13 Ekim 2021 Çarşamba

 

İHANETE CEPHESİ ÇUKURA YUVARLANDI

 

    Irak’ta 10 Ekim’de erken genel seçim yapıldı. Seçim sonuçları henüz resmen açıklanmadı. Ama şu ana kadar gelen bilgilere bakılırsa, Kürdistan Demokrat Partisi başarıyla çıktı.  Bu seçimle birlikte G: Kürdistan yeni bir sürece girmiş oldu. Seçim sonuçları KDP ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi açısından tartışılırken, üç seçim bölgesini ön plana çıkarma her açıdan yararlı olacaktır. Çünkü bu üç seçim bölgesi G. Kürdistan’ın, genelde Kürdistan coğrafyasının geleceği için her açıdan bir mihenk teşkil ettiği kanısındayım. Bunlardan biri, Kerkük, biri Şengal, biri de Mahmur.

    Siyasal gelişmeleri yakından takip edenler bilir ki, sadece Barzaniler ve KDP etrafında çember örülmeye çalışılmıyordu, en önemlisi Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni abluka altına alarak yok etmenin korkunç çabaları veriliyordu. Kürt ulusunun, G.Kürdistan’nın başına örülmek istenen ihanet ağında bu üç seçim bölgesinde olmadık entrikalar çevriliyordu. PKK-Haşdi Şabi ikilisi ve ittifakçıları bu yerleşim noktalarında çok başarılı olduklarını iddia ediyorlardı. Ama KDP, özellikle bu noktalarda ihanet çemberini çukura yuvarladı. İhanet şebekelerinin çabaları bir sonuç vermedi. Kürt Federe Devlet’i sadece kendi yönetiminin nefes borularını genişletmekle kalmadı, merkezi yönetimde de söz sahibi olmaya aday konuma gelerek, Ortadoğu genelinde değişimin taşlarını döşemeye başladı. Bu çok önemli bir gelişmedir. Bu siyasal gelişmenin muhtemel sonuçlarının tartışılacağına ve irdeleneceğine inanıyorum. Satmadan, katmadan ve başkalarının orta direğine sarılmadan bir halk, bir ulus nasıl temsil ediliyor görülsün. 

12.10.2021

Baki Karer

2 Ekim 2021 Cumartesi

 

İKTİDAR KAVGASININ HIRÇINLIĞI

 

    Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 19 Eylül’de verdiği demeçle ‘Kürt sorunu’nu Halkların Demokratik Partisi ile çözeceğini söyledi. Çözeceği yerin de Büyük Millet Meclisi olduğunu özellikle belirtti. Demeç duyulur duyulmaz, hemen her kesimden yorumlar ve tavsiyeler arka arkaya geldi. Öylesine bir atmosfer oluştu ki sihirbazın değneğini sadece masaya indirmesi kaldı; değnek masaya vurulduğu anda bir şimşek hızıyla çözüm kendini gösterecek ve hemen herkes mutlu ve mesut köşesine çekilecek… Ne âlâ! Sorunun çözümüne yönelik böylesi bir buluşa kim itiraz edebilir ki?

    Elinde sihirbaz değneğiyle dolaşan bir CHP var. Bahsettiği ‘Kürt sorununu’ HDP denilen bir Türk partisiyle çözümleyeceğini söyleyerek ortalığı velveleye verdi. CHP’nin tarihini ve uygulamalarını bilen hemen herkesin bu demeçte bir puştluk olduğunu bilir. ‘Puştluk’ diyorum çünkü, sorunun yaratılmasında belirleyici rol oynayan ve ne pahasına olursa olsun kördüğüm olarak kalmasında direten CHP’dir. PKK’nin arkasındaki derin devlet gücüne yön verenlerin başında gelenlerden biri de CHP’dir. Bu konuda kimsenin kuşkusu olmaması gerekir.

