TEHLİKENİN BOYUTLARI (1)
“Çok kan dökülecektir, ama bu temelde
olduktan sonra bunun da zararı yoktur. Kan sadece bizi daha fazla yıkar,
temizler. (Abdullah Öcalan, 12 Eylül Faşizmi ve PKK Direnişi, s. 487)
Yukarıdaki
cümleyi okuyan herkes, ilk anda Göbelsin, Hitlerin, Franco’nun ya da Mussoli’nin
herhangi bir konuşmasından bir alıntı sanır; hayır, bu cümle, Kürt halkına
karşı kitlesel katliamlar yapmış olan Öcalan’a aittir. Öcalan ve PKK/HDP
denildiğinde, özellikle de ‘Kürdüm’ diyen herkes, bir kez daha düşünmek
zorundadır. Kan dökmeyi temel almış, Kürt halkının kanıyla banyo yaptığını ve
yapmaya devam edeceğini her fırsatta dile getiren böylesi bir hain yapılanmanın
üzerine cesaretle gidilmediği sürece, gidilecek hiç bir yol yoktur. Bu gerçek
bilince çıkartıldığı oranda ulusal bilinçle hareket etme yetisi kazanılır.
Bir
ulusun ontolojosini tahrip ederek başkalarının ontolojik yapısıyla bütünlemeyi
hedefleyen her yapı, gadar ve kan dökücü olmak zorundadır. İşte PKK/HDP’nin son
derece provokatif, acımasız oluşu bu nedenledir. Son dönemlerde Ankara’da olup
bitenlere bu açıdan bakmak gerekir.
Son
bir kaç haftadan bu yana, PKK’nin Kandil yarasaları üzerinde tartışmalar
yeniden yoğunlaşmaya başladı. Aynı biçimde HDP’de kendisini sürekli gündemde
tutmak için elinden gelen gayreti göstermekte. Gerek Kandil, gerekse de yavrusu
HDP öylesine beklenmedik taklalar atmakta ki şaşkınlık geçirmemek elde değil.
HDP Ankara’da kıyasıya yürütülen iktidar oyunlarında adeta Demoklesin kılıcı
rolü oynamakta; derin güçlerin elinde kukla olarak nalına da mıhınada vurmaktan
geri durmamakta. Bu nedenle, Kandil’de ikamet eden mağara ağalarının Halkların Demokratik
Partisi ile birlikte içinde bulunduğumuz yüzyılı ilgilendiren hedeflerini bir
kez daha ele almakta yarar var.
Tek
gövdenin iki kolu arasına sıkıştırılarak tümüyle nefessiz bırakılmak istenen
Kürt halkı, 40 yıldır bu canavarla boğuşmak zorunda bırakılmıştır. Gerek
Türkiye’de, gerekse de Ortadoğu ve dünya genelindeki değişimler sonucu klasik
ayak oyunlarıyla, yani Kandil’in mağara müdavimleriyle ve HDP ile yol
alınamayacağı az çok kavranılmış durumda. Erkler arası çelişkilerin yanı sıra,
iktidar ve muhalif güçleri arasında kıyasıya yürütülen iktidar kavgasının
doğurduğu boşluklar arasına sıkıştırılmış Kandil ve HDP’nin geleceği epeyce
belirsizleşmiştir. Türkiye ve Ortadoğu genelini ilgilendiren bu strateji
değişikliği girişimleri, ister istemez Kürdistan’ın geleceğini de yakından
ilgilendirmektedir. Bu nedenle hem mağara pintilerinin durumunu, hem de yükümlülüklerini
bir kez daha gözden geçirmek gerekmektedir. Neyin ne olduğunu ne kadar iyi
kavrarsak, Kürt halkının üzerinde katliamları süreklileştiren bu cenaha karşı
tavır da o kadar netleşmiş olur. ‘Cenah’ diyorum çünkü sorun, sadece PKK/HDP
sorunu olmadığını artık herkes anlamış durumdadır. Önümüzdeki süreçte üzerinde
durulması gereken en önemli noktalardan biri de, budur; yani eteğe yapışıp
sürüklenmekle yetinmeyip asli göreve talip olmak isteyen gönüllülerin de
olduğunu unutmamalıyız.
PKK ve yandan destekçilerini daha iyi tanımak için, yakın tarihe kısaca
göz atmadan geçemeyiz. PKK’nin düşünce ve hareket tarzını daha iyi kavraya
bilmek için mirasından güç aldığı İttihat ve Terakki’ye değinmekte yarar var.
