26 Nisan 2024 Cuma

 

 


PKK TERÖRÜNÜN GELDİĞİ NOKTA

    Epeyce bir süreden bu yana Pkk/Dem’de neler oluyor diye tartışmalar yürütülüyor. Tartışmalarda, son kırk yıldır sürdürülen şiddetinin toplumsal yapıda yol açtığı sosyolojik değişiklik pek dikkate alınmamakta. Halbuki Pkk terörü, sadece Kürt toplumunda değil, Türk toplumunda da muazzam değişime yol açmıştır. Pkk ile yürütülen ‘düşük yoğunluklu çatışma’ Kürtlerde aidiyet bilincini olabildiğince tahrip ederken, Türk toplumunda milliyetçiliği körüklemekle kalmamış, tekelci burjuvazinin baskı ve sömürüsünün güçlenmesine katkı sağlamıştır. Otokratik devlet anlayışında sürekliliğin sağlanması için terör, önemli bir araç olarak kullanılmıştır. Bu duruma denk düşecek biçimde toplumun önemli bir kesiminde, içinde bulunduğu sosyal yaşantıyı geçmişle kıyaslama anlayışı ön plana çıkmıştır. Bu düşünce tarzı, ister istemez şükürçülüğü, baş eğmeyi neredeyse egemen hale getirmiş ve sorgulamayı minimalize etmiştir. Yani her iki kesimde de toplumsal yapının direngi noktaları önemli oranda kırılmıştır. ‘Bezginlik’, ’yorgunluk’ toplumsal psikolojinin temeli haline getirilmiştir. Bu gün tekkelerin, zaviyelerin, tarikatların toplumsal yapıda ciddi boyutlarda yer edinmesinde, Pkk terörünün oynadığı önemli rol inkâr edilemez. Bu noktada, kendini ‘sol’ diye tanımlayan bazı marjinalleşmiş kesimlerin, Pkk/Dem’i desteklemekle kimlere hizmet ettikleri de kendiliğinden açığa çıkar. Ayrıca, SSCB’nin yıkılmasından sonra uluslararası alanda ortaya çıkan değişimlerle birlikte giderek yaygınlaşan küreselleşmenin hem dünya genelinde hem de doğal olarak Türkiye özelinde yol açtığı önemli değişimler böylesi bir sosyal yapının güçlenmesinin tuzu biberi olmuştur. Öte yandan 1980’de cuntanın iktidara el koyması ve PKK’yi Şam'da bile istediği doğrultuda hareket ettirmesi, Yeşil Kuşak projesinden bağımsız düşünülemez.  

    Aslında bu faşizan terör örgütünün niteliğini açığa çıkarma anlamında, sebep olduğu yıkıcılığın boyutlarına tekrar tekrar değinmekte yarar var. Kimileri ‘gerek yok’ dese de, milyonca kez de olsa gözler önüne sermenin gerekli olduğuna inanıyorum. Çünkü gelecek, geçmişin doğru irdelenmesi üzerine şekillenir. Son 40 yıldan bu yana, Üç bine yakın köy boşaltılmış, üç milyonu aşkın kitle Batı’nın metrepollerine göç ettirilmiştir. Daha yakın dönemde, ‘şehir savaşı’ uydurukluğu adına 70 bin hanenin yıkılmasına neden olunmuştur. Terörün yol açtığı ölümlerin; iç infazların, köy ve mezra baskınlarıyla çocuk, kadın ve yaşlı demeden topluca katledilen  insanların sayısı yüzbinin üzerindeki rakamlarla ifade ediliyor. Kırk yıldan bu yana PKK’nin ortaya çıkardığı gerçek tablo bu kadar vahimdir. Bu anlamda; PKK’nin Kürt halkını hedef alan terör eylemlerinin toplumsal yapıda yol açtığı tahribat belirleyici konumdadır.
    Bazıları ‘çözüm nedir’ diye soruyor. Çözüm; geçmişin eleştirisinde, doğru kavranılmasında yatar. Hatta, ‘PKK eskisi kadar iç infaz yapmıyor, sokakta sivilleri fazla öldürmüyor’ diyebilecek kadar cahil cesareti gösterenler bile var. Asıl üzücü yan; bu cahillerden bazılarının bu gün siyasi alanda rol oynama olanağını elde etmiş olmasıdır. Sonuç olarak; para, koltuk, popüler olma uğruna çocuk katilliğini olağan gören ya da hiçe sayan sürüleşmiş bir yapı ortaya çıkarıldı.

YENİ BİR AŞAMAYA GEÇİŞİN SANCILARI YAŞANIYOR

    Gelinen noktada ne iç, ne de uluslar arası koşullar, eski usullerle gidilmesine olanak tanımıyor. Kaldı ki, 40 yıldır temel alınan şiddetle hemen her kesimde yaygınlaştırılmaya çalışılan korku ve yıldırma politikasıyla, toplumsal yapıda yeni bir evreye geçilmiştir. Toplumun ekonomik, sosyal, kültürel vb. yapısında çok ciddi değişimler yaratılmıştır.  Uzun süreli terör, Kürt halkının dokusunda küçümsenmeyecek oranda yıkıcı etkilerde bulunmuştur.
    İçinde bulunduğumuz dönemde, terör ve şiddet sarmalının yol açtığı değişimleri, örgütlü tarzda yeni bir mecraya taşımaya sıra gelmiştir. Pkk’nin parti ismiyle bu kadar sıkça oynamasının, son dönemde kararsızca ortalıkta dolaşmalarının, birbirlerine karşı aşırı güvensizlik içinde olmalarının nedeni de budur. Bu geçiş sürecinde ortaya çıkabilecek boşlukta, erklere bağlı bazı güçlerin rol oynamasına  ortam yaratmamanın çabası verilmektedir. Yani hemen her koşulda yüzer-gezer yatın temsil ettiği karanlık güç odaklarına sadık kalınmakta. Bu noktada, İstanbul belediye başkanlığına adaylık konusunda yaşanan çelişkili durum, yeni döneme özgü stratejinin uygulanmasında karşılaşılan zorluklardandır. Hayata geçirilmek istenen strateji, pek öyle sesiz sedasız uygulamaya konulamamakta; derinlerde ve legal planda bazı çatışma ve çelişkileri beraberinde getirmektedir. Daha doğrusu, karanlık odakların çıkar farklılıkları şu veya bu düzeyde kendini açığa vurmaktadır. Bahsettiğimiz çıkar çelişkilerinden kaynaklanan farklılıklar, Pkk/Dem içinde herhangi bir ayrışmaya neden olmaz, olamaz. Yeri ve zamanı geldiğinde ayrışmayı sağlayacak tek güç, efendilerdir. ‘Gövde Kürt, tepe Türk’ söylemi sadece bir avuntudur. Tepeden ayağa kadar oluşturulmuş bir pazar söz konusudur; bundan böyle bu pazarın alıcıları ve satıcıları oluşmuş durumdadır

PKK/DEM NE YAPMAK İSTİYOR?

    ‘Pkk/Dem ne yapmak istiyor’ veya kimler ne yaptırmak istiyor?’ sorusunu da sorabiliriz. Ama bizi ilgilendiren bu ayrıntıdan ziyade, bahsettiğimiz yapılanmaların gördükleri işlevdir. Yani yerine getirmek için yüklendikleri görevlerdir. Tartışılması ve aynı zamanda tavır alınması gerekli olan da bu görevlerdir.
    Bilindiği gibi, estirilen terör sayesinde 40 yıldan bu yana yeterince göç sağlandı. Batı metropollerine göç eden Kürt nüfusunun ikinci, hatta üçüncü nesli yetişmiş durumdadır. Yeni nesiller dedelerinin, annelerinin ve babalarının acı anılarını dinlemek bile istememekte. Çoğu zaman da anlatılanları, geçmişin ‘basit anıları’ olarak kabul etmekteler. Toplumsal yapıda önemli bir kesimin bu noktaya gelmesinde, tarihin süzgecinden geçerek oluşmuş kurumların şiddet temelinde dağıtılması önemli bir etkendir. Aşiret, şeyh, seyit vb. yapıların her biri bir kurumdur. Bu kurumların şiddet temelinde yok edilmesi ile modernleşme temelinde ulusal bütünlüğün sağlanması arasındaki farklılık görülmeli. Örneğin aşiret bir kanbağını, yani soy ağacının temelini oluşturur. Aynı zamanda kimlik kazanmada ‘öteki’ olmayı içerir.  Bunların şiddet yöntemiyle değil, ulus olma sürecinde giderek merkezileşmeyle aşılması gerekir. Aşiret ilişkileri ve ‘öteki’ olma durumu antropolojik temelde doğru değerlendirilmelidir.

    Metrepollere taşınmak zorunda kalanların durumlarını son 40-45 yılda yaşanan bu altüst oluşların ışığında değerlendirmek gerekir. Elbette göç edenlerin arasında şehir merkezlerinin sosyal ve kültürel yapısıyla bütünleşenler de var. Ama bu bütünleşmede, ağırlıklı olarak hangi kimliğin rol oynadığı ayrı bir tartışma konusudur. Yine de göçmen mahallelerinde sıkışıp kalanlar çoğunluktadır. Mahalle kültürüyle yoğrulmuş ve kimlik edinememenin davranış biçimlerini sergileyen bu kesim, bahsedilen gövdenin müdavimleridir. Pkk bu kesimi ‘Kentleşmiş Kürt’ olarak tanımlamakta. Serpiştirilmiş bu toplulukların yeterince asimile olduğu, Türk kültürü ve diliyle kaynaştığı kabul edilmekte. Bunların Pkk aracılığıyla, yani Dem türü yapılanmalarla kontrol edilmesinin gerekli olmadığı tartışılmaktadır. İstanbul’da, Ankara’da kendini ‘sol’ olarak tanımlayan, marjinalleşmiş ve şu anda Pkk/Dem’le hareket eden grupların yanı sıra, CHP ve CHP çizgisinde hareket eden kesimlerce kontrol edilmesi gerektiği düşüncesi ağırlıktadır. Tartışmaların hareket noktası; yüzer-gezer yatın ‘Mustafa Kemal’in güncellenmesi lazım’ şiarıdır
    Tartışmalarda kullanılan dil ve üslupten hareketle, Diyarbakır, Antep, Maraş, Urfa. Van, Mardin v.b şehirlerde Pkk/Dem’e destek veren kitle için, hemen hemen aynı projeler geliştirilmektedir Bu yörelerdeki destekçi kitleler, ‘Köylü Kürt’olarak tanımlanmakta. ‘Köylü Kürt’ olarak tasnif edilmelerine gösterilen neden ise, sosyal ve kültürel açıdan Batı metropollerinde yaşayanlar kadar gelişmemiş olmalarıdır. ‘Köylü Kürtler’in bir süre daha Dem ve bileşenlerince götürülmesi gerektiği düşüncesi şu anda ağır basmaktadır. Yani ‘kentli Kürt’e evrilmeyi sağlayacak aracı veya transfer güç, Pkk/Dem’dir. Sonuç itibariyle, her iki tarafı aynı amaca hizmet ettirme esas alınmaktadır Dem’de görevlendirilmiş olanların kimlere hizmet ettikleri biliniyorsa da, ‘ontolojik devletle görüşüyorum’ diyenin temsil ettiği odak, her konuda belirleyici konumdadır.
26.04.2024
Baki Karer

 

 

 

 

6 Mart 2024 Çarşamba

YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE

 YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE

 

    Türkiye’de son yirmi yılda oluşan koşullarda yerel seçimlerle genel seçimler arasında bir fark kalmadı. Aslında nasıl ve neden bu noktaya gelindiği ayrı bir tartışma konusu. İktidar partisiyle muhalefet partilerinin halka sundukları vaatler arasında pek bir farklılık yok. Sadece anlaşılmayan taraf; iktidar muhalefetmişcesine söylemde bulunurken, muhalefet partileri de iktidar partisi tarzıyla vaadlerde bulunarak propaganda yapmakta. Böylesi bir hareket tarzı, her iki taraf için siyasette tıkanıklığın ifadesidir. Bu tutum, ister istemez, toplumsal düzlemde ayrışmaya, çatışmaya neden olmakta. Çatışmacı, cepheleştirici siyaset toplum içinde tarafların birbirini dıştalamasını, ötekileştirmesini olağan hale getirmekte. Bu hareket tarzı, çok tehlikeli bir yola girişin ön adımıdır. Toplumu cepheleştiren siyasetin bir de vatan millet sakarya edebiyatını temel alması, ötekileştirmeden daha da öte bir durumdur; yani döşenmek istenen zeminin gelecekte topluma ne kadar yabancı olacağının bir göstergesidir.

    Seçim için yapılan propaganda biçimlerine bakıldığında, halen ‘şehir devlet’ anlayışından kurtulup ulus devlet anlayışına ulaşamamanın sancılarını görmemek mümkün değil. Kurum ve kuruluşlarıyla hukuksal çerçevede işlerlik kazanmış merkezi devlet anlayışının yerleşmediğine şahit oluyoruz. Mucizevi kahramanlıklarla toplumsal yapıda değişimlere yol açacağını iddia edenler, kendilerine atfettikleri ‘kurtarıcı’ rolüyle ortalıkta dolaşıyor. Bilimden ve akılcı düşünmeden tamamen uzak, birey ve toplumda sürü psikolojisini egemen kılmanın çabası yürütülmekte. Bilinç oluşumuna, bireyler arası bilinç akışına neden olması gereken seçim propagandaları, bizde, tam tersi bir işlev görmektedir. Bizde seçim propagandası demek, bilinç karmaşası, hemen her alanda bulanıklık demektir. Bireyi ulusun bireyi olmaktan çıkarma hedeflenmektedir. Çünkü birey ulusun bireyi haline geldiği noktada vatandaşlık bilinci gelişir, sorgulama başlar. Bu da bireyin yükümlülükler altına girmesini getirir. Bu çoğulcu, demokratik toplumun inşası anlamını taşır. Birey, ulus bilincine vardığı oranda özgürdür ve toplumun bir parçası haline gelir. Ama bizde bütün bunlar bir tarafa bırakılır. Özellikle seçimler döneminde dinsel temaların ön plana çıkarılmasının bir nedeni de, bireyi yükümlülüklerinden uzaklaştırmak içindir.

    Seçim döneminde ortaya çıkan adayların önemli bir çoğunluğu, ‘ben’le işe başlar yani ‘benim’ der. Süreci kendileriyle başlatarak kurtarıcı katına çıkmaya çalışırlar. Geçmiş tarihi süreci ve bu süreçte ortaya çıkmış değerleri görmemezlikten gelirler. Buyurganlar; topluma hep önermelerde ve tavsiyelerde bulunurlar. Ama eylemi hep reddeden birer ucubedirler, toplumda dönüşüm için direnişte, eylemde bulunmayı kabul etmezler. Propaganda ve seçim faaliyetleri boyunca bir çoğu kendini kültleştirmenin çabasını yürütür. Kült haline geldikleri oranda kurtarıcı rolü oynayacaklarına inanmışlardır. Aslında bu halleriyle her biri birer cahildirler. Bu cahillerin morfoloji üzerinden araştırmaya tabi tutulmasına ihtiyaç vardır.

