6 Aralık 2023 Çarşamba

 İsrail-Hamas savaşı ve Türkiye’nin Arap Dünyasında Oynamak İstediği Rol.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu andan itibaren Orta Doğu’da Arap halklarıyla arasına sınır çekti. M. Kemal ve arkadaşları önderliğinde oluşan yeni yönetim, Araplar’la arasına koyduğu mesafe oranında Batılılaşmayı temel aldı. Bu bir anlamda Arap kültüründen, dilinden ve yaşam tarzından uzaklaşmayı temel alma demekti. Hatta İslam’ın Anadolu’da etkisini biraz da olsa hafifletmeyi amaçlıyordu. Cumhuriyet yönetiminin laikliği esas alması, seküler bir toplum oluşturma çabaları ister istemez, Türkiye’nin Orta Doğu’dan ayrı düşmesini getirmiştir. Dolayısıyla bu yönelim, Arap dünyası ile ilişkilere arkasını dönüp, Batıyla hemen her konuda birlikte hareket etmesini bir nevi zorunlu kılmıştır.
Cumhuriyet yönetiminin kuruluşundan itibaren belirlediği hedeflere ulaşıp ulaşmadığı ayrı bir tartışma konusu. Ama bir noktayı belirtmekte yarar var; ister devlet yönetimi, isterse kurumlaşmış herhangi bir yapının yönetimi eğer korkularla hareket ediyorsa, duyulan korkular yönetimlerin boynunda bir değirmen taşı olmuştur. Örneğin Kürt ulusunu hiçe sayma, görmemezlikten gelme, yeni kurulan Cumhuriyetin boynuna asılmış bir değirmen taşıdır. Çizilen hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığı bu sorundan bağımsız ele alınamaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin belirlediği hedefleri, yürütme erkinin korkularla yüklü paradigması olarak da ele alabiliriz. Oluşturulan yeni paradigmanın hem kısa vadede hem de uzun vadede çok ciddi boyutlarda olumsuz getirilerinin olmadığını söyleyemeyiz. Her şeyden önce Türkiye, Batı’nın ön karakolu durumuna getirilmiştir. Özellikle 50’li yıllardan itibaren Araplara ve Arap milliyetçiliğine karşı keskin tavırlar içine girilmiştir. Türkiye, İsrail devletinin kuruluşunu ilk tanıyan ülkelerden biridir. Bu tutum, Arap ülkelerine karşı ciddi bir karşı duruşu getirmiştir. Giderek Mısır’ın Orta Doğu’da önderlik rolünü yüklenmesine zemin hazırlamıştır. Daha sonraları Ürdün’le sorun yaşayan Suriye’yi işgale kalkışması Bölge’den tecridi hızlandırmıştır. Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde Fransa’nın yanında yer alması, Arap dünyasının düşmanlığını kazanmasında belirleyici rol oynamıştır. Sadece bu kadar değil; Irak’ta 1958 darbesini bahane ederek İngiltere ile birlikte askeri müdahalede bulunmaya kalkışması, Süveyş kanalını millileştirme sırasında Batı tarafından Mısır’ın işgal edilmesine verdiği destekle Türkiye, Orta Doğu’dan tam anlamıyla soyutlanmıştır.
Yakın tarihte Arap toplumuna ve devletlerine karşı alınan bunca tavırdan sonra, bugünlerde Orta Doğu’da ortaya çıkan sorunlarda Türkiye’nin çözümleyici rol üstlenmesi oldukça zordur. Günümüzde de özellikle Menderes iktidarı dönemi kadar olmasa da bazı noktalarda Arap dünyasıyla ters düşen bir Türkiye vardır. Bu sorunların başında gelen, Suriye ile yaşanan çatışmadır. Türkiye’nin Rojava’da asker bulundurması ve Esad iktidarına karşı ayaklanmalara destek vermesi, Arap ülkelerinin çoğunluğunda kabul edilmemektedir. Hele hele Arap milliyetçiliğinin yaygınlaşmasında ve iktidar oluşunda önemli rol oynayan Mısır’la son on yıldır diplomatik ilişkilerin kesilmesi, Türkiye’nin oynamak istediği rolün önündeki ciddi engellerin başında gelir.
Bir diğer noktada, Türkiye’nin Filistin sorununda Hamas’la yan yana duruşudur. Bu durum sadece Meşru Filistin yönetiminin tepkisini çekmekle kalmayıp, tüm Arap dünyasının tepkisini çekmekte. Hamas, Filistin direnişini bölmekle kalmamakta, aynı zamanda Filistin’in devlet olmasının da önünde engel teşkil etmektedir. Ayrıca Hamas’ın Müslüman Kardeşler örgütü menşeili olması da başlı başına tüm Arap ülkelerinde sorun oluşturmaktadır. Hamas’ın arkasında İran’ın aktif desteğinin olması, Türkiye’yi Ortadoğu’da zor durumda bırakan bir diğer faktördür. 1950’li yıllarda izlenen yanlış politikalar birtakım farklılıklar içerse de bugün de devam etmektedir. Yani, Orta Doğu halklarının ve devletlerinin desteğini alabilecek politikalar yürütmeden uzak bir Türkiye vardır. Hamas-İsrail arasında devam eden savaşta, Türkiye’nin çözümleyici ve güven verici olabilmesi için Hamas’ın değil, Filistin sorununun yanında tavır koyması gerekirdi. Bu durumda Batı dünyasının da tepkilerini üzerine çekmemiş olurdu. Savaş kurallarını, tüm insani değerleri ayaklar altına alan İsrail üzerinde etkili olmanın önü de açık bırakılmış olurdu. Onca çaba ve diplomatik ilişkilere rağmen silüeti tuvale yansımayan bir Türkiye vardır. Çünkü doğru zemin üzerinde hareket edilmemektedir.
30.11.2023
Baki Karer

