2 Şubat 2025 Pazar

 

 

ORTA DOĞU’DA SAVAŞ ATMOSFERİNİN TÜRKİYE’YE YANSIMALARI 

-2-

    Türkiye’deki baş döndürücü gelişmeler kadar, dünyanın bir çok yerinde de  hemen hemen aynı oranda baş döndürücü gelişmeler ortaya çıkıyor. Ekonomik, siyasi, askeri vb. her alanda derin bunalımların yaşanmadığı bölge yok gibi. Uzak Doğu’dan Afrika’ya, Orta Doğu’dan Avrupa kıtasına kadar tüm bölgelerde, ülkelerde harıl harıl savaşa hazırlıklar saklanamaz durumda. Yüzlerce milyar doları bulan silahlanma yarışı gayet doğal karşılanır hale geldi. Kim kime, niçin karşı duruş sergiliyor pek tartışılmıyor. Ortaya çıkan çelişki ve çatışmaları analiz etmeye bile gereksinim duyulmadan savaş tamtamları yükseliyor her alanda. Çok tehlikeli bir sürece doğru ilerlendiği artık tartışma götürmez bir gerçek. Bahsettiğimiz süreç, Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump’un başkan seçilmesiyle çok daha ciddi boyutlara ulaşmış durumda. ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri alanda geliştireceği her hareket tarzı, muhakkak ki, dünyanın geri kalan ülkelerinde şu veya bu boyutta etkili olacaktır.   

Batı Dünyasının Birliği Tartışmalı Hale Gelmiştir.

    ABD, genelde, batı dünyası içinde çelişkileri  ciddi  düzeyde kızıştıracağını dillendirmeye başladı. Yani Trump yönetimi, sadece Rusya Federasyonu ve Çin’le değil, Batı’Avrupa ülkeleriyle de boyutu tahmin edilemeyecek zıtlaşmalar veya restleşmeler içine girmekten çekinmeyeceğini açıktan ilan etti. Gümrük duvarlarını yükseltme tehditi bir yana, Kanada’ya şaka yollu ABD’nin eyaleti olma teklifi, hiçte sıradan yapılmış bir teklif olarak görülmemeli. Aslında bir tehdittir. Kanada’nın yıllardan bu yana süren iç çelişkilerine, Fransız-İngiliz ayrışmasının yeri geldiğinde tekrar önplana çıkma olasalığına vurgu yapılıyor. Kanada’nın seçilmesinin asıl nedeni, Avrupa’dır. Çünkü ABD gölgesinde gürbüzleşen Kanada, daha çok Avrupa, AB ile birlikte hareket eder. Kanada’ya karşı alınan tavır, önemli ölçüde Avrupa Birliği’ne  karşı da alınan tavır anlamına geliyor. Nitekim Kanada’yla başlayan tehdıt, hemen akabinde, Grönland adasına da yöneltildi. Trump iktidarı öncelikle Grönland’ı ‘satın alma’ niyetinde olduğunu açıkladı. Gelen tepkiler karşısında daha da sertleşerek ‘işgal etme’ tehditlerine başladı. ABD tehditlerini doğrudan harekete geçiremezse bile, Grönland üzerinde ‘özgür’ hareket edecek kolaylığa ulaşması mümkündür. Danimarka ve EU’nün bu konuda çatışmayı, hele hele savaşı göze alma ihtimali yok denecek kadar azdır. Çünkü korunmasını ve güvenliğini ABD’ye teslim etmiş bir Avrupa vardır. Özellikle Kanada ve Grönland’ın hedef seçilmesinin  en önemli nedenlerinden biri diğeri de; ABD’nin Kuzey Buz Denizi’ne, yani Artik bölgesine daha yakın olma isteğidir. Önümüzdeki birkaç yüzyılı kurtaracak gaz ve yer altı rezervlerinin bölüşüm kavgasında güçlü olmanın çabası içinde. Aynı zamanda kuzeyden Rusya Federasyonu’nu kuşatma isteği de var. Böylece kuzeyde zayıflatılan Moskova’nın Çin’le güç birliği yapma imkânı zayıflatılmış olacak.

    Ayrıca, Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunluğu, Pentagon’un gücüne güvenerek Rusya-Ukrayna savaşını kızıştırması, sadece savunmada değil, diğer alanlarda da Amerika Birleşik Devletlerine bağımlı hale gelmelerini sağlamıştır. Trump dönemiyle birlikte  bu bağımlılığın sonuçları alınmaya başlanmıştır.

    Bu yönlü ilişki ve çelişkiler ister istemez NATO içinde de ayrışmaları getirmiştir. Avrupa Birliği’nin olanca savaş çığırtkanlığına rağmen, Nato içinde bile birlikte hareket etme olanağı pek kalmamıştır. Ne Fransa ve Almanya Türkiye için, ne de Macaristan ve İspanya  Almanya için savaşı göze alır. Pentegon mevcut konjektörün bilincindedir. Bu nedenle, Trump yönetimi hem Nato içinde, hem de ekonomik ve mali alanlarda Avrupa Birliğine adeta eyalet muamelesi yaklaşımını göstermektedir.

