İŞLENEN 53
CİNAYETİN SORUŞTURULMAYA BAŞLANMASI
Birkaç
şehirde PKK/HDP’li milletvekili ve yöneticilerine yönelik tutuklamalar yapıldı.
Tutuklamalara gösterilen neden, altı yıl önceki, yani 6-9 Ekim 2014 Kobani
protestolarıdır. Protesto gösterileri adına katliamlar, yağmacılık, çapulculuk
ve talan yapılmıştır. İşlenen cinayetler PKK/HDP’nin çağrısı üzerine
yapılmıştı.
Tutuklamalar
ve yürütülen soruşturmalar bazı çevrelerce ‘kabul edilemez’ olarak bulunmakta.
İşlenen cinayetlerin üzerinden 6 yıl geçtiğini, geçen bu kadar uzun süreden
sonra tutuklamaların yapılmasının hukuk normlarına uymadığını iddia etmekteler.
Bilindik
çevrelerce tutuklamalara yönelik getirilen eleştirileri kısaca şu başlıklar
altında toplana bilinir:
a-Hukuka uygun değil.
b-Sivil siyaset alanı kısıtlanmakta.
c-İntikam alma, provokasyon.
Yukarıda
öne sürülen iddiaları irdelemeden önce 6-9 Ekim 2014 tarihinde PKK/HDP’nin
çağrısı üzerine yapılan sokak eylemlerinin bilançosunu hatırlamakta yarar var;
53 kişi öldürüldü, 221 sivil ve 139 polis memuru yaralandı. Yine 144 özel bina,
işyeri talan ve tahrip edildi. 16 kamu binası, 17 banka, 4 okul tahrip edildi
ve soygunculuk yapıldı. Ayrıca halka ait 88 özel ve 40 kamu aracı yakıldı,
yıkıldı.
Yukarıda verdiğim bilanço ortada dururken, son tutuklamaların hukuka
uygunluğu üzerine çığırtkanlık yapanları, hukuka uygun olmadığı yönlü söylemler
geliştirenleri anlamak çok zor. Sorunu, hukuk-adalet-kanun üçgeninde ele alıp
olayın tartışılması gereken esas yönünü kaybetmek istemiyorum. Hukuk, toplum,
birey ve devlet arası ilişkileri düzenleyen bir araçtır. Hukukun her koşulda ve
her zaman adaleti sağladığını söyleyemeyiz. Hukukun yaptırım gücünü kullanan
devlettir. Eğer hukuk normlarını savunuyorsak, toplumda yaşam ahenginin
düzenlenmesinde hukukun oynadığı rolü kabul ediyorsak, katledilen 53 kişinin faillerini
bulup cezalandırmaya karşı çıkılmamalı. Eğer karşı çıkılıyorsa, o zaman
toplumda hukukun bir taraf için geçerliliğini kabul etmiş oluruz. İşte bu
noktada sokak çapulculuğunu evrensel hukuk normları yerine koymuş oluruz. Bu,
derin devlet ve derin devletin emir eri PKK/HDP’nin katlettiği 53 insanın
unutulmasını isteme demektir. Zaten bu cinayet güruhunun en önemli özelliği,
‘unutma’ ve toplumsal değerleri ‘çöpe atma’dır. Bu düşünceyi, davranış biçimini
toplumda bir alışkanlık haline getirmenin ne kadar sakıncalı olduğunu
tartışmaya bile gerek yok. Hem halktan yana olduğunu iddia edeceksin hem de
kendini ‘elit’ gören bir kesimin işlediği cinayetlerin hasır altı edilmesini
isteyeceksin… Bu anlayış, sultanlığın toprak mülkiyeti hukukundan kaynaklanan
giderek modern çağda Jakobenizmde kendini gösteren hukuk anlayışıdır. Bu anlayışın
Kürt/Kürdistan adına hareket ettiğini söyleyenler arasında günümüz koşullarında
ortaya çıkması başlı başına sosyolojik bir araştırma konusudur. Kırk yıldır
sürdürülen ‘düşük yoğunluklu’ çatışmaların oluşturduğu düşünce ve davranış
biçiminin bazı kesimler üzerinde ne kadar etkili olduğuna şahit olma, üzüntü
verici bir durumdur.
Tutuklamaları
hukuki bulmayanlar, Cumhuriyet Baş Savcılığı’nın 6 yıl sonra harekete geçmiş
olmasını bahane olarak ileri sürmekteler. İnanıyorum bu çevreler, tutuklamalar
10 Ekim 2014’te yapılsaydı da karşı çıkardı. Çünkü bu çevrelerin, demokratlığın
ölçüsünü PKK/HDP’nin takınacağı tavra ve ileri sürdüğü düşüncelere göre
belirleme alışkanlığı vardır. Bu noktada devlet gücüne teslim olma söz
konusudur. Bazı örgütsel yapılarda tavanla taban birkaç kişiyle, daha doğrusu
aynı kişilerle sınırlı kalmışsa, önüne gelen her güce tapma alışkanlık haline
gelmiş demektir. Güce tapmanın geçer tek akçe olduğu an, umudun yok olduğu
andır. Umudun yok oluşu bir süreçtir ve bu süreç sonuçta teslimiyete gidebilir.
Umudu ve kendine güveni olmayanlar sonuçta zorbalığı içselleştirmeye başlar. Bu
noktada kimlerin teslimiyete gidip gitmediğini PKK/HDP’nin işlediği cinayetler
karşısında ortaya çıkan mevzilenmede görebiliriz. İster birey, ster gurup,
isterse devasa bir örgütsel yapı olsun, umudu olan her yapı başı dikliği,
cesareti ve en önemlisi de kararlılığı temsil eder. Umudu olan aynı zamanda
kendine güveni olandır. Varolmayı tartışmasız kılmanın en önemli ögesi, kendine
güven duymadır. Güven, teslimiyeti değil her koşulda sorgulamayı gerekli kılar.
PKK/HDP’ye yönelik operasyonların sivil siyaset alanını kısıtladığını
söyleyenlerin bulunması başlı başına bir sorun. 53 Kürt insanını bir anda
katletmeyi planlamış ve gerçekleştirmiş bir örgütsel yapının üzerine
gidilmesini, 83-84 siyasi partinin var olduğu koşullarda ‘siyaset alanının
kısıtlanması’ olarak görülmesi hayret vericidir. Birilerinin herhangi bir
partiden millet vekili seçilmesi veya bazılarının bürokrasinin içinde yer
edinmiş olması, cinayet işleme özgürlüğüne sahip olması anlamına gelmemelidir.
Ayrıca PKK/HDP’nin varlığı hiçbir zaman sivil siyaset alanını genişleten bir
faktör olmamıştır; tam tersine siyaset alanını daraltan, hatta zaman zaman da
ortadan kaldıran bir faktör olmuştur. Tersi söylem içinde olanlar, siyaset
alanındaki konumlarını bir kez daha gözden geçirmelidir. Kaldı ki, HDP’nin
kimler tarafından kurulduğu ve kimler tarafından yöneltildiği bir sır olmaktan
çoktan çıkmıştır. Devletin bağırsaklarını temizlemesine karşı tavır alınmamalı;
derin devletin önemli bir parçasının dışarı atılma girişimleri, tasfiye etmeye
yönelik adımların atılması olumlu bir gelişmedir.
‘İntikam alma ve provokasyon’ söylemi, çok havada, hiçbir temeli olmayan
bir propagandadan ibarettir. Aynılığı inkâr edip, zoraki muhalefet gömleği
giydirmenin çabasıdır.
3.10.2020
Baki Karer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder