TEHLİKENİN BOYUTLARI (3)
PKK’nin,
özellikle de akıl hocalarının Kürt halkına karşı yönelimlerini, uyguladığı
taktiklerin çoğunu İttihat ve Terakki’nin uygulamalarında bulma mümkündür. PKK
olayı, tüm yönleriyle tarihsel geçmişin imbiğinden süzülmüş deney ve
tecrübelerin ışığında ortaya çıkartılmış ve sonuçları itibariyle bir yüzyılı
ilgilendiren bir olaydır. PKK’nin ve Öcalan’ın kırk yıldan bu yana ne olup
olmadığı bunca açık karta rağmen helen tartışılıyorsa, üst aklın ince elekten
süzülmüş ürünü olmasındandır.
Osmanlı tarihinde’ bilinmezlikler’ çoktur. Oysa dünya genelinde
imparatorluklar içinde çok sağlam ve güvenilir kayıt sistemi, yani arşivin en
güçlü olduğu imparatorluk, Osmanlı İmparatorluğudur. Ama buna rağmen, örneğin
Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Mustafa’nın para bastığı için mi, yoksa İran
Şahına mektup yazdığı için mi öldürüldüğü halen tartışılır. Aynı biçimde 31
Mart vakası ilerici miydi, irtica kalkışması mıydı halen üzerine makaleler, kitaplar yazılır.
Günümüzde bile 31 Mart vakası, zaman zaman karşı tarafı susturmanın bir aracı
olarak kullanılır. İttihatçı gelenekten gelenler bazen daha da ileri giderek, ‘muhafazakar’
olarak nitelendirdikleri karşı tarafı, ‘Hareket Ordusu’ ile korkutur; Kazan
Deresi çatışmalarında, Gezi olaylarında ve hendek kazmalarda olduğu gibi. Türk
devlet örgütlenmesinde bilinmez, ya da muammalaştırılan bir çok olay, aslında
bilinirdir ve her yönüyle aşikardır, yani muammalı bir yanı yoktur. Örneğin 31
Mart vakasını bastıranlar, aynı zamanda çıkaranlardır. Tarihimizde bilinmezliğe
sürüklenmiş bir çok olayı bu açıdan değerlendirmede yarar olduğu
düşüncesindeyim. Yüz bin insanın katlini gerçekleştirmiş, milyonlarca insanın
göçüne neden olmuş, demografik yapının değişimine hizmet etmiş PKK’nin, halen
nasıl bir örgütlenme olduğu üzerine tartışmalar yapılıyorsa, bunun üzerinde
düşünülmesi gerekir. Özellikle sosyolojik açıdan bu sorunun irdelenmeye
ihtiyacı vardır.
GLADYONUN KÜRT AYAĞI
1988’lere
gelindiğinde PKK, uluslararası Gladyo’nun Kürt ayağı düzeyine yükselmiştir.
Özellikle de 1990’da tam anlamıyla kurumlaşmış bir konuma gelmiştir; astığı
astık kestiği kestik biçiminde davranan, Kürt halkının varlığına kasteden Gladyo,
her yönüyle açıktan hareket etmeye başlamıştır. Artık elinde akıl hocalarının
bulduğu ‘gerilla’ ve ‘serhildan’ değnekleri vardır; itiraz edenin kafasına
indirilmektedir
Çağımızın düşünme düzeyini mağara insanın düşünme düzeyine indirgemiş
bir yapıda müritleşme, tek çıkar yoldur. Bu nedenledir ki, çalışmak için ormana
giden işçiyi katletmeyi, çocukları bombayla havaya uçururken seyretmeyi, hamile
kadınları bombalamaktan zevk almayı, danslar eşliğinde iç infazlar
gerçekleştirmeyi günlük yaşantılarının parçası haline getirmiş Gladyo
örgütlenmesiyle karşı karşıyayız. Düşünsel ve zihinsel alanda değişime karşı
direnen, mezar taşları arasında mekik dokumayı meslek haline getirmiş bir yapı
karşımızda durmakta.
