6 Mart 2021 Cumartesi

Yeni Anayasa Çalışmaları

 

Yeni Anayasa Çalışmaları 

    Dönüp dolaşılıp yine başa gelindi. Anayasa sorunu bir daha gündemde. Herkes birbirini yeni anayasa yapılması önünde engel olarak görüyor. Tartışmaların, zamanlı zamansız verilen demeçlerin sertliğine bakılırsa, herkes karşıtına adeta bir Çerkez Hasan arar durumundadır. Bu yolla politika üretmedeki yetersizlik aşılmaya çalışılmakta. Şu ana kadarki tartışmalar gösteriyor ki, bu sefer de yakın geçmişte olduğu gibi yeni anayasa çalışmaları karşılıklı atışmalardan sonra unutulup gidecek. Bu tutum hem muhalefetin, hem de iktidarın işine gelmekte. Muhalefet iktidar olacak düzeyde kitlelere güven vermekten uzak. Kitlelere güven vermeden de öte, ana muhalefet olarak adlandırılan CHP, aslında iktidar olmak istememekte; günümüzde muhalefet açısından yaşanan sorunun özü, budur. İktidar ise, eski gücünü koruyamamanın verdiği telaş içinde. Anayasa tartışmaları, her iki kesimin yaşadığı siyasal tıkanıklıkta kullanılan geçici enstrümandır.   

    Her şeye rağmen, yeni bir anayasanın zorunluluk olduğunu kimse inkâr edemez. Cunta anayasasıyla devam etme, hukuktan, adaletten ve demokrasiden bahsetmeyi ayıplı kılar. Maalesef Türkiye, yıllardır bu ayıpla yaşamaktadır. Anayasa toplumsal mutabakat metnidir aslında. Çıkarları farklı olan hemen her kesimin buluştuğu ortak paydadır. Anayasa; güçler ayrılığını dengeler, toplum adına egemenliğin hukuksal alt yapısını oluşturur. Elbette bu noktada tartışılması gereken bir başka sorun ortaya çıkar; devlet. Devlet nedir, neyin organizasyonudur? Kimi veya kimleri temsil eder? Devlet şiddetin örgütleniş biçimi midir?  Tüzel bir yapı olarak toplumun, bireyin özgürlüğünün korunmasında rol oynar mı? Tüm bunlar tartışma konularıdır.

     Bizde 1808’de Sened-i İttifak’tan bu yana anayasa yapılmakta; Kanun-i Esasi, 1921, 1924, 1961 ve nihayet 1982 Anayasası. Genelde anayasalar toplumların keskin altüst oluş anlarında yapılır. Ve yine genelde toplumların değişik kesitlerinin istek ve talepleri doğrultusunda oluşur. Peki, Türkiye’de böyle olmuş mudur? Bizde yapılan anayasaların her biri ortaya çıkan ciddi buhran anlarında yapılmıştır, ama halkın talepleri dikkate alınarak yapılmamıştır. 1808’den bu yana yapılan anayasalar elit bir azınlığın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin Kanun-i Esasi, bürokrasinin en üst kesimiyle Jön Türklerin ortaklaşa oluşturduğu bir anayasadır. Jön Türklerin giderek iktidar olmuş biçimi İttihat ve Terakki, bugüne kadar yapılan anayasalarda belirleyici rol oynamıştır. Halen farklı milliyetleri, ulusları, kültürleri kabul etmeyen saldırgan milliyetçiliğin salvolarıyla karşı karşıya kalıyorsak, bunun esas nedenlerinden biri, yapılan anayasaların İttihat Terakki anlayışla hazırlanmış olmasındandır.

    Halen İttihatçı anlayışla hareket edildiği içindir ki, 1921 Anayasası’na atıf yapılmakta. ‘Türk’ yerine ‘Türkiye’ kullanıldığı için demokratik anayasa biçiminde lanse edilmekte. Oysa öyle övüldüğü biçimiyle demokratik bir anayasa değildir. 1921 Anayasası toplumsal, bireysel hak ve özgürlüklerin yanından geçmediği gibi, hukukun işlerliğini de garantiye almaz. Ayrıca, yargının bağımsızlığı da temel alınmamıştır.  İstiklâl Mahkemeleri bu anayasa döneminde hayata geçirilmiştir. Bu mahkemelerde adalet ve hukuk hiçe sayılmıştır. Bu mahkemeler, verilen kararların sadece nasıl infaz edileceği konusunda karar vermekle yükümlü kılınmıştır. İmralı müritlerinin de şiddetle önerdiği 1921 Anayasası, böylesi özelliklere sahiptir. Özellikle Cumhuriyet döneminde yapılan tüm anayasalarda hükümdarın yerini ‘asli kurucu’ almıştır. Bu nedenle de demokratik olmaktan uzak kalmışlardır. Milliyetçiliğin değiştirilemez hüküm kabul edildiği koşullarda hiçbir biçimde demokratik anayasa yapılamaz. Bu anlamda kimse kimseyi kandırmamalı. Kötüler içinde iyi seçmenin özgürlükle, demokrasiyle alakası yoktur.

Yeni Anayasa Yapılabilir mi? 

    Yapılan tartışmalara ve iç siyasette mevcut mevzilenmeye bakılırsa, yeni anayasa yapmanın önündeki engelleri de görebiliriz. Her şeyden önce bunun koşulları yoktur. Toplumda bu yönde gelen şiddetli bir istek de bulunmamakta. Mevcut Anayasa’dan şikâyet var, ama bu şikâyetlerden kurtulmak için yeterli bir çaba yoktur

    Yeni anayasa yapmayı engelleyen en önemli faktör, Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Bahsettiğim ‘asli unsur’ CHP’dir. Yıllardan bu yana ‘devleti kuran partiyim’ demesi boşuna değildir. Türkiye’de solu da, sağı da, milliyetçiliği de rayından çıkaran, istediği istikamette yürüten ağırlıklı olarak CHP olmuştur. Bugün gücü önemli oranda kırılmış olsa bile, yine de derin devlete yön veren ‘asli güç’ olma konumundadır. Sağın, özellikle muhafazakar kesimin dinamikleriyle oynayan, liberali liberal olmaktan çıkaran, milliyetçiliği saldırganlaştıran ve solu farklı kimliklere karşı şövenist, asimilasyoncu bir ideoloji ile donatan devletin ‘asli unsur’udur; CHP’nin egemen olduğu ve yönlendirdiği derin devlettir. Türkiye’de muhafazakarlık salt dine ve giderek başörtüsü tuzağına takılmıştır. Liberal diye kendini tanımlayan kesim de bireysel özgürlükleri savunması gerekirken, ‘beka’ ile oyalanmaktadır. Milliyetçiliği ise çok fazla irdelemeye gerek yok, son tahlilde altı okun bir parçasıdır. Kendini ‘sol’ diye tanımlayan bazı kesimlerin durumu da, tam anlamıyla berbat; Kürt/Kürdistan düşmanı olduklarını tartışmaya gerek yok. Ama buna rağmen, asimilasyonun açtığı tahribatı kullanarak kendilerini meşrulaştırmanın çabası içindeler. HDP ile birlikte bu duruma destek verenlerin arasında Kürt olduğunu söyleyenler de vardır. Kürt sorununu girift hale getiren derin devletin bir başarısı da budur. Bugün sol adına hareket ettiğini iddia eden bazı kesimler, HDP ile birlikte derin devletin yönetimi altında sorunun ‘çözümünü’ uzun vadeye serpiştirilen imhada görmekteler. Bu politikada PKK/HDP sadece bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu aracı kullanan esas güç CHP’dir. Bu nedenle CHP, elindeki bu araçları kullanmaya devam ettiği sürece, yeni anayasayı yapma pek mümkün görünmüyor. Sadece bu kadar değil; CHP kabul etmediği sürece, Kandil’den Kürt halkına, özellikle de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yönelik estirilen terör ve imha politikasının tümden sona erdirilmesi kolay değildir. CHP son ana kadar PKK/HDP’yi en azından yan cepte tutma gayretini sürdürmekte. Buna rağmen Kandil tümüyle etkisiz hale getirilirse, İttihat Terakki anlayışının derin devlete önderliği sona ermiş olur. Şu anda devlet içinde iki eğilim arasında kıyasıya bir savaş var. Yeni anayasa tartışmaları bu kavganın sadece bir parçasıdır. Son dönemde Kemalizm’in tartışmaya açılması tesadüf olamaz. Derin devlet tarafının 1915-1938 arası süreçte kalmada ısrar etmesi, uzun vadeli olamayacağı anlamına gelmektedir.

06.03.2021

Baki Karer

21 Şubat 2021 Pazar

Ceset Seviciliği!

 

Ceset Seviciliği!

     Sonradan bana iletilen videoyla haberim oldu. Meczup biri, Gara operasyonu üzerine biriyle sohbet ederken, hakkımda atıp tutmuş. Ürkütülmüş fare misali ekranda bir görünüp bir kaybolan aklı evvel, hakkımda ilginç iddialarda bulunmuş. Dengesini kaybetmiş halde beynine şırınga edilmiş ne varsa ürkekçe tekrarlayıp duruyor. Kibrit kutusunu kendine mesken edinmiş fare, belli ki bayağı kobay olarak kullanılmış. Malum bu kobay birçok kez faz bir, faz iki deneylerinden geçirilmiş. Çünkü soru sormaya başladığında kekeliyor, el ayak öpme faslından sonra destekçilerine övgüler yağdırmaya başlıyor.

    Bu kutu düşkününün yalakalığı da bir başka: Döne dolaşa Apoculuğun ne kadar Kürtlük olduğunu anlatıp duruyor. Apoculuğu Kürtlükle bütünleştirmekle kalmıyor, tapılması gereken ilahi bir güç noktasına yükseltmeye çalışıyor. Apoculuğun kendisine onur verdiğini, bu sayede her türlü imkanlara sahip olduğunu yana döne anlatıp duruyor. Sonradan din değiştirmenin verdiği heyecanını ve saldırganlığını gizleyemiyor. Karşısında konuşan kişiler cümlesini tamamlamadan lafı alıyor, Pkk ve gerilla diye hitap ettiği çetelerle bütünleştiriyor. Zaten birkaç cümle kurma yetisi var; her cümlesi Apoculuğa övgüyle başlıyor secdeyle bitiyor. Tipik çeşme başı dedikoduculuğun yılışıklığını sergiliyor.

Bu derece pervasızca konuşmayı alışkanlık haline getirmiş bu zat, kim? Kimin parasıyla oynuyor, nerede çalışıyor, geçimini neyle sağlıyor? Bunların hiç birine açıklık getiremiyor. Bu tür konuların bahsi geçtiği her yerden uzaklaşmak için binbir cambazlık ve hileye başvuruyor. Apoculuk ya da gerillacılardan aldığı reklam gelirlerinden başka, Haşdi Şabi’den ne kadar reklam geliri elde ettiği de merak konusu. Öyle ya gazeteci geçiniyor, kutu yayıncısı olma kolay değil. Halktan saklayacağı bir şeyi olmamalı ve geçim kaynağına kamuoyu nezdinde açıklık getirmeli.

Bu zat savaşın, insan öldürmenin ne kadar iyi olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor. Adeta zikir getirerek herkesi ikna etmeye çalışıyor. Şimdi sormak gerekir; bu zevatın kardeşleri, eğer varsa çocukları veya anne ve babası Gara’da, Kandil’de ellerinde silah çarpışmanın içindeler mi? Başkalarının cesetleri üzerinde dans etmeyi alışkanlık haline getirmiş bu zat, annesinin ve babasının veya kardeşlerinin cesetleri üzerinde de halay çekme alışkanlığını sürdürecek mi? Kürt çocuklarının sıra sıra dizilmiş cesetlerinden akan kanları alnına sürüp göğüs kabartarak ortalıkta dolaşıyor. Anne babasının veya çocuklarının cesetlerinden akan kanı da alnına sürerek aynı biçimde övünecek mi? Yine kendisi rahat yaşam içinde kutudan yayıncılık yapma yerine, niçin Gara’da, Kandil’de bulunmuyor? Kibrit kutusundan bunlara açıklık getirmelidir.

