NELER OLUYOR?
Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan mecliste Adalet ve Kalkınma Partisi grup toplantısında
konuşurken, kimsenin beklemediği bir dayatmada bulundu. Selahattin Demirtaş’ın İmralı’da
yüzer-gezer yatta kalana hesap vereceğini söyledi. Sarf edilen cümle aynen
şöyle; ‘Ama Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek’ dedi. ‘Vermesi
gerekir’ demiyor, ‘verecek’ diyor. Burada kesinleşmiş bir ifade kullanılıyor. Bir
buyurganlık, emrivakilik içermekte. Peki, Demirtaş’ın İmralı’ya hesap vermekten
kaçınma ihtimali var mı? Bunu kocaman bir ‘hayır’la yanıtlayabiliriz.
‘Hesap verecek’ söylemine karşı Selahattin Demirtaş’ın verdiği
yanıt beklenenin dışında değil; gayet olağan, verilen görev ve yetki
alanlarının dışına taşmayan ama birazda yalvarışçı. Yani gayet saygılı ama bir
yandan da altına sokulduğu yükümlülükleri layıkıyla yerine getiren biri
olmasına karşın şimdi bir köşeye atılmasına duyduğu tepkiyi de ifade etmekte.
Parlamentoya ve bağımsız olarak tanımladığı yargının kararlarına saygılı
olduğunu dile getirmekten kendini alamıyor. Edirne’de yatışına onay vermekte ve
yargının hakkında verdiği kararlarla, adaletle kanunlar arasında dengenin
sağlandığını açıktan kabullenmekte. Demirtaş verdiği bu yanıtla, aynı zamanda, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’deki yargı kararlarına müdahale etmesine
duyduğu tepkiyi de açığa vurmuş oluyor. Devletin bir biriminin görevlisi olarak,
devletin belli başlı kurum ve kuruluşlarının kendisinden beklentisini boşa
çıkarmamış oluyor. Giderken de ‘usulüne uygun’ olarak gitmek zorunda.
İttihat Terakki’den bu yana etno-seküler devlet
yapılanmasını kavramayan çaylağın ontolojik devlet elamanın önüne atılış
sahnesine şahit oluyoruz. Kırmızı koltuk uğruna ökçeye eğilmenin sonu budur. Basit
muhbir ağının elemanı ile derin devlet arasında kurulan geçici ve kırılgan olan
dengenin, derinlerin lehine işletilmesi söz konusudur.
16.01.2022
Baki Karer