Ama tüm bunlara rağmen, bazılarınca PKK, ittifak edilmesi gereken güç
olarak görülüyor. Hatta Ortadoğu’da bir çok çetesel yapılanmaları da içinde
barındıran bu Gladyo örgütlenmesi, binlerce defa ‘Ben Kürt ve Kürdistan örgütlenmesi
değilim’ dediği halde, yine de hiçte küçümsenmeyecek kendine ‘Kürdüm’ diyen bir
kesim, ‘hayır, sen Kürtsün, sen bizim temel direğimizsin, bizi bırakma’ diye
yalvarmakta. Şimdi bu noktada esas sorgulanması gerekenler kimlerdir? Bunlar;
Kürtlük adına hareket ettiğini iddia edip PKK’nin pöçüğünden ayrılmayarak onun
tüm kötülüklerini bilinmezliğe sürüklemek isteyenlerdir. Yani bir anlamda PKK’yi
31 Mart vakasına dönüştürmeye çalışanlardır. Sözüm ona Kürt kesilen bu kanadın
PKK/HDP ile birlikte esas dayandığı kaynak, ‘Ben de Ermeniyim’diye İstanbul
sokaklarında canhıraş bağıranların ve hendek çatışmalarını desteklemek için bildiri
dağıtanların temsil ettiği kesimlerdir.
Hrant Dink gerçek bir aydındı; başı dik, alnı açık, doğrulardan
ayrılmayan, kimden gelirse gelsin tehditlere boyun eğmeyen bir insandı. Her
kesimden insanların saygı duyduğu düşünce insanıydı. Katledildi, İttihat ve Terakki
geleneğinin kurbanı oldu. Dink’in yaşarkan söylemleri karşısında sessiz
kalanlar, katledildikten sonra ‘hepimiz Ermeniyiz’ diye sokağa dökülerek
anlaşılmaz hale getirmenin çabasını yürüttüler. Çünkü Ermeniler, ülkemizde
neredeyse ‘azınlık’ olmaktan bile
çıkartılmıştır diyebiliriz. Aynı çığırtkanlara Ermeni kimdir, ne oldu diye
sorduğunda alacağın yanıt, onların karakterini belirler. İttihatçı geleneğe
bağlı olduklarından verecekleri cevap bellidir.
‘Ben Ermeniyim’ diyen ve hendek çatışmaları karşısında bildiri dağıtan
çevreler, örneğin Musa Anter katledildiğinde neredeydiler? Bunlar bir araya
gelip ‘hepimiz Musa Anteriz’ diyebildiler mi? Yine 13 Mayıs 2016’da PKK
tarafından patlatılan kamyonla 20 kişi katledildiğinde akademisyenler neden bir
protesto bildirisi kaleme almadı? Niçin ‘hepimiz Kürdüz’ deme cesaretini gösteremediler?
Örnekleri çoğaltabiliriz. Kürde karşı sessiz kalınışın tek bir nedeni vardır, o
da; Kürdü henüz silip süpürüp bir köşeye sıkıştırma ihtimalinin olmamasıdır. Ama
öbür taraftan mevcut iktidara karşı Kürdün sırtına binerek, ‘Hareket Ordusu’
beklentisi içinde olmalarını inkâr edemezler. İşte PKK’nin Kürt düşmanlığını
gizlemeye, karanlık odaklarla işbirliği içinde oluşunu tanınmaz hale getirmeye
çalışanlar bunlardır. Hatta bir dönem kaçakçı kılığında sınır boylarında
muhbircilik yapmakta ün salmış Murat Karayılan’ı PKK/HDP’nin başına getirenler de
bu odaklardır. Sonra da popüler ve meşhur yapmak için gazeteci, yazar,
politikacı kılığında Kandil’e gidip Karayılan karşısında diz çökenler de
bunlardır. Yani bir nevi Meclis-i Ayân mensuplarıdır.
28.05.2020
Baki Karer
Devam edecek