2 Mart 2022 Çarşamba

NATO-ABD VE RUSYA FEDERASYONU ARASINDA YAŞANANLAR YENİ BİR SÜRECE EVRİLMEKTE.

 

NATO-ABD VE RUSYA FEDERASYONU ARASINDA YAŞANANLAR YENİ BİR SÜRECE EVRİLMEKTE 

    Nato ve bir anlamda Batı ile Rusya arasında esen rüzgarların giderek sertleşmesi, özünde iki süper gücün, yani ABD ile Rusya Federasyonu arasında bitmek bilmeyen rekabetin ürünüdür. Şu anda Ukrayna’da ve daha birçok bölgede yaşanan çatışmaların kısa özeti budur.

Toplumun yaşamı süreklileştirmek için yerleşik bir alan seçmeye başlaması, devletin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Böylece barbarlığın sona ermesiyle özgürlük ve refahtan bahsedilen toplumların oluşmasının önü açılmış oldu. Buna örgütlü toplumun ortaya çıkışı da diyebiliriz. Örgütlü toplum demek kentleşme demektir. Kentleşmeyle birlikte ticaretin ortaya çıkması ve sermaye birikiminin yoğunlaşması, yeni bir sürecin doğmasına yol açmıştır.

    Giderek emeğin metalaşması kapitalizmi ortaya çıkarmıştır. Kapitalizm demek modern sınıfların doğması demektir. Kapitalizmle birlikte ortaya çıkan ulus devlet ve burjuvazi, sermaye birikimiyle orantılı olarak güçlenmiştir. Artık devletler, iktidarlar sermayeye hizmet eden aygıtlar haline gelmiştir. Giderek ulusal sınırları zorlayan sermaye yeni bir aşamaya ulaşmış, yani emperyalist bir sistemin kurulmasına neden olmuştur. Bu noktadan sonra paylaşım savaşlarının ortaya çıkmasının esas nedeni, kapitalist-emperyalist sistemin aşırı kâr hırsıdır.

    Birinci Dünya Savaşı sonrası azda olsa ‘refah devlet, ‘refah toplum’ arayışı, İkinci Dünya Savaşı ile kesintiye uğradı. Daha sonraları, ellili yıllarla birlikte toplumun refahını yükseltme yönünde ciddi çalışmalar içine girildi. Bu dönemde liberal ekonomide, ya da bir anlamda pazar ekonomisinde devlet eliyle birtakım değişiklikler yapılarak toplumda refah düzeyinin yükselmesi sağlandı. Bu döneme, belli sınırlar içinde sermayenin kontrol edildiği dönem de diyebiliriz. Ama bu kontrol, sermayenin belli ellerde yoğunlaşmasına ve uluslararası boyutta hareket etmesine bir engel oluşturmadı.

Küreselleşme Ya da Küresel Sermaye Dönemi 

    Seksenli yıllar, kontrolsüz sermaye yoğunlaşmasının olduğu bir dönemdir. Uluslararası sermayenin paylaşım savaşları öncesine özgü bir biçimde alternatif güç istemediği, rakipsiz bir ortam yaratmaya yönelik yönelim içine girdiği yeni döneme, küreselleşme diyebiliriz. Küreselleşmenin elbette olumlu yönleri de vardır. Ama ağır basan yön, sınır tanımayan sermayenin hemen her yere damgasını vurmaya çalışmasıdır. Hele hele SSCB’nin dağılmasıyla birlikte küresel sermaye, önünde hiçbir engel tanımaz hale geldi. Gittiği yerlerde istihdama dayanmadan, gezginciliğiyle kâr elde etmeye çalışması, en önemli özelliğidir. Küreselleşme, sermayenin devletlere, iktidarlara dolu dizgin yön verdiği bir dönemdir aynı zamanda. ‘Devletlerin küçülmesi’ düşüncesi bu döneme özgüdür. Her pazar yol geçen hanına dönüştürülmeye çalışılmıştır.

    Bu dönemde küresel sermayeye darbe vuran en önemli gelişme, Gürcistan’ın Rusya tarafında işgalidir. Bu işgal hareketi, uluslararası sermayeye geldiği merkezlere tekrar yönelmesi için bir nevi ihtarda bulunmuştur. Beklenmedik bu gelişme, Çin’de kalıcı olmaya aday sermaye kesimlerini bile ciddi bir biçimde ürkütmüştür.