Baki Karer

27.02.2024

6 Aralık 2023 Çarşamba

 İsrail-Hamas savaşı ve Türkiye’nin Arap Dünyasında Oynamak İstediği Rol.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu andan itibaren Orta Doğu’da Arap halklarıyla arasına sınır çekti. M. Kemal ve arkadaşları önderliğinde oluşan yeni yönetim, Araplar’la arasına koyduğu mesafe oranında Batılılaşmayı temel aldı. Bu bir anlamda Arap kültüründen, dilinden ve yaşam tarzından uzaklaşmayı temel alma demekti. Hatta İslam’ın Anadolu’da etkisini biraz da olsa hafifletmeyi amaçlıyordu. Cumhuriyet yönetiminin laikliği esas alması, seküler bir toplum oluşturma çabaları ister istemez, Türkiye’nin Orta Doğu’dan ayrı düşmesini getirmiştir. Dolayısıyla bu yönelim, Arap dünyası ile ilişkilere arkasını dönüp, Batıyla hemen her konuda birlikte hareket etmesini bir nevi zorunlu kılmıştır.
Cumhuriyet yönetiminin kuruluşundan itibaren belirlediği hedeflere ulaşıp ulaşmadığı ayrı bir tartışma konusu. Ama bir noktayı belirtmekte yarar var; ister devlet yönetimi, isterse kurumlaşmış herhangi bir yapının yönetimi eğer korkularla hareket ediyorsa, duyulan korkular yönetimlerin boynunda bir değirmen taşı olmuştur. Örneğin Kürt ulusunu hiçe sayma, görmemezlikten gelme, yeni kurulan Cumhuriyetin boynuna asılmış bir değirmen taşıdır. Çizilen hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığı bu sorundan bağımsız ele alınamaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin belirlediği hedefleri, yürütme erkinin korkularla yüklü paradigması olarak da ele alabiliriz. Oluşturulan yeni paradigmanın hem kısa vadede hem de uzun vadede çok ciddi boyutlarda olumsuz getirilerinin olmadığını söyleyemeyiz. Her şeyden önce Türkiye, Batı’nın ön karakolu durumuna getirilmiştir. Özellikle 50’li yıllardan itibaren Araplara ve Arap milliyetçiliğine karşı keskin tavırlar içine girilmiştir. Türkiye, İsrail devletinin kuruluşunu ilk tanıyan ülkelerden biridir. Bu tutum, Arap ülkelerine karşı ciddi bir karşı duruşu getirmiştir. Giderek Mısır’ın Orta Doğu’da önderlik rolünü yüklenmesine zemin hazırlamıştır. Daha sonraları Ürdün’le sorun yaşayan Suriye’yi işgale kalkışması Bölge’den tecridi hızlandırmıştır. Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde Fransa’nın yanında yer alması, Arap dünyasının düşmanlığını kazanmasında belirleyici rol oynamıştır. Sadece bu kadar değil; Irak’ta 1958 darbesini bahane ederek İngiltere ile birlikte askeri müdahalede bulunmaya kalkışması, Süveyş kanalını millileştirme sırasında Batı tarafından Mısır’ın işgal edilmesine verdiği destekle Türkiye, Orta Doğu’dan tam anlamıyla soyutlanmıştır.
Yakın tarihte Arap toplumuna ve devletlerine karşı alınan bunca tavırdan sonra, bugünlerde Orta Doğu’da ortaya çıkan sorunlarda Türkiye’nin çözümleyici rol üstlenmesi oldukça zordur. Günümüzde de özellikle Menderes iktidarı dönemi kadar olmasa da bazı noktalarda Arap dünyasıyla ters düşen bir Türkiye vardır. Bu sorunların başında gelen, Suriye ile yaşanan çatışmadır. Türkiye’nin Rojava’da asker bulundurması ve Esad iktidarına karşı ayaklanmalara destek vermesi, Arap ülkelerinin çoğunluğunda kabul edilmemektedir. Hele hele Arap milliyetçiliğinin yaygınlaşmasında ve iktidar oluşunda önemli rol oynayan Mısır’la son on yıldır diplomatik ilişkilerin kesilmesi, Türkiye’nin oynamak istediği rolün önündeki ciddi engellerin başında gelir.
Bir diğer noktada, Türkiye’nin Filistin sorununda Hamas’la yan yana duruşudur. Bu durum sadece Meşru Filistin yönetiminin tepkisini çekmekle kalmayıp, tüm Arap dünyasının tepkisini çekmekte. Hamas, Filistin direnişini bölmekle kalmamakta, aynı zamanda Filistin’in devlet olmasının da önünde engel teşkil etmektedir. Ayrıca Hamas’ın Müslüman Kardeşler örgütü menşeili olması da başlı başına tüm Arap ülkelerinde sorun oluşturmaktadır. Hamas’ın arkasında İran’ın aktif desteğinin olması, Türkiye’yi Ortadoğu’da zor durumda bırakan bir diğer faktördür. 1950’li yıllarda izlenen yanlış politikalar birtakım farklılıklar içerse de bugün de devam etmektedir. Yani, Orta Doğu halklarının ve devletlerinin desteğini alabilecek politikalar yürütmeden uzak bir Türkiye vardır. Hamas-İsrail arasında devam eden savaşta, Türkiye’nin çözümleyici ve güven verici olabilmesi için Hamas’ın değil, Filistin sorununun yanında tavır koyması gerekirdi. Bu durumda Batı dünyasının da tepkilerini üzerine çekmemiş olurdu. Savaş kurallarını, tüm insani değerleri ayaklar altına alan İsrail üzerinde etkili olmanın önü de açık bırakılmış olurdu. Onca çaba ve diplomatik ilişkilere rağmen silüeti tuvale yansımayan bir Türkiye vardır. Çünkü doğru zemin üzerinde hareket edilmemektedir.
30.11.2023
Baki Karer

13 Ekim 2023 Cuma

Hamas-İsrail Çatışması

 

Hamas-İsrail Çatışması

    Üç günden bu yana Hamas’ın ani saldırılarıyla başlayan savaş, tüm şiddetiyle devam ediyor. Üstelik kısa sürede sona erecek gibi de gözükmüyor. Bugüne kadar savaşın kurallarından, Cenevre sözleşmelerinden bahsedilirdi. Savaşın tarafları ve bu tarafları destekleyenler artık hiçbir kural tanımıyor. Özellikle Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri tüm güçleriyle İsrail’e destek verip, savaşın tüm çirkefliğiyle devam etmesinden yana tavırlarını koymuş durumdalar. Elbette Hamas’ın da hangi tarihi gerekçelere dayanırsa dayansın, savaş kurallarını hiçe sayarak hareket etmesi, Batı’nın vahşiliğini aratmayacak düzeydedir. Savaşmak isteyenler bir biçimde tarihi, sosyal, ekonomik vb. gerekçeler ileri sürerek kendilerine haklılık zemini oluşturmaya çalışır. Ama savaşan tarafların kendini haklı gösterme çabası önemli değildir. Önemli olan savaş koşullarında bile kin ve nefretle hareket etmemedir.

Ortadoğu’yu Değiştirme iddiası 

Hamas saldırılarının hemen arkasından İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı açıklamada, ‘Orta Doğu’yu değiştireceğiz’ dedi. Çok iddialı bir söylem! İddialı olduğu kadar da gücünü aşan bir söylem. ABD, uzun yıllardan bu yana Orta Doğu’da ciddi değişikliklere yol açacak Büyük Orta Doğu projesini hayata geçirmek için çalışmaktaydı. Ama görünen odur ki, projesinde elle tutulacak bir başarı elde edemedi. Oysa Sykes-Picot antlaşmasını tümüyle geçersiz kılma iddiasıyla yola çıkmıştı. İngiltere öncülüğünde paylaşım yapılmış Orta Doğu’da halkların, ulusların çoğunluğu geçmişte çizilen sınırlardan elbette memnun değil, ama önemli bir bölümünün de gayet memnun olduğu açıktır. Zaten sorunda bu karmaşada yatmaktadır. Cetvelle çizilmiş sınırlar, Kürtler gibi tümüyle görülmezden gelinen halkların varlığının yanı sıra bitmek bilmeyen mezhepsel çatışmaların da kaynağı haline getirilmiştir. Sınırlar bilerek bu tarzda belirlenmişti. İstikrar bulmayan Orta Doğu’nun enerji kaynakları, başka türlü Batı’ya aktarılamazdı.

    Sykes-Picot’u geçersiz kılmayı amaçlayan Büyük Orta Doğu projesinin başarısız oluşunun önemli nedeni, Bölge’de halkların, ulusların temel alınmamasıdır, İngiltere’nin yaptığı gibi ABD’de de, mezhepsel bölünmüşlüğü temel almıştır. Ayrıca İran ve Türkiye’nin güçlü direnciyle karşılaşmış olması bir başka önemli faktördür. ABD’nin Bölge’de mezhepsel temelde yeni sınırlar çizmeye çalışması, hem İran’ın hem de Türkiye’nin süreç içinde kendilerine bağlı mezhepsel hatlar oluşturmaya başlamasını getirmiştir. Örneğin Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi daha çok bu nedenledir; Suriye, Lübnan, Ürdün ve Mısır’a kadar kendisiyle uyumlu bir hat oluşturmasına olanak sağlamıştır.  Aynı biçimde İran’ın da Yemen’den Filistin’e kadar mezhebe dayalı bir hat oluşturmasına hizmet etmiştir. Bütün bunlar, ABD’nin bölgeye yönelik politika oluşturmada ne kadar acemi olduğunun göstergesidir.  Uygulamak istediği politikanın yol açtığı sonuç, Ortadoğu’nun günümüzde karşı karşıya kaldığı kargaşadan ibarettir.

    Bu noktada İsrail’in Orta Doğu’yu değiştirme iddiası daha çok tartışma götürür. Amerika Birleşik Devletleri’yle birlikte yapmayı düşünüyor olabilir. Ama bir süper güç olarak ABD’nin, bu doğrultuda ne kadar yol aldığı ortadadır. Ayrıca Bölge’de akşamdan sabaha denklemlerin ve dengelerin ne kadar değişken olduğu tartışılamaz. Rusya-Çin gerçeği hiçe sayılarak yeniden bir bölüşüm içine girme, yani sınırların yeniden çizilmeye kalkışılması uzun süreli çatışma ve kargaşalığı getirir. Açıkçası, Suriye’de yapılan hata, tüm Orta Doğu’da tekrarlanmış olunur. Bölge’de ortaya çıkacak uzun süreli savaşın, B.Avrupa’ya negatif yansımalarının olmayacağı söylenemez. Ukrayna cephesinde yaşanan çıkışsızlığa, bir de Orta Doğu’da ortaya çıkacak uzun süreli savaşın getireceği olumsuz sonuçlar eklenecek. Ayrıca Kosova üzerinde dolaşan kara bulutların verdiği korkuyu bir kez daha düşünmek gerekir.

