Küresel
Döneme Özgü İttifaklar Politikası Ve PKK’nin G.Kürdistan’da Oynadığı Rol.
-1-
Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’ye
karşı senato ve temsilciler meclisi kararıyla ambargo uygulamaya başladı.
Amerika’nın hasımlarına karşı uyguladığı CAATSA diye adlandırılan yasanın
231’inci maddesi çerçevesinde Türkiye’ye yönelik bazı kısıtlamalar
getirilmekte. Konulan ambargonun içeriği; kapsadığı teknolojik ve mali alanlar
hiç önemli değil. Önemli olan, Türkiye’nin düşman olarak kabul edilmesidir; İran,
K. Kore ve Venezuela ile aynı zeminde, aynı kampta görülmesidir. Bu, Türkiye’nin
her an müdahale edilecek ülkeler kategorisine dahil edilmesini getirecek kadar
ciddi bir durumdur. ABD başkanı Donald Trump, Temsilciler Meclisi’nin ve
Senato’nun çoğunlukla aldığı karar karşısında bir şey yapamamıştır.
Her iki meclisin ve özelikle Pentagon’un
Türkiye’ye karşı tavizkârsız tutumu yeni değildir. Amerika’da bu kurumlar,
Türkiye’ye karşı daha sert yaptırımların uygulanmasından yanadırlar. Bu durum,
ABD politikasında ve savunma anlayışında iki kutuplu dünya koşullarında
yürütülen politikaların çoktan terk edildiği anlamına gelmektedir. Küreselleşme
koşullarında ağırlıklı olarak salt ülke çıkarlarını ön planda tutan bir
politika ve savunma anlayışı uygulamaya koyulmuştur.
İki
Kutuplu Dünya Dönemine Özgü İttifaklar Politikası Yok Artık
İki kutuplu dünya koşullarında
birbirleriyle kıyasıya mücadele içinde olan Varşova Paktı ve Nato vardı. İki
pakt arasında kıyasıya yürütülen yarışı SSCB, yani Varşova Paktı kaybetti. ABD
ve Nato kazanan taraf oldu. İki kutuplu
dünyanın geçici de olsa sona ermesiyle Türkiye, hemen her alanda bocalamaya
girdi. Özellikle dış politikada nasıl bir yol izleyeceği konusunda çok ciddi
yalpalamalar geçirdi. Bu durum, siyasetten ekonomiye kadar birçok alanda
kendini gösterdi. Özellikle 1990’dan 1997’ye kadarki dönem, adeta Takrir-i Sükûn
yıllarını aratacak düzeydeydi. O yıllara dönüp baktığımızda Türkiye’nin en
karanlık dönemlerinden biri olduğunu çok rahat görürüz.
Türkiye, 1990’dan 2016’ya kadar bazen
Avrupa Birliği’ne bazen Amerika Birleşik Devletleri’ne yaklaştı, bazen de her
ikisiyle aynı anda ilişkileri sürdürmeye çalıştı. Bu dönemde Rusya Federasyonu
ile ilişkileri daha çok kıyıdan köşeden yoklamalar biçimindeydi. Zaman zaman da
ABD ve B. Avrupa için geçiş köprüsü rolü oynamaya çalıştı. Ama oynamak istediği
bu rolün önünde en büyük engel, Azerbaycan-Ermenistan çekişmesiydi. Bu nedenle,
ABD ve B. Avrupa’ya yardımcı olma bir tarafa, kendini bile Kafkasya’ya taşıyamadı.
Üstüne üstlük ‘müttefiklerinden’ olumlu yaklaşımlar beklerken, çok ciddi bir darbe
girişimiyle de karşı karşıya kaldı. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin altında
yatan esas nedenlerden biri, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni ciddi engellerle
karşılaşmaksızın uygulama ve İran’ı Bölgede etkisiz kılma çabalarıdır. Darbe
başarılı olmayınca Türkiye, doğal olarak hem ABD, hem de Avrupa Birliği ile bir
çok alanda çatışma içine girdi. Belli başlı çatışma alanları; Suriye, Irak,
Libya, Doğu Akdeniz, Kızıl Deniz ve Azerbaycan üzerinden Kafkasya.
