27 Ocak 2020 Pazartesi

YENİ DEVRANIN YENİ TİYATROSU!

 

YENİ DEVRANIN YENİ TİYATROSU!
 
 

    Yukarıdaki 1.fotoğraf bir tiyatro salonundan çekilmiş. 2.fotoğraf ise, bilindiği üzere Kandilden çekilmiş. 2.fotoğraf 1.fotoğrafın perde arkasını yansıtıyor. Salonda çekilmiş fotoğrafa bakılırsa, aynı tiyatroda iki ayrı sahne kurulmuş ama her bir sahnede aynı oyun sergileniyor. Her iki sahne de aynı mesajı vermenin gayreti içinde. Oyun öyle çok önceden çalışmayı gerektiren, emek içeren bir oyun değil. Replikleri üst sahnede sandelyeye oturtulmuş biri okuyor, alt sahnede yerini almış olan “oyuncular” okunanı tekrarlıyor; tekrarlamakla görevlendirilmiş olanlarda doğal olarak heyecan yok. Kendilerine tekrarlamak için dikte edilen bir cümleden sonra hangi cümlenin veya kelimenin geleceğini bilmemezliğin verdiği rahatsızlık herkesin yüz hattına yansımış.Verilen görevi başarıyla yerine getirip getirmediklerini bilmemezliğin verdiği dingildek duruşları ve de kuşkulu bakışları dikkatten kaçmıyor. Tiyatronun ön sırasına özel dizilmişler, yani dizayn edilmişler.

    Görünürde olan bu ekibin hiç bir önemi yok. Önemli olan bunları önplana itikleyen güçlerdir, yani arkalarında duranlar, destekleyenlerdir. Perde arkası güçler 90’lı yılları farklı bir düzlemde geri getirmek istiyor. 90’lı yılları kısaca özetlersek içinde bulunduğumuz dönemde neler yapılmak istendiğini de anlarız: 90’lı yıllar karanlık güçlerin piyonu Pkk’nin kadın, çocuk, ihtiyar, genç demeden katliamlar yaptığı yıllardı. Aydınlara, farklı siyasal hareketlerin kadrolarına, kendinden ayrılanlara  karşı akılalmaz cinayetler işlediği yıllardı. Üstelik işledikleri bu cinayetlerle övünç duyduklarını hiç de gizlemediler, hatta ‘“Çok kan dökülmesi gerekiyor(...)milyonlarca insanın ölümü hiçbir şey değildir. Botan suyundan daha fazla kan akmalı, her dağda, her ağacın altında, her taş kovuğunda şehitler vermeliyiz” (Serxewebûn, sayı 42, s. 6) diyecek kadar pervasızlaştılar. Giderek en faşizan yöntemlerle beyin yıkayıcılığı yaparak müritlerine anne ve babalarını dahi katlettirdiler; “PKK mensupları içinde anasını, babasını ve öz yakınlarını vuranların olduğu doğrudur.” (Serxewebûn, s, 50) yönlü propagandalar yaparak tüm toplumu tehdit ettiler. Bunların sonucunda onbinlerce köy yaşanmaz hale getirildi, milyonlarca Kürt Batı kentlerinin kenar mahallelerine göç ettirildi. Demografik yapı tahrip edilerek asimilasyon yaygınlaştırıldı. Bırakalım doksanlı yılları, daha dün denilecek bir zamanda Pkk/Hdp eliyle Diyarbakır’da bir günde  56 kişi katledildi; katledilenlerin bir çoğu çocuktu.

     Özellikle 90’lı yıllarda kurdukları etkinliğin bu günlerde elden gitmeye başladığını görünce, yeni taktiklere başvurmaya başladılar. Güç kaybetmemek için, kendilerine karşı çıkan herkesi bu sefer ‘Barış, demokrasi ve kardeşlik’ adına susturmanın gayreti içine girmişlerdir. 90’lı yılların vitrininde yer alanlar yeterince deşifre ve dejenere  olduklarından, yeni dekorasyon modellerini öne sürmekteler. Pkk/Hdp’nin modelliğini yapanlar, Diyarbakır’da çocuklar katledilirken neredeydiler? Onbir aylık Bedirhan bebek, Bingöl’de hamile kadınlar bombalarla yok edilirken bu baylar ve bayanlar ‘Barış’ adına neler yapıyorlardı? Bunların barış ve demokrasi çığırtıları Kürdün yokedilmesi üzerine kuruludur. Kabul etmek zorundalar artık, devran değişti; yeni devranda onlara yer olmayacak.  

27.01.2020

Baki Karer

 

8 Ocak 2020 Çarşamba

Ortadoğu’da Yeni Bir Evre mi?


Ortadoğu’da Yeni Bir Evre mi?

 

    Cuma sabahı 3 ocak 2020’de İran’ın Ortadoğu’da askeri faaliyetlerini yönlendiren komutan Amerika Birleşik Devletleri tarafından öldürüldü. Bu kişi epey zaman önce ABD tarafından terörist olarak ilan edilmişti. Bu eylemin İran dışında, başka bir ülkede yani Irak toprakları üzerinde yapılmış olması her açıdan ayrı bir anlam ifade etmekte. Bir ülkenin askeri komutanına bir başka ülkenin askerlerince ‘vur’ emri verilmesi, en son noktada verilecek bir karardır. Burada savaş göze alınmış demektir. Böylesi kararlar, diplomasinin her açıdan tıkandığının ifadesidir.  Ama tüm bunlar geçerli genel kurallar çerçevesinde düşünüldüğünde böyledir. Bu genel kurallar sözkonusu Ortadoğu olduğunda acaba geçerli midir? İşte burada biraz düşünmek gerekir.

    Malum 21.yüzyılda devletler arası çatışma ve çelişkilerin bir özelliği de, çatışan tarafların birbirleriyle direk karşı karşıya gelmemeye özen göstermesidir; devletler çatışma alanlarında çıkarlarını birbirlerine kabul ettirmek için örgütledikleri piyonları kullanmaktadır. Bu taraflarca sürdürülen daha uzun vadeli ve yıpratıcı bir savaş türüdür. Bunu süper güçler de, bölgesel güçler de uygulamaktadır. Bugün daha çok Irak, Suriye, Yemen, Lübnan, Somali ve Libya süper ve bölgesel güçlere hizmet veren piyon örgütlenmelerle doludur.

    Bölgede bahsettiğimiz piyon örgütlenmelerin başını çekenlerden biri de, malum Pkk ve yan oluşumları Hdp-Pyd/Ypg’dir. ‘Başını çekenlerden biri’ diyerek Pkk’ye özellikle vurgu yapmamın bir nedeni de, Pkk’nin diğer ihanet bataklığına düşmüş güçlerden tamamen farklı özelliklere sahip olmasındandır. G.Kürdistan’da Kasım Süleymanı’nin önderliğini kabul etmiş ihanetçi güçlere bakıldığında, en azından Kürt olduklarını kabul ederler, Kürtçe konuşurlar ve çoğunlukla Kürt gelenek ve görenekleriyle çelişmezler. Ama Pkk, ihanet zemininde bile hemen her konuda bunlardan ayrılır. Pkk Kürtçe konuşmaz, yani Kürt diline karşıdır. Kürt kültürüyle, gelenek ve görenekleriyle tam anlamıyla zıtlık içindedir. En önemlisi de, Kürt olduğunu kabul etmez. Türk dilini ve kültürünü egemen kılmada köprü görevi gören bu güruh, Türkçülük akımının Kürt halkı içindeki temsilcisidir; Pkk Uygurcudur, Göktürkçüdür, Çetnikçidir... Kürt gerçekliğine karşı tuzaklanmış bir Truva’dır ya da Meksika’nın Dona Marino’sudur. Kürdün La Malinche’leri olarak adlandırılmaya hak kazanmıştır.

    İran’la Amerika Birleşik Devletleri arasındaki karşılıklı zıtlaşma yeni değil. Bu zıtlaşma her an sıcak savaşa dönüşebilir. Çıkacak bir savaşın mutlak kazananı olacağını sanmıyorum. İran askeri açıdan ABD’ye karşı koyacak güçte değildir ama ABD’de İran’ı işgal edecek gücü kendinde göremez. Bu açıdan sıcak savaş hem İran’a, hem de ABD’ye pahalıya mal olacaktır. Ama savaş sonrası İran bugünkü gücünü kesinlikle koruyamaz. Gücünü kaybetmiş İran’da rejim değişikliğinin olup olmayacağını şimdiden kestirmek çok zor ama iç savaş bataklığına saplanma ihtimali de gözardı edilmemeli. Her gün onlarca insanın yaşamına sokak ortasında son veren bu rejimin yirmibirinci yüzyılda yeri olmamalı. Özellikle Kürt halkına karşı işlediği cinayetler, bu kan emici rejimin özelliğini tartışmasız hale getirmiştir. Bu rejimin  gücünü önemli oranda kaybetmesi bile Kürt halkı başta olmak üzere Ortadoğu halkları açısından çok ciddi kazanımlar elde edilmesini getirecektir. İran ile ABD arasında çıkacak bir savaş, Ortadoğu’nun yeni bir evreye girmesini sağlayacaktır.

6.01.2020

Baki Karer

 

4 Aralık 2019 Çarşamba

YENİ TUZAKLAR


 

YENİ TUZAKLAR

    28/11/2019 da Fuat Kav ismiyle anılan biri, Haki Karer üzerine bir makale yazmış. Bayram değil seyran değil, durup dururken birden Haki’nin hatırlanması, göndemleştirilmeye çalışılması, karanlık dehlizlerde bir şeylerin planlandığını açığa vurmakta. Makalenin niye, hangi amaçlar için yazıldığını PKK/HDP’nin içinde bulunduğu bugünkü koşullarla bağlantılı olduğunu hemen herkes anlar.

    Haşdi Şabi, İşid ve Boko Haram’cılarla el ele vermiş PKK ve yan kuruluşlarının, dünya ve Ortadoğu devrimleri savsatalarına temel kazandırma çabalarına yeni bir ivme kazandırma girişimleri gözden kaçmıyor. Sürekli mezarlıklar arasında dolaşma görevini yüklenmiş olan Fuat Kav denilen unsur, Haki karer ve diğer, özellikle Diyarbakır cezaevinde ölüm oruçlarıyla yok olmuş kişileri yeniden gündemleştirerek beyinleri bulanıklaştırma çabalarına ısrarla devam etmekte. Mezar taşlarını teker teker ve tekrar tekrar ziyaret ederek tamamen yalan dolanla kaleme aldığı yaşam hikayelerinden medet ummakta. Tutundukları karanlık güçlerin kendilerini yavaş yavaş olsa da terk etmeye başladığının farkındalar; bu nedenle şaşkınlık içindeler, sınırlandırılmalarını hazmedemiyorlar.

    Haki’nin bu dönemde gündemleştirme çabalarında Fuat Kav denilen zikircinin seçilmesi de hiç te tesadüf değil. Bu kişinin pervasızlığı çok iyi bilinmekte, zaten pervasızlığından dolayı zaman zaman kullanılmak için bir köşeye atıldığının farkında. Kullanılma anı geldiğinde var gücüyle ortaya atılmakta, harakiri numaralarıyla elinde tuttuğuna inandığı şahadet şurubunu her tarafa serpiştirerek amentüler eşliğinde gördüğü her heykelin önünde eğilmekte; yürürken ayağına takılan tüm taşları Öcalan ve hizmet etmekle yükümlü olduklarının heykeli olarak görmekte. Çokta numaracı; herkese şahadet şurubunu içirmeye çalışmakta, ama bir türlü kendisi şahadet şurubu içmeye yanaşmamakta. Ne Diyarbakır’da, ne de Avrupa’da bıçağı karnına saplama beceri ve cesareti göstermeyerek canının ne kadar kıymetli olduğunu artık herkese gösterdi. Kürdistan’a giderek ön saflarda çarpışıp şahadet şerbeti içmekten niçin kaçındığına bir türlü açıklık getirememekte. Özellikle de ‘Ortadoğu devrimi’ için Rojava’ya gidip mevziden mevziye koşması gerekirken, Almanya’da bacak bacak üstüne atarak ölümler üzerine güzellemeler karalayabilmekte. Ama 14-15 yaşlarındaki çocukların ölmeleri için bin bir cambazlıkta bulunmaktan imtina etmemekte. Ölümleri doğallaştırmak, ölümlere övgüler dizmek tam anlamıyla sadistliktir. Hele hele ergenlik çağında bile olmayan çocukları ölüme gönderme ve bunlardan kahramanlar yaratmaya çalışma, insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçtur. İşte kav ve mensubu olduğu PKK/HDP güruhu, böylesi suçları işlemekten övünç duymakta.

    Kav, süngerimsiliğinden veya sürüngen hale getirilişinden olacak her halde, makalesinde sıkça Duran Kalkan’a yer vermekte. Niçin sıkça Kalkan’a başvurmak zorunda kaldığını elbette hemen herkes biliyor. Son seçimlerden önce Diyarbakır’da yapılan ittifak görüşmeleri Duran Kalkan önderliğinde hayata geçirilmişti. Görüşmeler ve sözümona ilkeler Kalkan’ın görevlendirdiği ekiplerce yürütülmüştü ve belirlenmişti. Kürt kamuoyu beklenmedik bir zamanda uyduruk gerekçelerle manipüle edilmişti. Bugünlerde de aynı ekip Kürdistan Bölgesel  Yönetimine karşı büyük bir tuzak örme gayreti içinde; bu tuzak ‘ulusal kongre’ tuzağıdır. Karanlık dehlizlerde çok ciddi plan ve projeler geliştirilmekte. Bir Türk örgütünün kendisini bir Kürt örgütü yerine koyarak, Kürtler için ulusal kongre düzenlenmesi yönünde özel çaba yürütmesinin nedeni üzerine herkes düşünmeli. Daha ilk ayette çakılıp kalmış Hıra müridinin, önümüzdeki süreçte geliştirilecek provakasyonların üstünü örtülemek için mezar taşları arasında volta atmaya başlamasını doğru anlamak gerekir.  Mezar taşları tek tek ziyaret edilerek şehit edebiyatının yeniden gündemleştirilmesi ve ulusal kongre çığırtıları da dahil daha bir dizi gelişmelerin dikkate alınmasında yara vardır.