Gara’da PKK tarafından kafalarına kurşun sıkılarak infaz edilmiş Kürtler dahil 61 Kürt çocuğu öldürülmüştür. Hangi statü uğruna, hangi amaç uğruna bu ölüm olayları yaşanmıştır? Beş katilin yaşamı uğruna Kürt çocuklarının toprağa düşmesi karşısında sevinç çığlıkları atma, tam anlamıyla sadistliktir. İşte ürkek fare misali Kalésorro denilen zat, ekran karşısında içindeki sadist ruhu göstermektedir. Yani Bargiran, Kürt çocuklarının cesetleri üzerinde halay çekmektedir. Kürt halkı çocuklarının kanı üzerinden hayat sürdürmeye çalışan bu tip şahıslardan bıktı, usandı. Bu kişiyi herkes iyi tanımalıdır. Böyleleriyle röportaj yapmanın ne anlama geleceğini iyice düşünüp taşınmak gerekir. ‘Her türlü hizmeti yapmaya hazırım’ diyen zatın yanında yer almayı hiç kimse istemez. Çünkü Bargiran ve efendilerinin, esas hedefi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni yok ederek, dayandıkları güçlere altın tepside sunmaktır. Bu nedenledir ki Apocu geçinen bu zat, bunların oyununu bozan herkese düşmanlık yapıyor. Yaptıkları katliama karşı erkenden tavır aldığım için kibrit kutusuna sığan beynine bakmadan hakkımda atıp tutmuş. Umrumda bile değil. Kürt gençlerini cesetleri üzerinde tepinen bu güruha karşı tavır alma sadece Kürdün değil, insanım diyen herkesin görevi olmalı. Gara’da son yaşanan olayın, Bingöl’de 33 askerin kurşuna dizilmesinden,  2015’de Silvan olayından ve Akyürek’te 11 çocuğun katledilmesinden bir farkı yoktur. Aslında bu derece gaddar davranılmasının esas nedeni, tüm şimşekleri Erbil’in üzerine çekmek içindir.

20.02.2021

Baki Karer

17 Şubat 2021 Çarşamba

Pkk-Öcalan ve Akıl Hocalarının Uluslararası Komplosu

 

 

Pkk-Öcalan ve Akıl Hocalarının Uluslararası

Komplosu

    15 Şubat 1999’da Şam’dan getirilen Öcalan,  İmralı’da misafir edilmeye başlandı. Zaten Suriye alanına emniyet içinde gönderilmiş ve orada her türlü rahat koşullar içinde barınması için elden gelen gayret gösterilmişti. Hatta öyle ki, Şam’da kaldığı evin güvenliği bile yıllarca karanlık mihraklarca sağlanmıştı. On yedi bin iç infazı kolaylıkla yapmaları bu nedenledir. Bekaa, Lolan ve Cudi’de her taşın altında, her ağaç kovuğunda bir Kürdün cesedinin bulunması da bunun içindir. Yani,  tek başına Adolf Eichmann olamazdı.

    Öcalan’ın İmralı’ya getirilişi bir anda, 1999’da ortaya çıkmış bir proje değildir; nerede, ne zaman ve olayların gelişiminin hangi aşamasında nasıl bir tertip içine girileceği ta başından beri projeleştirilmiş ve planlanmıştır. Olup bitenleri anlık, rasgele gelişmeler olarak ele alır irdelemeye çalışırsak yanılgılara düşeriz.

    Yüzer-gezer yatta emniyet altına alındığı tarihten itibaren hemen her yıl, ‘uluslararası komploya kurban edildi’ biçiminde yoğun bir propaganda yürütülmekte. Aslı olmayan haber ve yorumlarla ortam tanınmaz hale getirilerek gerçeklerin ortaya çıkmasının önüne geçilmeye çalışılmakta. Oysa Öcalan’a uluslararası komplo kurulmamış, tam tersi, Öcalan ve akıl hocaları uluslararası arenada Kürt halkına karşı komplo kurmuştur. Bu anlamda Pkk ve Öcalan’ın yaptıklarını ve ortaya çıkan tabloyu tanımlayamazsak, bugünlerde karanlık güçlerin ayyuka çıkardığı ‘komplo’ hikayelerini kavrayamayız. Bilindiği gibi Öcalan ve karanlık güçler birlikte kurdukları komployla, Kürt halkını tüm dünyaya terörle, terörizmle anılır hale getirdi. Kamplarıyla, cezaevleriyle, dağlarda ve Avrupa şehirlerinde işledikleri cinayetlerle dünya toplumlarının birçoğunda Kürt halkının haklı taleplerine karşı duyarsızlık hem yaygınlaştırıldı, hem de derinleştirildi. Öcalan’ın hava alanları arasında mekik dokumasının asıl nedeni,  Kürtler’i terörle bütünleştirmekti. Yıllar boyu böylesine görevler için yetiştirildiği unutmamalıdır. Ülke ülke gezdirilmesi bir de bu anlamda önemliydi.  Ülkeye gidemezdi çünkü, uşaklık yaptığı beylerine ihanet edemezdi. Öcalan yüklendiği görevleri sadece bir emir olarak görmemiş, tek kelimeyle gönüllü hizmetçi olmuştur. Daha orta okuldan itibaren eğitime alınarak Kürde karşı her türlü cinayet işleyecek tarzda yetiştirilmiştir. Anlayanlar için sorun o kadar karmaşık değil; Şam’a postalayanlar, zamanı geldiğinde yüksek güvenlikli limanda emniyetini sağlamaya devam etmişti. Bu aşamadan itibaren siyasal iktidarlara müdahale etmenin araçları da değiştirilmeye başlanmıştı. Hatırlarsak, siyasal iktidarlar yıllar boyu İmralı’nın yanına bile yaklaştırılmamıştı.

    1984’de birçok noktada silahların patlatılmasının Kürt ve Kürdistan’la uzaktan yakından alakası yoktur. ‘Öcalan yakalandıktan sonra Pkk değişti’, ‘Öcalan dönüş yaptı’ ve benzeri söylemler, sadece avuntudan ibarettir. Hakkari’nin, Bitlis’in dağları ne kadar bombalanırsa Ankara’da sivil siyasete o kadar da ‘balans ayarı’ verilirdi. Derin güçlerin ekonomiden siyasete ve kültürel yaşama kadar hakim olmaları, yön vermeleri başka türlü mümkün olamazdı. ‘Düşük yoğunluklu çatışma’ sayesinde hemen her alanda çok ciddi kurumlaşmalar ortaya çıkarıldı. Öte yandan, kısa sürede bu derece sermaye birikimi de sağlanamazdı. Cumartesi ve Pazar’ı olmayan, 14-15 saat çalıştırılmaya boyun eğmiş bir kitle yaratıldı. İtiraz edenin başına ‘vatan, millet, Sakarya’ söylemiyle vuruldu. Sadece Kürdün değil, Türkün de başına vuruldu bu süreçte. Ortaya çıkan eciş bücüş devasa şehirleşme koşullarında kaderine şükreden toplumsal yapı inşa edildi. Böylece ırmağın akışında mutluluğunu ifade eden değil, ölen Türkiye yaratıldı.