    Zaten uzun dönemdir ‘al gülüm ver gülüm’ taktikleriyle aklın araçsallaştırılması söz konusudur. Kürt halkının aklıyla oynandığı gibi Türk halkının da aklıyla oynanmakta. Nesnel gerçeklilik bir tarafa bırakılarak popülerliği temel alan bir anlayışla sorunlar geçiştirilmeye çalışılmakta. Önceleri ekonomik indirgemeci bir anlayışla mevcut iktidara karşı tavır geliştirilirken, bu günlerde bunun işe yaramadığı ve toplumda pek de karşılığı bulunmadığı fark edildi. Yoksulluk, fakirlik edebiyatıyla toplumun harekete geçirilemeyeceği, bu anlayışın her zaman ve her koşulda işe yaramayacağı nihayet kabul edildi.Özellikle küreselleşme koşullarında toplumsallıktan ayrıştırılmak istenen sanat, endüstrileşme sürecinde popülerliğe nasıl kurban edilmek isteniyorsa, CHP de Kürt halkının sorunlarını popüler kültür içinde unutturmaya çalışmakta. Daha doğrusu popülerliği körükleyerek Kürt ulusunun içinde bulunduğu statüyü kendisi için bir kazanca, kâra dönüştürmeye çalışmakta. Asimile edilmiş, boyun eğdirilmiş, efendisine hizmetçiliği yarış olarak kabul etmiş bir kesimin desteğinde iktidar olmanın koşulları yaratılmak isteniyor. Bir toplumda, ulusta hizmetçiliği içselleştirmenin çabalarından daha tehlikeli bir şey olamaz. Bu tutum ve davranış, Dersim ya da Zilan katliamından daha beterdir.

    Genel seçimlerin yapılacağı tarih yaklaştıkça, popüler bir deyimle, ‘Kürt kökenli Türklerle’ bir masa etrafında geçmişi yad etmede bir sakınca görülmemekte. Yeniçerilerin suçluyu yakaladığında ‘hoopp güümm’diye yere vurması misali, terbiye edilmişlerden hareketle, Kürdün bitirildiğine tüm bir toplum inandırılmak istenmekte. Bildik senaryoların tekrarı…

30.9.2021

Baki Karer

7 Eylül 2021 Salı

PKK’nin Talibanlarla Benzerlikleri

 

PKK’nin Talibanlarla Benzerlikleri

 

 Afganistan’da Talibanlar’ın iktidara gelişiyle birlikte rejim değişikliği oldu. Öncelikle Taliban ile El-Kaide arasında farklılıkların olacağını  sanmıyorum. İslamcı geçinen bu tür örgütlenmelerinin 21’ci yüzyılın yüz karası olduğunu söylemeye bile gerek yok. Daiş, El Kaide, PKK, Taliban benzeri yapılanmaların, ister devlet düzeyinde, ister örgüt düzeyinde olsun, içinden çıktıkları halklara karşı her türlü terörü uyguladıkları bilinmekte.

    Afganistan’da hızla inşa edilmeye başlanan çağdışı rejime karşı ‘modern Batı’nın tutumu, muhtemel ortaya çıkacak olan göç sorunuyla sınırlıdır. Yani kargo uçaklarının tekerlerine takılı kalan demokrasi ve insan hakları sorunu karşısında Batı’da bir konsensüs oluştuğunu artık görmek gerekir.

    Son birkaç günden bu yana, Afganistan’la Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında benzerlikler aramaya çalışanlara sıkça rastlanmaya başlandı. Bunlar arasında benzerlik bir yana, birbirine zıt yönetim biçimleri oldukları tartşılmazdır. Ama Afganistan’da iktidar olan Talibanlar ile PKK arasında çokça benzer yanların olduğunu söyleyebilirim.

    Talibanlar’ın PKK ile benzer yanlarından en başta geleni; her ikisinin de Selefi anlayışı doğrultusunda örgütlenme biçimini temel almasıdır. Her ikisinde de aklın geri plana atıldığı bilinir. Kendilerini bir varlık olarak kabul etmezler. Düşünmeyi, sorgulamayı tanrılarına isyan olarak kabul ederler. O nedenle söyleneni olduğu gibi kabul edip, kendilerini hiçleştirdikleri oranda tanrılarıyla bütünleştiklerine inanırlar. İnandıkları, ya da kabul ettikleri tanrılarsa, şef veya lider olarak gördükleridir.