13 Ekim 2023 Cuma

Hamas-İsrail Çatışması

 

Hamas-İsrail Çatışması

    Üç günden bu yana Hamas’ın ani saldırılarıyla başlayan savaş, tüm şiddetiyle devam ediyor. Üstelik kısa sürede sona erecek gibi de gözükmüyor. Bugüne kadar savaşın kurallarından, Cenevre sözleşmelerinden bahsedilirdi. Savaşın tarafları ve bu tarafları destekleyenler artık hiçbir kural tanımıyor. Özellikle Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri tüm güçleriyle İsrail’e destek verip, savaşın tüm çirkefliğiyle devam etmesinden yana tavırlarını koymuş durumdalar. Elbette Hamas’ın da hangi tarihi gerekçelere dayanırsa dayansın, savaş kurallarını hiçe sayarak hareket etmesi, Batı’nın vahşiliğini aratmayacak düzeydedir. Savaşmak isteyenler bir biçimde tarihi, sosyal, ekonomik vb. gerekçeler ileri sürerek kendilerine haklılık zemini oluşturmaya çalışır. Ama savaşan tarafların kendini haklı gösterme çabası önemli değildir. Önemli olan savaş koşullarında bile kin ve nefretle hareket etmemedir.

Ortadoğu’yu Değiştirme iddiası 

Hamas saldırılarının hemen arkasından İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı açıklamada, ‘Orta Doğu’yu değiştireceğiz’ dedi. Çok iddialı bir söylem! İddialı olduğu kadar da gücünü aşan bir söylem. ABD, uzun yıllardan bu yana Orta Doğu’da ciddi değişikliklere yol açacak Büyük Orta Doğu projesini hayata geçirmek için çalışmaktaydı. Ama görünen odur ki, projesinde elle tutulacak bir başarı elde edemedi. Oysa Sykes-Picot antlaşmasını tümüyle geçersiz kılma iddiasıyla yola çıkmıştı. İngiltere öncülüğünde paylaşım yapılmış Orta Doğu’da halkların, ulusların çoğunluğu geçmişte çizilen sınırlardan elbette memnun değil, ama önemli bir bölümünün de gayet memnun olduğu açıktır. Zaten sorunda bu karmaşada yatmaktadır. Cetvelle çizilmiş sınırlar, Kürtler gibi tümüyle görülmezden gelinen halkların varlığının yanı sıra bitmek bilmeyen mezhepsel çatışmaların da kaynağı haline getirilmiştir. Sınırlar bilerek bu tarzda belirlenmişti. İstikrar bulmayan Orta Doğu’nun enerji kaynakları, başka türlü Batı’ya aktarılamazdı.

    Sykes-Picot’u geçersiz kılmayı amaçlayan Büyük Orta Doğu projesinin başarısız oluşunun önemli nedeni, Bölge’de halkların, ulusların temel alınmamasıdır, İngiltere’nin yaptığı gibi ABD’de de, mezhepsel bölünmüşlüğü temel almıştır. Ayrıca İran ve Türkiye’nin güçlü direnciyle karşılaşmış olması bir başka önemli faktördür. ABD’nin Bölge’de mezhepsel temelde yeni sınırlar çizmeye çalışması, hem İran’ın hem de Türkiye’nin süreç içinde kendilerine bağlı mezhepsel hatlar oluşturmaya başlamasını getirmiştir. Örneğin Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi daha çok bu nedenledir; Suriye, Lübnan, Ürdün ve Mısır’a kadar kendisiyle uyumlu bir hat oluşturmasına olanak sağlamıştır.  Aynı biçimde İran’ın da Yemen’den Filistin’e kadar mezhebe dayalı bir hat oluşturmasına hizmet etmiştir. Bütün bunlar, ABD’nin bölgeye yönelik politika oluşturmada ne kadar acemi olduğunun göstergesidir.  Uygulamak istediği politikanın yol açtığı sonuç, Ortadoğu’nun günümüzde karşı karşıya kaldığı kargaşadan ibarettir.

    Bu noktada İsrail’in Orta Doğu’yu değiştirme iddiası daha çok tartışma götürür. Amerika Birleşik Devletleri’yle birlikte yapmayı düşünüyor olabilir. Ama bir süper güç olarak ABD’nin, bu doğrultuda ne kadar yol aldığı ortadadır. Ayrıca Bölge’de akşamdan sabaha denklemlerin ve dengelerin ne kadar değişken olduğu tartışılamaz. Rusya-Çin gerçeği hiçe sayılarak yeniden bir bölüşüm içine girme, yani sınırların yeniden çizilmeye kalkışılması uzun süreli çatışma ve kargaşalığı getirir. Açıkçası, Suriye’de yapılan hata, tüm Orta Doğu’da tekrarlanmış olunur. Bölge’de ortaya çıkacak uzun süreli savaşın, B.Avrupa’ya negatif yansımalarının olmayacağı söylenemez. Ukrayna cephesinde yaşanan çıkışsızlığa, bir de Orta Doğu’da ortaya çıkacak uzun süreli savaşın getireceği olumsuz sonuçlar eklenecek. Ayrıca Kosova üzerinde dolaşan kara bulutların verdiği korkuyu bir kez daha düşünmek gerekir.

Hamas’ın İsrail’e Saldırısının Muhtemel Sonuçları

   Bu savaşın Orta Doğu’da yeni mevzilenmelere neden olacağı açıktır. Ayrıca bugünden sonra ortaya çıkacak savaşlarda, hiçbir devlet süper güçte olsa, ‘istediğim gibi hareket ederim’ deme olanağına sahip değildir. Hamas-İsrail savaşı saha güvenliğini, övünülen hava savunma sistemlerini saf dışı bırakan yeni bir savaş taktiğini ve stratejisini getirmiştir. Yani süper güçler bile dokunulmaz olmadıklarını kabul etmek zorundalar artık. ‘Dokunulmaz’ olana dokunulan bir dönemin kapıları aralanmıştır. ABD’nin Akdeniz’de altıncı filoyu hareketlendirmesi biraz da gelişmelerin öngörülemezliğinin verdiği telaştan kaynaklanıyor.

    Hamasın yaptığı saldırının arkasında uzun vadeli olmayı hedefleyen bir strateji, dolayısıyla bir devlet aklı yatmaktadır. Bu devlet aklını kullananın İran olduğu pek tartışma götürmez. İran, Hamas aracılığı ile İsrail-Amerikan ittifakının kendine yönelmesinin önüne geçmeye çalışmış oldu. Yani kendi belirlediği alanda ve zamanda savaşın çıkmasına neden olan İran, yakın ve orta vadede tehlikeyi atlatmayı hedeflemiştir. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri ve B.Avrupa ülkeleri arka arkaya İran’ın saldırıyla bir alakası olmadığı yönlü açıklamalar yaptılar.

    Her şeye rağmen, içinde bulunduğumuz koşullarda, savaşın bölgeye yayılma riskinin hiç olmadığını iddia edemeyiz. İsrail’in kara harekâtına yönelmesi Lübnan Hizbullahı’nın devreye girmesini sağlayabilir. Bu durum belki de ABD’nin direk müdahalesine de yol açabilir. Orta Doğu’da hiçbir ihtimale ‘olmaz’ denilemez. Ama şimdilik sürecin İran’a’ müdahaleye kadar ilerleyeceğini düşünmek pek zor. Öbür yandan İran, Irak veya Suriye değildir. Uzaktan atılacak birkaç füzeyle de İran’ın sahneden çekileceğini düşünmek oldukça zor. Ayrıca Rusya ve Çin’in vereceği destekte denklem dışında tutulamaz.  Her şeyden önemlisi bölgeyi kapsayacak bir savaş, hem Rusya’yı ve hem de Çin’in güçlenmesini getirecektir. Süper güçler arasında esas, nihai sonuç alınacak hesaplaşma alanları olan Arktik Okyanusu ve Çin Denizi’nde ABD’nin zayıflamasına yol açacaktır. Bu anlamda savaşın İran’ı ve tüm Bölge’yi kapsama ihtimali şimdilik çok azdır.

    İran’ın desteğinde Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı savaş, aynı zamanda, uluslararası ticaret yolu projelerinin ve Avrupa’ya gidecek enerji yollarının da işlemez hale getirilmesini sağlamıştır. Ama ne olursa olsun, bu sefer Hamas önemli ölçüde işlevsiz hale getirilecek, gelecek için engel olmaktan çıkartılacaktır. Geleceğe yönelik cephe gerisi düzenlemesi yapılacağını söyleyebiliriz. Aslında biraz da ‘iç işgalci’ güç olan Hamas’ın yok edilmesi veya işlevsiz hale getirilmesi, Filistin yönetiminin de işine gelmektedir. Savaş karşısında Arap dünyasının yüksek perdeden ses çıkarmamasının bir nedeni de budur.  

13.10.2023

Baki Karer

31 Mayıs 2023 Çarşamba

Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sonuçlandı.

 

Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sonuçlandı.

 

    28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimini tekrar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kazandı. CHP izlediği yanlış strateji ve taktiklerinin sonuçlarını nihayet almıştır. “Memleket komünist olacaksa onu da biz yaparız” anlayışından hareketle ittifaklar politikası geliştiren CHP, toplumda ciddi bir karşılık bulamadı. Bugünün koşullarında bile karşılık bulamayan bu yapının, bu anlayışıyla ve örgütsel yapısıyla yakın gelecekte de karşılık bulma ihtimali pek yok.

    Seçim sürecinde; gerek Cumhuriyet Halk Partisi, gerek iktidar partisi, önümüzdeki yıllar için ciddi sonuçlar doğuracak bir çizgi üzerinde politika oluşturdular. Propagandalarını da bu zemin üzerinden yaptılar. İlginç olan, milliyetçiliğin ön plana çıkarıldığı bu politikanın temel taşlarını ilk döşemeye başlayanın CHP olması. Başlı başına irdelenmesi gereken bu durum, ciddiye alınmalı. Ayrıca, Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde HDP’nin ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’a duyduğu o büyük özleminin etkisini de unutmamak gerekir.

    Avrupa’da özellikle 2010’dan bu yana göçmen karşıtlığı temelinde yükselen ırkçı-faşist örgütlenmelerin giderek küçümsenmeyecek başarılar elde ettiğini biliyoruz. Avrupa’daki bu yapılanmaların benzerleri ne yazık ki, Türkiye’de de hızla taban bulmaya çalışmaktadır. Saldırgan ırkçı yapıların bu seçim sürecinde muhatap alınmalarının gelecek açısından ciddi tehlikeler oluşturduğunu kabul etmek zorundayız. Böylesi koşulların oluşmasına katkıda bulunanların kimler oldukları tartışılmalıdır.

    Kısa bir not daha düşecek olursak; Cumhurbaşkanı tarafından balkon konuşmasının Adalet ve Kalkınma Partisi binasında yapılmayıp Beş Tepe’de yapılması, yeni beş yıllık dönemde izlenecek dış politikanın ana hatlarının bir işaretidir aynı zamanda.

2023.05.28

Baki Karer

29 Nisan 2023 Cumartesi

14 MAYIS 2023 SEÇİMLERİ ÜZERİNE

 

14 MAYIS 2023 SEÇİMLERİ ÜZERİNE 

    2015 yılında yazdığım bir makalede, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, en az 2023 seçimlerine kadar iktidarda kalmasını sağlayacak ekonomik ve sosyal koşulların varlığından bahsetmiştim. İçinde bulunduğumuz bugünkü koşullarda ise AKP iktidarının devam edip etmeyeceği konusunda kesin yargıda bulunabilmek pek o kadar kolay değil. Yine de şu ana kadarki oy potansiyeli veya oy oranı açısından bakıldığında, şansını tümüyle kaybetmiş sayılmaz. Özellikle ekonomik alanda yaşanan onca olumsuzluklara karşın, iktidarda kalmaya yönelik mücadelesinde ciddi sıkışmışlık içinde olduğunu göstermemek için elinden gelen her türlü çabayı vermekte olduğu görülüyor.