    Aslında PKK ve Öcalan olayı irdelenirken salt siyasal değerlendirmelerle yetinmemek gerekir. Yüz yıllık süreç dikkate alınarak Pkk aracılığıyla demografik yapı tahrip edilip, Kürt nüfusu üzerinde oynandı. Ekonomik durum ve üretim kapasitesi dikkate alınarak bir nevi optimum nüfus değerlendirilmesine gidildi. Bir de bu açıdan gelişmelere bakılmalı; istatistiklere dayanarak olup bitenler açığa çıkartılmalı.  İşte tüm bunlar, Pkk ve derin güçlerin Kürt halkına karşı kurdukları komplolardır.

    Küreselleşme koşullarında ise, Pkk/Hdp’ye gerek kalmamıştır. Önümüzdeki süreçte adım adım yok etme sürecine girilmiştir. Ortadoğu’da bölgesel ve küresel oyun kurucuların mevzilenişlerine bakıldığında, Pkk/Hdp’nin getirildikleri noktada tutulmaları artık mümkün değildir. Türkiye genel bir temizlik hareketine girişmek zorundadır. Ayrıca, Türkiye yeni sisteme, yarı başkanlığa geçmiş durumdadır. Geçmişten devralınan Pkk/Hdp piyonlarıyla oynama, kurumlaştırılmak istenen yeni sistemin bünyesiyle uyum sağlamamaktadır. Sermaye ve burjuvalaşmanın geldiği aşama, sorunun bir başka boyutudur.

15.02.2021

Baki Karer

 

 

 

 

5 Şubat 2021 Cuma

Çöplükte Horoz Olmanın Keyfi!

 

Çöplükte Horoz Olmanın Keyfi!

 

 

    İki bölüm halinde son yazdığım yazılarıma yönelik notlar aldım. Kimi değinmediğim konulara, kimileri de irdelemeye çalıştığım bazı sorunları derinleştirmeye çalışmış. Güzel, tabii siyasal gelişmelere karşı herkesin bir bakış açısı vardır; ileri sürülen düşüncelerde ortak noktalar olduğu gibi ayrışılan noktalar da var. Bunlar gayet doğaldır. Yeter ki düşünceler ileri sürülsün. Tartışmayı, tartışılmayı kabullenmeme soyutluktur, yani evrenin  nesnelliğini inkâr etmeyle eş değerli bir tutumdur.  Düşünce ileri sürme, medeni ölçüler içinde tartışmayı temel alma, modern toplumun bir bireyi olmayı içselleştirme anlamına gelir. Modern toplum özgür bireylerin oluşmasını sağlar.

Ama bir kesim var ki, düşünce ve davranış biçimiyle mağara dönemini aratan cinsten. Bunları tanımlamak gerekirse, tam anlamıyla düttürüdür. Başka türlü tanımlayamadım, uygun düşen tanımlama budur. Klasik toplum ilişkilerini aşma cesareti olmayanlar, töreye bağlılığını ispatlama adına efendisinin ökçesini öpmek için eğilmek zorundadır. Bunlar eğilenlerdir, baş eğenlerdir, koşulsuz teslim olanlardır. İşte ‘Rojava devrimi’ düttürülerini bu kategoride ele almak gerekir. Öyle ki, ‘Rojava’yı Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile aynı düzeyde değerlendirmek gerekir’ diyecek kadar aklını yitirmişler.

    Bu düttürüler, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yanında yer alan herkese karşı acımasız tavır içindeler. Dile getirdikleri, değindikleri konular arasında dişe dokunur ‘aha buldum’ diyeceğin bir kelime, bir cümle arıyorsun, ama nerede… Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Erbil’i ziyaret etmesinin kendilerini ne kadar haklı! çıkardığını yana döne anlatıyorlar. Herhalde herkes anlamıştır; PKK/Hdp cenahından bahsediyoruz. Güya Savunma Bakanı’nın Kürdistan bölgesel Yönetimi’ni ziyaret etmesiyle yönetimin nasıl ‘teslim’ olduğunu canhıraş bir gayretle sağa sola kabullendirmeye çalışıyorlar. Kürdün devlet aklını kabul etmeyen bu mağara pintileri, Haşdi Şabi’nin devlet aklı uğruna kılıç sallamayı meşru görmekte. Bu güruh için sorun, sadece son yüz elli yıllık direniş tarihine karşı çıkma değildir. Bunlar, halihazırda kurumlaşmaya çalışan devlet bürokrasisini de  yok etmenin çabası içindeler.

    Malum günümüzde sıkça kadın cinayetleri işlenmekte. Kadınları katleden erkekler, klasik toplum yapısını aşıp modern topluma geçme aşamasının verdiği sancıların bir ürünüdür aynı zamanda. İşlenen kadın cinayetleri geleneksel, klasik toplumun baskılarına karşı kendini ispatlamak isteyen erkeğin davranış biçimidir; bir boyun eğiştir, korkaklığın dışa vurumudur. Oysa bu tür insanlar ileriye bir adım atma cesaretini gösterebilse, özgür olacak; ikna ve birlikte yaşamın, ya da yan yana olmanın önemini kavrayacaklar. Üstün olmaya çalışmanın, dıştalamanın sonuçta karşı tarafa şiddet uygulamayı getireceğini göre bilseler, modern topluma uyum sağlamakta zorluk çekmeyecekler. İşte Pkk/Hdp takımının düşünce ve davranış biçimlerini de bu çerçevede ele almak gerekir. Pkk/Hdp müritleri özgür düşünen bireyler olmaktan korkmaktalar. Modern topluma şüpheyle bakmayı adeta bir kültür haline getirmişler. Bu belki de uzun süre mağara yaşamından edinilmiş kültürün verdiği alıklaşmadan kaynaklanmakta. Son yıllarda kadın cinayetlerinin yaygınlaşmasında rol oynayan sosyolojik nedenler, Pkk/Hdp’li müritler için de geçerli sosyolojik nedenlerdir. Cahil insanlar cahillikleriyle mutludurlar. Bilgi ve bilinç yoksunluğu cehaleti getirir, cehalet ise korkunun temel kaynağıdır. Korkunun ortaya çıkardığı dehşet tablosunda şüphecilik, sevgiye, güvene düşmanlık, birlikte yaşama isyan hakim olan çizgilerdir.