    Küreselleşme koşullarında hiçbir sınır ve ölçü tanımadan üretim yapma daha bir yaygınlaştırıldı; ‘limit’in ya da ‘sınır’ın telaffuz edilmediği bir noktaya gelindi. Pazar politikası haline getirilen ‘kullan at’ anlayışı benimsendi.

    Geçerken parantez içinde de olsa bir noktaya değinmekte yarar var: Küreselleşme koşullarında olup bitenler, sanayi devrimi döneminden daha fazla toplumlarda alt üst oluşlara neden olmuştur. Öyle ki; klasik anlamda emeğin metalaşmasının yerini ‘zihnin metalaşması’nın alıp almadığı artık tartışılmalıdır. Yani yeni tür bir ‘emekçi’, ‘işçi’nin konumu, statüsü üzerinden düşünceler üretmeye çalışmalıyız artık.

    İşte, özellikle 90’lı yıllarla birlikte ekonomik ve mali alanda ortaya çıkan uygulamaların, bir biçimde siyasi alanda karşılık bulacağını tahmin etmek güç değildi. Nitekim, Ukrayna ve Rusya arasında ortaya çıkan çatışma, Ağırlıklı olarak Batı’nın egemen olduğu uluslararası sermayenin yol açtığı sonuçtur. Yani açıktan yeni bir paylaşıma doğru gidiştir.

Ukrayna-Rusya Çatışması mı, Yoksa ABD-Rusya Çatışması mı?

    Şu anda Avrupa toprakları üzerinde ortaya çıkan silahlı çatışma, ABD ile Rusya Federasyonu arasındaki çatışmadır. Açıkçası; Nato ile Rusya çatışmasıdır. Ukrayna Batı dünyası tarafından, yani NATO ve ABD tarafından yem olarak öne sürülmüştür. Ukrayna yeni bir bölüşüm savaşının kurbanıdır. Bu politika Batı’nın, kapitalizmin vahşi yüzüdür.

    Varşova Paktı dağılmış olmasına karşın, savunma paktı olduğunu iddia Nato, kendini lav etmemiştir. Hatta sürekli genişlemeyi temel alan bir yol izlemede ısrarcı davranmıştır. Neden ve kime karşı? Yani Nato savunma değil, saldırı örgütü olduğunu geçmişte olduğu gibi bugün de kanıtlamıştır. Hatta 1997’de Rusya ile yaptığı anlaşmayı hiçe sayarak hareket etmiştir. Geçmiş sabıkaları doğrultunda yoluna devam etmek isteyen Nato gerçekliğini unutmamak gerekir. Nato’yu ‘özgürlükçü’ Rusya’yı da ‘totaliter’ olarak niteleyerek tavır geliştirmeye kalkışırsak kendimizi aldatmış oluruz.

    Açıkçası; bugün Ukrayna’da yaşananlar bir tür paylaşım savaşıdır. Bu aynı zamanda, küreselleşmenin tökezlemesidir de. Küreselleşmenin ekonomik bir olay olduğunu unutmamalıyız.  Bugün Avrupa’nın göbeğinde yaşanan gelişmelere bir de Çin’i ve sahip olduğu pozisyonu eklersek, hızla iki kutuplu dünyaya doğru ilerlemekte olduğumuzu söyleyebiliriz. İkinci Yalta olsun veya olmasın, süper güçler arsında dünyanın yeniden bölüşülmesine şahit oluyoruz.

    Bu dönemin iki kutuplu dünyasının, geçmişin iki kutuplu dünyasından birtakım farklılıklar içereceğini söyleme mümkündür. Geçmişte süper güçler arasında kalan üçüncü taraflar, içte ve dışta birçok alanda sıkışıklıklarla karşı karşıya kalırdı. Ama günümüzde böylesi bir sıkışıklığın en az düzeyde olacağını iddia etme mümkündür. Çükü dünya genelinde yerellik hemen hemen sona ermiştir; yereller genelle bütünleşmiş durumdadır.

2022.03.01

Baki Karer

24 Şubat 2022 Perşembe

BİR VİRTÜÖZE GEREK VAR

BİR VİRTÜÖZE GEREK VAR

    Rüsya-Ukrayna arasında yaşanan kriz, savaş ihtimalini sürekli gündemde tutan bir boyuta yükselmiş durumda. Ukrayna ile çıkacak bir askeri çatışmaya aslında savaş denilemez. Süper bir güçle ufak bir ülkenin birkaç saatlik karşılaşmasından bahsedebiliriz. Bu çatışma hangi boyutta devam ederse etsin, bugün için dünya savaşına yol açacağını söylemek abartılı olur. Ama bu kriz, her iki taraf için, yani Nato ve Rusya için Doğu ve Batı sınırlarının çizilmesini getirecektir. Bu sınırların çizilmesinden sonra her iki tarafın soğuk savaş dönemine özgü uzun süreli yıpratıcı çatışmalara devam edip etmeyeceğini önümüzdeki süreç gösterecektir. Rusya devlet başkanı Putin’in Ukrayna’nın Donetsk ve Luhansk bölgelerinin bağımsızlıklarını tanıdı. Yani Gürcistan’da uyguladığı yöntemin aynısını yaptı.

    Sonuçta Avrupa topraklarında savaş rüzgarlarının esmesine sadece Rusya değil, Nato daha fazla sebep olmuştur. Yani Batı bir kez daha, yaklaşık 70 yıl sonra savaş çanlarının çaldığı bir coğrafyaya dönüşmüş durumdadır. Avrupa izlediği yanlış, tehlikeli politikayla bir kez daha sahip olduğu değerleri tehlike altında bırakmıştır. 

    Küreselleşmenin siyaseti cüceleştirmesi, cüce siyasetçilerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Savaş tamtamlarının çalındığı Avrupa’ya bir virtüöz gerekli; ister keman konçertosu, isterse piyano resitali versin. Cesaretle sahneye çıkacak bir virtüöz, kemanın tellerine veya piyanosunun tuşlarına güvercinlerin konmasını başarırsa, barış ortamının egemen olmasına neden olur. İşte o zaman siyasetteki cüceleşme de sona erer, güçlü ve cesaretli politikacıların boy göstermesini sağlar.

2022.02.22

Baki Karer

13 Şubat 2022 Pazar

 

 

 

RUSYA-UKRAYNA ÇATIŞMASI ÜZERİNE 

    Özelikle son birkaç aydan bu yana Rusya’nın Ukrayna’ya karşı askeri bir harekât düzenleme ihtimali üzerine yoğun tartışmalar yapılıyor. Batı Bloku ülkeleri ve Rusya arasında tehlikeli bir oyun oynanmakta. Batı bloku ülkeleri denilince; akla ilk gelen NATO ve Amerika Birleşik Devletleri’dir. NATO ve ABD gelecek birkaç on yılın stratejisini oluşturmaya çalışırken, Rusya’da egemenlik bölgesinin sınırlarını çizmenin uğraşı içinde. Ukrayna bu satranç oyununda seçilmiş bir figürdür sadece; fillerin kapıştığı sahada bir nevi çimen olmaktan çekinmemenin, ya da zaman zaman yaramaz çocuk rolüne kendini kaptırmanın cezasını çekiyor.

    Rusya ve özellikle de ABD Ukrayna’yı bahane ederek, birbirlerine karşı mevzilenmelerini daha ileri bir düzeye çıkarmak istiyor. Yani her iki tarafta daha fazla kazanç elde etmeye çalışıyor. Aslında olup bitenler bir anlamda soğuk savaştır. Geçmişte, SSCB yıkılmadan önce NATO ve Varşova Paktı, daha doğrusu, ABD ve SSCB birbirlerine karşı oyunlarını direkt oynarlardı. Ama bugün, ABD ve Rusya Federasyonu doğrudan karşı karşıya gelmeden birbirini alt etmenin çabası içinde. Yani küreselleşme koşullarında yürütülen bölüşüm savaşı çok farklı biçimlerde uygulanmakta. Her iki tarafta birbirine karşı mevzi kazanmak için zaman zaman bazı ülkeleri, çoğu zaman da kendilerine bağlı örgütleri kullanmaktan çekinmemektedir. Örneğin Rusya’ya karşı bir dönem Afganistan’ı, Gürcistan’ı ileri süren NATO ve ABD şimdi de Ukrayna’yı kullanmaktadır.

