TEHLİKENİN BOYUTUTLARI (2)
İçinde bulunduğumuz ortamın ve gelecekte karşılaşılması muhtemel
engellerin anlaşılabilmesi için bahsettiğimiz soruna tek yönlü bakmamak
gerekir. PKK/HDP yapılanmasını kavramak için, Türkiye’de özellikle de 20.yy
başından itibaren çok ciddi değişimler geçiren devlet yapılanmasını iyi
kavramak zorundayız. İttihat ve Terakki ortaya çıktığında ve giderek iktidarı
ele aldığından itibaren muhalefetsiz bir konumda değildi. Her türlü tekçi
anlayışına ve topluma yeni bir biçim verme iddiasına karşın cılız da olsa bir
muhalefetle karşı karşıyaydı. İttihat Terakki’nin karşısında muhalefet olarak
Hürriyet ve İtilaf Fırkası vardı. İlginçtir, muhalefet de ortaya çıkarken yarı
askeri, yarı istihbarat örgütlenmesi Halâskâr Zâbitân denilen istihbarat
örgütlenmesine dayanıyordu. Yani 20.yy başından itibaren ne iktidar, ne de
muhalefet güçleri istihbarat örgütlenmelerinden bağımsız, halkın gücüne
dayanarak örgütlenmeyi temel almamışlardır. Daha sonraları, Cumhuriyet
döneminde de iktidar ve muhalefet güçlerinin demokrat olamamalarının bir nedeni
de, böylesi ortak özelliklerden kaynaklandığını söyleyebiliriz. İttihatçıları
muhalefetten ayıran, yeni yüzyıla özgü devlet yapılanmasının temellerini atma özelliğidir;
bunu bir anlamda ‘kurucu’ olarak da nitelendirebiliriz. Cumhuriyet döneminde de gerek iktidar,
gerekse de muhalefet partilerinin ‘merkez benim’ demeleri ve tek kapıdan omuz
farkıyla içeri girmeye çalışmaları, daha ortaya çıkışlarında böylesi ortak
özelliklere sahip olmalarındandır. Şimdilerde de HDP’nin illada ‘ben de
merkezdeyim’, ‘beni kabul edin, kardeşinizim, ben de sizdenim’ yönlü
yalvarışlarda bulunması, büyük abileri gibi istihbarat örgütlenmeleriyle iç içe
olma ortak özelliğinden kaynaklanmakta.
PKK/HDP’nin
katliamcı karaktere sahip oluşu, hangi temeller üzerinde yükseldiğini ortaya
koyar. Bu nedenle, belki de epey geriden gelmenin ve ulaklığından dolayı
sürekli yalvarır konumda tutulması Kürt halkına karşı vahşileştirmenin bir
yöntemidir. Sürekli kan ve cesetten bahsetmeleri bu anlamda boşuna değildir.
Toplumda bağnazlığın ve cahiliyenin örgütlenme düzeyini temsil eden PKK/HDP
tehlikesi, hafife alınmamalı. Derin devlet güçleri bunları sınırlasa da veya
kullanmaktan tümüyle vazgeçse de, toplumda yarattıkları tahribatı giderme zor,
meşagetli uzun bir sürece tekabül edeceğini kabul etmek zorundayız.
TEŞKİLAT-I MAHSUSA
Bir önceki bölümde belirttiğim gibi, 15 Ağustos 1984 baskınları örgüt
içinde Cemiyet-i Hafiye örgütlenmesine son noktayı koyma eylemidir; hem içerde,
hem de dışarıda merkezi düzeyde tasfiyelerin bitirilip hafiye örgütlenmesinde
engelsiz son sürat ilerlenmesidir. Adım adım Teşkilat-ı Mahsusa düzeyine
gelmenin yolları açılmıştır artık. Böylesi bir aşamaya gelinmesinde Mehmet
Karasungur’un öldürülmesi belirleyici rol oynamıştır. Mehmet Karasungur,
YEKİTİ’ye bağlı herhangi bir peşmerge gurubunun rastgele eylemi sonucu
katledilmemiştir; Abdullah Öcalan, Mihri Belli, Celal Talabani üçlüsünün ortak
girişimiyle yokedilmiştir. Çünkü Mehmet Karasungur, PKK’den ayrılanlar adına
Celal Talabani’den kamp kurma izni istemek için gitmiştir. Celal Talabani’den
sonra Kürdistan Sosyalist Partisi ve Irak Komünist Partisi ile görüşülecekti.