Hamas’ın İsrail’e Saldırısının Muhtemel Sonuçları

   Bu savaşın Orta Doğu’da yeni mevzilenmelere neden olacağı açıktır. Ayrıca bugünden sonra ortaya çıkacak savaşlarda, hiçbir devlet süper güçte olsa, ‘istediğim gibi hareket ederim’ deme olanağına sahip değildir. Hamas-İsrail savaşı saha güvenliğini, övünülen hava savunma sistemlerini saf dışı bırakan yeni bir savaş taktiğini ve stratejisini getirmiştir. Yani süper güçler bile dokunulmaz olmadıklarını kabul etmek zorundalar artık. ‘Dokunulmaz’ olana dokunulan bir dönemin kapıları aralanmıştır. ABD’nin Akdeniz’de altıncı filoyu hareketlendirmesi biraz da gelişmelerin öngörülemezliğinin verdiği telaştan kaynaklanıyor.

    Hamasın yaptığı saldırının arkasında uzun vadeli olmayı hedefleyen bir strateji, dolayısıyla bir devlet aklı yatmaktadır. Bu devlet aklını kullananın İran olduğu pek tartışma götürmez. İran, Hamas aracılığı ile İsrail-Amerikan ittifakının kendine yönelmesinin önüne geçmeye çalışmış oldu. Yani kendi belirlediği alanda ve zamanda savaşın çıkmasına neden olan İran, yakın ve orta vadede tehlikeyi atlatmayı hedeflemiştir. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri ve B.Avrupa ülkeleri arka arkaya İran’ın saldırıyla bir alakası olmadığı yönlü açıklamalar yaptılar.

    Her şeye rağmen, içinde bulunduğumuz koşullarda, savaşın bölgeye yayılma riskinin hiç olmadığını iddia edemeyiz. İsrail’in kara harekâtına yönelmesi Lübnan Hizbullahı’nın devreye girmesini sağlayabilir. Bu durum belki de ABD’nin direk müdahalesine de yol açabilir. Orta Doğu’da hiçbir ihtimale ‘olmaz’ denilemez. Ama şimdilik sürecin İran’a’ müdahaleye kadar ilerleyeceğini düşünmek pek zor. Öbür yandan İran, Irak veya Suriye değildir. Uzaktan atılacak birkaç füzeyle de İran’ın sahneden çekileceğini düşünmek oldukça zor. Ayrıca Rusya ve Çin’in vereceği destekte denklem dışında tutulamaz.  Her şeyden önemlisi bölgeyi kapsayacak bir savaş, hem Rusya’yı ve hem de Çin’in güçlenmesini getirecektir. Süper güçler arasında esas, nihai sonuç alınacak hesaplaşma alanları olan Arktik Okyanusu ve Çin Denizi’nde ABD’nin zayıflamasına yol açacaktır. Bu anlamda savaşın İran’ı ve tüm Bölge’yi kapsama ihtimali şimdilik çok azdır.

    İran’ın desteğinde Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı savaş, aynı zamanda, uluslararası ticaret yolu projelerinin ve Avrupa’ya gidecek enerji yollarının da işlemez hale getirilmesini sağlamıştır. Ama ne olursa olsun, bu sefer Hamas önemli ölçüde işlevsiz hale getirilecek, gelecek için engel olmaktan çıkartılacaktır. Geleceğe yönelik cephe gerisi düzenlemesi yapılacağını söyleyebiliriz. Aslında biraz da ‘iç işgalci’ güç olan Hamas’ın yok edilmesi veya işlevsiz hale getirilmesi, Filistin yönetiminin de işine gelmektedir. Savaş karşısında Arap dünyasının yüksek perdeden ses çıkarmamasının bir nedeni de budur.  

13.10.2023

Baki Karer

31 Mayıs 2023 Çarşamba

Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sonuçlandı.

 

Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sonuçlandı.

 

    28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimini tekrar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kazandı. CHP izlediği yanlış strateji ve taktiklerinin sonuçlarını nihayet almıştır. “Memleket komünist olacaksa onu da biz yaparız” anlayışından hareketle ittifaklar politikası geliştiren CHP, toplumda ciddi bir karşılık bulamadı. Bugünün koşullarında bile karşılık bulamayan bu yapının, bu anlayışıyla ve örgütsel yapısıyla yakın gelecekte de karşılık bulma ihtimali pek yok.

    Seçim sürecinde; gerek Cumhuriyet Halk Partisi, gerek iktidar partisi, önümüzdeki yıllar için ciddi sonuçlar doğuracak bir çizgi üzerinde politika oluşturdular. Propagandalarını da bu zemin üzerinden yaptılar. İlginç olan, milliyetçiliğin ön plana çıkarıldığı bu politikanın temel taşlarını ilk döşemeye başlayanın CHP olması. Başlı başına irdelenmesi gereken bu durum, ciddiye alınmalı. Ayrıca, Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde HDP’nin ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’a duyduğu o büyük özleminin etkisini de unutmamak gerekir.

    Avrupa’da özellikle 2010’dan bu yana göçmen karşıtlığı temelinde yükselen ırkçı-faşist örgütlenmelerin giderek küçümsenmeyecek başarılar elde ettiğini biliyoruz. Avrupa’daki bu yapılanmaların benzerleri ne yazık ki, Türkiye’de de hızla taban bulmaya çalışmaktadır. Saldırgan ırkçı yapıların bu seçim sürecinde muhatap alınmalarının gelecek açısından ciddi tehlikeler oluşturduğunu kabul etmek zorundayız. Böylesi koşulların oluşmasına katkıda bulunanların kimler oldukları tartışılmalıdır.