Türkiye özellikle 2016’dan itibaren ABD ve
B. Avrupa’nın çıkarlarıyla ters düşen politikalarını hem genişletti, hem de
derinleştirdi. Devlet çıkarlarını ön planda tutan hareket tarzı izlemeye
başladı. Buna bir anlamda tehlikeyi ‘sınırların dışında karşılama’ da
diyebiliriz. Aslında bu davranış biçimi veya politika tarzı sadece Türkiye’ye
özgü değildir. Artık ne Almanya’nın, ne de İtalya ve Fransa’nın ittifak uğruna
veya birbirlerini korumak için savaşa girip girmeyecekleri her zamankinden daha
fazla tartışılır hale gelmiştir. ‘Batı ittifakı’ kavramı içinde yer alan
ülkelerin hemen hepsi, Rusya ve Çin’le ilişkilerde, ulusal çıkarlarına göre
hareket etmekte. İster uzun vadeli, ister kısa vadeli olsun ortaya çıkan
gelişmelerde elde edilecek çıkarlar, ittifaklar politikasında belirleyici hale
gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri bunu bildiği için, Nato içinde ve
dışında yeni partnerler edinmeye başlamıştır. Laçkalaşmış Nato için artık kimse
gözyaşı dökmüyor.
Ayrıca ABD, bölgesel düzeyde etkin konumda
olan Türkiye, İran, Brezilya, Şili, Arjantin, G. Afrika, Hindistan, Pakistan ve
benzeri ülkelerin güçlerini sınırlamakta zorlanıyor. Bu nedenle bölgeler
düzeyinde yeni ittifaklar içine giren ABD, Nato’ya pek ihtiyacı kalmadığını
göstermekten sakınmıyor. Son dönemlerde Fransa hizaya çekilmek isteniyor,
Almanya’dan askerler çekiliyor ve kıyı ülkelere taşınıyor. Öbür yandan
Türkiye’ye karşı ciddi ambargolar uygulanmaya başlanıyor. Tüm bunlar ‘müttefiklik ve ‘ittifak’
ilişkilerini hiçe sayan ABD tarafından yapılıyor. Nedeni gayet açık; küresel döneme özgü yeni bir
ittifaklar veya pakt paradikması geliştiriyor. Bu stratejisinde başarılı olup
olmayacağını zaman gösterecek. Ama bölgesel güçleri ve birçok sanayileşmiş
ülkeleri hiçe sayarak tam egemenlik peşinde koşmanın pek sağlıklı sonuçlar
doğurmayacağını tahmin etme zor değil. Ambargo, tehdit, genelde zor kullanmaya
dayalı hareket tarzı, sonuçta ABD’nin manevra alanını kısıtlama riskini de
taşıyor.
Öte taraftan Nato içinde soğuk savaş
dönemine özgü güven duygusunun olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu
nedenledir ki ABD, Nato içinde Yunanistan, Litvanya, Letonya, Norveç vb.
savunmada oldukça yetersiz ülkeleri tercih etmekte. Diğer bölgelerde de aynı
taktiği izlemekte; Ortadoğu’da Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan,
Kuveyt, İsrail adeta ABD’nin ortakları konumuna yükseltilmiştir. Çin
Denizi’nde, Çin ve Rusya Federasyonu ile sürekli sorunlar yaşayan Japonya ve
Taiwan ABD’nin ayakları konumundadır. Aslında ABD’nin küresel döneme özgü
geliştirmek istediği yeni paradigmayı bu ittifaklarda görebiliriz.
ABD’yi böylesi bir ittifaklar politikası
izlemeye zorlayan nedenler sadece enerji kaynaklarını denetiminde tutma isteği
değildir. Aslında İzlenen stratejinin esas hedefi, önümüzdeki on yıllık süre
içinde Çin’in sanayide, ekonomide ve askeri vb. alanlarda ulaşacağı seviyeye
yöneliktir. Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Çin’in süper güç olarak
yükselmesi artık durdurulamaz. Bugün Ortadoğu’da var olan çatışmaların boyutu
ve karmaşıklığı bizleri yanılgıya götürmemelidir. Küreselleşme sürecinde dünya
genelindeki tayin edici hesaplaşmada Kafkaslar’ın ve Ortadoğu’nun bir nevi
‘cephe gerisi’nden öte bir rol oynama olanağı tartışılır. Her ne kadar bugün bölüşümün ana üssü
Ortadoğu gözüküyorsa da, dünya genelindeki bölüşümde belirleyici hesaplaşmanın
Kuzey Atlantik ve Pasifik’te olacağını söyleyebiliriz.
06.01. 2021
Baki Karer
Devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder