yıllar tuzu kuru olan kesimin yeniden eski konumuna kavuşma kavgası vardır. Mevcut iktidarın yerine gelmek için kavga verenler, istediğimiz demokrasiyi egemen hale getirecek değiller. Bu noktada, sol hareketin görevi, aynı zemin üzerinde farklı yönlere bakanlar arasında tercih yapma olmamalıdır. Sol, kendini gerçek kimliğiyle toplumda ağırlık merkezi oluşturacak bir konumda tutmalıdır. Daha birkaç gün öncesinde mega kentlerden biri olan Bursa’da Kürt halkına karşı hortlayan barbarlığa, estirilen ırkçılığa karşı kitlesel bir karşı duruş sergilemeyen sol hareketin, kendini tekrar gözden geçirmesinde yarar var. Gerçek demokrasi hattı buradan geçer.

2023.03.09

BAKİ KARER

1 Mart 2023 Çarşamba

 

 

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI NE YAPMAK İSTİYOR?

 

    Birkaç gün önce Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir kurul tarafından, evlat edinilen veya edinilecek çocuklar üzerine bir açıklama yapıldı. Yapılan açıklama toplumda çok büyük bir infial yarattı. Düşünülmeden ne tür sonuçlara yol açacağı hesaplanmadan yapılan bir açıklamaydı bu. Her ne kadar ‘düşünülmeden’ diyorsam da aslında yapılan açıklama, bazı insan beyinlerinin hâlâ binyıl önceki düşünce yapısıyla uyumlu olabileceğini de bize gösteriyor. Yani bunlar bir nevi anakronik düşünce ve davranış biçimlerine sahip insan türleridir. Çünkü bin beş yüzyıl önceki değer yargılarıyla hareket etmektedirler. Yakın zamanda altı yaşındaki kız çocuğunu evlendirenler ortaya çıkmıştı. Hatta çocuklarla evlenmeyi savunan bir güruh mahkeme önünde toplanma cesaretini bile gösterebilmişti. Bu sapık topluluğun eylemlerine karşı ciddi bir tepkinin gösterilmemiş olması da ayrıca üzücü bir durumdur. İnsanlıktan nasibini alamamış bu tür çağdışı topluluklara baktığımızda Türkiye’de toplumsal yapının değişim yönü üzerine kaygılanmamak elde değil. Türkiye’de laiklik bazı odaklarca tartışmalı noktaya mı getirilmek isteniyor sorusunu sormak zorunda kalıyor insan.

    Laik olduğunu iddia eden bir devlet örgütlenmesinde, belli bir dine ve mezhebe dayalı Diyanet kurumunun devlete bağlanması her zaman tartışmalı olmuştur. Bu durum, doğal olarak laikliğin uygulanıp uygulanmadığını sorgulanır kılmıştır. Böylesi bir yapının, seküler bir toplumun ortaya çıkmasında engelleyici bir rol oynadığını kabul etmek gerekir. Toplumda yurttaşlık bilincini geliştirme ve sorgulayıcı bireyler yaratma, devletin, din ve mezheplere karşı eşit mesafede oluşuyla orantılıdır. Ama bu ayrı bir tartışma konusudur. Şu anda tartışılan, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir kurulun açıklamasıdır. Yapılan açıklamanın geri çekilmiş olması, sorunun tartışılmasına engel teşkil etmiyor. Çünkü yeni açıklama önceki açıklamayı farklı bir üslup ile kabul ediyor. Yani yanlışta hala diretme var. Bahsedilen kurulca yapılan ilk açıklamadaEvlat edinenle evlatlık arasında evlenme engeli olmadığı" dile getirilirken, toplumda ortaya çıkan tepkiler karşısında yapılan ikinci açıklamada sorun, ‘mahrem’ olup olmama açısından ele alınarak geçiştirilmeye çalışılmakta. Aslında tartışmaya konu olan sorunu salt evlat edinmeyle bağlantılı olarak değil, hem ahlaki açıdan hem de düşünce yöntemi ve bilgi üretimi açısından ele almak gerekir. Din bir düşünme yöntemi değildir; bazı çevrelerin iddia ettiği gibi ‘dinsel düşünme‘ diye bir şey yoktur; somut gerçeklikler temelinde akılcı düşünme ve bilimsel temellerde bilgi üretimi vardır. Hele hele bir felaket ortamında akla ilk gelen evlat edinilen bir çocukla evlilik oluyorsa, işte orada bir korkunçluk var demektir. Din korkuyla anılır hale gelmişse, dinin yerini hadisler almışsa, bugünün sosyal yaşamı hadislerle düzenlenmeye çalışılıyorsa, şiddet ya da zor artık tek çıkar yol olarak görülmeye başlanmış demektir.

   Aslında bizde dinsel sorunların hâlâ bu tarzda tartışılıyor olması, Türkiye’de muhafazakâr kesimin toplum nezdindeki algısını bir türlü değiştirememesinden kaynaklanmakta. Çünkü muhafazakâr kesim geçmiş yüzyıllık süreç içinde kendi aydınlarını ve entelektüellerini yetiştirmeyi başaramamıştır. Bu kesimin en ileri aydını olduğunu söyleyenler bile hiçbir birikimi olmayan imamların ya da cemaat liderlerinin peşinde sürüklenmiştir. Bu durum ister istemez muhafazakarlığın baş örtüsüyle ve namazla tanımlanmasına yol açmıştır. Bu tarzda sığ ve çorak kalışın Diyanetin yapılanmasına yansımaması mümkün değildi. Bu kurumun ortaya çıkan sorunlar karşısında çağdaş düşünceler ortaya koyamaması ve yanlış tavırlar geliştirmesinin başlıca nedenlerden biri de budur.   

    İşte Diyanet’in ahvâli; hal-i pür melali!

 

   2023.02.28

BAKİ KARER

15 Şubat 2023 Çarşamba

DEPREM GERÇEĞİ

 

DEPREM GERÇEĞİ

    On ilde birden meydana gelen deprem, tam anlamıyla bir felaket olarak tanımlanabilir. 6 Şubat 2023 karanlık bir gün olarak tarihe geçti şimdiden. Yaşanan bu felaketin neden ve sonuçları üzerinde söz söylemekte zorlanıyor insan. Neden böylesi bir yıkımla karşılaştık? Yaşanan yıkımın önlenmesi imkânsız mıydı? Geçmişte kalan zaman diliminde, yani son yüz yıllık süreçte yaşanan olumsuzlukları dikkate aldığımızda sorumluluğun tüm toplumun olduğunu kabul etmeliyiz. Bir taraf diğer tarafı, öbür taraf bu tarafı suçlu ilan ederek geçmişin hatalarından muaf tutulamaz.

    Bizde toplum olarak sorumsuzluğun esas kaynağını eğitim sistemimizin temelini oluşturan ‘Vatan millet sakarya’ anlayışında aramak gerekir. Yani, tüm düşünce ve davranış biçimlerinin odağına devletin yerleştirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlayış veya tutum, ister istemez sorgulamanın, eleştirel düşünce sisteminin önüne geçmektedir. Oysa özgürlüğü, barışı, paylaşımcılığı esas alan eğitim sisteminin ortaya çıkardığı toplumlarda, sorumluluktan kaçınmanın yolları temel alınmaz. Özgür düşüncenin oluşmadığı bireylerin çoğunluk oluşturduğu toplumlarda ise devlete eleştirel yaklaşımda çekince vardır; bananecilik anlayışı ve bir nevi ‘sırasını bekleme’ kültürü egemendir. Devleti olabildiğince yüceltme, hem toplumda hem de bireyde özgür düşüncenin törpülenmesini getirir. Temel hak ve özgürlükleri düzenleyici bir araçtan öte kutsallık atfedilen devlette toplumsal yapı, her zaman tartışmalı olmuştur. Bürokratik yapı kutsal olarak kabul edilip içselleştirilmeye başlandığı andan itibaren, hatalar ve ihmaller artık ‘kader’ olarak kabul edilmeye başlanır. Bu noktada cehalet hemen her alanda kendini göstermeye başlar. Artık yönetenler ‘elit’ yönetilenler de ‘kul’ olmaya başlamıştır. Şu anda bizde olup bitenleri bu çerçevede ele almak gerekir sanıyorum.  Umarım bugünden sonra eline çekiç ve keser geçiren bina yapmaya kalkışmaz. Ayrıca ne yönetenler, ne de yönetilenler ‘imar affı’ için gün saymanın gafletine düşmezler. Unutulmamalı; bu günlere kısa yoldan zenginleşme uğruna başkalarının arazisi üzerine gece kondu yaparak gelindi. Yani mülkiyet hakkı, birkaç oy uğruna hiçe sayıldı. Başka türlü 20’nin üzerinde imar affı çıkartılamazdı.

   Evet, Kahraman Maraş merkezli deprem korkunç bir yıkım getirmiştir. Yaşamını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Yaralıların da bir an evvel sağlıklarına kavuşmaları dileğimdir.

2023.02.13

BAKİ KARER

 

 

 

15 Ocak 2023 Pazar

TÜRKİYE’DE SOL NEREYE GİDİYOR?


TÜRKİYE’DE SOL NEREYE GİDİYOR?

    Türkiye 12 Eylül faşist cuntasıyla birlikte hemen her alanda çok ciddi alt üst oluşlar içine girdi. Yaşanan köklü değişimlerden nasibini alanların başında sol cephede yer alan hareketler gelir. Türkiye’de günümüz koşullarında sol oluşumların, örgütlenmelerin geldiği noktayı sadece melodram olarak niteleyip geçemeyiz, çok daha öte bir konumdadırlar. Bu günkü solun konumu ve sahip olduğu özellikler tekrar tartışılmalıdır.

    Bizde sol oluşumları II.Meşrutiyet’le başlatanlar vardır, ama bu her zaman tartışmalı olmuştur. Solun nasıl tanımlanması gerektiğiyle ilgili bir durumdur bu. II.Meşrutiyet ilan edildiği dönemde Osmanlı İmparatorluğunda sınıf anlamında ne bir burjuvaziden ne de işçi sınıfından bahsedilebilinir. Küçük işletme sahipleri ve bu işletmelerde çalışan az sayıda işçiler vardır. ‘Vatan Savunması’ şiarı ile ortaya çıkan Jön Türk hareketiyle başlayan ve ulus faktörünü ön plana çıkaran milliyetçilerin örgütlenme çabaları vardır. Bu dönemde İmparatorluk içindeki bazı gayrı müslimlerin Rusya’da ortaya çıkan Narodnizm’den etkilendikleri görülür.

    Gerek Jön Türkler gerekse de 19’cu yy. başlarından itibaren İttihat ve Terakki ile birlikte tüm muhalefet kesimlerinin II.Abdülhamid’e karşı iktidar mücadelesi söz konusudur. Jön Türkler’le başlayan ve İttihat ve Terakki’nin kuruluşuyla giderek yoğunlaşan seküler yanı ağır basan bir muhalefetten bahsedilebilinir. Bu muhalefetin karakterini oluşturan ulus-devlet temelli oluşudur. Ayrıca İslam’ı bir tarafa bırakmazlar; Batı’dan ümit kesildikçe Doğu’ya yönelik ‘ümmet kurtarıcı’ rolünü de üstlenmeye kalkışırlar. Yani ‘halkçı’ söylemlerini ön plana çıkarmalarına karşın, İslam alemini tek bayrak altında örgütleme gayreti içine girmekten de geri durmamışlardır.

    Solun ortaya çıkışı veya aydınların sosyalizmle buluşması daha çok 1920’li yılların başlarında kendini gösterir. Düşünce olarak yaygınlaştırma, sosyalist toplum oluşturma çabaları bu yıllarda ortaya çıkar. 1960’lı yıllardan itibaren derinleşen sınıf mücadelesine bağlı olarak sol düşünce de kitleselleşmeye başlar. Artık sosyalist toplum oluşturma doğrultusunda ciddi mücadele içine girilmiştir.