4.12.2019

BAKİ KARER 

4 Kasım 2019 Pazartesi

Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler


Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler
     ‘Ortadoğu’da oluşan yeni dengeler’ diyorum, ama gelişmelerin bugünkü durumuyla hangi yönde seyredeceği hiçte belli değil. ABD ülkelerle birlikte hareket etmeyi tercih etmeyip, başkasına ait bir örgütü kendine paralı asker yaparak, sahada ciddi alternatifler üretemeyeceğini gösterdi. Bir dönem Nikaragua ve Mozambik’te izlenen stratejinin neredeyse benzeri bugün Suriye’de hayata geçirilmeye çalışılmakta. Örgütlerle işbirliğini temel alan ABD’nin, Bölge’de önemli mevziler kaybedeceğini yıllar önce söylemiştim. Türkiye’nin 9.10.2019’da başlattığı ‘Barış Pınarı’ harekatıyla birlikte, Moskova-Ankara-Şam ve Tahran ittifakının Ortadoğu’da daha bir etkin güç konumuna geldiğini söyleyebiliriz. Ama bu durum, önümüzdeki süreçte ABD’nin yeniden oyun kuramayacağı anlamına gelmez.
    Daha çok Rusya Federasyonu ve ABD arasında yaşanan bölüşüm savaşının en şiddetli yaşandığı alan, geçmişte ağırlıklı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun egemen olduğu alandır. Özellikle de sıcak çatışmaların yoğun yaşandığı Suriye, Irak ve Lübnan bölgeleridir. Buralarda sıcak çatışmaların yoğun olmasının esas olarak iki nedeni var; bunlardan biri, petrol bölgelerinin ve yollarının kontrol altında tutma çabası. İkincisi, İsrail güvenliğinin uzun vadeli garanti altına alma istemi. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin altında esas olarak bu iki neden yatar.
    BOP ister istemez Avrupa’yı da ilgilendirmektedir. ABD, sadece Rusya Federasyonu’na karşı değil, aynı zamanda Avrupa Birliği’ne ve Çin’e karşı da petrol bölgelerini ve yollarını elde tutmak istemekte. Küreselleşme döneminde de dünya jandarmalığını elden bırakmayacak her imkânı harekete geçirmeye çalışmaktadır. Bir yandan Rusya’ya çeşitli bahanelerle ekonomik ambargolar uygularken, Avrupa ve Çin’e karşı da çok yönlü ticari engeller çıkarmakta. Bunları yaparken, Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarını dahi çiğnemeyi göze alabilmekte.
Amerika Birleşik Devletleri Ne Yapmak İstiyor? 
Büyük Ortadoğu Projesi sadece Irak, Suriye ve Lübnan’ı kapsamıyor; Afganistan, Pakistan, Azerbaycan, Suudi Arabistan’dan Mısır’a kadar ki büyük bir bölgeyi kapsamakta. Elbette buna İran ve Türkiye de dahil. ABD, tüm bu ülkelere yönelik geliştirdiği projelerinde başarılı olup olmayacağı tam bir muamma; yani bir dizi bilinmezliklerle dolu. Bölgesel ve dünya genelinde rol oynayan ülkelerin çıkarlarını bir noktada birleştirme pek o kadar kolay değil. Ayrıca bu projeler, salt askeri güç kullanılarak uygulanma imkanı bulamayacağını hemen herkes kabul eder. Diğer taraftan ABD gücünün sınırsızlığı söz konusu değildir. Küreselleşme döneminin dünya genelinde getirdiği ekonomik ve sosyal koşullar da bir tarafa bırakılamaz. Özellikle de ekonomik ve mali açıdan tüm dünya ülkelerinin birbiriyle olan iç içeliği başlı başına önemli bir faktördür. Çok gerilere gitmeye gerek yok, daha yakın zamanda İran’a ve Venezuela’ya uygulanan ekonomik ambargoların, ne düzeyde işe yarayıp yaramadığı başlı başına tartışma konusudur.
    Amerika Birleşik Devletleri  ilk etapda Irak’ta, Suriye’de ve Lübnan’da mezhebe dayalı yeni bir kaç devlet kurma girişimleri bugün için hemen hemen başarısızlıkla sonuçlanmıştır diyebiliriz. Masa üzerinde hazırlanan projelerin sahada uygulanırlığı, birlikte hareket ettiği güçlerce sorgulanmaya başlanmıştır. Mezhebe dayalı yeni devletlerin bir yandan İran’ın, diğer taraftan Türkiyenin işine yarayacağı ortadadır. Yani yeni sınırların çizilme girişimleri böylesi beklenmedik sonuçlara yol açacağını gören ABD, bugün tam bir bocalama ve ikircimlilik  içine girmiş durumda. Suriye’de Türkiye’nin yürüttüğü askeri harekat karşısında geri çekilişi, sadece NATO üyeliği ile açıklanamaz. Bu durum bize gösteriyor ki, mezhebe dayalı harita değişikliği yerine, halkların, haritayı değiştirmeden yana tavır alması önem kazanıyor. Yani salt dışarıdan zorlamalarla değil, halkların özgür iradeleriyle sınırlarda değişiklik yaratılır. Bugün Ortadoğu’da ulus, halk temelinde iradesini ortaya koyan ve gelecekte ciddi roller üstlenecek esas güçlerden biri, Kürdistan Bölgesel yönetimi’dir.
