İsrail-Hamas savaşı ve Türkiye’nin Arap Dünyasında Oynamak İstediği Rol.
6 Aralık 2023 Çarşamba
13 Ekim 2023 Cuma
Hamas-İsrail Çatışması
Hamas-İsrail
Çatışması
Üç günden bu yana Hamas’ın ani saldırılarıyla başlayan savaş, tüm şiddetiyle devam ediyor. Üstelik kısa sürede sona erecek gibi de gözükmüyor. Bugüne kadar savaşın kurallarından, Cenevre sözleşmelerinden bahsedilirdi. Savaşın tarafları ve bu tarafları destekleyenler artık hiçbir kural tanımıyor. Özellikle Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri tüm güçleriyle İsrail’e destek verip, savaşın tüm çirkefliğiyle devam etmesinden yana tavırlarını koymuş durumdalar. Elbette Hamas’ın da hangi tarihi gerekçelere dayanırsa dayansın, savaş kurallarını hiçe sayarak hareket etmesi, Batı’nın vahşiliğini aratmayacak düzeydedir. Savaşmak isteyenler bir biçimde tarihi, sosyal, ekonomik vb. gerekçeler ileri sürerek kendilerine haklılık zemini oluşturmaya çalışır. Ama savaşan tarafların kendini haklı gösterme çabası önemli değildir. Önemli olan savaş koşullarında bile kin ve nefretle hareket etmemedir.
Ortadoğu’yu
Değiştirme iddiası
Hamas
saldırılarının hemen arkasından İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı
açıklamada, ‘Orta Doğu’yu değiştireceğiz’ dedi. Çok iddialı bir söylem! İddialı
olduğu kadar da gücünü aşan bir söylem. ABD, uzun yıllardan bu yana Orta
Doğu’da ciddi değişikliklere yol açacak Büyük Orta Doğu projesini hayata
geçirmek için çalışmaktaydı. Ama görünen odur ki, projesinde elle tutulacak bir
başarı elde edemedi. Oysa Sykes-Picot antlaşmasını tümüyle geçersiz kılma
iddiasıyla yola çıkmıştı. İngiltere öncülüğünde paylaşım yapılmış Orta Doğu’da
halkların, ulusların çoğunluğu geçmişte çizilen sınırlardan elbette memnun
değil, ama önemli bir bölümünün de gayet memnun olduğu açıktır. Zaten sorunda
bu karmaşada yatmaktadır. Cetvelle çizilmiş sınırlar, Kürtler gibi tümüyle
görülmezden gelinen halkların varlığının yanı sıra bitmek bilmeyen mezhepsel
çatışmaların da kaynağı haline getirilmiştir. Sınırlar bilerek bu tarzda belirlenmişti.
İstikrar bulmayan Orta Doğu’nun enerji kaynakları, başka türlü Batı’ya
aktarılamazdı.
Sykes-Picot’u geçersiz kılmayı amaçlayan
Büyük Orta Doğu projesinin başarısız oluşunun önemli nedeni, Bölge’de
halkların, ulusların temel alınmamasıdır, İngiltere’nin yaptığı gibi ABD’de de,
mezhepsel bölünmüşlüğü temel almıştır. Ayrıca İran ve Türkiye’nin güçlü
direnciyle karşılaşmış olması bir başka önemli faktördür. ABD’nin Bölge’de mezhepsel
temelde yeni sınırlar çizmeye çalışması, hem İran’ın hem de Türkiye’nin süreç
içinde kendilerine bağlı mezhepsel hatlar oluşturmaya başlamasını getirmiştir.
Örneğin Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi daha çok bu nedenledir; Suriye,
Lübnan, Ürdün ve Mısır’a kadar kendisiyle uyumlu bir hat oluşturmasına olanak sağlamıştır.
Aynı biçimde İran’ın da Yemen’den
Filistin’e kadar mezhebe dayalı bir hat oluşturmasına hizmet etmiştir. Bütün
bunlar, ABD’nin bölgeye yönelik politika oluşturmada ne kadar acemi olduğunun
göstergesidir. Uygulamak istediği
politikanın yol açtığı sonuç, Ortadoğu’nun günümüzde karşı karşıya kaldığı
kargaşadan ibarettir.
Bu noktada İsrail’in Orta Doğu’yu değiştirme iddiası daha çok tartışma götürür. Amerika Birleşik Devletleri’yle birlikte yapmayı düşünüyor olabilir. Ama bir süper güç olarak ABD’nin, bu doğrultuda ne kadar yol aldığı ortadadır. Ayrıca Bölge’de akşamdan sabaha denklemlerin ve dengelerin ne kadar değişken olduğu tartışılamaz. Rusya-Çin gerçeği hiçe sayılarak yeniden bir bölüşüm içine girme, yani sınırların yeniden çizilmeye kalkışılması uzun süreli çatışma ve kargaşalığı getirir. Açıkçası, Suriye’de yapılan hata, tüm Orta Doğu’da tekrarlanmış olunur. Bölge’de ortaya çıkacak uzun süreli savaşın, B.Avrupa’ya negatif yansımalarının olmayacağı söylenemez. Ukrayna cephesinde yaşanan çıkışsızlığa, bir de Orta Doğu’da ortaya çıkacak uzun süreli savaşın getireceği olumsuz sonuçlar eklenecek. Ayrıca Kosova üzerinde dolaşan kara bulutların verdiği korkuyu bir kez daha düşünmek gerekir.
Hamas’ın İsrail’e Saldırısının Muhtemel Sonuçları
Bu savaşın Orta Doğu’da yeni mevzilenmelere
neden olacağı açıktır. Ayrıca bugünden sonra ortaya çıkacak savaşlarda, hiçbir
devlet süper güçte olsa, ‘istediğim gibi hareket ederim’ deme olanağına sahip
değildir. Hamas-İsrail savaşı saha güvenliğini, övünülen hava savunma
sistemlerini saf dışı bırakan yeni bir savaş taktiğini ve stratejisini getirmiştir.
Yani süper güçler bile dokunulmaz olmadıklarını kabul etmek zorundalar artık. ‘Dokunulmaz’
olana dokunulan bir dönemin kapıları aralanmıştır. ABD’nin Akdeniz’de altıncı
filoyu hareketlendirmesi biraz da gelişmelerin öngörülemezliğinin verdiği
telaştan kaynaklanıyor.
Hamasın yaptığı saldırının arkasında uzun
vadeli olmayı hedefleyen bir strateji, dolayısıyla bir devlet aklı yatmaktadır.
Bu devlet aklını kullananın İran olduğu pek tartışma götürmez. İran, Hamas
aracılığı ile İsrail-Amerikan ittifakının kendine yönelmesinin önüne geçmeye
çalışmış oldu. Yani kendi belirlediği alanda ve zamanda savaşın çıkmasına neden
olan İran, yakın ve orta vadede tehlikeyi atlatmayı hedeflemiştir. Nitekim, Amerika
Birleşik Devletleri ve B.Avrupa ülkeleri arka arkaya İran’ın saldırıyla bir
alakası olmadığı yönlü açıklamalar yaptılar.
Her şeye rağmen, içinde bulunduğumuz koşullarda,
savaşın bölgeye yayılma riskinin hiç olmadığını iddia edemeyiz. İsrail’in kara
harekâtına yönelmesi Lübnan Hizbullahı’nın devreye girmesini sağlayabilir. Bu
durum belki de ABD’nin direk müdahalesine de yol açabilir. Orta Doğu’da hiçbir
ihtimale ‘olmaz’ denilemez. Ama şimdilik sürecin İran’a’ müdahaleye kadar ilerleyeceğini
düşünmek pek zor. Öbür yandan İran, Irak veya Suriye değildir. Uzaktan atılacak
birkaç füzeyle de İran’ın sahneden çekileceğini düşünmek oldukça zor. Ayrıca Rusya
ve Çin’in vereceği destekte denklem dışında tutulamaz. Her şeyden önemlisi bölgeyi kapsayacak bir savaş,
hem Rusya’yı ve hem de Çin’in güçlenmesini getirecektir. Süper güçler arasında
esas, nihai sonuç alınacak hesaplaşma alanları olan Arktik Okyanusu ve Çin
Denizi’nde ABD’nin zayıflamasına yol açacaktır. Bu anlamda savaşın İran’ı ve
tüm Bölge’yi kapsama ihtimali şimdilik çok azdır.
İran’ın desteğinde Hamas’ın İsrail’e karşı
başlattığı savaş, aynı zamanda, uluslararası ticaret yolu projelerinin ve
Avrupa’ya gidecek enerji yollarının da işlemez hale getirilmesini sağlamıştır.
Ama ne olursa olsun, bu sefer Hamas önemli ölçüde işlevsiz hale getirilecek,
gelecek için engel olmaktan çıkartılacaktır. Geleceğe yönelik cephe gerisi
düzenlemesi yapılacağını söyleyebiliriz. Aslında biraz da ‘iç işgalci’ güç olan
Hamas’ın yok edilmesi veya işlevsiz hale getirilmesi, Filistin yönetiminin de
işine gelmektedir. Savaş karşısında Arap dünyasının yüksek perdeden ses
çıkarmamasının bir nedeni de budur.
13.10.2023
Baki Karer
31 Mayıs 2023 Çarşamba
Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sonuçlandı.
Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sonuçlandı.
28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı
seçimini tekrar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kazandı. CHP izlediği yanlış
strateji ve taktiklerinin sonuçlarını nihayet almıştır. “Memleket komünist
olacaksa onu da biz yaparız” anlayışından hareketle ittifaklar politikası geliştiren
CHP, toplumda ciddi bir karşılık bulamadı. Bugünün koşullarında bile karşılık
bulamayan bu yapının, bu anlayışıyla ve örgütsel yapısıyla yakın gelecekte de
karşılık bulma ihtimali pek yok.
Seçim sürecinde; gerek Cumhuriyet
Halk Partisi, gerek iktidar partisi, önümüzdeki yıllar için ciddi sonuçlar
doğuracak bir çizgi üzerinde politika oluşturdular. Propagandalarını da bu
zemin üzerinden yaptılar. İlginç olan, milliyetçiliğin ön plana çıkarıldığı bu
politikanın temel taşlarını ilk döşemeye başlayanın CHP olması. Başlı başına
irdelenmesi gereken bu durum, ciddiye alınmalı. Ayrıca, Türk milliyetçiliğinin
gelişmesinde HDP’nin ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’a duyduğu o büyük özleminin
etkisini de unutmamak gerekir.
Avrupa’da özellikle 2010’dan bu
yana göçmen karşıtlığı temelinde yükselen ırkçı-faşist örgütlenmelerin giderek
küçümsenmeyecek başarılar elde ettiğini biliyoruz. Avrupa’daki bu
yapılanmaların benzerleri ne yazık ki, Türkiye’de de hızla taban bulmaya
çalışmaktadır. Saldırgan ırkçı yapıların bu seçim sürecinde muhatap
alınmalarının gelecek açısından ciddi tehlikeler oluşturduğunu kabul etmek
zorundayız. Böylesi koşulların oluşmasına katkıda bulunanların kimler oldukları
tartışılmalıdır.
Kısa bir not daha düşecek
olursak; Cumhurbaşkanı tarafından balkon konuşmasının Adalet ve Kalkınma
Partisi binasında yapılmayıp Beş Tepe’de yapılması, yeni beş yıllık dönemde
izlenecek dış politikanın ana hatlarının bir işaretidir aynı zamanda.
2023.05.28
Baki Karer
29 Nisan 2023 Cumartesi
14 MAYIS 2023 SEÇİMLERİ ÜZERİNE
14 MAYIS 2023
SEÇİMLERİ ÜZERİNE
2015 yılında yazdığım bir makalede, Adalet
ve Kalkınma Partisi’nin, en az 2023 seçimlerine kadar iktidarda kalmasını
sağlayacak ekonomik ve sosyal koşulların varlığından bahsetmiştim. İçinde
bulunduğumuz bugünkü koşullarda ise AKP iktidarının devam edip etmeyeceği
konusunda kesin yargıda bulunabilmek pek o kadar kolay değil. Yine de şu ana
kadarki oy potansiyeli veya oy oranı açısından bakıldığında, şansını tümüyle
kaybetmiş sayılmaz. Özellikle ekonomik alanda yaşanan onca olumsuzluklara
karşın, iktidarda kalmaya yönelik mücadelesinde ciddi sıkışmışlık içinde
olduğunu göstermemek için elinden gelen her türlü çabayı vermekte olduğu
görülüyor.
Bu seçim sonrası yaşanacak sürecin
özellikleri, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yapılmış seçimler sonrası
yaşanan süreçlerin tümünden farklı olacaktır.
15 Mayıs sabahı kim kazanırsa kazansın; ekonomik, mali, sosyal, askeri
alanlarda ve en önemlisi de toplumsal yapımızda çok ciddi gelişmelere gebe
olacak yeni bir dönemin kapısı aralanacaktır. Önümüzdeki dönem irdelenmeye
muhtaç en önemli nokta, sanıyorum bu olacaktır.
Şimdi irdelenmesi, daha açık bir deyimle
didik didik edilmesi gereken, Kürt halkı üzerinde seçim öncesi oynanmaya
başlanan oyundur. Oynanan oyun sadece seçimler dönemine özgü değil, sonrasına, belki
de 21. yüzyılı kapsayacak kadar uzun vadeli. Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel
Yönetimi topraklarında mevzilenişine ve geliştirdiği provokasyonlara
bakıldığında durum daha net anlaşılır.
Hdp’ye seçim bahanesiyle yerleştirilen yeni ‘Kürt dostları’nın bu süreçte oynayacağı rol önemlidir. Üzerinde durulmalı ve iyi anlaşılmalı. Belli ki yeni dönemin ‘kanalizasyon inşaatı’ ihalesi Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’e verildi. Osmanlı devlet anlayışında ve İttihat Terakki geleneğinde atama ve nakiller de dahil hiçbir şey rastlantılara bırakılmaz. Zamanında nasıl ki Palu’dan ‘Kürt olduğunu bilmeyen’, üstelik subay olma sevdasıyla yanıp tutuşan birinin seçilmesi tesadüf değilse, Çandar ve Cemal’in özellikle de bugünün koşullarında sahneye itiklenmeleri tesadüflerle açıklanamaz. Bunlar, son noktayı koyacak, yani ‘bayrağın zirveye dikilmesi’ ve ‘zaferin tescili’ görevini yerine getirmekle görevlendirilmiş paşa torunlarıdır. Başarılı olurlar mı olmazlar mı orası belli değil, ama azimkârlıklarına ve son dönemde Hdp ile ilgili gelişmelere bakıldığında, iddialı olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
NE YAPILMAK İSTENİYOR?
Son kırk yıldan bu yana ‘düşük yoğunluklu
çatışmalar’ sayesinde Kürt halkının direnci neredeyse yok edildi. Toplumsal
dinamizm tahrip edildi ve toplum güçten düşürüldü. Asimilasyon zirveye
ulaştırıldı; Türküm deme, Kürt kökenli Türk olma adeta gurur kaynağı haline
getirildi. Türk gibi yaşam sürdürme, Türkçe konuşma özenti haline getirildi. Dağlarda
öldürülmüş gençlerin ailelerine ve yakın akrabalarına özellikle bazı belediyelerce
sağlanan iş olanaklarıyla toplumda yeni bir tür müritlik, cemaatçilik
geliştirilmeye başlandı. Öyle ki, anneler arasında bile ayrıma gidildi.
‘Cumartesi Anneleri’ ismi altında sokaklarda oturma eylemi yapan anneler, evlatlarını
bulamayan ve umutla bekleyen diğer anneler karşısında kendilerini ‘elit’
görmeye başladı. Sonuç olarak toplumun demografik yapısıyla önemli oranda
oynandı. Kör şiddetle en az iki nesil toplumsal yaşamdan koparıldı; köksüz ve
dilsiz bırakıldı. İşte Hdp böylesi koşullarda şekillendirilerek Kürt halkına
karşı bir ihanet şebekesi olarak örgütlendirildi. Tüm bunlar, Yalçın Küçük,
Doğu Perinçek, Mihri Belli üçlüsünün akıl hocalığı ve Öcalan’ın sahada
sergilediği pratik sayesinde başarıldı. Yani bu üçlünün akıl hocalığıyla Kibele
döneminin Skopsileri yaratıldı. Şimdi son aşamaya gelindiği kanısı hâkim
durumda. İşte bir de bu nedenden dolayı, son rötuşları yapmak için Cengiz
Çandar-Hasan Cemal-Mithat Sancar üçlüsü devreye koyuluyor.
Aslında bu seçim,
sadece iktidar ve ana muhalefet arasında basit sıradan bir yarışmayı içermiyor;
gelecek onlarca yıl dizayn ediliyor aynı zamanda. Türkiye, küresel koşullarda
‘sivri’ noktaları törpüleyerek ilerliyor. Hdp’nin ittifakçıları dikkatle
incelenirse yapılmak istenenlerin farkına varılır. Sol olduğunu iddia eden bu
ittifakçılar aracılığıyla düzene karşı muhalefet bitiriliyor; sessiz, suskun, en
ufak bir protestoyu bile öcü gören tüketim toplumu yaratılmak isteniyor. Bu
noktada, dürüst, kararlı olan herkes bir tavır sergilemelidir. Dizler üzerine
çökme bir tavırdır, basılan zemin üzerinde ayaküstü dik durma da bir tavırdır.
Çömelme teslimiyeti, ayakta dik duruş direnmeyi ifade eder.
Hdp ve ittifakçı
güçlerine karşı onurlu davranış, ayakta dik durmadır.
2023.04.29
BAKİ KARER
30 Mart 2023 Perşembe
SEÇİM SÜRECİNİN GETİRDİĞİ SAFLAŞMA
SEÇİM SÜRECİNİN GETİRDİĞİ SAFLAŞMA
Bizdeki saflaşmaların sadece önümüzdeki seçim
süreciyle alakalı olmadığını hemen herkes kabul eder. Daha gerilere gidersek saflaşmaların
önemli ölçüde çatışmaları da içerdiğini biliriz. Cumhuriyetin kuruluşundan bu
yana geçen sürede her on yıl çok ciddi çelişki ve çatışmaları içinde
barındırır. Yani her on yıllık zaman dilimlerinin kendine has özellikleri
vardır. Öyle ki, toplumsal yapımızda ortaya çıkmış ayrışma ve saflaşmalar zaman
zaman iç savaş boyutlarına bile ulaşmıştır.
14 Mayıs
2023 seçimleri de toplumsal yapımızda çok ciddi bir cepheleşmeyi getirmiştir.
Çıkarlar üzerine yaratılmış çelişki ve çatışmaların, kitlelerin bünyesinde
yarattığı çok yönlü olumsuzlukların sonuçlarını önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Ama şimdiden hiçte hoş olmayan bir tabloyla karşılaşacağımızı söylersek, abartı
yapmış olmayız.
Özellikle
son yirmi yıldan bu yana bu derece bıçak sırtı yürüyen bir iktidar kavgası
olmamıştı. Mevcut siyasi ortamda esas olarak iki ana cepheleşmeden
bahsedebiliriz; cephelerden birinin başını çeken, Chp-Hdp-İyi Parti birlikteliğidir.
Chp ve İyi Parti’nin başını çektiği Millet İttifakı veya Altılı Masa olarak
ifade edilen masanın diğer ortakları sadece bir görüntüden ibarettir. Yine aynı
biçimde Hdp’nin kendini sol olarak ilan eden Tip’le kurduğu birlik, aslında
geniş kitleler nezdinde Chp-Hdp ve İyi Parti ittifakını saklamada kullanılan
bir örtüdür. Bir diğer değişle görüntüyü kurtarma operasyonudur. İkinci cephede
ise, omurgasını Akp ve Mhp’nin oluşturduğu Cumhur İtifakı yer almaktadır.
Cumhur ittifakının diğer bileşenleri de kitlelerde psikolojik etki sağlamada
kullanılan araçlardır.
İki cephe arasında yapılan sert tartışmalar,
seçim sürecinde taraf olan her kesimi derinden etkilemekte, toplumsal problemleri
daha da derinleştirmektedir. Ama bu durum, Kürt aydınları, Kürt politikacıları
ve örgütlenmeleri için çok önemli koşullar ortaya çıkarmıştır. Böylesi koşullar,
belli amaç ve hedefler için örgütlenme yapmış güçler açısından hem daha geniş kitlelere
ulaşmada hem de örgütsel alanda kurumlaşmayı sağlamada önemli dönüm noktalarıdır.