    1960’lı yıllarda yaygınlaşmaya, kitleselleşmeye başlayan sol, özellikle küreselleşmenin hız kazandığı günümüz koşullarında ne yazık ki, bölük pörçük bir hale gelmiştir. Elbette bu bölünme ve parçalanmada 12 Eylül faşist cuntasının oynadığı rol önemlidir. Günümüz Türkiye’sinde solun varlığı tartışılır bir durumdadır. Kendini gurup, çevre veya parti diye nitelendiren sol çevreler, tamamen marjinalleşmiş, birkaç kişiyle sınırlı bir duruma düşmüştür. Türkiye’de solun ağırlıklı bir kesimi, küreselleşmeyi yönlendirenlerin egemen kıldığı politik esintiye kendini kaptırmış durumdadır. Bugün sol olduğunu iddia eden önemli bir kesimin strateji ve taktiğinin oluşmasında bahsettiğim bu esinti belirleyici rol oynar. Küreselleşme döneminde solun bu duruma düşmesi, başlı başına bir tartışma konusudur. Ama esas tartışmak istediğim Türkiye’de solun ağırlıklı bir kesiminin karakteristik özelliğidir.

    Bahsettiğim sol, özellikle 2023 seçim takvimi yaklaştıkça sahip olduğu tüm özelliklerini canhıraş gayretlerle ortaya koymakta ve Jön Türklerden miras aldıkları şiarla hareket etmektedir. Yarım ağızla hem sosyalizmi savunmaktalar hem de neo liberal ekonomi politika uygulayıcılar arasında tercih yapmada bir sakınca görmemekteler. Daha açık bir deyişle, liberalizmin  burjuva ideolojisi, sosyalizmin de işçi sınıfı ideolojisi olduğu unutulmakta. Ayrıca davranışları ve ileri sürdükleri düşünce tarzıyla sosyalizmin bir yaşam biçimi olduğunu inkâr etmekteler. Yani en gereksiz bahanelerle bin bir parçaya bölünmüş sol kesimin önemli bir bölümü, burjuva partilerinin strateji ve taktiklerinin arkasından sürüklenir hale gelmiştir. Bahaneleri de gayet basit; mevcut iktidara karşı olma! Bu arada karşısında oldukları gücün olanaklarından yararlanma fırsatçılığını da görmemek mümkün değil. Yani bir anlamda güce tapma derekesine düşme söz konusudur.

   Sol, kendini toplumda bir güç, alternatif haline getirmeye yönelik bir çaba içinde değildir. Yani sol kendini kitleselleştirecek, toplum içinde ağırlık merkezi haline getirecek bir mücadeleden yoksundur. Küresel koşullara özgü örgütlenmede yaratıcılık yoktur.  Her alanda olduğu gibi, siyasal alanda da başarılı olmanın bir ölçüsü, kendine güven duymadır. Günümüzde solda böylesi bir güvenden bahsedebilmek çok zor. Bu nedenle de oyun kurucu olamamakta ve anarko kapitalizm karşısında suskun kalınmakta. Sorun burjuva muhalefet çerçevesinde salt sandıkta oy kullanmaya indirgenmekte. Elbette solun önemli bir kesiminin böylesi bir düşünce tarzına sahip olmasının tarihi nedenleri vardır. Bizde ‘Muhafazakârım’ diyenlerin, sosyal demokrat veya ‘sol’ olduğunu söyleyenlerin de ayrıştığı yer, İttihat Terakki’dir. Bu nedenle Türkiye’de sol düşünce, önemli oranda İttihat Terakki’yi aşamamıştır. Jön Türklerin ‘Vatan yahut Silistre’sinde kalmıştır. Bu durumu bugüne tercüme edecek olursak, Kemalist çerçeveden öteye geçilememiştir. Bunun en belirgin örneklerini, PKK/HDP ile ilişki ve ittifak içinde olanlarda çok rahatlıkla görürüz. Çeşitli bahanelerle HDP ile ittifak geliştirenler, Kürt ve Kürdistan gerçeğinin inkârını temel alanlardır. Ucu bucağı olmayan dehlizlerde tapılacak güç arayanlardır.