Ortadoğu genelinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve oynadığı rol
    Bugün Sykes-picot’la çizilen sınırlardan memnun olan hemen hemen hiç bir devlet yok gibidir. Ortadoğu’da çoğu devletler şu veya bu nedenle, şu veya bu biçimde değişik zaman dilimlerinde rahatsızlıklarını belli etmiştir. Rahatsızlıklar dile getirilirken her devlet kendine özgü nedenler ileri sürmektedir. Tüm bu tablo içinde, mevcut devletlerden farklı ve bir o kadar da haklı nedenlerle rahatsızlığını dile getiren halk, Kürt halkıdır. Bugün dünyada bağımsız olmayan halklar içinde en fazla nüfusa sahip olan, Kürt halkıdır. Dünyada 40-45 milyon nüfusa sahip olduğu halde devleti olmayan bir ulus yoktur. Bu durum, bir halkın kabul etmediği bu statü nereye kadar devam edecek? Gelinen noktada inkârla, salt şiddet politikasıyla bu statü sürdürülebilinir olmaktan artık çıkmış durumdadır.
    Emperyal ve bölgesel güçlerin dışında bir irade ortaya çıkmıştır; bu irade, Kürt halkıdır. Kürt ulusu artık Ortadoğu’da bir merkez konumuna gelmiştir. Bugünkü koşullarda Kürt halkının iradesini temsil eden güç, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir. Bu artık yadsınamaz bir olgudur. Siyasi, askeri ve ekonomik gelişmeler tartışılırken, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni değişken de olsa Bölge’nin güçler dengesi içinde görmemek, geleceğe gözleri kapamaktır. Erbil, bölgede istikrarı, sükuneti sağlamanın mihenk taşıdır. Bölgede dışardan empoze edilen mezhepsel temelde bölünmenin ve dolayısıyla belki de bu yüzyıl boyu sürecek kanlı çatışmaların önünü alacak irade, Kürdistan Bölgesel yönetimi’dir. Bağımsızlık ilan edilsin veya edilmesin bu iradeyi kimse yadsıyamaz.
    Hindistan gibi süper güç olmaya aday ülkelerin varlığına ve Çin’in süper güçler arasına  katılmasına paralel olarak, bölgeler düzeyinde güçlü ülkelerin ortaya çıkması, kafaları karıştırmamalıdır.Yani Ortadoğu’da da devletler düzeyinde birden fazla güç odaklarının ortaya çıkması Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin her alanda geliştireceği politikanın zorlaştırmasını getirmez, tersine manevra alanının genişlemesini sağlar. Önümüzdeki süreçte Kürt aydınları politikacıları anlık gelişmelerin atmosferine kapılmayıp, derinlerden geliştirilen algı operasyonlarını ters yüz edecek somut olgulardan hareket ederlerse, uzun vadeli çıkarlar doğrultusunda çok ileri adımlar atabilirler. Rojava etrafında yaratılan gürültü, hele hele direniş uydurmaları Kürt halkının aklıyla oynamadır. Baştan itibaren Rojava bir algı aracı olarak kullanılmıştır ve halen de bu yönde hareket edilmekte. Hatta bazı çevreler Rojava konusunda ABD’den ve Fransa’dan medet umar hale getirilmiştir. Bağımsızlık referandumuna ‘hayır’ diyenlerin, Rojava sözkonusu olduğunda farklı bir tutum içine girmesinin hiç bir nedeni yoktur. ABD, Rojava’da sadece ve sadece kiralık asker edinmenin gayretini vermiştir. İran’a karşı bir üst olarak kullanmanın çabası içine girmiştir. Bu gerçekler gözönünde bulundurularak politik manevralar içine girilmesinde yarar vardır. Kürt halkına karşı ABD o kadar da masum değildir, çok geçmişlere gitmeye gerek yok, örneğin peşmerge güçlerinin Rojava’ya geçişini engelleyen sadece PKK/YPG değildir, aynı zamanda ABD’dir; Çünkü peşmerge güçlerini paralı asker olarak kullanamayacağını çok iyi biliyordu. Doğru hareket tarzı geliştirebilmek için,  böylesi gelişmeleri süzgeçten geçirmekle mümkündür. Nitekim Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Bağdat ve Rojava’daki gelişmelere mesafeli ve dikkatli yaklaşımı, uluslararası ve bölgesel güçler dengesini çok iyi hesapladığını göstermektedir.
2.11.2019
Baki Karer