    Yukarıdaki fotoğrafa iyi bakılmalı, Orada korkunun yol açtığı felaket sergilenmekte. Binanın üzerinden sebep oldukları felakete bakan kişinin tam cepheden fotoğraf çektirmemesinin tek nedeni korkudur; korkuyor, bedeninde ve yüz hattında korkunun izlerinin görülmesini engellemek istiyor.  Ortaya çıkan felaket ortamında bile arkasını dönerek omuzunda silahla korkunun keyfini! sürüyor. Korkunun fotoğrafını çektiriyor. Çünkü günlük yaşamlarının en temel olgusu korkudur. Şimdi bir çoğu diyecek ki, İşid yaptı. Hayır; İşid’i bu derece cesaretlendiren etmenleri elbette bir tarafa bırakamayız. Roj peşmergelerinin Rojava’ya geçmesini savaş nedeni olarak görenler kimlerdi? Kitleler üzerinde baskı ve işkence uygulayarak üç yüz binin üzerinde Kürt gencinin Türkiye’ye geçmesine sebep olanları unutamayız. Eğer Kürt düşmanı üst aklın plan ve projeleri doğrultusunda hareket edenler olmasaydı, fotoğrafta sergilenen tablo ortaya çıkmazdı. Bu anlamda ‘Rojava devrimi’ çelmesine takılmamaya özen göstermek gerekir.

02.02.2021

Baki Karer

14 Ocak 2021 Perşembe

Küresel Döneme Özgü İttifaklar Politikası ve Pkk’nin G. Kürdistan’da Oynadığı Rol.

 


Küresel Döneme Özgü İttifaklar Politikası ve Pkk’nin G. Kürdistan’da Oynadığı Rol.

-2-

    Küreselleşme koşulları çok farklı ekonomik, kültürel ve sosyal ilişkiler ortaya çıkardı. Toplum-birey, devlet- toplum ve birey-devlet ilişkileri hem çok hızlı, hem de ciddi değişimler geçirdi. İnsanın yeniden tanımlanmaya başlandığı bir sürece doğru ilerliyoruz. Bireyin toplumsal bir varlık olup olmadığı tartışılmakta. Toplumsal olmanın, ya da toplumsallığın karşısına sanallık ve görsellik koyulmak istenmekte. Günümüzde günlük ihtiyaca göre belirlenen pazar ilişkisine doğru bir gidiş var. Artık böylesi yaşam biçimi, gelişmiş sanayi ülkelerinden tutun da Afrika’nın herhangi bir ülkesi için de az veya çok geçerli olmaya başlamıştır. Dolayısıyla günümüzde ülkeler arası ilişkileri ele alırken, bu türden değişimleri görmemezlikten gelemeyiz.

    Ekonomik, kültürel ve toplumsal ilişkilerdeki bu yönlü değişimler sonucunda ister gelişmiş, isterse az gelişmiş ülkelerde devletler, önemli oranda bağımsız hareket etme reflekslerini geliştirmiştir.  Yani günümüz koşullarında, Avrupa’nın belli başlı başkentlerinde birkaç sanayileşmiş ülkenin yuvarlak masada alacağı kararlarla ‘nizam’ oluşturma dönemi sona ermiştir. Bu konuda zorlama içine girilirse, uzun vadeli sorunlar yaratmaktan başka bir işe yaramayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zoraki dayatılan çözümleri, geçmişte olduğu gibi sessizce kabullenmenin koşulları yoktur artık. Sanayileşmiş ülkeler ve süper güçler kendi aralarındaki veya bölgesel sorunlara çözümler getirmeye çalışırken, bölgesel düzeyde oyun kurucu konumuna yükselmiş ülkelerin gücünü de dikkate almak zorundadırlar. Salt silaha, güce dayalı çözümler, küresel koşullara denk düşen çözümler değildir.

Ortadoğu’da İttifaklar

Ortadoğu söz konusu olduğunda ittifaklar konusunda öngörülü olma pek mümkün değildir. Kimin kiminle niçin ilişki kurduğunu veya kimin kiminle ne zaman dost veya düşman olacağını tahmin etme çok zordur. Zaman zaman aklın sınırlarını zorlayan ittifaklara ve çatışmalara sahne olan Ortadoğu üzerine konuşurken, dikkati elden bırakamayız.

Ortadoğu bugün yerel, bölgesel ve süper güçlerin çatışma alanı durumundadır. Oyun kurucu olmaktan tümüyle çıkarılmış olmasa bile ABD’nin, Rusya Federasyonu karşısında güçlü bir konumda olduğunu söyleyemeyiz. ABD özellikle Irak ve Suriye’de konuşlanırken, Sykes-Pickot anlaşmasını tümüyle değiştirmeyi hedeflediğini saklamıyordu. Zaten Büyük Ortadoğu Projesi de yeni sınırlar çizmeyi amaçlıyordu. Ama süreç içinde bu hedeflerinden önemli oranda geri adım atmak zorunda kalmıştır. Milliyetleri temel alan sınırlar çizme yerine mezhepleri temel alan sınırlar belirlemeye çalışması, ABD’nin politikasında önemli oranda başarısızlığı getiren bir etkendir. Mezheplere göre sınırlar çizmeye çalışmanın hem içinden çıkılmaz uzun vadeli çatışmaları getireceğini, hem de sınırlandırmak istediklerine, yeni müttefikler kazandırarak daha da güçlendireceğini çok geç anladı. Bu nedenle şu anda Irak, Suriye ve Lübnan alanında daha çok askersel gücüne dayalı olarak hareket etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca Rusya Federasyonu’nun ciddi, hatta kalıcı bir engel olarak ortaya çıkacağını düşünmemiştir. Şu anda Rusya Federasyonu, aralarında birçok çelişkiye rağmen İran, Türkiye, Irak ve Suriye ile birlikte, adeta bir cephe olarak hareket etmektedir. ABD’nin bu çelişkiler yumağı içinden nasıl çıkacağını kestirmek çok güç. Elbette oyun kurucu olmaktan tümüyle çıktığını söylemek için henüz çok erken.  ABD’de yapılan seçimlerle birlikte Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle dış politikada köktenci değişikliklerin olacağını düşünmemek gerekir. Tüm bu ilişkiler içinde, Ortadoğu’da önemli oranda tayin edici düzeyde rol oynayan güçlerden biri de, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir. Ve bu rolü daha uzun yıllar sürdürecek olanaklara sahiptir.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi

    Uzun yıllar, yaklaşık iki binli yılların başına kadar Filistin, Ortadoğu’da merkezi bir rol oynuyordu. Yani Filistin’e karşı çıkma ya da Filistin’in yanında yer alma Bölge çapında cepheleşmeyi veya ittifakları belirliyordu. Filistin günümüzde bu rolü oynama konumundan çıkmıştır. Bu durum, Filistin’in çözülmesi gereken sorun olmaktan çıktığı anlamına gelmiyor. Ama küreselleşme koşullarında Ortadoğu genelinde ortaya çıkan saflaşma, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni belirleyici rol oynayan güçlerden biri konumuna getirmiştir. Bu durum, sadece İran’la ABD arasındaki çatışmayla da sınırlı değildir. Herhangi bir ülkenin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni direkt karşısına alması için, bin defa düşünmek zorunda kaldığı bir döneme girilmiştir. Erbil’in bu konuma yükselmesi, sadece Ortadoğu’nun kendine özgü güçler dengesinde oynadığı rolden değil, dünya düzleminde yaşanan bölüşüm sürecinde, çatışan tüm tarafların dayanmak istediği bir moment oluşundan kaynaklanmaktadır.

    Küresel koşulların bazı devletleri bölgesel düzeyde oyun kurucu düzeye getirmesini, sadece olumsuzluk olarak ele almamak gerekir. Aynı zamanda zıt noktalarda kazandırdığı manevra alanları göz ardı edilmemeli.  Bugün G. Kürdistan’ın siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda katettiği aşama küçümsenemez; birçok alanda var olan noksanlıklara rağmen alt ve üst yapıların inşasında çok ciddi ilerlemeler sağlamıştır. Oluşturulan bürokratik yapının, toplumun sosyal dokusunda ve kültürel alanda oynadığı birleştirici rolü ise tartışılamaz.

Haşdi Şabi-Pkk-Daiş Saldırıları

    Haşdi Şabi, Pkk ve Daiş’in ortak saldırıları, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin siyasal alanda oynadığı role ve ülke içindeki birliğe karşı yöneltilmiş saldırılardır. Engellenmedikleri sürece, G. Kürdistan’ı Rojava’ya çevirmenin uğraşını sonuna kadar sürdürecekleri açıktır. Bu cepheyi ele alırken, diğer destekçi güçlerle birlikte ele almak gerekir. Özellikle Kuzeyde Pkk/Hdp’nin tüm karanlık ilişkileri açığa vurulmuş olmasına karşın, halen bunlara destek için kendini ortaya atanların var olması, hiç de şaşırtıcı değildir. Oradan buradan çırpıtılarak oluşturulmuş bu kesimler, ihanet çetesine ve dahil olduğu cepheye sonuna kadar destek verecektir, vermek zorundadır. Bahsedilen desteğin nedenlerini irdeleme, bu yazının kapsamını aşar. Bunlar; döşenmiş rayların eklentilerinde sorun yaratan çıkıntılardır. Varlık nedenleri çıkıntı olmalarında yatar.

    Pkk ve ittifakçılarının, Kdp yönetimine karşı yönelmesinin altında yatan esas neden, eleştiri ve hareket tarzlarına ideolojik kılıf geçirmeye çalışmalarıdır. Bu yolla asıl amaçlarını gizlediklerini sanıyorlar. Gelinen noktada Kürdistan Bölgesel Yönetimi, özünde bir devlet yönetimidir. Federal, otonom ya da bölgesel olarak adlandırılması bugün için  o kadar da önemli değildir. Önemli olan; belli bir toprak parçası üzerinde bürokratik yapının olmasıdır. Şu veya bu düzeyde her bürokratik yapı hükümranlığı içerir. Kaldı ki, tanınma veya tanınmama eylemi hukuki olduğu kadar siyasi bir eylemdir.

    Pkk ve ittifakçı güçleri, gerçekleştirdikleri eylemlerle, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni hukuku çiğnemeye zorluyor. Bu anlamda Pkk’nin provokasyonlar çevirdiği bölgelerin başında Şengal’in gelmesi boşuna değildir. Herşeyden önce Şengal stratejik bir öneme sahiptir. Öte yandan Kürdistan yönetimini farklı dini gruplara ve azınlıklara şiddet temelinde yöneltmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Böylece uluslararası alanda farklı dini ve azınlık halk gruplarının hukukunu çiğneyen bir yönetim olarak göstermenin gayreti içindeler. Yani yönetimin egemen olduğu topraklarda birlik ve bütünlüğü sağlamasının olanaklı olmadığını göstermek istiyorlar. Bunun içindir ki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni kamu otoritesini sağlayan bürokratik mekanizmayı kurmaktan aciz bir yönetim gibi lanse etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Pkk ve ittifakçılarının çocuk kaçırmaları, yoldan geçen insanları kurşunlamaları, yağma yapmaları, Peşmergeye, karakollara saldırmaları bürokratik yapıyı ve mevcut devlet örgütlenmesini yok etmek içindir.

13.01.2021

Baki Karer

 

10 Ocak 2021 Pazar

 

Küresel Döneme Özgü İttifaklar Politikası Ve PKK’nin G.Kürdistan’da Oynadığı Rol.

-1-

    Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’ye karşı senato ve temsilciler meclisi kararıyla ambargo uygulamaya başladı. Amerika’nın hasımlarına karşı uyguladığı CAATSA diye adlandırılan yasanın 231’inci maddesi çerçevesinde Türkiye’ye yönelik bazı kısıtlamalar getirilmekte. Konulan ambargonun içeriği; kapsadığı teknolojik ve mali alanlar hiç önemli değil. Önemli olan, Türkiye’nin düşman olarak kabul edilmesidir; İran, K. Kore ve Venezuela ile aynı zeminde, aynı kampta görülmesidir. Bu, Türkiye’nin her an müdahale edilecek ülkeler kategorisine dahil edilmesini getirecek kadar ciddi bir durumdur. ABD başkanı Donald Trump, Temsilciler Meclisi’nin ve Senato’nun çoğunlukla aldığı karar karşısında bir şey yapamamıştır.

    Her iki meclisin ve özelikle Pentagon’un Türkiye’ye karşı tavizkârsız tutumu yeni değildir. Amerika’da bu kurumlar, Türkiye’ye karşı daha sert yaptırımların uygulanmasından yanadırlar. Bu durum, ABD politikasında ve savunma anlayışında iki kutuplu dünya koşullarında yürütülen politikaların çoktan terk edildiği anlamına gelmektedir. Küreselleşme koşullarında ağırlıklı olarak salt ülke çıkarlarını ön planda tutan bir politika ve savunma anlayışı uygulamaya koyulmuştur.