Sadece örgütsel açıdan değil, düşünsel açıdan da toplumda kalıcılığı sağlayacak
önemli fırsatlar yaratır. Kürt örgütlenmeleri açısından sorun şu veya bu kadar
sayıda milletvekili çıkarma olmamalıdır. Milletvekili çıkarıp çıkaramama hiç
önemli değildir. Önemli olan; ‘Kürdüm, yurtseverim’ diyen herkesi kapsayacak
biçimde örgütsel yapıyı kitleselleştirme temelinde kurumsallaştırmadır. Kurumsallaşmaksa
çözümün anahtarıdır. Bu tarz bir yönelimi temel alma; başkalarının kimliğini
yüceltmeyi kabullenmemedir. Ulusal kimlik üzerinde ısrarlı olunduğu sürece
modern ulus olmanın bilincine varılır. Ulusal, kültürel kimliğe aidiyet sorunu
ancak bu biçimde çözülür. Bireyi ulusa bağlamanın yolu buradan geçer. Yani günümüzün
örgütlendirilmiş Hamidiye Alayları Pkk/Hdp ancak böylesi bir tavırla geri
püskürtülür. Maddi çıkarlar uğruna kırmızı koltukta oturmak için Kürt kıran Pkk/Hdp
pöçüğüne takılanlar ve aynı zamanda vahşi kapitalizmin şekillendirdiği burjuva
muhalefetlerinin paspaslığına razı olanlar, er veya geç tarihin çöplüğündeki
yerlerini alır.
2023.03.30
Baki Kare
10 Mart 2023 Cuma
Seçim Yarışı
Seçim Yarışı
6’lı masa 2023 genel seçimleri için Cumhurbaşkanı
adayını nihayet belirledi. Cumhuriyet
Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığına aday
gösterildi. Aday gösteren beş parti de sağcı ve muhafazakâr. Yani Türkiye’nin
tüm renklerini bir araya topladığını iddia eden CHP’nin etrafının tam tersi bir
durumla çevrelendiği görülüyor. 6’lı
masa; bağnaz dinci kesimden, ülkücülerden ve neo-liberalcilere kadar sağın tüm
çeşnisini barındırmaktadır. İktidarı her açıdan en sert ifadelerle eleştiren 6’lı
masanın, bırakın solun yanından geçmeyi ‘merhaba’ bile dememek için bin bir
takla atmasını ne ile ifade edeceğiz? İttihat Terakki türemelerinden biri olan
CHP’yi sosyolojik olarak sola ya da sosyal demokrasi cenahına mı
yerleştireceğiz? CHP’den umutlu olmamızı
sağlayacak elle tutulur ne tür verilerin olduğu ortaya koyulmalı. Örneğin CHP’nin
Ahrar Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkasıyla benzeşmeyen yanları kadar ortak
olan yanlarından hareket ettiğimizde, altılı masanın durumu daha iyi anlaşılır.
Sahip oldukları ortak özelliklerden dolayı
aynı kapıdan içeri girmek için birbirlerini çiğnemekteler. Bu durum bizdeki sınıf ayrışmasıyla uyum
içindedir.
Küreselleşme koşullarında toplumsal
realitede karşılık bulmak için çaba içinde olmayan CHP ve solun önemli bir
kesiminin durumu tartışılmalıdır. Kemalizmin ve sol geçinen bazı kesimlerin
Jakobenliğinden ziyade Bonapartist yönü, özellikle de bugünlerde yeniden gündemleştirilmelidir.
Yıllarca MDD ve YÖN çizgisinin sol içinde etkin olması boşuna değildir, Bunlar
günümüz koşullarında, özellikle de seçim arifesinde alışkanlıklarını ayyuka
çıkarmış durumdalar. Ama farkında olmadıkları ya da kabullenmedikleri bir durum
var, o da; Bonapartizmin ordu ayağı artık kullanılır olmaktan çıkmıştır ve bu
ayağın eski tarzda işlevsel hale gelme ihtimali de yok. Duaları, beklentileri
boşunadır. Şöyle veya böyle AKP’ye karşı çıkma adına solun önemli bir kesimi
Kızıl Elma’nın bir parçası haline getirilmiştir.
AKP neo-liberal ekonomi politikayı
uygulamada ısrarlı davranırken, 6’lı masa bileşenlerinin farklı ekonomi
politikalar uygulayacağını kimse iddia edemez. Aslında sorunun özü, çıkardır.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana uzun yıllar tuzu kuru olan kesimin yeniden
eski konumuna kavuşma kavgası vardır. Mevcut iktidarın yerine gelmek için kavga
verenler, istediğimiz demokrasiyi egemen hale getirecek değiller. Bu noktada,
sol hareketin görevi, aynı zemin üzerinde farklı yönlere bakanlar arasında
tercih yapma olmamalıdır. Sol, kendini gerçek kimliğiyle toplumda ağırlık
merkezi oluşturacak bir konumda tutmalıdır. Daha birkaç gün öncesinde mega
kentlerden biri olan Bursa’da Kürt halkına karşı hortlayan barbarlığa, estirilen
ırkçılığa karşı kitlesel bir karşı duruş sergilemeyen sol hareketin, kendini
tekrar gözden geçirmesinde yarar var. Gerçek demokrasi hattı buradan geçer.
2023.03.09
BAKİ KARER
1 Mart 2023 Çarşamba
DİYANET İŞLERİ
BAŞKANLIĞI NE YAPMAK İSTİYOR?
