DİYANET İŞLERİ
BAŞKANLIĞI NE YAPMAK İSTİYOR?
Birkaç gün önce Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir
kurul tarafından, evlat edinilen veya edinilecek çocuklar üzerine bir açıklama
yapıldı. Yapılan açıklama toplumda çok büyük bir infial yarattı. Düşünülmeden
ne tür sonuçlara yol açacağı hesaplanmadan yapılan bir açıklamaydı bu. Her ne kadar
‘düşünülmeden’ diyorsam da aslında yapılan açıklama, bazı insan beyinlerinin hâlâ
binyıl önceki düşünce yapısıyla uyumlu olabileceğini de bize gösteriyor. Yani bunlar
bir nevi anakronik düşünce ve davranış biçimlerine sahip insan türleridir.
Çünkü bin beş yüzyıl önceki değer yargılarıyla hareket etmektedirler. Yakın
zamanda altı yaşındaki kız çocuğunu evlendirenler ortaya çıkmıştı. Hatta
çocuklarla evlenmeyi savunan bir güruh mahkeme önünde toplanma cesaretini bile gösterebilmişti.
Bu sapık topluluğun eylemlerine karşı ciddi bir tepkinin gösterilmemiş olması
da ayrıca üzücü bir durumdur. İnsanlıktan nasibini alamamış bu tür çağdışı topluluklara
baktığımızda Türkiye’de toplumsal yapının değişim yönü üzerine kaygılanmamak
elde değil. Türkiye’de laiklik bazı odaklarca tartışmalı noktaya mı getirilmek
isteniyor sorusunu sormak zorunda kalıyor insan.
Laik olduğunu iddia eden bir devlet
örgütlenmesinde, belli bir dine ve mezhebe dayalı Diyanet kurumunun devlete
bağlanması her zaman tartışmalı olmuştur. Bu durum, doğal olarak laikliğin
uygulanıp uygulanmadığını sorgulanır kılmıştır. Böylesi bir yapının, seküler
bir toplumun ortaya çıkmasında engelleyici bir rol oynadığını kabul etmek
gerekir. Toplumda yurttaşlık bilincini geliştirme ve sorgulayıcı bireyler
yaratma, devletin, din ve mezheplere karşı eşit mesafede oluşuyla orantılıdır. Ama
bu ayrı bir tartışma konusudur. Şu anda tartışılan, Diyanet İşleri Başkanlığı’na
bağlı bir kurulun açıklamasıdır. Yapılan açıklamanın geri çekilmiş olması,
sorunun tartışılmasına engel teşkil etmiyor. Çünkü yeni açıklama önceki
açıklamayı farklı bir üslup ile kabul ediyor. Yani yanlışta hala diretme var. Bahsedilen
kurulca yapılan ilk açıklamada ‘Evlat edinenle evlatlık
arasında evlenme engeli olmadığı" dile
getirilirken, toplumda ortaya çıkan tepkiler karşısında yapılan ikinci
açıklamada sorun, ‘mahrem’ olup olmama açısından ele alınarak geçiştirilmeye
çalışılmakta. Aslında tartışmaya konu olan sorunu salt evlat edinmeyle
bağlantılı olarak değil, hem ahlaki açıdan hem de düşünce yöntemi ve bilgi
üretimi açısından ele almak gerekir. Din bir düşünme yöntemi değildir; bazı
çevrelerin iddia ettiği gibi ‘dinsel düşünme‘ diye bir şey yoktur; somut
gerçeklikler temelinde akılcı düşünme ve bilimsel temellerde bilgi üretimi vardır.
Hele hele bir felaket ortamında akla ilk gelen evlat edinilen bir çocukla
evlilik oluyorsa, işte orada bir korkunçluk var demektir. Din korkuyla anılır
hale gelmişse, dinin yerini hadisler almışsa, bugünün sosyal yaşamı hadislerle
düzenlenmeye çalışılıyorsa, şiddet ya da zor artık tek çıkar yol olarak
görülmeye başlanmış demektir.
Aslında bizde dinsel sorunların hâlâ bu
tarzda tartışılıyor olması, Türkiye’de muhafazakâr kesimin toplum nezdindeki
algısını bir türlü değiştirememesinden kaynaklanmakta. Çünkü muhafazakâr kesim
geçmiş yüzyıllık süreç içinde kendi aydınlarını ve entelektüellerini
yetiştirmeyi başaramamıştır. Bu kesimin en ileri aydını olduğunu söyleyenler
bile hiçbir birikimi olmayan imamların ya da cemaat liderlerinin peşinde
sürüklenmiştir. Bu durum ister istemez muhafazakarlığın baş örtüsüyle ve
namazla tanımlanmasına yol açmıştır. Bu tarzda sığ ve çorak kalışın Diyanetin
yapılanmasına yansımaması mümkün değildi. Bu kurumun ortaya çıkan sorunlar
karşısında çağdaş düşünceler ortaya koyamaması ve yanlış tavırlar
geliştirmesinin başlıca nedenlerden biri de budur.
İşte Diyanet’in ahvâli; hal-i pür melali!
2023.02.28
BAKİ KARER