2023.01.14

BAKİ KARER

 

   

2 Ekim 2022 Pazar

MOLLA DİKTATÖRLÜĞÜ

 

 


MOLLA DİKTATÖRLÜĞÜ

 

    Geçmişte birçok devlete, uygarlığa ev sahipliği yapmış İran, bulunduğu coğrafyada bugün her türlü çağdışı uygulamaların merkezi haline gelmiştir. Cahiliye dönemini temsil eden bu rejim, gericiliğin kaynağı olduğunu bir kez daha göstermiştir.

    Soğuk savaş döneminde ABD’nin ‘Yeşil Kuşak Projesi’ gereği, İran ‘da cehaletten kaynaklı cesarete sahip yağmacı yığınların iktidarı ortaya çıktı. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin ve genel olarak Batı dünyasının İran’a karşı tavır alışları, çıkarlarına yeterince hizmet etmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Batının tavrı tartışmalıdır. Aslında ne Avrupa, ne de ABD İran’ın nükleer güç haline gelmesinden pek o kadar tedirgin değildir. İran’ı dengeleyecek ve nükleer silah kullanmasına engel olacak pek çok enstrümana sahiptirler. İran’ın nükleer güç olma çabaları, Ortadoğu’da kargaşayı uzun vadeli kılmanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. Bu yolla bölge ülkelerinin çoğunluğunun, Batı’nın büyük güçlerinin eli altında hareketsiz kalması sağlanmaktadır. Böylece hem Ortadoğu ülkeleri arasında çelişki ve çatışmalar sürekli kılınmakta hem de yer altı ve yer üstü kaynakları daha kolay talan edilmekte. Bugün Bölge ülkeleriyle yüzlerce milyar dolarlık silah ticareti anlaşmalarının yapılmış olması, mevcut konjektürel durumu bize yeterince izah ediyor.

    İran rejimi geldiği noktada önemli oranda tıkanma içine girmiştir. İçte iktidara nefes aldıracak kanalların epeyce tıkandığını söyleyebiliriz. Rejim artık kendini, uyguladığı ekonomi politikayla ve uluslararası ilişkilerde edindiği yerle tanımlamaktan çoktan uzaklaşmış durumdadır. Hatta ağzına pelesenk ettiği İslam ideolojisiyle de kendini tanımlamayı çoktan terk etmiştir. İslam’la felsefe arasında bağlantı kurmanın yerine, fetişleştirilmiş İslami kavramları yerleştirmeye başlamış olması, iktidarın müşrikleşmesini sağlamıştır. Bir de bu nedenden dolayı iktidar, tümüyle kadına, kadın saçına, kadının bedenine düşmanlıkla kendini tanımlamaktadır. Rejim, insana düşmanlığını, insanı doğuran varlığa karşı duyduğu kin ve nefret üzerine oturtmuştur. Ayrıca Kürt kızı Mahsa Amini’nin seçilmesi pekte tesadüflerle açıklanamaz. İktidarın ötekileştirici, ayrıştırıcı, yani ırkçı yüzünü göstermektedir. Sekülerizme karşı çıkma adına koyulan her ‘tahdid’ eninde sonunda nefretin ürünü olmaktan öte gidemez.

    Bugün İran’da esas olarak kadına karşı duyulan kin ve nefrete karşı bir isyan bayrağı çekilmiştir. Protestolar oldukça yaygındır. Ama henüz faşizmin de ötesinde olan ırkçı iktidarı alaşağı edecek boyutta değildir.  İran’da devlet aygıtı oldukça ayrıştırılmıştır. Bürokratik aygıtlarla toplumun önemli bir kesimi kontrol altında tutulmakta. Bir ölçüde ayrıcalıklı olan bu kesimin çıkarları iktidarla ters düşer bir konumda değildir. Ayrıca Irak’la savaş süresince çevre ülkelerinden nüfus hırsızlığıyla kazanılmış küçümsenmeyecek bir kitlenin varlığı biliniyor. Rejimin militanlığını yapanlar arasında bu kitlenin varlığı göz ardı edilemez.

