YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE
Türkiye’de son yirmi yılda oluşan koşullarda yerel seçimlerle genel seçimler arasında bir fark kalmadı. Aslında nasıl ve neden bu noktaya gelindiği ayrı bir tartışma konusu. İktidar partisiyle muhalefet partilerinin halka sundukları vaatler arasında pek bir farklılık yok. Sadece anlaşılmayan taraf; iktidar muhalefetmişcesine söylemde bulunurken, muhalefet partileri de iktidar partisi tarzıyla vaadlerde bulunarak propaganda yapmakta. Böylesi bir hareket tarzı, her iki taraf için siyasette tıkanıklığın ifadesidir. Bu tutum, ister istemez, toplumsal düzlemde ayrışmaya, çatışmaya neden olmakta. Çatışmacı, cepheleştirici siyaset toplum içinde tarafların birbirini dıştalamasını, ötekileştirmesini olağan hale getirmekte. Bu hareket tarzı, çok tehlikeli bir yola girişin ön adımıdır. Toplumu cepheleştiren siyasetin bir de vatan millet sakarya edebiyatını temel alması, ötekileştirmeden daha da öte bir durumdur; yani döşenmek istenen zeminin gelecekte topluma ne kadar yabancı olacağının bir göstergesidir.
Seçim için yapılan propaganda biçimlerine bakıldığında, halen ‘şehir devlet’ anlayışından kurtulup ulus devlet anlayışına ulaşamamanın sancılarını görmemek mümkün değil. Kurum ve kuruluşlarıyla hukuksal çerçevede işlerlik kazanmış merkezi devlet anlayışının yerleşmediğine şahit oluyoruz. Mucizevi kahramanlıklarla toplumsal yapıda değişimlere yol açacağını iddia edenler, kendilerine atfettikleri ‘kurtarıcı’ rolüyle ortalıkta dolaşıyor. Bilimden ve akılcı düşünmeden tamamen uzak, birey ve toplumda sürü psikolojisini egemen kılmanın çabası yürütülmekte. Bilinç oluşumuna, bireyler arası bilinç akışına neden olması gereken seçim propagandaları, bizde, tam tersi bir işlev görmektedir. Bizde seçim propagandası demek, bilinç karmaşası, hemen her alanda bulanıklık demektir. Bireyi ulusun bireyi olmaktan çıkarma hedeflenmektedir. Çünkü birey ulusun bireyi haline geldiği noktada vatandaşlık bilinci gelişir, sorgulama başlar. Bu da bireyin yükümlülükler altına girmesini getirir. Bu çoğulcu, demokratik toplumun inşası anlamını taşır. Birey, ulus bilincine vardığı oranda özgürdür ve toplumun bir parçası haline gelir. Ama bizde bütün bunlar bir tarafa bırakılır. Özellikle seçimler döneminde dinsel temaların ön plana çıkarılmasının bir nedeni de, bireyi yükümlülüklerinden uzaklaştırmak içindir.
Seçim döneminde ortaya çıkan adayların önemli bir çoğunluğu, ‘ben’le işe başlar yani ‘benim’ der. Süreci kendileriyle başlatarak kurtarıcı katına çıkmaya çalışırlar. Geçmiş tarihi süreci ve bu süreçte ortaya çıkmış değerleri görmemezlikten gelirler. Buyurganlar; topluma hep önermelerde ve tavsiyelerde bulunurlar. Ama eylemi hep reddeden birer ucubedirler, toplumda dönüşüm için direnişte, eylemde bulunmayı kabul etmezler. Propaganda ve seçim faaliyetleri boyunca bir çoğu kendini kültleştirmenin çabasını yürütür. Kült haline geldikleri oranda kurtarıcı rolü oynayacaklarına inanmışlardır. Aslında bu halleriyle her biri birer cahildirler. Bu cahillerin morfoloji üzerinden araştırmaya tabi tutulmasına ihtiyaç vardır.
Baki Karer
27.02.2024
İsrail-Hamas savaşı ve Türkiye’nin Arap Dünyasında Oynamak İstediği Rol.
