Ortadoğu'da Dönüşümün Sancıları
Irak-Şam İslam Devleti isimli eli
kanlı örgütün Irak ve Suriye'de başlattığı saldırı devam etmektedir. Bu örgütün
saldırıları uzun süre daha devam edeceğe benzemektedir. İŞİD saldırılarıyla
birlikte, gerek Ortadoğu ülkeleri, gerekse de Batı Avrupa ve Amerika Birleşik
Devletleri açısından grift bir durum ortaya çıkmıştır.
Özellikle ABD'nin enerji
yollarını denetim altına almak ve aynı zamanda İsrail'in uzun vadeli güvenliğini
sağlamak için Irak'ı işgal ettiğinden bu yana, Ortadoğu'da mezhepler arası kışkırtmalarda
daha bir aktif rol oynadığı bilinmektedir. İŞID'din güç toplamasını, silahlanmasını
niçin görmezden geldiğini bir de bu bağlamda tartışmak gerekir. Bu kadar büyük
gücün bir anda ortaya çıkmasını, hele hele bir yerlere dayanmaksızın muazzam bir askeri güce sahip olmasını doğal
görmek akıl işi değildir. Bugün Suriye'de ve Irak'ta yapılan katliamların, ABD
silahlarıyla yapılıyor olması, salt tesadüflerle açıklanamaz. Ama kabul etmek
gerekir ki, olayların dizginlenemez düzeye gelmesinin sorumlularından biri de, İran
destekli Şii-Maliki iktidarı olmuştur. Irak'ta fay hatlarını
derinleştirilmesine katkıda bulunarak, bugünkü tablonun oluşmasını
körüklemiştir.
Bugün DAIŞ'e aracı rolü
oynatılarak gelecekte Ortadoğu'da yapılacak dizaynın ön adımları atılmakta. Şu
anda mevcut çatışmaların boyutuna bakılırsa, Irak ve Suriye'de mezhepleri temel
alan federal veya konfederal bir çözümden ziyade bağımsız devletler biçiminde
bir ayrışmaya doğru gidiş vardır. Mezheplere dayalı yeni bağımsız devletlerin
ortaya çıkması, Bölge'de gerçekten uzun
vadeli barışı getirip getirmeyeceği tartışmalıdır. Ortadoğu ülkeleri, Çin, Rusya, ABD ve B.Avrupa'nın, hangi ortak
noktalarda çıkarlarının dengeleneceği tam bir muammadır. Bu nedenle de, Bölgede
mezheplere dayalı yeni sınırların çizilmesi pek o kadar kolay gözükmüyor.
Ortadoğu'nun yeniden bölüşümünde
Başta Türkiye ve İran gözardı edilemez. İşte, 'Grift bir durum ortaya
çıkmıştır' derken, bu noktayı da kastediyorum? İçinde bulunduğumuz koşullar,
Birinci Dünya Savaşı koşullarından çok farklıdır. İran ve Türkiye'nin kabul
etmediği çözümlerin, geciçi de olsa başarıya ulaşması mümkün değildir. Ayrıca
Bölgenin böylesi bir temelde parçalara ayrılması, İran'ı daha da güçlendirme
olasılığı vardır. İran, bir kaç müttefike kavuşmuş olacaktır. Aynı durum,
Türkiye için de geçerlidir. Amerika Birleşik Devletleri ve B.Avrupa'nın, Ortadoğu'nun
yeniden bölüşümünde, Türkiye'yi ve İran'ı dolaylı da olsa güçlendirecek bir
çözümden yana tavır alması, sadece paylarına düşecek pastanın büyüklüğü ile
orantılı değildir. Çünkü aktörler çok ve de güçlüdürler. Sahnede boy gösteren
aktörlerin sayısını azaltacak yeni Hiroşima'ya kimse cesaret edemez. Bu da,
yürütülen savaşın, daha çok yıllar alacağı anlamına gelir. Ortadoğu bu gidişle,
çok daha ciddi alt-üst oluşlara sahne olacağa benzemektedir.