    Bu seçim sonrası yaşanacak sürecin özellikleri, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yapılmış seçimler sonrası yaşanan süreçlerin tümünden farklı olacaktır.  15 Mayıs sabahı kim kazanırsa kazansın; ekonomik, mali, sosyal, askeri alanlarda ve en önemlisi de toplumsal yapımızda çok ciddi gelişmelere gebe olacak yeni bir dönemin kapısı aralanacaktır. Önümüzdeki dönem irdelenmeye muhtaç en önemli nokta, sanıyorum bu olacaktır.

    Şimdi irdelenmesi, daha açık bir deyimle didik didik edilmesi gereken, Kürt halkı üzerinde seçim öncesi oynanmaya başlanan oyundur. Oynanan oyun sadece seçimler dönemine özgü değil, sonrasına, belki de 21. yüzyılı kapsayacak kadar uzun vadeli. Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında mevzilenişine ve geliştirdiği provokasyonlara bakıldığında durum daha net anlaşılır.

     Hdp’ye seçim bahanesiyle yerleştirilen yeni ‘Kürt dostları’nın bu süreçte oynayacağı rol önemlidir. Üzerinde durulmalı ve iyi anlaşılmalı. Belli ki yeni dönemin ‘kanalizasyon inşaatı’ ihalesi Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’e verildi. Osmanlı devlet anlayışında ve İttihat Terakki geleneğinde atama ve nakiller de dahil hiçbir şey rastlantılara bırakılmaz. Zamanında nasıl ki Palu’dan ‘Kürt olduğunu bilmeyen’, üstelik subay olma sevdasıyla yanıp tutuşan birinin seçilmesi tesadüf değilse, Çandar ve Cemal’in özellikle de bugünün koşullarında sahneye itiklenmeleri tesadüflerle açıklanamaz. Bunlar, son noktayı koyacak, yani ‘bayrağın zirveye dikilmesi’ ve ‘zaferin tescili’ görevini yerine getirmekle görevlendirilmiş paşa torunlarıdır. Başarılı olurlar mı olmazlar mı orası belli değil, ama azimkârlıklarına ve son dönemde Hdp ile ilgili gelişmelere bakıldığında, iddialı olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

NE YAPILMAK İSTENİYOR?

    Son kırk yıldan bu yana ‘düşük yoğunluklu çatışmalar’ sayesinde Kürt halkının direnci neredeyse yok edildi. Toplumsal dinamizm tahrip edildi ve toplum güçten düşürüldü. Asimilasyon zirveye ulaştırıldı; Türküm deme, Kürt kökenli Türk olma adeta gurur kaynağı haline getirildi. Türk gibi yaşam sürdürme, Türkçe konuşma özenti haline getirildi. Dağlarda öldürülmüş gençlerin ailelerine ve yakın akrabalarına özellikle bazı belediyelerce sağlanan iş olanaklarıyla toplumda yeni bir tür müritlik, cemaatçilik geliştirilmeye başlandı. Öyle ki, anneler arasında bile ayrıma gidildi. ‘Cumartesi Anneleri’ ismi altında sokaklarda oturma eylemi yapan anneler, evlatlarını bulamayan ve umutla bekleyen diğer anneler karşısında kendilerini ‘elit’ görmeye başladı. Sonuç olarak toplumun demografik yapısıyla önemli oranda oynandı. Kör şiddetle en az iki nesil toplumsal yaşamdan koparıldı; köksüz ve dilsiz bırakıldı. İşte Hdp böylesi koşullarda şekillendirilerek Kürt halkına karşı bir ihanet şebekesi olarak örgütlendirildi. Tüm bunlar, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek, Mihri Belli üçlüsünün akıl hocalığı ve Öcalan’ın sahada sergilediği pratik sayesinde başarıldı. Yani bu üçlünün akıl hocalığıyla Kibele döneminin Skopsileri yaratıldı. Şimdi son aşamaya gelindiği kanısı hâkim durumda. İşte bir de bu nedenden dolayı, son rötuşları yapmak için Cengiz Çandar-Hasan Cemal-Mithat Sancar üçlüsü devreye koyuluyor.

    Aslında bu seçim, sadece iktidar ve ana muhalefet arasında basit sıradan bir yarışmayı içermiyor; gelecek onlarca yıl dizayn ediliyor aynı zamanda. Türkiye, küresel koşullarda ‘sivri’ noktaları törpüleyerek ilerliyor. Hdp’nin ittifakçıları dikkatle incelenirse yapılmak istenenlerin farkına varılır. Sol olduğunu iddia eden bu ittifakçılar aracılığıyla düzene karşı muhalefet bitiriliyor; sessiz, suskun, en ufak bir protestoyu bile öcü gören tüketim toplumu yaratılmak isteniyor. Bu noktada, dürüst, kararlı olan herkes bir tavır sergilemelidir. Dizler üzerine çökme bir tavırdır, basılan zemin üzerinde ayaküstü dik durma da bir tavırdır. Çömelme teslimiyeti, ayakta dik duruş direnmeyi ifade eder.

    Hdp ve ittifakçı güçlerine karşı onurlu davranış, ayakta dik durmadır.

2023.04.29

BAKİ KARER

 

30 Mart 2023 Perşembe

SEÇİM SÜRECİNİN GETİRDİĞİ SAFLAŞMA

 

 

SEÇİM SÜRECİNİN GETİRDİĞİ SAFLAŞMA

 

     Bizdeki saflaşmaların sadece önümüzdeki seçim süreciyle alakalı olmadığını hemen herkes kabul eder. Daha gerilere gidersek saflaşmaların önemli ölçüde çatışmaları da içerdiğini biliriz. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen sürede her on yıl çok ciddi çelişki ve çatışmaları içinde barındırır. Yani her on yıllık zaman dilimlerinin kendine has özellikleri vardır. Öyle ki, toplumsal yapımızda ortaya çıkmış ayrışma ve saflaşmalar zaman zaman iç savaş boyutlarına bile ulaşmıştır.

    14 Mayıs 2023 seçimleri de toplumsal yapımızda çok ciddi bir cepheleşmeyi getirmiştir. Çıkarlar üzerine yaratılmış çelişki ve çatışmaların, kitlelerin bünyesinde yarattığı çok yönlü olumsuzlukların sonuçlarını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ama şimdiden hiçte hoş olmayan bir tabloyla karşılaşacağımızı söylersek, abartı yapmış olmayız.

    Özellikle son yirmi yıldan bu yana bu derece bıçak sırtı yürüyen bir iktidar kavgası olmamıştı. Mevcut siyasi ortamda esas olarak iki ana cepheleşmeden bahsedebiliriz; cephelerden birinin başını çeken, Chp-Hdp-İyi Parti birlikteliğidir. Chp ve İyi Parti’nin başını çektiği Millet İttifakı veya Altılı Masa olarak ifade edilen masanın diğer ortakları sadece bir görüntüden ibarettir. Yine aynı biçimde Hdp’nin kendini sol olarak ilan eden Tip’le kurduğu birlik, aslında geniş kitleler nezdinde Chp-Hdp ve İyi Parti ittifakını saklamada kullanılan bir örtüdür. Bir diğer değişle görüntüyü kurtarma operasyonudur. İkinci cephede ise, omurgasını Akp ve Mhp’nin oluşturduğu Cumhur İtifakı yer almaktadır. Cumhur ittifakının diğer bileşenleri de kitlelerde psikolojik etki sağlamada kullanılan araçlardır.

    İki cephe arasında yapılan sert tartışmalar, seçim sürecinde taraf olan her kesimi derinden etkilemekte, toplumsal problemleri daha da derinleştirmektedir. Ama bu durum, Kürt aydınları, Kürt politikacıları ve örgütlenmeleri için çok önemli koşullar ortaya çıkarmıştır. Böylesi koşullar, belli amaç ve hedefler için örgütlenme yapmış güçler açısından hem daha geniş kitlelere ulaşmada hem de örgütsel alanda kurumlaşmayı sağlamada önemli dönüm noktalarıdır. Sadece örgütsel açıdan değil, düşünsel açıdan da toplumda kalıcılığı sağlayacak önemli fırsatlar yaratır. Kürt örgütlenmeleri açısından sorun şu veya bu kadar sayıda milletvekili çıkarma olmamalıdır. Milletvekili çıkarıp çıkaramama hiç önemli değildir. Önemli olan; ‘Kürdüm, yurtseverim’ diyen herkesi kapsayacak biçimde örgütsel yapıyı kitleselleştirme temelinde kurumsallaştırmadır. Kurumsallaşmaksa çözümün anahtarıdır. Bu tarz bir yönelimi temel alma; başkalarının kimliğini yüceltmeyi kabullenmemedir. Ulusal kimlik üzerinde ısrarlı olunduğu sürece modern ulus olmanın bilincine varılır. Ulusal, kültürel kimliğe aidiyet sorunu ancak bu biçimde çözülür. Bireyi ulusa bağlamanın yolu buradan geçer. Yani günümüzün örgütlendirilmiş Hamidiye Alayları Pkk/Hdp ancak böylesi bir tavırla geri püskürtülür. Maddi çıkarlar uğruna kırmızı koltukta oturmak için Kürt kıran Pkk/Hdp pöçüğüne takılanlar ve aynı zamanda vahşi kapitalizmin şekillendirdiği burjuva muhalefetlerinin paspaslığına razı olanlar, er veya geç tarihin çöplüğündeki yerlerini alır.

2023.03.30

Baki Kare

10 Mart 2023 Cuma

Seçim Yarışı

 

 

 Seçim Yarışı

 

    6’lı masa 2023 genel seçimleri için Cumhurbaşkanı adayını nihayet belirledi.  Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığına aday gösterildi. Aday gösteren beş parti de sağcı ve muhafazakâr. Yani Türkiye’nin tüm renklerini bir araya topladığını iddia eden CHP’nin etrafının tam tersi bir durumla çevrelendiği görülüyor.  6’lı masa; bağnaz dinci kesimden, ülkücülerden ve neo-liberalcilere kadar sağın tüm çeşnisini barındırmaktadır. İktidarı her açıdan en sert ifadelerle eleştiren 6’lı masanın, bırakın solun yanından geçmeyi ‘merhaba’ bile dememek için bin bir takla atmasını ne ile ifade edeceğiz? İttihat Terakki türemelerinden biri olan CHP’yi sosyolojik olarak sola ya da sosyal demokrasi cenahına mı yerleştireceğiz?  CHP’den umutlu olmamızı sağlayacak elle tutulur ne tür verilerin olduğu ortaya koyulmalı. Örneğin CHP’nin Ahrar Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkasıyla benzeşmeyen yanları kadar ortak olan yanlarından hareket ettiğimizde, altılı masanın durumu daha iyi anlaşılır.  Sahip oldukları ortak özelliklerden dolayı aynı kapıdan içeri girmek için birbirlerini çiğnemekteler.  Bu durum bizdeki sınıf ayrışmasıyla uyum içindedir.  