Karasungur’un ölümüne hiç bir anlam verememiştik. Sonradan öğrendiğimize göre Mihri
Belli, planlarımızın bir çoğunu Resul Altınok ve Çetin Güngör aracılığı ile
öğrenmiş ve anında Öcalan’a iletmiş. Mihri Belli, İsveç’e gelir gelmez ilk iş
olarak Öcalan’la ilişkiye geçmiş. Biz de safça düşündüğümüz her şeyi Mihri
Belli’ye aktarmakta bir sakınca görmüyorduk. O dönem ben de İsveç’te olsaydım
düşündüklerimi Mihri Belli’ye anlatmakta bir beis görmezdim. Ayrıca PKK’ye
yönelik eleştirilerinde Resul ve Semir’le (Çetin Güngör) en ufak çelişkili
düşünce ileri sürmediğini biliyorum. Biz
tecrübe ve önerilerinden yararlanma düşüncesiyle hareket ederken o üçlü
ittifakla perde arkasından bizi boğma uğraşı içindeymiş. Hem içten, hem de
dıştan ablukaya alındığımızı çok geç fark etmiştik. İşte adım adım ‘sayın
Öcalan’ yaratmanın çabasının kimler tarafından yürütüldüğünün resmidir bu
durum. Daha sonraları dolaylı yollardan idare etmenin sonlandırılıp direkt
müdahalelerle cinayetler işlendiğini, ‘serhildanlar’ ve ‘gerilla’
yutturmacalarıyla kitlelerin nasıl uyutulduğunu biliyoruz. Artık Bekaa ve
Kandil’in meşhur müdavimlerini hepimiz tanıyoruz. Karanlık ellerce yaratılmış
yapı öylesine dallanıp budaklanmıştır ki, Öcalan’ın idare edebilme yetisinin
çok üstüne çıkmıştır. Kitleselleşmeyle orantılı yurt dışı odaklarla ilişkiye
geçilmeye başlanmıştır.
Tüm bu taktikler, içte ve dışta bir çok odaklarla kurulan bağlantılar
dikkate alındığında İttihat Terakki sürecinden bağımsız değildir. İttihat
Terakki’nin yurtdışı odaklarıyla bağlantıları yeniden hatırlanmalı. Hatta
İttihatçıların Selanik ve Manastır kolları aracılığıyla yurtdışı bağlantıları
kurmaktan çekinmediği bilinir.
İttihat
Terakki’nin iktidarı devralıp güçlendiği andan itibaren 1913 de Teşkilat-ı
Mahsusa kurulmuştur. Teşkilatı Mahsusa’nın Balkanlar’da nasıl hareket ettiği
henüz unutulmuş değildir. Yine Çerkez Ethem’in Ege ve Düzce’de düzenlediği
operasyonları hatırlamakta yarar var. Yine Topal Osman’ın Koçgiri isyanında
oynadığı rol ve Karadeniz’de ‘düzeni tesis’ adına yaptıkları bilinmekte. Yani
İttihat Terakki sürecini iyi irdelersek, PKK ve Öcalan’ın başlattığı süreci de
iyi kavramış oluruz. Unutulmamalı; PKK ve müritleri devletleşmiş Türklüğün
devşirmesidir.
24.05.2020
Baki Karer
Devam edecek