Yürütülen savaş, salt dinler ya
da mezhepler arası savaşı gibi gösterilmek isteniyorsa da, aslında tam
anlamıyla yeniden bölüşüm savaşıdır. Sosyalist sistemin dağılmasıyla birlikte
'barışçıl ortam' beklentisi yayan emperyalist güçler, tam tersi bir ortamın
ortaya çıkmasına neden oldular. Kapitalizmin her zamanki aç gözlülüğü ağır bastı; talanla, savaşla ve
silahlanmayla krizlerine çare aramaya devam etti.
Amerika Birleşik Devletleri soğuk
savaş döneminde Eisenhower doktrini'ni uygulamaya koyarken, İngiltere' nin
bölüp bölüştürdüğü sınırları temel almayı çıkarlarına uygun bulmuştu. Buna bir
anlamda mecbur kalmıştı, çünkü karşısında Sovyetler Birliği vardı. Süreç içinde
her iki sistemin her alanda başlattğı rekabetten Sovyetler Birliği yenik olarak
çıktı. ABD'nin başını çektiği Batı dünyası başarılı oldu. Arkasından dünyada
istediği anda, istediği ülkelere, istediği biçimde müdahale etti; Afganistan,
Irak ve Libya. Buralarla da sınırlı kalmayıp Osmanlı İmparatorluğu'nun egemen
olduğu alanı yeniden yapılandırma çabası içine girdi. Birinci Düya Savaşı döneminde
Britanya'nın oynadığı rolü oynamaya koyuldu. Ve şu anda Bölge, tam bir kaosa
sürüklenmiştir. Yaşanan bu kaos ortamına karşı Batı dünyasının takındığı tavır,
sömürgeci geleneğinden kaynaklanan reflexle hareket etmedir. Şu anda kurulan
kooalisyon, kaosu önlemeye değil, çıkarlarını tehdit edecek boyuta ulaşmasını
engellemeye yöneliktir. Bir nevi
nöbet bekleyişi içindeler diyebiliriz. Bu da gösteriyor ki, ABD'nin günümüz
koşullarında Bölgeyi yeniden dizayn etme çabaları, pek o kadar kolay
gözükmemektedir. Önünde çok ciddi engellerin olmadığını kimse söyleyemez.
ABD'nin günümüzde rahatça hareket
edememesinin bir çok nedeni vardır. Her şeyden önce günümüz koşulları çok
farklı. Bunlardan en önemlisi de, Rusya Federasyonu başta olmak üzere, dünyanın
bir çok bölgesinde bir çok ülke hemen her alanda epeyce güçlenmiş
durumdadırlar. Örneğin geçmişte Marsall Planı'nın en fazla savunuculuğunu yapan
Türkiye ve İran'dı ama şimdi bunlar her istenileni itirazsız yerine getiren
ülkeler konumundan çıkmışlardır. Yine Arjantin, Hindistan, Brezilya v.b ülkeler,
bölgelerinde güç olma konumuna
gelmişlerdir. Çin ise artık süper güç olmuştur ve giderek ekonomik olarak
ABD'yi sollayacak bir düzeye gelmiştir. Yani ABD, liderliğini dayatmadan
ziyade, liderliği kaptırmamanın kavgası içine düşmüştür diyebiliriz. Çin'in
sanayileşmede katettiği aşama ve günümüz teknolojini pazarda hizmete sunma gücü
elbette tartışılır. Ne olursa olsun, genel ve bölgesel güçlerin konumları
değerlendirildiğinde, ABD ve B.Avrupa'nın gelecekte hareket etmek için
oluşturmaya çalıştıkları zeminin, hayal ettikleri kadar pürüzsüz olmayacağı
gerçeği inkâr edilemez. Bu durum, 'Globalist' denilen sistemin çöküşünün
ifadesidir bir anlamda. Özellikle doksanlı yıllardan itibaren gezginci
sermayenin bölgesel, etniksel, mezhepsel ve hatta kültürel farklılıkları
körükleyerek sömürü ağını daha da genişletme gayretleri, günümüzde ABD ve
B.Avrupa'ının kendi iç çelişkilerinin alevlenmesine de neden olmuştur. Şimdi,
sınırlanmaya karşı tahammülsüzlüğün verdiği hırçın davranışlar sergiliyorlar.Avrupa'nın
göbeğinde faşist örgütlenmelerin neredeyse iktidara yürümeleri boşuna değildir.