14 Ekim 2019 Pazartesi


ORTADOĞU’DA GÜÇLER ARASI SAVAŞ

    Dünyanın bazı bölgelerinde zaman zaman bir çok sorun ortaya çıkıyor ama hiç bir zaman Ortadoğu’da çıkan sorunlar kadar girift olmuyor. Ortadoğu’da her hangi bir sorunun çözümü bile bazen sayısız yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olabilmekte. Bölgemizde mevcut olan anlaşmazlıkların elbette bir çok nedeni var; daha çokta birinci dünya savaşıyla çizilmiş sınırlar, mevcut anlaşmazlıklarda başat rol oynamakta. Ayrıca Bölgenin zengin petrol kaynaklarına sahip olması çatışmaların bir diğer boyutunu oluşturan nedendir. Zaten Sykes-Picot’un oluşmasında Bölge’nin petrol kaynakları belirleyici rol oynamıştır. Böl ve yönet politikası temel alınarak çizilmiş sınırlardır.
    ABD ikinci dünya savaşından sonra süper güç konumuna gelmesinden bugüne kadar geçen sürede ‘Batı’dünyasının lideri olarak hareket etti. Sosyalist sistemin yıkılmasıyla birlikte uzun süre tek başına kararlar alarak uygulamaya koydu. Zaman zaman da Birleşmiş Milletler’i hiçe sayarak ülkeleri dahi işgal etmiştir. Terör, terörist, hatta dost ve düşman kavramlarını bile kendi çıkarlarına göre belirleyerek diğer tüm ülkelerin de bunları benimsemesini istemiştir. Batı Avrupa dahil bir çok ülke de ABD’nin belirlemelerine boyun eğmiştir. İstediği örgütü veya ülkeyi ‘terörist’ ilan etmiş ve diğer ülkelerin de bunu kabul etmesini istemiştir. Bugün bir çok ülkeye, örneğin K. Kore, İran ve Rusya Federasyonu’na uyguladığı ekonomik ambargolara hemen hemen hiç bir ülke tavır alma cesareti göstermemekte. Ama hızla küreselleşen dünya koşullarında bu tür ‘zor’ uygulamalarıyla uzun süre mesafe almanın imkansızlığını görmekte. Bu nedenle çıkarlarını sürekli kılacağına inandığı yeni çıkışlar yapmaya başlamıştır. Dünyanın bir çok bölgesinde, başta Ortadoğu olmak üzere, Orta Asya, Kuzey Avrupa ve Çin Denizi’nde yeni düzenlemeler peşinde. Bu bölgelerin içinde en sıcak ve kanlı çatışmaların yaşandığı bölge Ortadoğu’dur.
    ABD’nin, küreselleşme döneminde, ya da yirmibirinci yüzyılda liderliğini koruyabilmek için bulduğu çözümlerden biri de, Ortadoğu’da harita değişikliğine gitmedir. Bu bölgede dayattığı harita değişikliğiyle enerji yollarının denetimini daha kolayca kontrolü altında tutmaya devam etmek istiyor. Yani Sykes-Pıcot’u geçersiz kılmaya çalışmakta. Aslında Büyük Ortadoğu Projesi’nin esası budur; 1997’den bu yana bu projenin hayata geçirilmesi için var gücüyle çalışmakta. Bu projenin özü; Ortadoğu ülkelerini daha küçük parçalara bölerek B.Avrupa, Çin ve Rusya Federasyonuna karşı enerji yollarının denetimini ele geçirerek süper  güç olarak üstünlüğünü sürekli kılmaktır. Peki bu o kadar kolay mı? Hemen belirtmek gerekir ki, bu pek kolay olmayacak. 
    ABD ve diğer süper güçlerin politikalarını uygulamada karşılaştıkları en önemli engellerden biri de günümüzde ortaya çıkmış olan bölgesel güçlerin varlığıdır. Eskiden Avrupa’da her hangi bir ülkenin şehrinde bir kaç sanayileşmiş ülke bir araya gelerek dünyanın geneli hakkında kararlar alabiliyordu. Alınan kararlar da ciddi bir engelle karşılaşmaksızın uygulanıyordu. Küreselleşmeyle birlikte bu durum ortadan kalktı. Süper güçlerin, genelde sanayileşmiş ülkelerin, büyük tekellerin gezginci para, yatırım ve üretim politikaları bulundukları bölgelerde etkili konuma gelmiş güçlü ülkelerin ortaya çıkmasına neden oldu; Örneğin Türkiye, Brezilya, Arjantin, Şili, Hindistan, Pakistan, G.Afrika. Çin’nin bugün ulaştığı gücü hiç tartışmaya gerek yok; artık bölgesel güç değil, süper güç düzeyine ulaşmıştır. Kısaca bu ve benzer daha bir çok gelişmeleri dikkate aldığımızda, ABD ve diğer süper güçlerin istedikleri politikaları kolayca uygulama olanağına sahip olamadıklarını görürüz. Sykes-Picot’un, Yalta kararlarının ve Marshall Planı’nın uygulandığı dönemlerle bugünü birbirine karıştırmamalıyız. İşte küreselleşme döneminin özelliklerini dikkate alırsak ne ABD, ne de Rusya Federasyonu istediği her kararı karşı dirençle karşılaşmadan uygulama imkânlarına sahip değildirler. Bu anlamda Ortadoğu’da İran ve Türkiye’nin konumunu bu gelişmeler ışığında değerlendirmek gerekir. Türkiye’nin başlattığı ‘Barış Pınarı’ askeri harekatını da bu çerçevede ele almak gerekir
    Türkiye Pkk/Ypg ile değil, Amerika Birleşik Devletleri ile çatışma içindedir. ABD, Suriye, Irak ve Lübnan’ı temel alan yeni sınırlar çizme çabası içinde. Türkiye ise buna karşı koymakta; ‘güvenli bölge’, yada ‘Kuzey Suriye’ harekatı bu nedenden dolayı yapılmakta. Zaten bu askeri harekatın ön adımları büyük oranda Pkk/Ypg tarafından başlatılmıştı. Bölgenin demografik yapısıyla oynayan Pkk/Ypg, Kürt halkına yeterince darbe vurarak ulusal örgütlenmeleri ve aydınları büyük oranda ortadan kaldırmış, iç dinamiği bitim noktasına getirmişti. Öyle ki üçyüzbinin üzerinde Kürt nüfusunu Türkiye’ye sürgüne göndermişti. Kürt halkının ulusal sembollerini ayaklar altına alarak ‘Suriye’de demokrasi’ için elinden gelen her gayreti göstermiştir. Elbette Pkk bu hareket biçimini kendi başına uygulamamış, derin devletin yüzer-gezer yatında ağırlanan misafirin buyrukları doğrultusunda hareket etmiştir. Buyruğu hatırlamakta yarar var; ‘Misak-ı Milli’nin dışında kalan parçalarındaki Kürt-Türkmen topluluklarına en azından yaşadıkları devlet içinde soykırıma uğramadan demokratik kimlikleriyle yaşamalarına Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımı hem ahlaki hem siyasi bir görevdir, diyorum. Bu başka devletlerin iç işlerine karışma değildir. (Abdullah Öclan, Savunma, Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi, s,162-163) Şimdi Pkk/Ypg ye akıl vermeye çalışanlar, direnmesi için yalvaranlar derin devletin bu söylemi karşısında bir kez daha düşünmelidir.
    Şu anda Türkiye’nin yaptığı, ABD’nin yeni sınırlar çizme çabalarına karşı Musul-Halep hattını çizme gayretidir. Yani Musul-Halep hattının dışında kalan bölgelerde ABD’nin sınır değişikliğine karşı Türkiye’nin ses çıkarması veya direnmesi söz konusu değildir. Türkiye bu politikasında ne düzeyde ve ne kadar süre başarılı olacak? Onu da zaman gösterecektir.