Hamas-İsrail
Çatışması
Üç günden bu yana Hamas’ın ani saldırılarıyla başlayan savaş, tüm şiddetiyle devam ediyor. Üstelik kısa sürede sona erecek gibi de gözükmüyor. Bugüne kadar savaşın kurallarından, Cenevre sözleşmelerinden bahsedilirdi. Savaşın tarafları ve bu tarafları destekleyenler artık hiçbir kural tanımıyor. Özellikle Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri tüm güçleriyle İsrail’e destek verip, savaşın tüm çirkefliğiyle devam etmesinden yana tavırlarını koymuş durumdalar. Elbette Hamas’ın da hangi tarihi gerekçelere dayanırsa dayansın, savaş kurallarını hiçe sayarak hareket etmesi, Batı’nın vahşiliğini aratmayacak düzeydedir. Savaşmak isteyenler bir biçimde tarihi, sosyal, ekonomik vb. gerekçeler ileri sürerek kendilerine haklılık zemini oluşturmaya çalışır. Ama savaşan tarafların kendini haklı gösterme çabası önemli değildir. Önemli olan savaş koşullarında bile kin ve nefretle hareket etmemedir.
Ortadoğu’yu
Değiştirme iddiası
Hamas
saldırılarının hemen arkasından İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı
açıklamada, ‘Orta Doğu’yu değiştireceğiz’ dedi. Çok iddialı bir söylem! İddialı
olduğu kadar da gücünü aşan bir söylem. ABD, uzun yıllardan bu yana Orta
Doğu’da ciddi değişikliklere yol açacak Büyük Orta Doğu projesini hayata
geçirmek için çalışmaktaydı. Ama görünen odur ki, projesinde elle tutulacak bir
başarı elde edemedi. Oysa Sykes-Picot antlaşmasını tümüyle geçersiz kılma
iddiasıyla yola çıkmıştı. İngiltere öncülüğünde paylaşım yapılmış Orta Doğu’da
halkların, ulusların çoğunluğu geçmişte çizilen sınırlardan elbette memnun
değil, ama önemli bir bölümünün de gayet memnun olduğu açıktır. Zaten sorunda
bu karmaşada yatmaktadır. Cetvelle çizilmiş sınırlar, Kürtler gibi tümüyle
görülmezden gelinen halkların varlığının yanı sıra bitmek bilmeyen mezhepsel
çatışmaların da kaynağı haline getirilmiştir. Sınırlar bilerek bu tarzda belirlenmişti.
İstikrar bulmayan Orta Doğu’nun enerji kaynakları, başka türlü Batı’ya
aktarılamazdı.
Sykes-Picot’u geçersiz kılmayı amaçlayan
Büyük Orta Doğu projesinin başarısız oluşunun önemli nedeni, Bölge’de
halkların, ulusların temel alınmamasıdır, İngiltere’nin yaptığı gibi ABD’de de,
mezhepsel bölünmüşlüğü temel almıştır. Ayrıca İran ve Türkiye’nin güçlü
direnciyle karşılaşmış olması bir başka önemli faktördür. ABD’nin Bölge’de mezhepsel
temelde yeni sınırlar çizmeye çalışması, hem İran’ın hem de Türkiye’nin süreç
içinde kendilerine bağlı mezhepsel hatlar oluşturmaya başlamasını getirmiştir.
Örneğin Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi daha çok bu nedenledir; Suriye,
Lübnan, Ürdün ve Mısır’a kadar kendisiyle uyumlu bir hat oluşturmasına olanak sağlamıştır.
Aynı biçimde İran’ın da Yemen’den
Filistin’e kadar mezhebe dayalı bir hat oluşturmasına hizmet etmiştir. Bütün
bunlar, ABD’nin bölgeye yönelik politika oluşturmada ne kadar acemi olduğunun
göstergesidir. Uygulamak istediği
politikanın yol açtığı sonuç, Ortadoğu’nun günümüzde karşı karşıya kaldığı
kargaşadan ibarettir.
Bu noktada İsrail’in Orta Doğu’yu değiştirme iddiası daha çok tartışma götürür. Amerika Birleşik Devletleri’yle birlikte yapmayı düşünüyor olabilir. Ama bir süper güç olarak ABD’nin, bu doğrultuda ne kadar yol aldığı ortadadır. Ayrıca Bölge’de akşamdan sabaha denklemlerin ve dengelerin ne kadar değişken olduğu tartışılamaz. Rusya-Çin gerçeği hiçe sayılarak yeniden bir bölüşüm içine girme, yani sınırların yeniden çizilmeye kalkışılması uzun süreli çatışma ve kargaşalığı getirir. Açıkçası, Suriye’de yapılan hata, tüm Orta Doğu’da tekrarlanmış olunur. Bölge’de ortaya çıkacak uzun süreli savaşın, B.Avrupa’ya negatif yansımalarının olmayacağı söylenemez. Ukrayna cephesinde yaşanan çıkışsızlığa, bir de Orta Doğu’da ortaya çıkacak uzun süreli savaşın getireceği olumsuz sonuçlar eklenecek. Ayrıca Kosova üzerinde dolaşan kara bulutların verdiği korkuyu bir kez daha düşünmek gerekir.