Geçmişte olduğu gibi Washıngton'da, Londra'da veya Brüksel'de yuvarlak masa
etrafında bir araya gelip istedikleri çözümü dayatma dönemi geçti. Yuvarlak
masada dayatmaya çalışacakları
'çözümler', evlerinin bacalarında yangın çıkarma tehlikesini de içinde
barındırmaktadır.
Diğer bir nokta ise, Oratadoğu
halkları diktatörlüklere karşı mücadelede önemli deneyimler elde etti ve
birçoğunu da yıkmayı başardı. Bu süreç şu veya bu biçimde engellenmeye
çalışılmakta. Ama ister örgütlü, ister kendiliğinden olsun, kitleler, demokrasi
ve özgürlüklerin mücadele ile alınacağını kavramış durumdadır.
Ortadoğu halkları uzun yıllar
krallıklar ve Baas rejimleriyle cendere içinde tutulmuştur. Artık kapak
açılmıştır. Şimdi mezhep kavgaları yaygınlaştırılarak, halkların demokrasi ve
özgürlüklere ulaşması engellenmek istenmekte, daha doğrusu, emperyalist güçler,
çıkarlarını sarsmayacak yeni iktidar biçimleri yaratmanın kavgasını
vermekteler. Bunun pek mümkün olmayacağı açığa çıkmıştır. DAİŞ/IŞID, El-Kaide, PKK,
Boko Haram türü çağ dışı dayatmalarla sonuç alınamayacaktır. Er veya geç
Bölgede yaşanan kaos sona erecek ve şu veya bu biçimde bir çözüme ulaşılacak.
Ama ne tür bir çözüm ortaya çıkarsa çıksın, her koşulda da emperyalist güçlerin
pastaları küçülecek.
Bir başka önemli nokta ise,
çatışmaların, savaşların yoğun olarak sürdüğü alan sadece Ortadoğu değil, Kuzey
Afrika, Nijerya, Myanmar, Orta Afrika Cumhuriyeti, Afganistan ve Ukrayna var. Bu
kadar geniş bir çoğrafyada aynı anda çatışma ve savaşların ortaya çıkması ABD
ve B.Avrupa'nın da güclerinin bölünmesini getirmektedir. Artık ister Ortadoğu'da, ister Afrika'da
halkların iradesini temel almayan çözümler başarılı olamaz.
Ortadoğu'da kıran kırana
yürütülen savaşta, Kürdistan Bölgesel
Yönetimi'ni farklı bir zeminde ele almak gerekir. Nedenleri gayet açıktır.
Yukarıda değindiğim örgütler halklara karşı kanlı eylemler gerçekleştirirken,
Kürdistan Yönetimi halkını korumanın kavgasını vermiştir. Hem Batı'da, hem de
Güney'de Kürt halkının katliamdan kurtarmıştır. Bu büyük bir başarıdır. Son
model silahlarla donanmış katil bir gücü toprakları üzerinde yenilgiye
uğratmıştır. Bu arada Bağdat yönetimiyle yaşadığı sınır anlaşmazlıklarını da
çözmüştür. Aynı zamanda ekonomik, siyasal ve askeri alanlarda muazzam oranda
güç kazanmıştır. Tüm bunlardan daha da önemlisi, dayatılan mezhep kavgasının
içine girmemiştir.Çok renkliliği ve çok sesliliği korumayı başarmıştır. Dönemin
koşullarını fırsat bilerek çok sesliliği bastırmanın içine girmemiştir. Çağ
dışı kanlı bir örgüte karşı mücadelenin önderliğini başarıyla yapmıştır. Bu,
diğer tüm halklar açısından da bir kazançtır.