    Yaygın protestolar bugün için iktidarı yıkmaktan uzak olsa da birçok alanda geriye adım attıracak sonuçlara yol açacaktır.

30.09.2022

Baki Karer

17 Temmuz 2022 Pazar

 

HEYKEL DİKİCİLERİN KİMLİKSİZLİĞİ

 

    Kimlik sorununu; kimliğin önemini, uluslaşmada ve ulusal bilince sahip olmada oynadığı rolü halen tartışıyor olmak bir çoklarınca yadırganabilir. İçinde bulunduğumuz koşullar buna bizi bir anlamda mecbur bırakmakta. Tartışılması gereken pek çok konu varken, kimlik sorununa tekrar vurgu yapmanın önemini hiçte hafife almamak gerekir. Şiddetle yok edilmek istenen kimliği taviz vermeden savunma, aynı zamanda, bir isyandır, bir başkaldırıdır. Çünkü kimlik, başlı başına ulusal bilinç sorunudur. Uzun tanımlamalara, analizlere başvurmadan, kısaca bireyin aidiyetini açıklıkla, hiçbir çekince duymadan dile getirmesi, bir ulusa ait olma bilincini ifade etmesidir. Yani birey, aidiyetini ifade ettiği oranda bir topluma ait olduğunu, sonuçta toplumsal dinamizmin bir parçası olduğunu ortaya koymuş olur. Bu duruş, aynı zamanda, farklı oluşu kabullenme, diğerleriyle olan farklılıklarını gösterme anlamını da taşır. Birey veya ulus farklılıklarını ortaya koyduğu oranda farklı olanlarla ortak noktalarda buluşarak dayanışma içinde olmaya özgürce karar verebilir.

    Bizde aidiyet, yani kimlik sorunu tartışıldığında ilk akla gelen Kürt halkıdır, ulusudur. Ulus olmanın ölçütü bir territoryal örgütlenme olanağına sahip olmayla eş değerli tutulamaz. Bazıları gönüllülüğe dayalı olmayan bölünmüşlüğü bile ileri sürerek Kürt toplumunun   ulus olma özelliklerini inkâra kalkışmakta ve bu noktadan hareketle başka ulusların içinde erimeyi kabullenmektedir. Oysa esas olan belli bir coğrafi bütünlükle birlikte bu coğrafi alan içinde egemen bir dilin var olmasıdır. Ayrıca var olan sosyo-kültürel yapının tarihi geçmişe ve dinamikliğe sahip olması da unutulmamalıdır. Bunlara paralel olarak pazarında kapitalist meta üretiminin egemen olması, ulus olmanın ölçütleri arasındadır. Bunca yıldan sonra tekrar Kürt halkının ulusal bilincini tartışılır hale getirmeye çalışanlar, izbe köşelerde ölümü kutsallaştırıp Türkleşmeyi temel alanlardır.

    Kimliğini inkâr ederek başka toplumlar içinde erimenin gönüllü neferliğini yapanların, içinde eridikleri toplumlara da en ufak katkıları olmayacağı açıktır. Kendi kimliğini inkâr temelinde yeni bir kimlik edinilmeyeceği tartışma götürmez. ‘Muhayyel Kürdistan burada meftundur’ şiarı temelinde, Kürtün Türkleşmiş biçimiyle ontolojik devleti temsil etme yarışına girmişlerin derinlerde sarmaş dolaş oluşları günümüz koşullarında tekrar irdelenmeye muhtaçtır. Küresel koşullara özgü erimede gönüllülük ve eritme politikasının sosyolojisi yeniden ele alınmalı.

2022.07.17

Baki Karer