    Kısa bir not daha düşecek olursak; Cumhurbaşkanı tarafından balkon konuşmasının Adalet ve Kalkınma Partisi binasında yapılmayıp Beş Tepe’de yapılması, yeni beş yıllık dönemde izlenecek dış politikanın ana hatlarının bir işaretidir aynı zamanda.

2023.05.28

Baki Karer

29 Nisan 2023 Cumartesi

14 MAYIS 2023 SEÇİMLERİ ÜZERİNE

 

14 MAYIS 2023 SEÇİMLERİ ÜZERİNE 

    2015 yılında yazdığım bir makalede, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, en az 2023 seçimlerine kadar iktidarda kalmasını sağlayacak ekonomik ve sosyal koşulların varlığından bahsetmiştim. İçinde bulunduğumuz bugünkü koşullarda ise AKP iktidarının devam edip etmeyeceği konusunda kesin yargıda bulunabilmek pek o kadar kolay değil. Yine de şu ana kadarki oy potansiyeli veya oy oranı açısından bakıldığında, şansını tümüyle kaybetmiş sayılmaz. Özellikle ekonomik alanda yaşanan onca olumsuzluklara karşın, iktidarda kalmaya yönelik mücadelesinde ciddi sıkışmışlık içinde olduğunu göstermemek için elinden gelen her türlü çabayı vermekte olduğu görülüyor.

    Bu seçim sonrası yaşanacak sürecin özellikleri, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yapılmış seçimler sonrası yaşanan süreçlerin tümünden farklı olacaktır.  15 Mayıs sabahı kim kazanırsa kazansın; ekonomik, mali, sosyal, askeri alanlarda ve en önemlisi de toplumsal yapımızda çok ciddi gelişmelere gebe olacak yeni bir dönemin kapısı aralanacaktır. Önümüzdeki dönem irdelenmeye muhtaç en önemli nokta, sanıyorum bu olacaktır.

    Şimdi irdelenmesi, daha açık bir deyimle didik didik edilmesi gereken, Kürt halkı üzerinde seçim öncesi oynanmaya başlanan oyundur. Oynanan oyun sadece seçimler dönemine özgü değil, sonrasına, belki de 21. yüzyılı kapsayacak kadar uzun vadeli. Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında mevzilenişine ve geliştirdiği provokasyonlara bakıldığında durum daha net anlaşılır.

     Hdp’ye seçim bahanesiyle yerleştirilen yeni ‘Kürt dostları’nın bu süreçte oynayacağı rol önemlidir. Üzerinde durulmalı ve iyi anlaşılmalı. Belli ki yeni dönemin ‘kanalizasyon inşaatı’ ihalesi Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’e verildi. Osmanlı devlet anlayışında ve İttihat Terakki geleneğinde atama ve nakiller de dahil hiçbir şey rastlantılara bırakılmaz. Zamanında nasıl ki Palu’dan ‘Kürt olduğunu bilmeyen’, üstelik subay olma sevdasıyla yanıp tutuşan birinin seçilmesi tesadüf değilse, Çandar ve Cemal’in özellikle de bugünün koşullarında sahneye itiklenmeleri tesadüflerle açıklanamaz. Bunlar, son noktayı koyacak, yani ‘bayrağın zirveye dikilmesi’ ve ‘zaferin tescili’ görevini yerine getirmekle görevlendirilmiş paşa torunlarıdır. Başarılı olurlar mı olmazlar mı orası belli değil, ama azimkârlıklarına ve son dönemde Hdp ile ilgili gelişmelere bakıldığında, iddialı olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

NE YAPILMAK İSTENİYOR?

    Son kırk yıldan bu yana ‘düşük yoğunluklu çatışmalar’ sayesinde Kürt halkının direnci neredeyse yok edildi. Toplumsal dinamizm tahrip edildi ve toplum güçten düşürüldü. Asimilasyon zirveye ulaştırıldı; Türküm deme, Kürt kökenli Türk olma adeta gurur kaynağı haline getirildi. Türk gibi yaşam sürdürme, Türkçe konuşma özenti haline getirildi. Dağlarda öldürülmüş gençlerin ailelerine ve yakın akrabalarına özellikle bazı belediyelerce sağlanan iş olanaklarıyla toplumda yeni bir tür müritlik, cemaatçilik geliştirilmeye başlandı. Öyle ki, anneler arasında bile ayrıma gidildi. ‘Cumartesi Anneleri’ ismi altında sokaklarda oturma eylemi yapan anneler, evlatlarını bulamayan ve umutla bekleyen diğer anneler karşısında kendilerini ‘elit’ görmeye başladı. Sonuç olarak toplumun demografik yapısıyla önemli oranda oynandı. Kör şiddetle en az iki nesil toplumsal yaşamdan koparıldı; köksüz ve dilsiz bırakıldı. İşte Hdp böylesi koşullarda şekillendirilerek Kürt halkına karşı bir ihanet şebekesi olarak örgütlendirildi. Tüm bunlar, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek, Mihri Belli üçlüsünün akıl hocalığı ve Öcalan’ın sahada sergilediği pratik sayesinde başarıldı. Yani bu üçlünün akıl hocalığıyla Kibele döneminin Skopsileri yaratıldı. Şimdi son aşamaya gelindiği kanısı hâkim durumda. İşte bir de bu nedenden dolayı, son rötuşları yapmak için Cengiz Çandar-Hasan Cemal-Mithat Sancar üçlüsü devreye koyuluyor.