    Küreselleşme koşullarında toplumsal realitede karşılık bulmak için çaba içinde olmayan CHP ve solun önemli bir kesiminin durumu tartışılmalıdır. Kemalizmin ve sol geçinen bazı kesimlerin Jakobenliğinden ziyade Bonapartist yönü, özellikle de bugünlerde yeniden gündemleştirilmelidir. Yıllarca MDD ve YÖN çizgisinin sol içinde etkin olması boşuna değildir, Bunlar günümüz koşullarında, özellikle de seçim arifesinde alışkanlıklarını ayyuka çıkarmış durumdalar. Ama farkında olmadıkları ya da kabullenmedikleri bir durum var, o da; Bonapartizmin ordu ayağı artık kullanılır olmaktan çıkmıştır ve bu ayağın eski tarzda işlevsel hale gelme ihtimali de yok. Duaları, beklentileri boşunadır. Şöyle veya böyle AKP’ye karşı çıkma adına solun önemli bir kesimi Kızıl Elma’nın bir parçası haline getirilmiştir.  

   AKP neo-liberal ekonomi politikayı uygulamada ısrarlı davranırken, 6’lı masa bileşenlerinin farklı ekonomi politikalar uygulayacağını kimse iddia edemez. Aslında sorunun özü, çıkardır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana uzun yıllar tuzu kuru olan kesimin yeniden eski konumuna kavuşma kavgası vardır. Mevcut iktidarın yerine gelmek için kavga verenler, istediğimiz demokrasiyi egemen hale getirecek değiller. Bu noktada, sol hareketin görevi, aynı zemin üzerinde farklı yönlere bakanlar arasında tercih yapma olmamalıdır. Sol, kendini gerçek kimliğiyle toplumda ağırlık merkezi oluşturacak bir konumda tutmalıdır. Daha birkaç gün öncesinde mega kentlerden biri olan Bursa’da Kürt halkına karşı hortlayan barbarlığa, estirilen ırkçılığa karşı kitlesel bir karşı duruş sergilemeyen sol hareketin, kendini tekrar gözden geçirmesinde yarar var. Gerçek demokrasi hattı buradan geçer.

2023.03.09

BAKİ KARER

1 Mart 2023 Çarşamba

 

 

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI NE YAPMAK İSTİYOR?

 

    Birkaç gün önce Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir kurul tarafından, evlat edinilen veya edinilecek çocuklar üzerine bir açıklama yapıldı. Yapılan açıklama toplumda çok büyük bir infial yarattı. Düşünülmeden ne tür sonuçlara yol açacağı hesaplanmadan yapılan bir açıklamaydı bu. Her ne kadar ‘düşünülmeden’ diyorsam da aslında yapılan açıklama, bazı insan beyinlerinin hâlâ binyıl önceki düşünce yapısıyla uyumlu olabileceğini de bize gösteriyor. Yani bunlar bir nevi anakronik düşünce ve davranış biçimlerine sahip insan türleridir. Çünkü bin beş yüzyıl önceki değer yargılarıyla hareket etmektedirler. Yakın zamanda altı yaşındaki kız çocuğunu evlendirenler ortaya çıkmıştı. Hatta çocuklarla evlenmeyi savunan bir güruh mahkeme önünde toplanma cesaretini bile gösterebilmişti. Bu sapık topluluğun eylemlerine karşı ciddi bir tepkinin gösterilmemiş olması da ayrıca üzücü bir durumdur. İnsanlıktan nasibini alamamış bu tür çağdışı topluluklara baktığımızda Türkiye’de toplumsal yapının değişim yönü üzerine kaygılanmamak elde değil. Türkiye’de laiklik bazı odaklarca tartışmalı noktaya mı getirilmek isteniyor sorusunu sormak zorunda kalıyor insan.

    Laik olduğunu iddia eden bir devlet örgütlenmesinde, belli bir dine ve mezhebe dayalı Diyanet kurumunun devlete bağlanması her zaman tartışmalı olmuştur. Bu durum, doğal olarak laikliğin uygulanıp uygulanmadığını sorgulanır kılmıştır. Böylesi bir yapının, seküler bir toplumun ortaya çıkmasında engelleyici bir rol oynadığını kabul etmek gerekir. Toplumda yurttaşlık bilincini geliştirme ve sorgulayıcı bireyler yaratma, devletin, din ve mezheplere karşı eşit mesafede oluşuyla orantılıdır. Ama bu ayrı bir tartışma konusudur. Şu anda tartışılan, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir kurulun açıklamasıdır. Yapılan açıklamanın geri çekilmiş olması, sorunun tartışılmasına engel teşkil etmiyor. Çünkü yeni açıklama önceki açıklamayı farklı bir üslup ile kabul ediyor. Yani yanlışta hala diretme var. Bahsedilen kurulca yapılan ilk açıklamadaEvlat edinenle evlatlık arasında evlenme engeli olmadığı" dile getirilirken, toplumda ortaya çıkan tepkiler karşısında yapılan ikinci açıklamada sorun, ‘mahrem’ olup olmama açısından ele alınarak geçiştirilmeye çalışılmakta. Aslında tartışmaya konu olan sorunu salt evlat edinmeyle bağlantılı olarak değil, hem ahlaki açıdan hem de düşünce yöntemi ve bilgi üretimi açısından ele almak gerekir. Din bir düşünme yöntemi değildir; bazı çevrelerin iddia ettiği gibi ‘dinsel düşünme‘ diye bir şey yoktur; somut gerçeklikler temelinde akılcı düşünme ve bilimsel temellerde bilgi üretimi vardır. Hele hele bir felaket ortamında akla ilk gelen evlat edinilen bir çocukla evlilik oluyorsa, işte orada bir korkunçluk var demektir. Din korkuyla anılır hale gelmişse, dinin yerini hadisler almışsa, bugünün sosyal yaşamı hadislerle düzenlenmeye çalışılıyorsa, şiddet ya da zor artık tek çıkar yol olarak görülmeye başlanmış demektir.