Birkaç gün önce Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir
kurul tarafından, evlat edinilen veya edinilecek çocuklar üzerine bir açıklama
yapıldı. Yapılan açıklama toplumda çok büyük bir infial yarattı. Düşünülmeden
ne tür sonuçlara yol açacağı hesaplanmadan yapılan bir açıklamaydı bu. Her ne kadar
‘düşünülmeden’ diyorsam da aslında yapılan açıklama, bazı insan beyinlerinin hâlâ
binyıl önceki düşünce yapısıyla uyumlu olabileceğini de bize gösteriyor. Yani bunlar
bir nevi anakronik düşünce ve davranış biçimlerine sahip insan türleridir.
Çünkü bin beş yüzyıl önceki değer yargılarıyla hareket etmektedirler. Yakın
zamanda altı yaşındaki kız çocuğunu evlendirenler ortaya çıkmıştı. Hatta
çocuklarla evlenmeyi savunan bir güruh mahkeme önünde toplanma cesaretini bile gösterebilmişti.
Bu sapık topluluğun eylemlerine karşı ciddi bir tepkinin gösterilmemiş olması
da ayrıca üzücü bir durumdur. İnsanlıktan nasibini alamamış bu tür çağdışı topluluklara
baktığımızda Türkiye’de toplumsal yapının değişim yönü üzerine kaygılanmamak
elde değil. Türkiye’de laiklik bazı odaklarca tartışmalı noktaya mı getirilmek
isteniyor sorusunu sormak zorunda kalıyor insan.
Laik olduğunu iddia eden bir devlet
örgütlenmesinde, belli bir dine ve mezhebe dayalı Diyanet kurumunun devlete
bağlanması her zaman tartışmalı olmuştur. Bu durum, doğal olarak laikliğin
uygulanıp uygulanmadığını sorgulanır kılmıştır. Böylesi bir yapının, seküler
bir toplumun ortaya çıkmasında engelleyici bir rol oynadığını kabul etmek
gerekir. Toplumda yurttaşlık bilincini geliştirme ve sorgulayıcı bireyler
yaratma, devletin, din ve mezheplere karşı eşit mesafede oluşuyla orantılıdır. Ama
bu ayrı bir tartışma konusudur. Şu anda tartışılan, Diyanet İşleri Başkanlığı’na
bağlı bir kurulun açıklamasıdır. Yapılan açıklamanın geri çekilmiş olması,
sorunun tartışılmasına engel teşkil etmiyor. Çünkü yeni açıklama önceki
açıklamayı farklı bir üslup ile kabul ediyor. Yani yanlışta hala diretme var. Bahsedilen
kurulca yapılan ilk açıklamada ‘Evlat edinenle evlatlık
arasında evlenme engeli olmadığı" dile
getirilirken, toplumda ortaya çıkan tepkiler karşısında yapılan ikinci
açıklamada sorun, ‘mahrem’ olup olmama açısından ele alınarak geçiştirilmeye
çalışılmakta. Aslında tartışmaya konu olan sorunu salt evlat edinmeyle
bağlantılı olarak değil, hem ahlaki açıdan hem de düşünce yöntemi ve bilgi
üretimi açısından ele almak gerekir. Din bir düşünme yöntemi değildir; bazı
çevrelerin iddia ettiği gibi ‘dinsel düşünme‘ diye bir şey yoktur; somut
gerçeklikler temelinde akılcı düşünme ve bilimsel temellerde bilgi üretimi vardır.
Hele hele bir felaket ortamında akla ilk gelen evlat edinilen bir çocukla
evlilik oluyorsa, işte orada bir korkunçluk var demektir. Din korkuyla anılır
hale gelmişse, dinin yerini hadisler almışsa, bugünün sosyal yaşamı hadislerle
düzenlenmeye çalışılıyorsa, şiddet ya da zor artık tek çıkar yol olarak
görülmeye başlanmış demektir.
Aslında bizde dinsel sorunların hâlâ bu
tarzda tartışılıyor olması, Türkiye’de muhafazakâr kesimin toplum nezdindeki
algısını bir türlü değiştirememesinden kaynaklanmakta. Çünkü muhafazakâr kesim
geçmiş yüzyıllık süreç içinde kendi aydınlarını ve entelektüellerini
yetiştirmeyi başaramamıştır. Bu kesimin en ileri aydını olduğunu söyleyenler
bile hiçbir birikimi olmayan imamların ya da cemaat liderlerinin peşinde
sürüklenmiştir. Bu durum ister istemez muhafazakarlığın baş örtüsüyle ve
namazla tanımlanmasına yol açmıştır. Bu tarzda sığ ve çorak kalışın Diyanetin
yapılanmasına yansımaması mümkün değildi. Bu kurumun ortaya çıkan sorunlar
karşısında çağdaş düşünceler ortaya koyamaması ve yanlış tavırlar
geliştirmesinin başlıca nedenlerden biri de budur.
İşte Diyanet’in ahvâli; hal-i pür melali!
2023.02.28
BAKİ KARER
15 Şubat 2023 Çarşamba
DEPREM GERÇEĞİ
DEPREM
GERÇEĞİ
On
ilde birden meydana gelen deprem, tam anlamıyla bir felaket olarak
tanımlanabilir. 6 Şubat 2023 karanlık bir gün olarak tarihe geçti şimdiden.