    Ukrayna’nın bir NATO üssü olarak kullanılmasını kabul etmeyen Rusya, bu konuda sonuna kadar diretecek bir tavır içindedir. Açıktır ki, Ukrayna cephesinde çizilecek egemenlik sınırı, aynı zamanda Kafkas cephesinin sınırlarını da belirleyecektir. Rusya’dan Çin’e yeni petrol boru hattı açma girişimi bunun içindir. Aynı biçimde Kuzey Akım İki projesi de egemenlik alanı sınırlarını belirleme girişiminin bir parçasıdır. Rusya ikinci paylaşım savaşı sonrası yapılan anlaşmanın benzeri bir bölüşüm peşindedir. Yani ikinci bir Yalta dayatmaktadır. Ama ABD, Soğuk savaş döneminde olduğu gibi uzun süreli yıpratıcı çatışmayı tercih etmekte.

RUSYA NEDEN DİRENGEN DAVRANIYOR

    Rusya, eski Varşova Paktı üyesi birçok ülkenin ve SSCB’den ayrılan Baltık ülkelerinin NATO’ya üye olmasına ses çıkarmamış, demeç düzeyinde tepkilerle yetinmişti. Ukrayna olayında ise farklı bir direnç gösteriyor. Nedeni de günümüzde küreselleşmenin geldiği düzeyle ve ortaya çıkardığı koşullarla ilintilidir. Artık üretime dayanmayan, gezginci sermayenin geldiği merkezlere geri dönme eğilimi ağır basmaktadır. Buna bağlı olarak Uzak Doğu, Asya, Orta Doğu  ve Latin Amerika ülkelerinde sıcak parayla ekonomik genişleme döneminin sona erdiğini söyleyebiliriz. Halihazırda yeterli olmasa da ekonomik kalkınma modellerinin temel alınacağını gösteren girişimleri görüyoruz.

    Küreselleşmenin yaygınlaşması hemen her kıtada veya belli başlı bölgelerde söz sahibi olmaya başlayan bölgesel güçlerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örneğin Türkiye, İran, Brezilya, Şili, Meksika, Mısır gibi. Elbette bunların sermayenin ana merkezlerinden bağımsız ve sanayileşmiş güçler olduğunu söyleyemeyiz. Ama öbür yandan B.Avrupa, ABD ve Rusya Federasyonu da bu bölgesel güçleri aşarak, ya da eskiden olduğu gibi hiçe sayarak hareket edememekte. Yani küresel koşullar, süper güçlerin istemi dışında, bölgesel güçlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Sanayileşmiş ülkeler ve süper güçler, bir anlamda bölgesel güçlerle güç bölüşümünü kabul etmek zorunda kalmıştır. Ambargo ve dayatmalarla ‘hizaya getirme’ çabasının sonuçsuz kalacağı nihayet anlaşılmıştır.

    Öte yandan NATO da artık eskisi gibi değildir. Üye ülkelerde eski kararlılık ve birlikte hareket etme isteği yoktur. Fransa’nın Avrupa Birliğinin nükleer gücü olarak ayrı bir baş çekmesi, Almanya’nın Enerji başta olmak üzere daha birçok nedenlerden dolayı Rusya ile karşı karşıya gelmek istememesi, Batı Cephesi’nin zayıflıklarıdır. Yani okyanus ötesi bir güç olan ABD’nin istekleri doğrultusunda hareket etmenin üçüncü kez bir felakete yol açma ihtimalini Avrupa ülkeleri dikkate almak durumunda kalmıştır. Daha da ötesi; çıkacak bir savaşın sadece konvansiyonel silahlarla sınırlı kalacağının garantisi de yoktur. Yine NATO’ya yeni üye yapılmış bazı küçük ülkelerden gelen aykırı sesler ayrı bir sorundur. Ayrıca Türkiye’nin Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, hatta Montrö anlaşması nedeniyle ABD ile yaşadığı problemler nedeniyle NATO’nun her istemini yerine getirmeyeceği sadece varsayımdan ibaret değildir. Tüm bunların yanı sıra Rusya ile olan ekonomik çıkarları göz önünde bulundurursak durum kendini daha netleştirir. Türkiye şimdiden kendisini Batı’nın ya da Doğu’nu yanında göstermeden ziyade yuvarlak masaya göre konumlandırmaya çalışmaktadır.  Batı cephesinde yaşanan bütün bu sorunlar Rusya’nın elini güçlendirmektedir.