PKK’nin tüm dönüm noktalarını İttihat Terakki ve sonraki süreçte bulma imkanına
sahibiz. Böylesi bir ‘zenginliği’ gözardı edemeyiz.
CEMİYET-İ HAFİYE
Cemiyet-i Hafiye denildiğinde akla gelen ilk şey, İttihat ve Terakki’dir.
İttihat Terakki daha kuruluş aşamasında istihbarat örgütlenmesine gitmiştir.
Biraz farklılıklar içerse de PKK eylem ve düşünce açısından bir çok yönleriyle
İttihatçılıkla benzerlikler içermektedir. PKK direkt Gladyo, ya da derin devlet
olarak nitelendirdiğimiz güçlerce oluşturulurken, İttihatçılar daha örgütlenmenin
başındayken istihbarat örgütlenmesine ihtiyaç duymuştur; devlete dayanmak
isteyen, devlet bürokrasisi ile ilişki ağlarını koparmak istemeyen siyasal
oluşumların baş vurduğu yöntemlerdir. Her iki oluşumun halktan kopukluğu, halka
karşı katliamlara varana dek her türlü zorba uygulamalar içinde olmaları, bir
de böylesi ortak özelliklerde yatar.
İttihat ve Terakki, çıkışında Jön Türklerin ideolojik ve siyasal
duruşunu temel aldı. Jön Türkler Osmancılık, Türkçülük ve İslamcılığı savunarak
İmparatorluğun korunacağını düşünüyorlardı. Ama İttihatçılar giderek Osmanlı İmparatorluğu’nun
sınırlarını korumanın imkânsız olduğunu gördüler ve bu sefer Türkçülük ve İslamcılığı
temel almaya başladılar; yani imparatorluk sınırları içindeki Türk ve Müslümanlarla
sınırlanmayı kabul ettiler.
İttihat ve Terakki denetlediği, bir süre sonra bizzat kurduğu
hükümetlerle bile çelişkiye düşmüş ve onlarla bile çatışma içine girmekten
çekinmemiştir. Şiddet baskı ve kargaşayı sürekli kılma İttihatçıların en
belirgin özellikleridir. Hatta o dönemde Rical-i gayb’lardan (görünmez kişiler)
bahsedilir; kitleler üzerinde estirilen terörü örgütleyenlerin bu görünmez
kişiler olduğu söylenir. Aslında görünürdeler ama kendilerini muammalaştırma alışkanlıkları
vardır.
Şu
anda Kandildekileri ve HDP içindeki dengeleri düşünürsek bu muammalaşma
rollerini daha iyi kavrarız. Halk adına, halka karşı olma hareketi
İttihatcılıktır. Yani bir avuç elitin (Socıete) topluma biçim verme çabasıdır. İttihatçılık
sadece Kürt, Ermeni ve Ruma karşı olma değildir, aynı zamanda içinden çıktığı
halka karşı da baskı ve şiddetin temel alınmasıdır. Cumhuriyet döneminde Kürtçe
ve diğer dillerin yasaklanmış olması tesadüf olarak nitelendirilemez;1908’den
itibaren başlatılan Türkleştirmenin temel alınmasıdır.
PKK’de
Türkçenin hem yazı, hem de konuşma dili olarak benimsenmesi boşuna değildir; Türkçeyi
ve Türkleşmeyi temel alması, Kürt bayrağını ele alanı kurşuna dizmesi, Kürt
tarihini ve kültürünü inkâr etmesi, Türk tarih bilinciyle hareket etmesinden kaynaklanmaktadır.
Devlet bürokrasisine bağlı istihbarat örgütlenmesinin temel alınmasının esas
nedeni, tüm bunlar ve benzeri daha bir
çok uygulamalarda şiddet ve terör temelinde başarılı olmak içindir. İşte
PKK’nın Ağustos 1984’te bir kaç şehre birden silahlı baskınlar düzenlemesinin esas
nedeni, Cemiyet-i Hafiye örgütlenmesinde son noktayı koymak içindir. Bahsettiğimiz
eylemler, kesinlikle ve kesinlikle ulusal talepler uğruna düzenlenmemiştir.
Gayet planlı ve proğramlı biçimde bugünkü yapının egemen hale getirilmesinin
ilk adımları, 1984 eylemleriyle atılmıştır. Bin yıldır oluşturulmuş toplumsal
değerlerin hemen tümünü sıfıra eşitleyen bir ‘hiç’ yada kalabalık oluşturmayı
hedefleyen tehlikeli bir yapı ile karşı karşıyayız.
19.05.2020
Baki Karer
Devam edecek