Yaşanan bu felaketin neden ve sonuçları üzerinde söz söylemekte zorlanıyor
insan. Neden böylesi bir yıkımla karşılaştık? Yaşanan yıkımın önlenmesi
imkânsız mıydı? Geçmişte kalan zaman diliminde, yani son yüz yıllık süreçte
yaşanan olumsuzlukları dikkate aldığımızda sorumluluğun tüm toplumun olduğunu
kabul etmeliyiz. Bir taraf diğer tarafı, öbür taraf bu tarafı suçlu ilan ederek
geçmişin hatalarından muaf tutulamaz.
Bizde toplum olarak sorumsuzluğun esas kaynağını eğitim sistemimizin
temelini oluşturan ‘Vatan millet sakarya’ anlayışında aramak gerekir. Yani, tüm
düşünce ve davranış biçimlerinin odağına devletin yerleştirilmiş olmasından
kaynaklanmaktadır. Bu anlayış veya tutum, ister istemez sorgulamanın, eleştirel
düşünce sisteminin önüne geçmektedir. Oysa özgürlüğü, barışı, paylaşımcılığı
esas alan eğitim sisteminin ortaya çıkardığı toplumlarda, sorumluluktan
kaçınmanın yolları temel alınmaz. Özgür düşüncenin oluşmadığı bireylerin çoğunluk
oluşturduğu toplumlarda ise devlete eleştirel yaklaşımda çekince vardır; bananecilik
anlayışı ve bir nevi ‘sırasını bekleme’ kültürü egemendir. Devleti
olabildiğince yüceltme, hem toplumda hem de bireyde özgür düşüncenin
törpülenmesini getirir. Temel hak ve özgürlükleri düzenleyici bir araçtan öte
kutsallık atfedilen devlette toplumsal yapı, her zaman tartışmalı olmuştur. Bürokratik
yapı kutsal olarak kabul edilip içselleştirilmeye başlandığı andan itibaren, hatalar
ve ihmaller artık ‘kader’ olarak kabul edilmeye başlanır. Bu noktada cehalet
hemen her alanda kendini göstermeye başlar. Artık yönetenler ‘elit’
yönetilenler de ‘kul’ olmaya başlamıştır. Şu anda bizde olup bitenleri bu
çerçevede ele almak gerekir sanıyorum. Umarım
bugünden sonra eline çekiç ve keser geçiren bina yapmaya kalkışmaz. Ayrıca ne yönetenler,
ne de yönetilenler ‘imar affı’ için gün saymanın gafletine düşmezler. Unutulmamalı;
bu günlere kısa yoldan zenginleşme uğruna başkalarının arazisi üzerine gece
kondu yaparak gelindi. Yani mülkiyet hakkı, birkaç oy uğruna hiçe sayıldı.
Başka türlü 20’nin üzerinde imar affı çıkartılamazdı.
Evet,
Kahraman Maraş merkezli deprem korkunç bir yıkım getirmiştir. Yaşamını
kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Yaralıların da bir an
evvel sağlıklarına kavuşmaları dileğimdir.
2023.02.13
BAKİ KARER
15 Ocak 2023 Pazar
TÜRKİYE’DE SOL NEREYE GİDİYOR?
TÜRKİYE’DE SOL NEREYE GİDİYOR?
Türkiye 12 Eylül faşist cuntasıyla birlikte
hemen her alanda çok ciddi alt üst oluşlar içine girdi. Yaşanan köklü
değişimlerden nasibini alanların başında sol cephede yer alan hareketler gelir.
Türkiye’de günümüz koşullarında sol oluşumların, örgütlenmelerin geldiği
noktayı sadece melodram olarak niteleyip geçemeyiz, çok daha öte bir
konumdadırlar. Bu günkü solun konumu ve sahip olduğu özellikler tekrar
tartışılmalıdır.
Bizde sol oluşumları II.Meşrutiyet’le
başlatanlar vardır, ama bu her zaman tartışmalı olmuştur. Solun nasıl
tanımlanması gerektiğiyle ilgili bir durumdur bu. II.Meşrutiyet ilan edildiği
dönemde Osmanlı İmparatorluğunda sınıf anlamında ne bir burjuvaziden ne de işçi
sınıfından bahsedilebilinir. Küçük işletme sahipleri ve bu işletmelerde çalışan
az sayıda işçiler vardır. ‘Vatan Savunması’ şiarı ile ortaya çıkan Jön Türk
hareketiyle başlayan ve ulus faktörünü ön plana çıkaran milliyetçilerin
örgütlenme çabaları vardır. Bu dönemde İmparatorluk içindeki bazı gayrı müslimlerin
Rusya’da ortaya çıkan Narodnizm’den etkilendikleri görülür.
Gerek Jön Türkler gerekse de 19’cu yy.
başlarından itibaren İttihat ve Terakki ile birlikte tüm muhalefet kesimlerinin
II.Abdülhamid’e karşı iktidar mücadelesi söz konusudur. Jön Türkler’le başlayan
ve İttihat ve Terakki’nin kuruluşuyla giderek yoğunlaşan seküler yanı ağır basan
bir muhalefetten bahsedilebilinir. Bu muhalefetin karakterini oluşturan ulus-devlet
temelli oluşudur. Ayrıca İslam’ı bir tarafa bırakmazlar; Batı’dan ümit
kesildikçe Doğu’ya yönelik ‘ümmet kurtarıcı’ rolünü de üstlenmeye kalkışırlar. Yani
‘halkçı’ söylemlerini ön plana çıkarmalarına karşın, İslam alemini tek bayrak
altında örgütleme gayreti içine girmekten de geri durmamışlardır.