Hamas’ın İsrail’e Saldırısının Muhtemel Sonuçları
Bu savaşın Orta Doğu’da yeni mevzilenmelere
neden olacağı açıktır. Ayrıca bugünden sonra ortaya çıkacak savaşlarda, hiçbir
devlet süper güçte olsa, ‘istediğim gibi hareket ederim’ deme olanağına sahip
değildir. Hamas-İsrail savaşı saha güvenliğini, övünülen hava savunma
sistemlerini saf dışı bırakan yeni bir savaş taktiğini ve stratejisini getirmiştir.
Yani süper güçler bile dokunulmaz olmadıklarını kabul etmek zorundalar artık. ‘Dokunulmaz’
olana dokunulan bir dönemin kapıları aralanmıştır. ABD’nin Akdeniz’de altıncı
filoyu hareketlendirmesi biraz da gelişmelerin öngörülemezliğinin verdiği
telaştan kaynaklanıyor.
Hamasın yaptığı saldırının arkasında uzun
vadeli olmayı hedefleyen bir strateji, dolayısıyla bir devlet aklı yatmaktadır.
Bu devlet aklını kullananın İran olduğu pek tartışma götürmez. İran, Hamas
aracılığı ile İsrail-Amerikan ittifakının kendine yönelmesinin önüne geçmeye
çalışmış oldu. Yani kendi belirlediği alanda ve zamanda savaşın çıkmasına neden
olan İran, yakın ve orta vadede tehlikeyi atlatmayı hedeflemiştir. Nitekim, Amerika
Birleşik Devletleri ve B.Avrupa ülkeleri arka arkaya İran’ın saldırıyla bir
alakası olmadığı yönlü açıklamalar yaptılar.
Her şeye rağmen, içinde bulunduğumuz koşullarda,
savaşın bölgeye yayılma riskinin hiç olmadığını iddia edemeyiz. İsrail’in kara
harekâtına yönelmesi Lübnan Hizbullahı’nın devreye girmesini sağlayabilir. Bu
durum belki de ABD’nin direk müdahalesine de yol açabilir. Orta Doğu’da hiçbir
ihtimale ‘olmaz’ denilemez. Ama şimdilik sürecin İran’a’ müdahaleye kadar ilerleyeceğini
düşünmek pek zor. Öbür yandan İran, Irak veya Suriye değildir. Uzaktan atılacak
birkaç füzeyle de İran’ın sahneden çekileceğini düşünmek oldukça zor. Ayrıca Rusya
ve Çin’in vereceği destekte denklem dışında tutulamaz. Her şeyden önemlisi bölgeyi kapsayacak bir savaş,
hem Rusya’yı ve hem de Çin’in güçlenmesini getirecektir. Süper güçler arasında
esas, nihai sonuç alınacak hesaplaşma alanları olan Arktik Okyanusu ve Çin
Denizi’nde ABD’nin zayıflamasına yol açacaktır. Bu anlamda savaşın İran’ı ve
tüm Bölge’yi kapsama ihtimali şimdilik çok azdır.
İran’ın desteğinde Hamas’ın İsrail’e karşı
başlattığı savaş, aynı zamanda, uluslararası ticaret yolu projelerinin ve
Avrupa’ya gidecek enerji yollarının da işlemez hale getirilmesini sağlamıştır.
Ama ne olursa olsun, bu sefer Hamas önemli ölçüde işlevsiz hale getirilecek,
gelecek için engel olmaktan çıkartılacaktır. Geleceğe yönelik cephe gerisi
düzenlemesi yapılacağını söyleyebiliriz. Aslında biraz da ‘iç işgalci’ güç olan
Hamas’ın yok edilmesi veya işlevsiz hale getirilmesi, Filistin yönetiminin de
işine gelmektedir. Savaş karşısında Arap dünyasının yüksek perdeden ses
çıkarmamasının bir nedeni de budur.
13.10.2023
Baki Karer
Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sonuçlandı.
28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı
seçimini tekrar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kazandı. CHP izlediği yanlış
strateji ve taktiklerinin sonuçlarını nihayet almıştır. “Memleket komünist
olacaksa onu da biz yaparız” anlayışından hareketle ittifaklar politikası geliştiren
CHP, toplumda ciddi bir karşılık bulamadı. Bugünün koşullarında bile karşılık
bulamayan bu yapının, bu anlayışıyla ve örgütsel yapısıyla yakın gelecekte de
karşılık bulma ihtimali pek yok.
Seçim sürecinde; gerek Cumhuriyet
Halk Partisi, gerek iktidar partisi, önümüzdeki yıllar için ciddi sonuçlar
doğuracak bir çizgi üzerinde politika oluşturdular. Propagandalarını da bu
zemin üzerinden yaptılar. İlginç olan, milliyetçiliğin ön plana çıkarıldığı bu
politikanın temel taşlarını ilk döşemeye başlayanın CHP olması. Başlı başına
irdelenmesi gereken bu durum, ciddiye alınmalı. Ayrıca, Türk milliyetçiliğinin
gelişmesinde HDP’nin ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’a duyduğu o büyük özleminin
etkisini de unutmamak gerekir.
Avrupa’da özellikle 2010’dan bu
yana göçmen karşıtlığı temelinde yükselen ırkçı-faşist örgütlenmelerin giderek
küçümsenmeyecek başarılar elde ettiğini biliyoruz. Avrupa’daki bu
yapılanmaların benzerleri ne yazık ki, Türkiye’de de hızla taban bulmaya
çalışmaktadır. Saldırgan ırkçı yapıların bu seçim sürecinde muhatap
alınmalarının gelecek açısından ciddi tehlikeler oluşturduğunu kabul etmek
zorundayız. Böylesi koşulların oluşmasına katkıda bulunanların kimler oldukları
tartışılmalıdır.
Kısa bir not daha düşecek
olursak; Cumhurbaşkanı tarafından balkon konuşmasının Adalet ve Kalkınma
Partisi binasında yapılmayıp Beş Tepe’de yapılması, yeni beş yıllık dönemde
izlenecek dış politikanın ana hatlarının bir işaretidir aynı zamanda.
2023.05.28
Baki Karer
14 MAYIS 2023
SEÇİMLERİ ÜZERİNE
2015 yılında yazdığım bir makalede, Adalet
ve Kalkınma Partisi’nin, en az 2023 seçimlerine kadar iktidarda kalmasını
sağlayacak ekonomik ve sosyal koşulların varlığından bahsetmiştim. İçinde
bulunduğumuz bugünkü koşullarda ise AKP iktidarının devam edip etmeyeceği
konusunda kesin yargıda bulunabilmek pek o kadar kolay değil. Yine de şu ana
kadarki oy potansiyeli veya oy oranı açısından bakıldığında, şansını tümüyle
kaybetmiş sayılmaz. Özellikle ekonomik alanda yaşanan onca olumsuzluklara
karşın, iktidarda kalmaya yönelik mücadelesinde ciddi sıkışmışlık içinde
olduğunu göstermemek için elinden gelen her türlü çabayı vermekte olduğu
görülüyor.
Bu seçim sonrası yaşanacak sürecin
özellikleri, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yapılmış seçimler sonrası
yaşanan süreçlerin tümünden farklı olacaktır.
15 Mayıs sabahı kim kazanırsa kazansın; ekonomik, mali, sosyal, askeri
alanlarda ve en önemlisi de toplumsal yapımızda çok ciddi gelişmelere gebe
olacak yeni bir dönemin kapısı aralanacaktır. Önümüzdeki dönem irdelenmeye
muhtaç en önemli nokta, sanıyorum bu olacaktır.
Şimdi irdelenmesi, daha açık bir deyimle
didik didik edilmesi gereken, Kürt halkı üzerinde seçim öncesi oynanmaya
başlanan oyundur. Oynanan oyun sadece seçimler dönemine özgü değil, sonrasına, belki
de 21. yüzyılı kapsayacak kadar uzun vadeli. Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel
Yönetimi topraklarında mevzilenişine ve geliştirdiği provokasyonlara
bakıldığında durum daha net anlaşılır.
Hdp’ye seçim bahanesiyle yerleştirilen yeni ‘Kürt dostları’nın bu süreçte oynayacağı rol önemlidir. Üzerinde durulmalı ve iyi anlaşılmalı. Belli ki yeni dönemin ‘kanalizasyon inşaatı’ ihalesi Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’e verildi. Osmanlı devlet anlayışında ve İttihat Terakki geleneğinde atama ve nakiller de dahil hiçbir şey rastlantılara bırakılmaz. Zamanında nasıl ki Palu’dan ‘Kürt olduğunu bilmeyen’, üstelik subay olma sevdasıyla yanıp tutuşan birinin seçilmesi tesadüf değilse, Çandar ve Cemal’in özellikle de bugünün koşullarında sahneye itiklenmeleri tesadüflerle açıklanamaz. Bunlar, son noktayı koyacak, yani ‘bayrağın zirveye dikilmesi’ ve ‘zaferin tescili’ görevini yerine getirmekle görevlendirilmiş paşa torunlarıdır. Başarılı olurlar mı olmazlar mı orası belli değil, ama azimkârlıklarına ve son dönemde Hdp ile ilgili gelişmelere bakıldığında, iddialı olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
NE YAPILMAK İSTENİYOR?
Son kırk yıldan bu yana ‘düşük yoğunluklu
çatışmalar’ sayesinde Kürt halkının direnci neredeyse yok edildi. Toplumsal
dinamizm tahrip edildi ve toplum güçten düşürüldü. Asimilasyon zirveye
ulaştırıldı; Türküm deme, Kürt kökenli Türk olma adeta gurur kaynağı haline
getirildi. Türk gibi yaşam sürdürme, Türkçe konuşma özenti haline getirildi. Dağlarda
öldürülmüş gençlerin ailelerine ve yakın akrabalarına özellikle bazı belediyelerce
sağlanan iş olanaklarıyla toplumda yeni bir tür müritlik, cemaatçilik
geliştirilmeye başlandı. Öyle ki, anneler arasında bile ayrıma gidildi.
‘Cumartesi Anneleri’ ismi altında sokaklarda oturma eylemi yapan anneler, evlatlarını
bulamayan ve umutla bekleyen diğer anneler karşısında kendilerini ‘elit’
görmeye başladı. Sonuç olarak toplumun demografik yapısıyla önemli oranda
oynandı. Kör şiddetle en az iki nesil toplumsal yaşamdan koparıldı; köksüz ve
dilsiz bırakıldı. İşte Hdp böylesi koşullarda şekillendirilerek Kürt halkına
karşı bir ihanet şebekesi olarak örgütlendirildi. Tüm bunlar, Yalçın Küçük,
Doğu Perinçek, Mihri Belli üçlüsünün akıl hocalığı ve Öcalan’ın sahada
sergilediği pratik sayesinde başarıldı. Yani bu üçlünün akıl hocalığıyla Kibele
döneminin Skopsileri yaratıldı. Şimdi son aşamaya gelindiği kanısı hâkim
durumda. İşte bir de bu nedenden dolayı, son rötuşları yapmak için Cengiz
Çandar-Hasan Cemal-Mithat Sancar üçlüsü devreye koyuluyor.
Aslında bu seçim,
sadece iktidar ve ana muhalefet arasında basit sıradan bir yarışmayı içermiyor;
gelecek onlarca yıl dizayn ediliyor aynı zamanda. Türkiye, küresel koşullarda
‘sivri’ noktaları törpüleyerek ilerliyor. Hdp’nin ittifakçıları dikkatle
incelenirse yapılmak istenenlerin farkına varılır. Sol olduğunu iddia eden bu
ittifakçılar aracılığıyla düzene karşı muhalefet bitiriliyor; sessiz, suskun, en
ufak bir protestoyu bile öcü gören tüketim toplumu yaratılmak isteniyor. Bu
noktada, dürüst, kararlı olan herkes bir tavır sergilemelidir. Dizler üzerine
çökme bir tavırdır, basılan zemin üzerinde ayaküstü dik durma da bir tavırdır.
Çömelme teslimiyeti, ayakta dik duruş direnmeyi ifade eder.
Hdp ve ittifakçı
güçlerine karşı onurlu davranış, ayakta dik durmadır.
2023.04.29
BAKİ KARER
SEÇİM SÜRECİNİN GETİRDİĞİ SAFLAŞMA
Bizdeki saflaşmaların sadece önümüzdeki seçim
süreciyle alakalı olmadığını hemen herkes kabul eder. Daha gerilere gidersek saflaşmaların
önemli ölçüde çatışmaları da içerdiğini biliriz. Cumhuriyetin kuruluşundan bu
yana geçen sürede her on yıl çok ciddi çelişki ve çatışmaları içinde
barındırır. Yani her on yıllık zaman dilimlerinin kendine has özellikleri
vardır. Öyle ki, toplumsal yapımızda ortaya çıkmış ayrışma ve saflaşmalar zaman
zaman iç savaş boyutlarına bile ulaşmıştır.
14 Mayıs
2023 seçimleri de toplumsal yapımızda çok ciddi bir cepheleşmeyi getirmiştir.
Çıkarlar üzerine yaratılmış çelişki ve çatışmaların, kitlelerin bünyesinde
yarattığı çok yönlü olumsuzlukların sonuçlarını önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Ama şimdiden hiçte hoş olmayan bir tabloyla karşılaşacağımızı söylersek, abartı
yapmış olmayız.
Özellikle
son yirmi yıldan bu yana bu derece bıçak sırtı yürüyen bir iktidar kavgası
olmamıştı. Mevcut siyasi ortamda esas olarak iki ana cepheleşmeden
bahsedebiliriz; cephelerden birinin başını çeken, Chp-Hdp-İyi Parti birlikteliğidir.
Chp ve İyi Parti’nin başını çektiği Millet İttifakı veya Altılı Masa olarak
ifade edilen masanın diğer ortakları sadece bir görüntüden ibarettir. Yine aynı
biçimde Hdp’nin kendini sol olarak ilan eden Tip’le kurduğu birlik, aslında
geniş kitleler nezdinde Chp-Hdp ve İyi Parti ittifakını saklamada kullanılan
bir örtüdür. Bir diğer değişle görüntüyü kurtarma operasyonudur. İkinci cephede
ise, omurgasını Akp ve Mhp’nin oluşturduğu Cumhur İtifakı yer almaktadır.
Cumhur ittifakının diğer bileşenleri de kitlelerde psikolojik etki sağlamada
kullanılan araçlardır.
İki cephe arasında yapılan sert tartışmalar,
seçim sürecinde taraf olan her kesimi derinden etkilemekte, toplumsal problemleri
daha da derinleştirmektedir. Ama bu durum, Kürt aydınları, Kürt politikacıları
ve örgütlenmeleri için çok önemli koşullar ortaya çıkarmıştır. Böylesi koşullar,
belli amaç ve hedefler için örgütlenme yapmış güçler açısından hem daha geniş kitlelere
ulaşmada hem de örgütsel alanda kurumlaşmayı sağlamada önemli dönüm noktalarıdır.
Sadece örgütsel açıdan değil, düşünsel açıdan da toplumda kalıcılığı sağlayacak
önemli fırsatlar yaratır. Kürt örgütlenmeleri açısından sorun şu veya bu kadar
sayıda milletvekili çıkarma olmamalıdır. Milletvekili çıkarıp çıkaramama hiç
önemli değildir. Önemli olan; ‘Kürdüm, yurtseverim’ diyen herkesi kapsayacak
biçimde örgütsel yapıyı kitleselleştirme temelinde kurumsallaştırmadır. Kurumsallaşmaksa
çözümün anahtarıdır. Bu tarz bir yönelimi temel alma; başkalarının kimliğini
yüceltmeyi kabullenmemedir. Ulusal kimlik üzerinde ısrarlı olunduğu sürece
modern ulus olmanın bilincine varılır. Ulusal, kültürel kimliğe aidiyet sorunu
ancak bu biçimde çözülür. Bireyi ulusa bağlamanın yolu buradan geçer. Yani günümüzün
örgütlendirilmiş Hamidiye Alayları Pkk/Hdp ancak böylesi bir tavırla geri
püskürtülür. Maddi çıkarlar uğruna kırmızı koltukta oturmak için Kürt kıran Pkk/Hdp
pöçüğüne takılanlar ve aynı zamanda vahşi kapitalizmin şekillendirdiği burjuva
muhalefetlerinin paspaslığına razı olanlar, er veya geç tarihin çöplüğündeki
yerlerini alır.
2023.03.30
Baki Kare