    Aslında bu seçim, sadece iktidar ve ana muhalefet arasında basit sıradan bir yarışmayı içermiyor; gelecek onlarca yıl dizayn ediliyor aynı zamanda. Türkiye, küresel koşullarda ‘sivri’ noktaları törpüleyerek ilerliyor. Hdp’nin ittifakçıları dikkatle incelenirse yapılmak istenenlerin farkına varılır. Sol olduğunu iddia eden bu ittifakçılar aracılığıyla düzene karşı muhalefet bitiriliyor; sessiz, suskun, en ufak bir protestoyu bile öcü gören tüketim toplumu yaratılmak isteniyor. Bu noktada, dürüst, kararlı olan herkes bir tavır sergilemelidir. Dizler üzerine çökme bir tavırdır, basılan zemin üzerinde ayaküstü dik durma da bir tavırdır. Çömelme teslimiyeti, ayakta dik duruş direnmeyi ifade eder.

    Hdp ve ittifakçı güçlerine karşı onurlu davranış, ayakta dik durmadır.

2023.04.29

BAKİ KARER

 

30 Mart 2023 Perşembe

SEÇİM SÜRECİNİN GETİRDİĞİ SAFLAŞMA

 

 

SEÇİM SÜRECİNİN GETİRDİĞİ SAFLAŞMA

 

     Bizdeki saflaşmaların sadece önümüzdeki seçim süreciyle alakalı olmadığını hemen herkes kabul eder. Daha gerilere gidersek saflaşmaların önemli ölçüde çatışmaları da içerdiğini biliriz. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen sürede her on yıl çok ciddi çelişki ve çatışmaları içinde barındırır. Yani her on yıllık zaman dilimlerinin kendine has özellikleri vardır. Öyle ki, toplumsal yapımızda ortaya çıkmış ayrışma ve saflaşmalar zaman zaman iç savaş boyutlarına bile ulaşmıştır.

    14 Mayıs 2023 seçimleri de toplumsal yapımızda çok ciddi bir cepheleşmeyi getirmiştir. Çıkarlar üzerine yaratılmış çelişki ve çatışmaların, kitlelerin bünyesinde yarattığı çok yönlü olumsuzlukların sonuçlarını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ama şimdiden hiçte hoş olmayan bir tabloyla karşılaşacağımızı söylersek, abartı yapmış olmayız.

    Özellikle son yirmi yıldan bu yana bu derece bıçak sırtı yürüyen bir iktidar kavgası olmamıştı. Mevcut siyasi ortamda esas olarak iki ana cepheleşmeden bahsedebiliriz; cephelerden birinin başını çeken, Chp-Hdp-İyi Parti birlikteliğidir. Chp ve İyi Parti’nin başını çektiği Millet İttifakı veya Altılı Masa olarak ifade edilen masanın diğer ortakları sadece bir görüntüden ibarettir. Yine aynı biçimde Hdp’nin kendini sol olarak ilan eden Tip’le kurduğu birlik, aslında geniş kitleler nezdinde Chp-Hdp ve İyi Parti ittifakını saklamada kullanılan bir örtüdür. Bir diğer değişle görüntüyü kurtarma operasyonudur. İkinci cephede ise, omurgasını Akp ve Mhp’nin oluşturduğu Cumhur İtifakı yer almaktadır. Cumhur ittifakının diğer bileşenleri de kitlelerde psikolojik etki sağlamada kullanılan araçlardır.

    İki cephe arasında yapılan sert tartışmalar, seçim sürecinde taraf olan her kesimi derinden etkilemekte, toplumsal problemleri daha da derinleştirmektedir. Ama bu durum, Kürt aydınları, Kürt politikacıları ve örgütlenmeleri için çok önemli koşullar ortaya çıkarmıştır. Böylesi koşullar, belli amaç ve hedefler için örgütlenme yapmış güçler açısından hem daha geniş kitlelere ulaşmada hem de örgütsel alanda kurumlaşmayı sağlamada önemli dönüm noktalarıdır. Sadece örgütsel açıdan değil, düşünsel açıdan da toplumda kalıcılığı sağlayacak önemli fırsatlar yaratır. Kürt örgütlenmeleri açısından sorun şu veya bu kadar sayıda milletvekili çıkarma olmamalıdır. Milletvekili çıkarıp çıkaramama hiç önemli değildir. Önemli olan; ‘Kürdüm, yurtseverim’ diyen herkesi kapsayacak biçimde örgütsel yapıyı kitleselleştirme temelinde kurumsallaştırmadır. Kurumsallaşmaksa çözümün anahtarıdır. Bu tarz bir yönelimi temel alma; başkalarının kimliğini yüceltmeyi kabullenmemedir. Ulusal kimlik üzerinde ısrarlı olunduğu sürece modern ulus olmanın bilincine varılır. Ulusal, kültürel kimliğe aidiyet sorunu ancak bu biçimde çözülür. Bireyi ulusa bağlamanın yolu buradan geçer. Yani günümüzün örgütlendirilmiş Hamidiye Alayları Pkk/Hdp ancak böylesi bir tavırla geri püskürtülür. Maddi çıkarlar uğruna kırmızı koltukta oturmak için Kürt kıran Pkk/Hdp pöçüğüne takılanlar ve aynı zamanda vahşi kapitalizmin şekillendirdiği burjuva muhalefetlerinin paspaslığına razı olanlar, er veya geç tarihin çöplüğündeki yerlerini alır.

2023.03.30

Baki Kare