Solun ortaya çıkışı veya aydınların
sosyalizmle buluşması daha çok 1920’li yılların başlarında kendini gösterir. Düşünce
olarak yaygınlaştırma, sosyalist toplum oluşturma çabaları bu yıllarda ortaya
çıkar. 1960’lı yıllardan itibaren derinleşen sınıf mücadelesine bağlı olarak
sol düşünce de kitleselleşmeye başlar. Artık sosyalist toplum oluşturma
doğrultusunda ciddi mücadele içine girilmiştir.
1960’lı
yıllarda yaygınlaşmaya, kitleselleşmeye başlayan sol, özellikle küreselleşmenin
hız kazandığı günümüz koşullarında ne yazık ki, bölük pörçük bir hale
gelmiştir. Elbette bu bölünme ve parçalanmada 12 Eylül faşist cuntasının
oynadığı rol önemlidir. Günümüz Türkiye’sinde solun varlığı tartışılır bir
durumdadır. Kendini gurup, çevre veya parti diye nitelendiren sol çevreler, tamamen
marjinalleşmiş, birkaç kişiyle sınırlı bir duruma düşmüştür. Türkiye’de solun
ağırlıklı bir kesimi, küreselleşmeyi yönlendirenlerin egemen kıldığı politik
esintiye kendini kaptırmış durumdadır. Bugün sol olduğunu iddia eden önemli bir
kesimin strateji ve taktiğinin oluşmasında bahsettiğim bu esinti belirleyici
rol oynar. Küreselleşme döneminde solun bu duruma düşmesi, başlı başına bir
tartışma konusudur. Ama esas tartışmak istediğim Türkiye’de solun ağırlıklı bir
kesiminin karakteristik özelliğidir.
Bahsettiğim sol, özellikle 2023 seçim takvimi yaklaştıkça sahip olduğu
tüm özelliklerini canhıraş gayretlerle ortaya koymakta ve Jön Türklerden miras
aldıkları şiarla hareket etmektedir. Yarım ağızla hem sosyalizmi savunmaktalar
hem de neo liberal ekonomi politika uygulayıcılar arasında tercih yapmada bir
sakınca görmemekteler. Daha açık bir deyişle, liberalizmin burjuva ideolojisi, sosyalizmin de işçi
sınıfı ideolojisi olduğu unutulmakta. Ayrıca davranışları ve ileri sürdükleri
düşünce tarzıyla sosyalizmin bir yaşam biçimi olduğunu inkâr etmekteler. Yani
en gereksiz bahanelerle bin bir parçaya bölünmüş sol kesimin önemli bir bölümü,
burjuva partilerinin strateji ve taktiklerinin arkasından sürüklenir hale
gelmiştir. Bahaneleri de gayet basit; mevcut iktidara karşı olma! Bu arada
karşısında oldukları gücün olanaklarından yararlanma fırsatçılığını da görmemek
mümkün değil. Yani bir anlamda güce tapma derekesine düşme söz konusudur.
Sol, kendini toplumda bir güç, alternatif
haline getirmeye yönelik bir çaba içinde değildir. Yani sol kendini
kitleselleştirecek, toplum içinde ağırlık merkezi haline getirecek bir mücadeleden
yoksundur. Küresel koşullara özgü örgütlenmede yaratıcılık yoktur. Her alanda olduğu gibi, siyasal alanda da
başarılı olmanın bir ölçüsü, kendine güven duymadır. Günümüzde solda böylesi
bir güvenden bahsedebilmek çok zor. Bu nedenle de oyun kurucu olamamakta ve
anarko kapitalizm karşısında suskun kalınmakta. Sorun burjuva muhalefet çerçevesinde
salt sandıkta oy kullanmaya indirgenmekte. Elbette solun önemli bir kesiminin
böylesi bir düşünce tarzına sahip olmasının tarihi nedenleri vardır. Bizde
‘Muhafazakârım’ diyenlerin, sosyal demokrat veya ‘sol’ olduğunu söyleyenlerin
de ayrıştığı yer, İttihat Terakki’dir. Bu nedenle Türkiye’de sol düşünce,
önemli oranda İttihat Terakki’yi aşamamıştır. Jön Türklerin ‘Vatan yahut
Silistre’sinde kalmıştır. Bu durumu bugüne tercüme edecek olursak, Kemalist
çerçeveden öteye geçilememiştir. Bunun en belirgin örneklerini, PKK/HDP ile
ilişki ve ittifak içinde olanlarda çok rahatlıkla görürüz. Çeşitli bahanelerle
HDP ile ittifak geliştirenler, Kürt ve Kürdistan gerçeğinin inkârını temel
alanlardır. Ucu bucağı olmayan dehlizlerde tapılacak güç arayanlardır.
2023.01.14
BAKİ KARER
-
Ortadoğu'da Dönüşümün Sancıları Irak-Şam İslam Devleti isimli eli kanlı örgütün Irak ve Suriye'de başlattığı saldırı...
-
‘DERSİMDE ANALAR AĞLAMADI MI?’ 10 Kasım’da Büyük Millet Meclisi'nde düzenlenen ‘açılım’ o...
-
Yaklaşan Genel Seçimler Üzerine 7 Haziran 2015 genel seçimi yaklaştıkça, tartışmalar da yoğunlaşmaya başladı. Siyasal atmosfer tahm...