   Aslında bizde dinsel sorunların hâlâ bu tarzda tartışılıyor olması, Türkiye’de muhafazakâr kesimin toplum nezdindeki algısını bir türlü değiştirememesinden kaynaklanmakta. Çünkü muhafazakâr kesim geçmiş yüzyıllık süreç içinde kendi aydınlarını ve entelektüellerini yetiştirmeyi başaramamıştır. Bu kesimin en ileri aydını olduğunu söyleyenler bile hiçbir birikimi olmayan imamların ya da cemaat liderlerinin peşinde sürüklenmiştir. Bu durum ister istemez muhafazakarlığın baş örtüsüyle ve namazla tanımlanmasına yol açmıştır. Bu tarzda sığ ve çorak kalışın Diyanetin yapılanmasına yansımaması mümkün değildi. Bu kurumun ortaya çıkan sorunlar karşısında çağdaş düşünceler ortaya koyamaması ve yanlış tavırlar geliştirmesinin başlıca nedenlerden biri de budur.   

    İşte Diyanet’in ahvâli; hal-i pür melali!

 

   2023.02.28

BAKİ KARER

15 Şubat 2023 Çarşamba

DEPREM GERÇEĞİ

 

DEPREM GERÇEĞİ

    On ilde birden meydana gelen deprem, tam anlamıyla bir felaket olarak tanımlanabilir. 6 Şubat 2023 karanlık bir gün olarak tarihe geçti şimdiden. Yaşanan bu felaketin neden ve sonuçları üzerinde söz söylemekte zorlanıyor insan. Neden böylesi bir yıkımla karşılaştık? Yaşanan yıkımın önlenmesi imkânsız mıydı? Geçmişte kalan zaman diliminde, yani son yüz yıllık süreçte yaşanan olumsuzlukları dikkate aldığımızda sorumluluğun tüm toplumun olduğunu kabul etmeliyiz. Bir taraf diğer tarafı, öbür taraf bu tarafı suçlu ilan ederek geçmişin hatalarından muaf tutulamaz.

    Bizde toplum olarak sorumsuzluğun esas kaynağını eğitim sistemimizin temelini oluşturan ‘Vatan millet sakarya’ anlayışında aramak gerekir. Yani, tüm düşünce ve davranış biçimlerinin odağına devletin yerleştirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlayış veya tutum, ister istemez sorgulamanın, eleştirel düşünce sisteminin önüne geçmektedir. Oysa özgürlüğü, barışı, paylaşımcılığı esas alan eğitim sisteminin ortaya çıkardığı toplumlarda, sorumluluktan kaçınmanın yolları temel alınmaz. Özgür düşüncenin oluşmadığı bireylerin çoğunluk oluşturduğu toplumlarda ise devlete eleştirel yaklaşımda çekince vardır; bananecilik anlayışı ve bir nevi ‘sırasını bekleme’ kültürü egemendir. Devleti olabildiğince yüceltme, hem toplumda hem de bireyde özgür düşüncenin törpülenmesini getirir. Temel hak ve özgürlükleri düzenleyici bir araçtan öte kutsallık atfedilen devlette toplumsal yapı, her zaman tartışmalı olmuştur. Bürokratik yapı kutsal olarak kabul edilip içselleştirilmeye başlandığı andan itibaren, hatalar ve ihmaller artık ‘kader’ olarak kabul edilmeye başlanır. Bu noktada cehalet hemen her alanda kendini göstermeye başlar. Artık yönetenler ‘elit’ yönetilenler de ‘kul’ olmaya başlamıştır. Şu anda bizde olup bitenleri bu çerçevede ele almak gerekir sanıyorum.  Umarım bugünden sonra eline çekiç ve keser geçiren bina yapmaya kalkışmaz. Ayrıca ne yönetenler, ne de yönetilenler ‘imar affı’ için gün saymanın gafletine düşmezler. Unutulmamalı; bu günlere kısa yoldan zenginleşme uğruna başkalarının arazisi üzerine gece kondu yaparak gelindi. Yani mülkiyet hakkı, birkaç oy uğruna hiçe sayıldı. Başka türlü 20’nin üzerinde imar affı çıkartılamazdı.

   Evet, Kahraman Maraş merkezli deprem korkunç bir yıkım getirmiştir. Yaşamını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Yaralıların da bir an evvel sağlıklarına kavuşmaları dileğimdir.

2023.02.13

BAKİ KARER

 

 

 

15 Ocak 2023 Pazar

TÜRKİYE’DE SOL NEREYE GİDİYOR?


TÜRKİYE’DE SOL NEREYE GİDİYOR?

    Türkiye 12 Eylül faşist cuntasıyla birlikte hemen her alanda çok ciddi alt üst oluşlar içine girdi. Yaşanan köklü değişimlerden nasibini alanların başında sol cephede yer alan hareketler gelir. Türkiye’de günümüz koşullarında sol oluşumların, örgütlenmelerin geldiği noktayı sadece melodram olarak niteleyip geçemeyiz, çok daha öte bir konumdadırlar. Bu günkü solun konumu ve sahip olduğu özellikler tekrar tartışılmalıdır.

    Bizde sol oluşumları II.Meşrutiyet’le başlatanlar vardır, ama bu her zaman tartışmalı olmuştur. Solun nasıl tanımlanması gerektiğiyle ilgili bir durumdur bu. II.Meşrutiyet ilan edildiği dönemde Osmanlı İmparatorluğunda sınıf anlamında ne bir burjuvaziden ne de işçi sınıfından bahsedilebilinir. Küçük işletme sahipleri ve bu işletmelerde çalışan az sayıda işçiler vardır. ‘Vatan Savunması’ şiarı ile ortaya çıkan Jön Türk hareketiyle başlayan ve ulus faktörünü ön plana çıkaran milliyetçilerin örgütlenme çabaları vardır. Bu dönemde İmparatorluk içindeki bazı gayrı müslimlerin Rusya’da ortaya çıkan Narodnizm’den etkilendikleri görülür.