    Her şeye rağman Avrupa’nın oldukça zayıf bir güç olduğunu, Rusya Federasyonu Karşısında direnme imkânının hiç olmadığını iddia etme, hatalı bir tutumdur. Ama Avrupa’yı edilgen kılan bir çok etmen vardır; örneğin İtalya’da Kuzey-Güney çelişkisi, İspanya’da Katalonya, Fransa’da Korsika, Büyük Britanya’da İskoçya ve İrlanda sorunu vb. Ayrıca Batı-Güney zıtlaşması ve mezhep ayrılıklarını da hesaba katmak gerekir. Tüm bu sorunlara bir de, yükselen ırkçılığın toplumsal yapıda ortaya çıkardığı tahribatlar da eklenmeli. Bu tür sorunlar ve çelişkiler, ister istemez birlikte hareket etmeyi ve bir irade oluşturmayı engellemektedir.

Küreselleşme ve Bölgesel Güçler

    Küreselleşme dünya genelinde önemli değişimlere neden olmuştur. İki kutuplu dünya koşullarından çıkılmış ve bir çok direngi noktalarına sahip dünya düzenine geçilmeye başlanmıştır. ABD, Çin ve Rusya Federasyonu gibi süper güçler ne kadar ’zor’ araçlarına sahip olurlarsa olsunlar, küreselleşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte tek başlarına karar verme güçlerini kaybetmiş durumdadırlar.

Artık dünya düzleminde Brezilya, Türkiye, Şili, Hindistan, Meksika ve Pakistan türü bölgesel güçlerin desteği olmaksızın istikrar oluşturma dönemi gerilerde kalmıştır. Bu ülkelere son dönemlerde aldığı ağır darbelerle, gelecekte ne olacağı pek belli olmayan İran’da eklenebilir.

    Bu noktada kısaca Türkiye’ye de değinmek gerekir. Trakya ve Girit’e ABD üslerinin kurulmasıyla birlikte Türkiye’ye Avrupa sınırları yeniden hatırlatıldı. Bu tavır, Türkiye’nin sadece Avrupa sınırları dışına değil, aynı zamanda Nato dışına da itilmiş olduğu anlamını taşır. Ama bu durum, bölgesel düzeyde söz sahibi olmadığı anlamına gelmez. Her şeye rağmen, Türkiye bu ‘dışlanmışlığı’ önemli oranda fırsata çevirmiş durumda. Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Orta Doğu’da, Afrika’da önemli ittifak ve dayanışmalar geliştirmiştir. Ticaret alanında Avrupa dışında yeni partnerler edinmeye başlamıştır.  Tartışılması gereken, mevcut ekonomik ve mali düzeyi ile bu kadar geniş alanda geliştirdiği ilişkileri nereye kadar götürebilir? Bu sorunun yanıtını bugünden verme pek olanaklı değil. Faiz-kur ve sıcak para kıskacında dönen bir ekonominin ne kadar sağlıklı olup olmadığı tartışma götürmez. Alt yapıya ve daha çokta savunmaya yapılan harcamalar bugünkü düzeyi ile devam ettiği sürece, Türkiye’de keskin ekonomik kırılmalar devam edecektir. Bir de buna, her iktidara gelenin kendi burjuvazisini yaratma çabası eklenirse, kırılmaların boyutları ve acımasızlığı kendini gösterir. Ayrıca hukuk, adalet, güçler ayrılığında yaşanan kargaşa, demokrasi ve özgürlükler alanında ortaya çıkan sorunların toplumsal yapımızda açtığı yaralar göz önünde bulundurulursa, durumun vahameti daha iyi kavranır. Unutulmamalı ki, son yüzyılın bir türlü aşılamayan sorunlarıdır bunlar.

Suriye’de iktidarın yıkılışı ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Bölgede oynadığı rol. 

    Suriye’de iktidarın yıkılışının Türkiye’nin bölge genelindeki hedeflerine hizmet ettiği açık; Suriye, Lübnan, Ürdün ve Mısır’a kadar uzanan alanda daha çokta Fransa’yı dıştalamayı temel alan bir strateji izleniyordu. Türkiye, Esad rejiminin yıkılması için yıllardır tüm imkânlarını seferber ettiğini hiçbir zaman saklamadı. Öte yandan, Rusya Federasyonu’nun Akdeniz’de askeri üstler edinmesinden rahatsız olduğunu da gizlemedi. Hele hele İran’ın oluşturduğu şii çemberi içinde kalmayı hiç kabullenmedi. Başlarda ABD ile Suriye üzerinde ittifak yapması da böylesi nedenlere dayanıyordu. Bu çabalara rağmen, Beşar Esad iktidarının yıkılmasında asıl belirleyici rolü İsrail oynamıştır. Gazze üzerinde İsrail’le karşı karşıya gelen Ankara, Suriye üzerinde doğal ittifakçı konumuna gelmiş durumdadır. Bir anlamda Suriye, İsrail ve ABD eliyle Türkiye’nin bohçasına bırakılmış oldu.

    Esad rejiminin yıkılmasından sonra Suriye’de zorlu bir sürecin kapısı da aralanmıştır. Türkiye’nin tek karar verici güç olmadığı ortada. ABD, Avrupa Birliği ve Körfez ülkeleri şu veya bu oranda etkili olmaya çalışacaktır. Şimdiden İktidarın oluşumu ve yönelimleri konusunda hemen herkes söz sahibi olmak istiyor. Buna keskin bıçak üzerinde yürütülen politika da diyebiliriz. Türkiye’nin, Suriye’de istikrarlı bir ortamın egemen hale gelmesinde belirleyici rol oynayıp oynamayacağını bekleyip göreceğiz. Bu alanın Beşir Esad yönetimi dönemindekine benzer şiddetli çatışmalar içine girme ihtimali pek azdır. Çünkü şiddetli ve sürekli hale gelecek çatışmalardan hiç bir tarafın çıkar elde etme imkânı yoktur. Suriye’de iç çatışmaları acımasız ve sürekli kılacak tek zayıf nokta, oluşmaya başlayan iktidarın İslami yapılanmayı temel alarak, Kürtleri, Nasturileri ve diğer dinlere mensup azınlıkları görmemezlikten gelmeye kalkışmasıdır.

    Suriye’de iktidarın biçimlenme sürecinde bir çokları, Pkk/Pyd’nin sorun olacağını, federatif veya Kantonsal bir yapının oluşacağı iddiasında bulunmakta. Hatta ABD ve AB’nin bu konuda sonuna kadar Pyd’ye diretmede bulunacağını ileri sürenler bile var. Bunların hemen hemen tümü hayalden öte bir anlam taşımamaktadır. Böylesi konularda doğru düşünceler ileri sürmek için Pkk/Dem’in  yönetimine ve sahip oldukları niteliklerin yanı sıra girdaplarda yürüttükleri politikanın sonuçlarına bakma yeterlidir. Aynı biçimde Pyd’nin de Suriye’de Arap aşiretlerinin çıkarlarına hizmet eden bir yapılanma olduğu gerçeği görülmeli. Geçmişte Esad rejimine yaptıkları sınır bekçiliğini, HTŞ iktidarı döneminde de sürdüreceklerini şimdiden beyan ettiler. Yani Şam’la ters düşecek herhangi bir çözüm peşinde olmayacaklarının garantisini vermiş durumdalar. Hemen hemen her söylemlerinde ‘Kürt kimliği’peşinde olmadıklarını açıkça söylemekteler. Böylesi koşullarda Pkk/Dem/Pyd hattının halen silahı ön planda tutma istemlerinin başka amaçlar içerdiği artık tartışma götürmez. Aslında Pyd’nin abartılmasının veya hedef gösterilmesinin nedenlerinden birisi de, Roj peşmerge güçlerinin dönüşünü engellemek içindir. Bu anlamda Pkk/Pyd, Roj peşmergelerine karşı tampon olarak kullanılmaktadır. Başından itibaren Esad yönetiminin ‘uç beyliği’ görevini yükümlenmiş Pyd olgusu kabul edilmezse, gerçek tablo ortaya çıkartılamaz. Olaya duygusal ve slogancı perspektiften bakmamak gerekir. Rojava’da olup bitenleri kavramakta zorluk çekilmemesi için, eleştirel düşünme temel alınmalı. Ezberci ve otoriter düşünce halkalarının dışına çıkan yaklaşım tarzı egemen kılınmalıdır.

    Şu günlerde herkes, Yüzer-Gezer Yat’tan ne haber gelecek diye müthiş bir bekleyiş içine girmiş durumdadır. Gelecek açıklamanın hiçbir değeri, dolayısıyla sürece hiçbir etkisi olmayacaktır. Olumlu bir beklenti içinde olanlar varsa, şimdiden onlara mutlu rüyalar... Gelişmelere bakılırsa, Kandil yönetimi İran’da konuşlanarak, ABD ve İsrail tarafından yapılması muhtemel dış müdahale koşullarında Rojhilat’da görev üstlenmenin beklentisi içinde olacak.

    Pkk ve Pyd hangi yöne giderse gitsin, önümüzdeki süreçte, Orta Doğu’da Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni dikkate almayan girişimlerin kalıcı başarılar elde etmesinin zemini kalmamıştır. 16 Ocak 2025’de Pyd’nin Mesut Barzani ile görüşmesinin bir nedeni de budur. Belli ki, değişen koşulların kimlerin lehine işlediğinin farkına varıp, bükemedikleri eli öpme ihtiyacı duydular. Pyd cenahının bu yaklaşımı, gelecekte entrikacı davranmayacakları anlamına gelmez.

    Ne olursa olsun, dünya genelinde olduğu gibi Orta Doğu da çok ciddi değişimlere gebedir.  

2.02.2025

Baki Karer


ANLAMAK ZOR

  ANLAMAK ZOR Birkaç hafta önce, yüzer-gezer yatın adamı, eline sıkıştırılmış bir makale yayınladı. Makalede yıllar önceden değindiği ko...