Ama bu noktada bir parentez
açarak kandan fırsat edinmeye çalışan sürüngene, bir diğer adıyla PKK ve de
çıngırdaklarına da değinmek gerekir. Bunlar ilk başlarda stratejilerini
Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin yenilgisi ihtimali üzerine oturttular.
DAİŞ/IŞID'in halklara karşı giriştiği kanlı terör eylemleri umurlarında bile
değildi. 1988 Enfal'linden sonra yaptıkları çapulculuğu yeniden organize
etmenin planlarını yaptılar ama tutmadı. Hatta Erbil'in düşmesi için dua
ettiler. Eğer PKK ve çıngırdaklarına kalsaydı bugün yüzbinlerce Kürt
katledilmiş olacaktı. Bazıları yine ortaya çıkıp, 'öyle değil, ucundan kıyından
direndiler' diyecek. Bunlar inandırıcı olamazlar. Rojawa'da Toplumu toplum
yapan tüm dinamikleri yıktılar. Yani toplumun direnç merkezlerini yok ettiler. Esad
cenderesinden kurtulmayı uman kitleler daha beter bir cenderenin içine tıkıldı
PKK eliyle. Beşşar Esad rejiminde en geri düzeyde de olsa bir devlet hukuku
vardı. Ama PKK-PYD'de bırakın en geri düzeyde bir hukuk anlayışını, kitleler
üzerinde sistematik terör estirmeyi hukukun temel prensibi haline getirdiler. Hukuk, farklı, aykırı düşünen herkesin kafasına
kurşun sıkmayla özdeştirildi. Kürt halkı bu derece düşürülmemiş olsaydı DAİŞ Rojava'nın
yanından bile geçemezdi ve hele hele bu derece tahribat yapamazdı. Rojawa halkı
adeta iki ateş arasında bırakıldı, çareyi Türkiye'ye kaçmakta buldu. Gerçekten
direnmek isteyen, eli silah tutan halk, ümitsizliğe sürüklendi. Ensesi
kalınların ve göbek şişirenlerin yönetiminde savaşmayı kabul etmedi aslında.
Hem Esad'la işbirliği yapacaksın, hem de Ankara'nın lüks kebab salonlarında
kese doldurmak için dilencilik yapacaksın...Eli silah tutan onbinlerce gencin Türkiye'ye
geçişi kurtuluş olarak görmesi bu nedenledir.
İşte böylesi koşullarda peşmerge,
Türkiye'nin açtığı koridordan geçerek duruma müdahale etmek zorunda kaldı, hem
de açılmış bir kaç cephede savaşmayı göze alarak. Sonuçta peşmerge güçlerinin
sabırlı ve uzun mücadelesiyle İŞİD çeteleri yenilgiye uğratıldı. Şu anda da
laylom-lay partileri düzenliyorlar, onca müceleye ve emeğe saygısızlık
yaparcasına. Bu da yetmiyor, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne karşı provokatif
çıkışlar yapmaya devam ediyorlar. Hatta Şengal'de kanton için pervasızca provokasyonlar
geliştiriyorlar. Batı Kürdistan'da ilan ettikleri kantonlarda tango yaparken,
DAİŞ'in Kobani'yi işgal etmesine seyirci kalmalarını unutturacaklarını
sanıyorlar.
Sonuç olarak, ne yerel güçlerin,
ne de emperyal güçlerden her hangi birinin isteği doğrultusunda Ortadodu'da
sorunlara çözüm bulma imkansızlaşmıştır. Halkların iradesini temel alan
çözümler, uluslararası dengelerde yerini bulacaktır.
6.02.2015
Baki Karer