Baki Karer

12.10.2019
 

19 Eylül 2019 Perşembe

Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne Karşı Saldırganlığının Nedenleri


Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne Karşı Saldırganlığının Nedenleri


    Çok geçmişe gitmeye gerek yok, son birkaç aydan bu yana Pkk’li mağara müdavimlerince Kürdistan Yönetimine karşı yapılan tehditler birbirini izlemekte. Kullandıkları tehdit dili Haşdi Şabi’yi ve Daiş’i dahi sollayacak nitelikte. Sayın Mesut Barzani’ye, genelde Barzani ailesine karşı kusulan kin  ve nefret bir tarafa, tüm Kürt ulusuna ve Kürdistan’a karşı intikam naraları atmakla, üstlendikleri görevleri gönül rahatlığıyla yerine getirmenin rehaveti içinde olduklarını saklamıyorlar. Bugüne kadar gerçekleştirilmiş ve muhtemelen önümüzdeki süreçte yapılacak olan saldırılar, uzun vadeli bir projenin ürünüdür. Pkk tarafından dillendirilen, zaman zaman hayata geçirilen saldırıları, sadece Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bürokratik, idari yapısını hedef alan saldırılar olarak değerlendirirsek, yanılgılara düşmüş oluruz. Pkk tarafından gösterilmiş olan ve gösterilecek her düşmanca tavır, Kürt ulusunun uluslaşmasını, ulus olma özelliklerini hedef almaktadır. Şengal, Kerkük’de yürüttükleri faaliyetler, ‘sınır tanımayız’ açıklamaları, son olarak Türk diplomatlara karşı giriştikleri suikast eylemi, şimdide savaş çığlıkları atmaları ve daha birçok faaliyetleri Kürt halkının dünya düzeni içinde yer almasını engellemeye yöneliktir. Pkk saldırılarıyla amaçlananların neler olduğunu anlayabilmek için, KYB’nin tarihsel yükümlülüklerine değinmenin yararlı olacağı kanısındayım. Bu nedenle tarihte ulus-devletlerin ortaya çıkışı ve uluslaşma sürecine kısaca değinmekte yarar var.
    Hemen herkesin bildiği üzere, ulus-devlet ilk olarak 1789 devrimiyle birlikte Fransa’da ortaya çıktı. Ulus-devletler giderek Tüm Avrupa’da yaygınlaştı, giderek Latin Amerika’da, özellikle de ikinci dünya savaşından sonra Afrika’da çoğu bağımsızlık savaşları sonucu ortaya çıktı. Feodalizmin yok oluşuyla birlikte sanayi devrimleri, yani ortak bir pazar etrafında birleşmenin sosyal koşullarının olgunlaşmasına paralel olarak ulus-devletler ortaya çıktı. Modern ulus devletlerinin ortaya çıkışı bir çok biçimlerde oldu. Burjuvazinin doğuşu ve gelişmesi nasıl sancısız, çatışmasız olmamışsa, ulus devletlerinde kurulması da çatışmasız, hatta bir çok ülkede görüldüğü gibi iç savaşsız olmamıştır. Uluslaşma süreçleri hiç de tezdüze bir çizgi izlememiştir. Ama şunu belirtmek zorundayım; Türkiye’de sol kesimin çoğunluğu uluslaşmayı ve modern ulus-devlet sorununu yanlış kavramıştır; genellikle de ya indirgemeci, ya da ütopik bir anlayışla ele almıştır. Türkiye’de ulus, uluslaşma sorunlarının ele alınışında  hatalara düşülmesinde rol oynayan esas neden de, Kürt halkının varlığı olmuştur.
    Günümüz koşullarında geçmişin genlere dayalı ve asimilasyona, eritmeye veya direkt yoketmeye dayalı uluslaşma ve ulus devlet olma anlayışı ağırlıklı olarak terk edilmiştir. Üniter devletle ulus-devlet arasında farklılıklar var mı yok mu tartışmasına girmeden, daha çok 1990’lardan itibaren üniter devlet veya ulus-devlet kavramında önemli değişiklikler olduğunu kabul etmeliyiz.1930-1940’ların katı ulus-devlet yapıları oldukça gevşemiştir. Artık demokrasi, demokratik olma neredeyse önkoşul haline gelmiştir. Ama böylesi önkoşullara rağmen, modern ulus-devletler milliyetçiliği tümden bir tarafa bırakmamışlardır. Modern ulus-devlet olmalarında belirleyici etken olarak milliyetçilik halen görürülür; çünkü devlet olmayı bir tarafa bırakmamışlardır. Ulusal dayanışmanın ve birliğin temel, bağlayıcı etkeni olarak ‘devlet olma’ kabul edilir. Yani milliyetçiliğin temel direği, hatta esas ideolojisi halen devlettir.
    Avrupa da üniter veya ulus-devletlerin ortaya çıkışları irdelenirse bir çoğunda asimilasyon ve göç ettirme, hatta yok etme yöntemlerinin uygulandığını görürüz. Günümüzde bile bazı Avrupa ülkeleri asimilasyon yerine ‘entegrasyon’ der. Aslında entegrasyon bütünleşmeyi, tek oluşu içerir. Ama bütünleşmeyi ‘uyum’ olarak ifade ederek bir anlamda çarpıtırlar. Her ulus-devlet ‘tekleştirme’yi temel almıştır; ama günümüzde , küreselleşme dönemiyle birlikte  ‘tekleştirme’ önemli ölçüde aşılmaya başlanmıştır. Bir çok alanda sağlanan küreselleşmeyle birlikte hukuk alanında da ciddi evrenselleşme sağlanmıştır. Hukuksal alandaki ilerlemeler, tekleştirmenin karşıtı, çoğulculuğu temel almaya başlamıştır. Aidiyete dayalı çatışma ve çelişkilerin önüne bu biçimde geçilmeye çalışılmaktadır. Bu gün bazı Avrupa ülkelerinde rasist saldırganlıkların tehlikeli boyutlara ulaşmasının bir nedeni de, çoğulculuğa karşı emen ulus milliyetçiliğinin tekleştirme politikasında diretmesinden kaynaklanmaktadır. Bu çatışmaların bir ara dönemi, yani geçiş dönemini kapsadığını söyleyebiliriz. Ekonomik ve sosyal alanlarda ortaya çıkan veya çıkacak değişiklikler ‘uyum süreci’ diye bir süreci kabul etmez. İşte bunlar ve bunlara benzer noktalardan hareketle, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin uygulamalarını ve bu uygulamaların gelecek açısında oynayacağı rolü dikkate aldığımızda, PKK ve çıngırdaklarının düşmanlığının nedenleri daha bir açığa çıkar.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Uygulamaları
 
 KYB son bir kaç yıldır gerek bulunduğu coğrafyada gerekse de Tüm Ortadoğu’da siyasal, kültürel, sosyal ve daha bir çok alanda ciddi değişimlere yol açan kararlar aldı. Aldığı kararları da hızla uygulamaya koydu. Uygulamaya konulan kararlar, Ortadoğu açısından bugün değilse de yakın ve uzak gelecekte çok ciddi değişimlerin habercisi niteliğindedir.  Özellikle de, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk açısından devrim niteliğindedir. Uygulamalar, küreselleşme döneminin oluşturduğu toplumsal ilişkiler ağının yönlendirilmesinde temel teşkil etmektedir. Bilindiği üzere, günümüz koşullarında genlere veya kan bağına dayalı ulusçuluğun yerini vatandaşlık veya yurttaşlık almıştır. Yani günümüzde ulusçuluk, vatandaşlık kavramıyla bütünleşmiştir. Nitekim, Kürdistan Bölgesel Yönetimi de bu temelde hareket etmektedir. Ortadoğu’nun içinde bulunduğu koşullar dikkate alınırsa, oluşturulan mecliste hemen her azınlığın temsil edilmesi azımsanacak bir gelişme değildir. Yine tüm azınlıkların kendi dillerini özgürce kullanabilmesi, hatta eğitim ve öğretim görmesi demokrasi açısından çok önemlidir. Ayrıca her azınlığın örgütlenme özgürlüğünün bulunması, siyasal hedeflerde ulusal birliğin sağlanmasında önemli rol oynar. Yani bunlar ve benzeri uygulamalar, ulusla aşiret veya klan tupluluğu arasındaki farklılığı ortaya koymaktadır. Buradan varmak istediğimiz nokta; Kürdistan Bölgesel Yönetimi bugün Kürt ulusçuluğunu temsil ettiği gibi, Kürt ulusunu ulus yapan dinamikleri geliştirip güçlendirme görevini de yüklenmiş durumda. Kürdistan yönetimi, küreselleşme dönemine uygun ulusal birliğin sağlanmasının böylesi demokratik uygulamalardan geçtiğinin bilincindedir. Kültürel çatının yükseltilmesinde ve ulusal bilincin gelişmesinde önemli rol oynayan bürokrasiyi bu yönde yapılandırmada önemli başarılar elde ettiği ortadadır.
    Ulusçuluğun gelişmesinde, ulusu ayakta tutmada ve yığınları yönlendirmede rol oynayan temel etkenlerden biri de dildir. Ulusal bilincin gelişmesinde belirleyici olan dildir. Güney Kürdistan’da bu gün Kürtçe hakim dildir; ortak karakterin, kişiliğin oluşmasında esas rol oynamaktadır. Bu anlamda Kürdistan yönetiminin demokratik karar ve uygulamalarından kaygı duymaya gerek yoktur. Tam tersi, Ortadoğu denkleminde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bir güç olarak yer almasını sağlayan uygulamalar olarak görülmesi gerekir.

                                                   Proto Türk Pkk/Hdp’nin düşmanlığı

     İşte tüm bu nedenlerden hareketle Proto Türk Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimine olan düşmanlığı üzerine düşünmeliyiz. Pkk’nin ‘Biz istediğimiz yere gider ve kalırız, sınır tanımayız’ tehditlerini boşuna yapmadığını anlamak zorundayız. Pkk ve yan oluşumları Kürt gerçeğine, Kürt uluslaşmasına karşıdır. Güney Kürdistan’ın bürokratik yapılanması yok edilirse, Kürt ulusçuluğunu da yok edeceğini çok iyi bilmekte. Pkk yüklendiği böylesi görevleri yerine getirmenin gayreti içindedir. “Yani Güneyde kurulan yönetim sırtımıza bir hançer gibi saplanmaya çalışılıyor. Güneyde direnmeye ve savaşmaya karar verdik. Böyle bir yönetim aynı şekilde Arap dünyasının kuzeyi, Batı İran ve bölgedeki halklar için de tehdit teşkil etmektedir. Biz bu tehlikeyi durdurabildik.” (75) EL Vasat, Nisan 1998, A Öcalan'ın röportaj
Fazla lafa gerek yok. Yukarıdaki alıntı Proto Türklerin Kürt düşmanlığını açıklamaya yeter. Güney Kürdistan düşmanlığının önümüzdeki süreçte daha da alevleneceğini söylersek abartmış olmayız. Prehistorik dönemin Proto-Türkleri Pkk/Hdp’in akınlarından sonuç alınacağını sanmıyorum. 

Baki Karer

19.09.2019

 

 

 

 

 

 

10 Eylül 2019 Salı

Chp’nin ya da Ekrem İmamoğlu’nun Pkk/Hdp’ye Hediyesi!


Chp’nin ya da Ekrem İmamoğlu’nun Pkk/Hdp’ye Hediyesi! 

    Ekrem İmamoğlu’nun Hdp/Pkk’ye sunduğu fotoğraf  rastgele seçilmiş bir fotoğraf değildir. 1924’ten bu yana geçen süreç ve bu süreçte olup bitenler dikkate alınarak, daha doğrusu CHP’nin Kürt/Kürdistan’a bakış açısından hareketle seçilmiş bir fotoğraftır. CHP’nin böyle bir hediye ile Diyarbakır’a gelmesini sağlayan cesaret nereden alınmıştır veya böylesi bir cesareti sağlayan sosyolojik gelişmeler nelerdir? Bu ziyaretle birlikte, son kırk yılda ortaya çıkan sosyolojik gelişmelerin tüm yönleriyle irdelenmesi daha bir önem taşımakta. Salt ‘Stockholm sendrumu’ denilerek geçiştirilecek bir konu değildir. Pkk/Hdp aracılığıyla Kürt toplumunda yaratılan asimilasyon politikası, Türkleşmeye özentinin boyutları bıkmadan usanmadan işlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

    Kürt halkının duygu ve düşüncesi hiçe sayılarak, güle oynaya sunulan ve muhataplarınca da büyük bir sevinç içinde kabul edilen bu portrenin seçilme nedeni önemlidir. Kürt halkının kimliğini inkâr eden düşmüş çevrenin, bir ulus adına hareket etme cüretini açıktan göstermesi karşısında suskun kalınmamalı. Böylesi bir düşkünlük, Kürt halkının iradesiyle bütünleştirilemez.  

    Eğer tarihi bilgilerim beni yanıltmıyorsa, bu resim, iki öküzünden birine aşar karşılığı el konulan bir çiftçinin M.Kemal’le görüşme anını yansıtmaktadır. Hikaye uzundur, tüm ayrıntılarıyla buraya aktaracak değilim. Sanıyorum o dönem M.Kemal’in başyaveri Salih Bozok olayı anlatır. Resime dikkatlice bakılırsa, M.Kemal özellikle tam cepheden görüntülenmek istenmiştir; duruşu, yüz ifadesiyle karakteri, kudreti yansıtılmaya çalışılmıştır. Aslında çiftçi, bir figür olarak kullanılmıştır. Sosyal bir sorunun çözümüne parmak basılırken, jakoben devlet anlayışının haşin yüzü sergilenmiştir.

    Portrede devleti temsil eden güç, kararlı ve sert görünümüyle her şeye muktedir olduğu gösterilirken, çiftçi zavallı, boynu bükük, söylenen veya söylenecek her şeyi yargılamadan, sorgulamadan kabullenmeye amade bir figür olarak yansıtılmıştır; gücün karşısında ezilmeyi kabullenme, hatta ellerini tutuş biçimine bakılırsa bir yalvarış vardır. İşte ehlileştirilmiş Kürtler’e bu portrenin hediye edilmesi bu anlamda önemlidir. Türkleşmeye hayranlık duyanlar şahsında Kürt halkı tehdit edilmekte ve gösterilecek her türlü muameleye boyun eğmeleri istenmekte. Kandil kayyumlarının yerine atanan kayyumlara karşı adalet-hukuk-demokrasi üçlemesi yapanların, Diyarbakır’ın göbeğinde Chp adına herkesin gözüne batırıla batırıla verilen bu hediye karşısında nasıl üçleme yapacakları doğrusu merak edilmiyor değil.

Baki Karer

3.09.2019

 

 

    PKK TERÖRÜNÜN GELDİĞİ NOKTA     Epeyce bir süreden bu yana Pkk/Dem’de neler oluyor diye tartışmalar yürütülüyor. Tartışmalarda, son...