İki Kutuplu Dünya Dönemine Özgü İttifaklar Politikası Yok Artık

    İki kutuplu dünya koşullarında birbirleriyle kıyasıya mücadele içinde olan Varşova Paktı ve Nato vardı. İki pakt arasında kıyasıya yürütülen yarışı SSCB, yani Varşova Paktı kaybetti. ABD ve Nato kazanan taraf oldu.  İki kutuplu dünyanın geçici de olsa sona ermesiyle Türkiye, hemen her alanda bocalamaya girdi. Özellikle dış politikada nasıl bir yol izleyeceği konusunda çok ciddi yalpalamalar geçirdi. Bu durum, siyasetten ekonomiye kadar birçok alanda kendini gösterdi. Özellikle 1990’dan 1997’ye kadarki dönem, adeta Takrir-i Sükûn yıllarını aratacak düzeydeydi. O yıllara dönüp baktığımızda Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biri olduğunu çok rahat görürüz.

    Türkiye, 1990’dan 2016’ya kadar bazen Avrupa Birliği’ne bazen Amerika Birleşik Devletleri’ne yaklaştı, bazen de her ikisiyle aynı anda ilişkileri sürdürmeye çalıştı. Bu dönemde Rusya Federasyonu ile ilişkileri daha çok kıyıdan köşeden yoklamalar biçimindeydi. Zaman zaman da ABD ve B. Avrupa için geçiş köprüsü rolü oynamaya çalıştı. Ama oynamak istediği bu rolün önünde en büyük engel, Azerbaycan-Ermenistan çekişmesiydi. Bu nedenle, ABD ve B. Avrupa’ya yardımcı olma bir tarafa, kendini bile Kafkasya’ya taşıyamadı. Üstüne üstlük ‘müttefiklerinden’ olumlu yaklaşımlar beklerken, çok ciddi bir darbe girişimiyle de karşı karşıya kaldı. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin altında yatan esas nedenlerden biri, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni ciddi engellerle karşılaşmaksızın uygulama ve İran’ı Bölgede etkisiz kılma çabalarıdır. Darbe başarılı olmayınca Türkiye, doğal olarak hem ABD, hem de Avrupa Birliği ile bir çok alanda çatışma içine girdi. Belli başlı çatışma alanları; Suriye, Irak, Libya, Doğu Akdeniz, Kızıl Deniz ve Azerbaycan üzerinden Kafkasya.

    Türkiye özellikle 2016’dan itibaren ABD ve B. Avrupa’nın çıkarlarıyla ters düşen politikalarını hem genişletti, hem de derinleştirdi. Devlet çıkarlarını ön planda tutan hareket tarzı izlemeye başladı. Buna bir anlamda tehlikeyi ‘sınırların dışında karşılama’ da diyebiliriz. Aslında bu davranış biçimi veya politika tarzı sadece Türkiye’ye özgü değildir. Artık ne Almanya’nın, ne de İtalya ve Fransa’nın ittifak uğruna veya birbirlerini korumak için savaşa girip girmeyecekleri her zamankinden daha fazla tartışılır hale gelmiştir. ‘Batı ittifakı’ kavramı içinde yer alan ülkelerin hemen hepsi, Rusya ve Çin’le ilişkilerde, ulusal çıkarlarına göre hareket etmekte. İster uzun vadeli, ister kısa vadeli olsun ortaya çıkan gelişmelerde elde edilecek çıkarlar, ittifaklar politikasında belirleyici hale gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri bunu bildiği için, Nato içinde ve dışında yeni partnerler edinmeye başlamıştır. Laçkalaşmış Nato için artık kimse gözyaşı dökmüyor.

    Ayrıca ABD, bölgesel düzeyde etkin konumda olan Türkiye, İran, Brezilya, Şili, Arjantin, G. Afrika, Hindistan, Pakistan ve benzeri ülkelerin güçlerini sınırlamakta zorlanıyor. Bu nedenle bölgeler düzeyinde yeni ittifaklar içine giren ABD, Nato’ya pek ihtiyacı kalmadığını göstermekten sakınmıyor. Son dönemlerde Fransa hizaya çekilmek isteniyor, Almanya’dan askerler çekiliyor ve kıyı ülkelere taşınıyor. Öbür yandan Türkiye’ye karşı ciddi ambargolar uygulanmaya başlanıyor.  Tüm bunlar ‘müttefiklik ve ‘ittifak’ ilişkilerini hiçe sayan ABD tarafından yapılıyor.  Nedeni gayet açık; küresel döneme özgü yeni bir ittifaklar veya pakt paradikması geliştiriyor. Bu stratejisinde başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek. Ama bölgesel güçleri ve birçok sanayileşmiş ülkeleri hiçe sayarak tam egemenlik peşinde koşmanın pek sağlıklı sonuçlar doğurmayacağını tahmin etme zor değil. Ambargo, tehdit, genelde zor kullanmaya dayalı hareket tarzı, sonuçta ABD’nin manevra alanını kısıtlama riskini de taşıyor.

    Öte taraftan Nato içinde soğuk savaş dönemine özgü güven duygusunun olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenledir ki ABD, Nato içinde Yunanistan, Litvanya, Letonya, Norveç vb. savunmada oldukça yetersiz ülkeleri tercih etmekte. Diğer bölgelerde de aynı taktiği izlemekte; Ortadoğu’da Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuveyt, İsrail adeta ABD’nin ortakları konumuna yükseltilmiştir. Çin Denizi’nde, Çin ve Rusya Federasyonu ile sürekli sorunlar yaşayan Japonya ve Taiwan ABD’nin ayakları konumundadır. Aslında ABD’nin küresel döneme özgü geliştirmek istediği yeni paradigmayı bu ittifaklarda görebiliriz.

    ABD’yi böylesi bir ittifaklar politikası izlemeye zorlayan nedenler sadece enerji kaynaklarını denetiminde tutma isteği değildir. Aslında İzlenen stratejinin esas hedefi, önümüzdeki on yıllık süre içinde Çin’in sanayide, ekonomide ve askeri vb. alanlarda ulaşacağı seviyeye yöneliktir. Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Çin’in süper güç olarak yükselmesi artık durdurulamaz. Bugün Ortadoğu’da var olan çatışmaların boyutu ve karmaşıklığı bizleri yanılgıya götürmemelidir. Küreselleşme sürecinde dünya genelindeki tayin edici hesaplaşmada Kafkaslar’ın ve Ortadoğu’nun bir nevi ‘cephe gerisi’nden öte bir rol oynama olanağı tartışılır.  Her ne kadar bugün bölüşümün ana üssü Ortadoğu gözüküyorsa da, dünya genelindeki bölüşümde belirleyici hesaplaşmanın Kuzey Atlantik ve Pasifik’te olacağını söyleyebiliriz.

06.01. 2021

Baki Karer

Devam edecek

10 Aralık 2020 Perşembe

PKK IRKÇILIĞI

 

PKK IRKÇILIĞI

 

    Bundan belki 21-22 yıl önce, PKK’nın Kürt halkına, Kürdistan’a karşı faşist bir yaklaşım içinde olduğunu dile getirmiştim. PKK’nin eylem ve düşünce biçiminin Neo Darwincilikle tam anlamıyla uyum içinde olduğunu söylediğimde, birçok kişi ‘ezilen ulustan faşist örgütlenme çıkmaz’ türünden bir iddia ile karşı çıkmışlardı. Bu anlayış, PKK’nin gerçek kimliğini görmemekten kaynaklanmaktadır.  PKK, Kürt halkını hem eylemi, hem de söylemiyle ‘aşağı ırk’, ‘aşağı topluluk’ olarak görmüştür.

    PKK’nin Kürt halkına karşı yaklaşımı tamamen ırkçı bir yaklaşımdır. Dergilerinde, gazetelerinde ve broşürlerinde sergiledikleri düşünceler irdelendiğinde, ortaya çıkan sonuç budur. Savundukları düşüncelerle pratikleri bütünlük arz etmektedir. Sergiledikleri eylem ve davranış biçimlerinin tümünü teori diye ileri sürdükleri ırkçı karalamalarda bulma mümkündür.

    Yüzer-gezer yatta misafir edilmeye başlandığında, Öcalan’ın birdenbire ‘anam Türktür’ demesi hiçte öyle yabana atılacak, sıradan veya rastgele kurulmuş bir cümle değildir. Yıllarca aldığı eğitim sonucu hizmetçilikte ne kadar ustalaştığının ifadesidir. Annesini anarak kökenini Türk’e dayandırmasını, PKK de şiar haline getirmiştir.       Neden? Çünkü onlar için Kürt, ‘aşağı ırk’ veya ‘aşağı toplum’ demektir. ‘Kürdüm’ demesini zaten kimse beklemiyordu. ‘Annem Arap’ veya ‘annem Ermeni’ de diyebilirdi ama demiyor, annesinin özellikle Türk olduğuna vurgu yapıyor. Elbette burada ‘Türk’e vurgu yapılmasının özel bir önemi vardır. Türk olma devletsel düzeyde bir iradeyi, gücü ifade eder. Salt irade, güç vb. olguları ön plana çıkartarak toplumu ve bireyleri değerlendirmeye çalışma, Neo Darwinci anlayışlarının bir ürünüdür.

    PKK, Kürt toplumunu laboratuvarda kullanılacak denek olarak görür. Örneğin Diyarbakır’da 53 Kişiyi katletmeleri, yüzlerce insanı yaralamaları bu yüzdendir. Yine son olarak Süleymaniye’de geliştirdikleri çapulculuk, öldürme ve yaralama olaylarının izahı da budur. Dahası, İran vinçlerle Kürt gençlerini katlederken,  en ufak tepki gösterdiklerine şahit olan var mı? Tam tersi bu idamları içtenlikle destekliyorlar, verdikleri destekleri de saklamıyorlar. İşte Neo Darwinci ‘elemeci’ anlayış budur. Ölenler, öldürülenler ‘üstün’ olmadıkları; yarış ipini göğüsleyemedikleri için doğal seleksiyona uğrayanlar olarak görülmekte.

    PKK, düşünsel planda Hippollite Taine ve Frank Norris’i temel alır. Bu nedenle ‘elemeci’ dirler. Tabanı evrimleşmenin önünde engel gördükleri için ortadan kaldırılması gerektiğine inanırlar. Yöneticiler; Türkleşmiş ve Türkleşmeye özen gösteren kesimler ‘üstün’ görülür. Taban ise terbiye edilmesi, daha doğrusu istedikleri doğrultuda yönlendirilmeye ihtiyacı olan varlıklar olarak kabul edilir. Böylesi bir anlayıştan hareketle, ‘üstün’ ve ‘elit’ bir kesimi toplumda egemen kılmanın yolu, sömürgeciliğin devamında görülür. İşte ‘kardeşlik’ ve ‘demokratikleşme’ tezleri, böylesi ırkçı anlayışları kamufle etmek için kullanılır.

    Egemen güçler, kitlelerin muhalefetini bastırmanın bir yolu olarak zaman zaman savaş çığırtkanlığı yaparlar, hatta savaş çıkartırlar. PKK’nin sürekli savaş çığırtkanlığı yapması, silahı topluma dayatması bu nedenledir.

    PKK’de yönetim kendini Dolikosefal görür, tabanı da Brakisefal sınıfına koyar. Taban veya kitle elemeden geçirilmesi gerekenlerdir. Romalı soyluların kölelerine, Amerikalı beyazların Afrikalılara, Hitlerin Yahudilere karşı uygulamalarıyla PKK yönetiminin tabana, genel anlamda halka yönelik uygulamaları benzerdir. Ne diyorlar;

     “Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, Kürdistan halkı hastadır. Bu hastalığın ilacı da, peşmerge ve devrimcilerin akıtılan berrak kanıdır” (Serxwebun.Sayı55.S4)

    “Gerek uzak geçmiş ve gerekse yakın geçmiş bu anlamda güçlü bir izaha kavuşturulmadan, önümüzdeki dönemde oluk oluk akacak kanların izahı yeterince yapılamaz” (M.Karasungur Yoldaşın Anısına.S.18)
     İşte, 17 bin iç infazın, çoğunluğu yirmili yaşlarda yüz bin Kürdün niçin katledildiğini anlamak zor değil. Ancak faşist, ırkçı anlayışa sahip olanlar ölümü önceller, akıtılan ve akıtılacak
kanlar üzerinden hesaplar yaparak savaş çığırtkanlığı yaparlar. Sadece bu kadar değil, genetik üstünlüğün korunması için ‘alttakilerin’, ‘sağlıksız genetik’ yapıya sahip olanların ortadan kalkmasının gerekliliğine inanırlar. PKK’nin bugün Sincar’da, Süleymaniye’de, Kerkük’te uygulamaya koyduğu provokasyonları bu çerçevede değerlendirmek gerekir. PKK değerlendirilirken basit bir örgüt veya oluşum olarak görülmemeli; karanlık güçlerin vurucu gücü olduğu unutulmamalıdır. Karanlık güçlere karşı olduğun oranda PKK’ye de karşı olmuş olursun veya tersi geçerlidir. Bu konuda ayrıma gitme tehlikenin boyutlarını kavramama demektir.

09.12.2020

Baki Karer

    PKK TERÖRÜNÜN GELDİĞİ NOKTA     Epeyce bir süreden bu yana Pkk/Dem’de neler oluyor diye tartışmalar yürütülüyor. Tartışmalarda, son...