    Gerek Jön Türkler gerekse de 19’cu yy. başlarından itibaren İttihat ve Terakki ile birlikte tüm muhalefet kesimlerinin II.Abdülhamid’e karşı iktidar mücadelesi söz konusudur. Jön Türkler’le başlayan ve İttihat ve Terakki’nin kuruluşuyla giderek yoğunlaşan seküler yanı ağır basan bir muhalefetten bahsedilebilinir. Bu muhalefetin karakterini oluşturan ulus-devlet temelli oluşudur. Ayrıca İslam’ı bir tarafa bırakmazlar; Batı’dan ümit kesildikçe Doğu’ya yönelik ‘ümmet kurtarıcı’ rolünü de üstlenmeye kalkışırlar. Yani ‘halkçı’ söylemlerini ön plana çıkarmalarına karşın, İslam alemini tek bayrak altında örgütleme gayreti içine girmekten de geri durmamışlardır.

    Solun ortaya çıkışı veya aydınların sosyalizmle buluşması daha çok 1920’li yılların başlarında kendini gösterir. Düşünce olarak yaygınlaştırma, sosyalist toplum oluşturma çabaları bu yıllarda ortaya çıkar. 1960’lı yıllardan itibaren derinleşen sınıf mücadelesine bağlı olarak sol düşünce de kitleselleşmeye başlar. Artık sosyalist toplum oluşturma doğrultusunda ciddi mücadele içine girilmiştir.

    1960’lı yıllarda yaygınlaşmaya, kitleselleşmeye başlayan sol, özellikle küreselleşmenin hız kazandığı günümüz koşullarında ne yazık ki, bölük pörçük bir hale gelmiştir. Elbette bu bölünme ve parçalanmada 12 Eylül faşist cuntasının oynadığı rol önemlidir. Günümüz Türkiye’sinde solun varlığı tartışılır bir durumdadır. Kendini gurup, çevre veya parti diye nitelendiren sol çevreler, tamamen marjinalleşmiş, birkaç kişiyle sınırlı bir duruma düşmüştür. Türkiye’de solun ağırlıklı bir kesimi, küreselleşmeyi yönlendirenlerin egemen kıldığı politik esintiye kendini kaptırmış durumdadır. Bugün sol olduğunu iddia eden önemli bir kesimin strateji ve taktiğinin oluşmasında bahsettiğim bu esinti belirleyici rol oynar. Küreselleşme döneminde solun bu duruma düşmesi, başlı başına bir tartışma konusudur. Ama esas tartışmak istediğim Türkiye’de solun ağırlıklı bir kesiminin karakteristik özelliğidir.

    Bahsettiğim sol, özellikle 2023 seçim takvimi yaklaştıkça sahip olduğu tüm özelliklerini canhıraş gayretlerle ortaya koymakta ve Jön Türklerden miras aldıkları şiarla hareket etmektedir. Yarım ağızla hem sosyalizmi savunmaktalar hem de neo liberal ekonomi politika uygulayıcılar arasında tercih yapmada bir sakınca görmemekteler. Daha açık bir deyişle, liberalizmin  burjuva ideolojisi, sosyalizmin de işçi sınıfı ideolojisi olduğu unutulmakta. Ayrıca davranışları ve ileri sürdükleri düşünce tarzıyla sosyalizmin bir yaşam biçimi olduğunu inkâr etmekteler. Yani en gereksiz bahanelerle bin bir parçaya bölünmüş sol kesimin önemli bir bölümü, burjuva partilerinin strateji ve taktiklerinin arkasından sürüklenir hale gelmiştir. Bahaneleri de gayet basit; mevcut iktidara karşı olma! Bu arada karşısında oldukları gücün olanaklarından yararlanma fırsatçılığını da görmemek mümkün değil. Yani bir anlamda güce tapma derekesine düşme söz konusudur.

   Sol, kendini toplumda bir güç, alternatif haline getirmeye yönelik bir çaba içinde değildir. Yani sol kendini kitleselleştirecek, toplum içinde ağırlık merkezi haline getirecek bir mücadeleden yoksundur. Küresel koşullara özgü örgütlenmede yaratıcılık yoktur.  Her alanda olduğu gibi, siyasal alanda da başarılı olmanın bir ölçüsü, kendine güven duymadır. Günümüzde solda böylesi bir güvenden bahsedebilmek çok zor. Bu nedenle de oyun kurucu olamamakta ve anarko kapitalizm karşısında suskun kalınmakta. Sorun burjuva muhalefet çerçevesinde salt sandıkta oy kullanmaya indirgenmekte. Elbette solun önemli bir kesiminin böylesi bir düşünce tarzına sahip olmasının tarihi nedenleri vardır. Bizde ‘Muhafazakârım’ diyenlerin, sosyal demokrat veya ‘sol’ olduğunu söyleyenlerin de ayrıştığı yer, İttihat Terakki’dir. Bu nedenle Türkiye’de sol düşünce, önemli oranda İttihat Terakki’yi aşamamıştır. Jön Türklerin ‘Vatan yahut Silistre’sinde kalmıştır. Bu durumu bugüne tercüme edecek olursak, Kemalist çerçeveden öteye geçilememiştir. Bunun en belirgin örneklerini, PKK/HDP ile ilişki ve ittifak içinde olanlarda çok rahatlıkla görürüz. Çeşitli bahanelerle HDP ile ittifak geliştirenler, Kürt ve Kürdistan gerçeğinin inkârını temel alanlardır. Ucu bucağı olmayan dehlizlerde tapılacak güç arayanlardır.

2023.01.14

BAKİ KARER