    Rusya’yı Batı Karşısında direngen hale getiren bir başka etken de Çin’in durumudur. Çin artık bir süper güçtür. Ukrayna krizinde Rusya’nın yanında yer alacağı pek tartışma götürmez.  Petrol ve enerjiye olan ihtiyacının yanı sıra Tayvan sorunu Çin’in tarafsız kalmasını engelleyen noktalardır. Bu durum aslında Batı için bir başka tehlikeyi beraberinde getirmekte; küresel koşullarda Doğu ‘Barış’ içinde gösterilirken, Batı ‘savaş bölgesi’ olarak tanıtılmaktadır. Ukrayna’nın yem olarak öne atılması, Avrupa’nın ‘vahşi’ yönünü tekrar tartışılır hale getirecektir. Demokrasi, insan hakları ve özgürlüğünü savunamayan bir Batı algısının yaygınlık kazanmasının sonuçları üzerinde düşünmek gerekir.

    Ukrayna ile ilgili olarak Rusya ‘güvenlik garantisi’ beklentisi içindedir. Gelişmelerin seyri, Ukrayna’yı arka bahçesi olarak gören Rusya’nın kalıcı olmaya yönelik işgale baş vurmadan çok sert bir cezalandırmada bulunacağı yönündedir. Askeri harekât sadece cezalandırma eylemiyle sınırlı kalsa da, Avrupa Birliği ve ABD kadar Rusya Federasyonu da zarar görecektir. Dolaylı yollardan da olsa Rusya’nın beklediği garantilerin verilip verilmeyeceğinde Avrupa Birliği’nin tutumu belirleyici olacaktır.

    Siyaset ortaya çıkan sorunlara çok yönlü bakabilme ve çözümler getirme sanatıdır aynı zamanda. Bakalım aklıselim egemen gelebilecek mi?

11.02.2022

Baki Karer

18 Ocak 2022 Salı

NELER OLUYOR?

 

NELER OLUYOR?

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mecliste Adalet ve Kalkınma Partisi grup toplantısında konuşurken, kimsenin beklemediği bir dayatmada bulundu. Selahattin Demirtaş’ın İmralı’da yüzer-gezer yatta kalana hesap vereceğini söyledi. Sarf edilen cümle aynen şöyle; ‘Ama Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek’ dedi. ‘Vermesi gerekir’ demiyor, ‘verecek’ diyor. Burada kesinleşmiş bir ifade kullanılıyor. Bir buyurganlık, emrivakilik içermekte. Peki, Demirtaş’ın İmralı’ya hesap vermekten kaçınma ihtimali var mı? Bunu kocaman bir ‘hayır’la yanıtlayabiliriz.

‘Hesap verecek’ söylemine karşı Selahattin Demirtaş’ın verdiği yanıt beklenenin dışında değil; gayet olağan, verilen görev ve yetki alanlarının dışına taşmayan ama birazda yalvarışçı. Yani gayet saygılı ama bir yandan da altına sokulduğu yükümlülükleri layıkıyla yerine getiren biri olmasına karşın şimdi bir köşeye atılmasına duyduğu tepkiyi de ifade etmekte. Parlamentoya ve bağımsız olarak tanımladığı yargının kararlarına saygılı olduğunu dile getirmekten kendini alamıyor. Edirne’de yatışına onay vermekte ve yargının hakkında verdiği kararlarla, adaletle kanunlar arasında dengenin sağlandığını açıktan kabullenmekte. Demirtaş verdiği bu yanıtla, aynı zamanda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’deki yargı kararlarına müdahale etmesine duyduğu tepkiyi de açığa vurmuş oluyor. Devletin bir biriminin görevlisi olarak, devletin belli başlı kurum ve kuruluşlarının kendisinden beklentisini boşa çıkarmamış oluyor. Giderken de ‘usulüne uygun’ olarak gitmek zorunda.

İttihat Terakki’den bu yana etno-seküler devlet yapılanmasını kavramayan çaylağın ontolojik devlet elamanın önüne atılış sahnesine şahit oluyoruz. Kırmızı koltuk uğruna ökçeye eğilmenin sonu budur. Basit muhbir ağının elemanı ile derin devlet arasında kurulan geçici ve kırılgan olan dengenin, derinlerin lehine işletilmesi söz konusudur.

16.01.2022

Baki Karer

 

 

 

 

 

 

 

28 Aralık 2021 Salı

PKK-HDP’nin Kimlik Tarifi

 

PKK-HDP’nin Kimlik Tarifi

    HDP’den seçilmiş bir milletvekili, birkaç gün önce Twitter’e HDP Türkiye’de herkesi temsil eden bir partidir. Kürtleri dışlamayan tek partidir.’ notu düşmüş. Yazılan bu not, ilginç olmamasına rağmen ifade ettiği anlam itibariyle tartışmaya değerdir. Her şeyden önce HDP milletvekilini tebrik etmek gerekir; farklı yorumlara yer vermeyecek biçimde bağlı olduğu partinin stratejisini cesaretlice formüle etmiştir. Bu noktada HDP’nin diğer burjuva partilerden farkını vurgulamaya çalışırsak; daha gayretkeşli ve üzerinde oynadığı ipin hakkını veren bir partidir diyebiliriz. Demecin veya düşülen notun ilginç olmayışı da buradan kaynaklanmakta. Yuklarıdaki iki cümle kısa ama bir partinin kimliğinin tarifidir, yani bir kimlik vurgusudur. Kısa bu iki cümle Kılıçdaroğlu’nun Kürdistan lafından ben de rahatsız oluyorum’ CHP amentüsüyle bütünleştirilirse, tabloya yansıyan silüet daha bir netleşir. Gördüğümüz silüet, Kürt halkının ensesine saplanmış hançerdir.

26.12.2021

Baki Karer

13 Kasım 2021 Cumartesi

 

SEÇİM SÜRECİNDE SİYASET DİLİ VE KUTUPLAŞMA 

    Genel seçim tarihi yaklaştıkça siyasal tartışmalar müthiş bir kavga düzeyinde yürütülmekte. ‘Kavga’ diyorum çünkü, taraflar şirazesinden çıkmak üzere. Öyle ki, aslı olsun veya olmasın ağır suçlamalar karşılıklı olarak dillendirilmeye başlandı. Yalan dolan ve iftiranın gayet olağan bir durum gibi tartışılmaya başlanması, çok tehlikeli bir kerteye gelindiğinin göstergesidir. Hemen her kesimde, adeta korku ve panik geliştirilerek sağlıklı karar verme, akılcı düşünme ortamı yok edilmek istenmekte. Ortamın kızışmasına neden olanlar, iktidar uğruna istedikleri atmosferi egemen kılmanın uğraşı içindeler. Bu tutum ve davranış biçimi, bir anlamda toplumu teslim almadır. Tartışmalar ve karşılıklı tehditler radikalleştikçe yığınlar dehşete düşürülmekte. Dehşete düşen yığınlarda ayrışma, birbirini dışlama ve suni gruplaşmalar yaratılmakta. Geniş çaplı kitleleri etkilemek için estirilen korku ve panik aslında bir terördür. Kullanılan dil, yaygınlaştırılmak istenen söylem eğer yığınlarda kaygı uyandırıyorsa, korkuya ve strese neden oluyorsa terör estiriliyor demektir. Her terörün, hele hele en geniş kitleleri pısırıklaştırmayı hedefleyen terörün bir sosyolojisi olduğunu unutmamalıyız. Toplumdaki kesitler arasında yaratılan keskin uçurumlarla cepheleşmenin önü açılarak, elde edilecek başarılar her zaman tartışmalı olmaya mahkumdur.

    Türkiye koşullarında birbirine alternatif gibi görülen siyasal kanatlar aslında hep ortak zeminde hareket etmişlerdir. Sonuç itibariyle bizde iktidarla muhalefet arasındaki ilişki ve çelişkiyi irdelerken, uluslaşma süreciyle ilintili sınıf mücadelesinin karakteristik özellikleri dikkate alınmak zorundadır. 

TÜRK PARTİSİNE OYNATILAN ZORAKİ KÜRT ROLÜ

    2023 genel seçimleri yaklaştıkça ortaya çıkan tabloyu biraz daha netleştirecek olursak; Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi bir cephe, Cumhuriyet Halk Partisi, PKK/HDP ve İyi Parti bir başka cephedir. Her iki cephe de aralarındaki değişkenlikte PKK/HDP’yi bir denklem olarak görmekte. Bu durumu ‘ilginç’ olarak tanımlayanlar çıkabilir. Ama kırk yılın sonunda varılan noktaya bakıldığında, bunun hiçte ilginç olmadığı görülür. Sonuçta bir Türk partisine oynatılan rol ortadadır.

Suriye’de Esad ailesiyle olan ilişkiler, insanları vinçlerde asan İran rejimine verilen destekler, Irak’ta Haşdi Şabi ittifakı, Türkiye’de malum karanlık güçlerle kırk yıllık birliktelik, PKK/HDP’nin hiçbir hareket tarzını ve düşüncesini ‘ilginç’ kılmamaktadır.

    Gelinen noktada, PKK/HDP bir maymuncuk gibi kullanılarak, asimilasyonda ciddi düzeyde başarı elde edildiği artık bir gerçektir. Türkleşme ve Türkleşmeye özenti hiçte öyle küçümsenecek bir boyutta değildir. Nitekim bugün HDP/PKK içinde Atatürkçülük mü, Kemalizm mi yönlü tartışmalar yapılmakta. Tavandan tabana kadar, özellikle kadrolar arasında yoğun tartışmaların yapıldığı artık gizlenemez bir aşamaya gelmiştir. Her iki ‘taraf’ birbirini adeta efsunlamakta. Yani   CHP içindeki ideolojik tartışmaların aynısı bugün HDP ve Kandil’de yapılmakta.

    Şimdilerde PKK/HDP içinde yer aldığı Millet İttifakı ile birlikte Kürt halkıyla alay etmekte. ‘Cumhur İttifakı faşist’ ama MHP’den ayrılan ve MHP ülkücülüğünü aratan İyi Parti’nin yer aldığı ‘Millet İttifakı demokrattır’ diye sisli bir ortamı egemen kılmaya çalışmakta. Cumhur İttifakını düşman, ama ‘Andımız’ marşını okullarda yeniden her sabah okutmaya söz veren Millet İttifakı’nı ‘demokrat’ olarak tanımlamakta. Kürt halkının aklıyla dalga geçme buna denir.

22021.11.12

Baki Karer

13 Ekim 2021 Çarşamba

 

İHANETE CEPHESİ ÇUKURA YUVARLANDI

 

    Irak’ta 10 Ekim’de erken genel seçim yapıldı. Seçim sonuçları henüz resmen açıklanmadı. Ama şu ana kadar gelen bilgilere bakılırsa, Kürdistan Demokrat Partisi başarıyla çıktı.  Bu seçimle birlikte G: Kürdistan yeni bir sürece girmiş oldu. Seçim sonuçları KDP ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi açısından tartışılırken, üç seçim bölgesini ön plana çıkarma her açıdan yararlı olacaktır. Çünkü bu üç seçim bölgesi G. Kürdistan’ın, genelde Kürdistan coğrafyasının geleceği için her açıdan bir mihenk teşkil ettiği kanısındayım. Bunlardan biri, Kerkük, biri Şengal, biri de Mahmur.

    Siyasal gelişmeleri yakından takip edenler bilir ki, sadece Barzaniler ve KDP etrafında çember örülmeye çalışılmıyordu, en önemlisi Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni abluka altına alarak yok etmenin korkunç çabaları veriliyordu. Kürt ulusunun, G.Kürdistan’nın başına örülmek istenen ihanet ağında bu üç seçim bölgesinde olmadık entrikalar çevriliyordu. PKK-Haşdi Şabi ikilisi ve ittifakçıları bu yerleşim noktalarında çok başarılı olduklarını iddia ediyorlardı. Ama KDP, özellikle bu noktalarda ihanet çemberini çukura yuvarladı. İhanet şebekelerinin çabaları bir sonuç vermedi. Kürt Federe Devlet’i sadece kendi yönetiminin nefes borularını genişletmekle kalmadı, merkezi yönetimde de söz sahibi olmaya aday konuma gelerek, Ortadoğu genelinde değişimin taşlarını döşemeye başladı. Bu çok önemli bir gelişmedir. Bu siyasal gelişmenin muhtemel sonuçlarının tartışılacağına ve irdeleneceğine inanıyorum. Satmadan, katmadan ve başkalarının orta direğine sarılmadan bir halk, bir ulus nasıl temsil ediliyor görülsün. 

12.10.2021

Baki Karer