   PKK ile Taliban’ın benzer bir başka yanı, her ikisinin de halkını düşman görmesidir. Bu nedenle içinden çıktıkları halka karşı sürekli işkence yaparlar ve cinayetler işlerler. Taşlama ve taş altı yapmayı günlük ibadetlerinin bir parçası olarak görürler. Aklını kullananlara, düşünenlere, bilime inananlara olan düşmanlıklarını söylemeye bile gerek yoktur. Eğitimsiz ve aydınlanmamış bir toplum yaratmayı arzularlar.  Her ikisinde de mağara yaşamı esas alındığı için elli ya da en fazla yüz kelimeyle kendilerini ifade etmeye çalışırlar; şehit, şahadet, önderlik, lider, silah, ölüm vb. birkaç kelimeyle yetinme bunların en önemli ortak özellikleridir. Bu nedenle, dilin, sanatın edebiyatın, kültürün gelişmesini, serpilmesini terörle, cinayetlerle önlemeyi bir ibadet olarak kabul ederler.

    Bir diğer ortak nokta ise; her ikisi de uluslararası arenada karanlık güçlerin piyonudurlar. Birbirine en zıt noktada olan karanlık güçlere hizmet etmekten zevk alırlar. Bunlar örgütsel çıkarları uğruna kendi halklarını arkadan hançerlemeyi bir görev olarak kabul ederler. Sınır tanımaz bir hainlik içindedirler. Çünkü karanlık güçlerin emrinde başka türlü ayakta kalma imkânları yoktur.

    Çok önemli gördüğüm bir ortak yanlarına daha değinmeden geçmemek gerekir; esrar, eroin kaçakçılığı…Taliban ve PKK çalışmadan yemenin, asalak yaşamlarını sürdürmenin kestirme yolunu esrar, eroin kaçakçılığında görür. Bu konuda bağlı oldukları karanlık odakların her türlü desteğini alırlar. Ayrıca sadece kaçakçılıkla yetinmeyip, silah zoruyla halktan topladıkları haraçlar da ayrı bir sorundur.

    Sonuç olarak; Afganistan’da yaşananların ulus devlet trajedisi olmadığı ortadadır. Bu noktada Talibanla PKK’nin buluştuğu en önemli nokta; Talibanlar ulus devleti arkadan hançerlerken, PKK de ulus devlet olma kavgasını verenleri karanlık güçlerle iş birliği içinde arkadan vurmanın mücadelesini veriyor. Bunların her ikisi de yüzyılımızda çöküntünün ve utancın kaynağıdır. Trajedi olan Taliban ve Pkk’nin kendisidir.

09.04.2021

Baki Karer

27 Ağustos 2021 Cuma

 

Talibanlar Yeniden İktidar

    20 yıl sonra yeniden iktidar olan Talibanlar, Afganistan içinde olduğu kadar çevre ülkelerde de yeterince ürküntü yaratmış durumda. Aslında Amerika Birleşik Devletleri yenilmiş değil; perde arkasında yürütülen diyolog sunucu ABD geri çekildi. Pakistan, Türkiye ve Suudi Arabistan üçlüsüne devredilen Afganistan, geçmiş dönemden farklı uygulamalar içine gireceğini kimse garanti edemez. Yok edildiği söylenen İŞİD’in yerine yeni bir versiyonun ortaya çıkarılması, ‘beklenmedik bir durum’ olarak izah edilemez. Şimdi özellikle Türkiye iki defe düşünmek zorundadır. Afganistan sorunu üzerine yeni inşa edilen Pakistan, Türkiye ve Suudi Arabistan birliğinin Astana’yı nasıl etkileyecek? Talabani selefiliği İran’ı ne oranda etkileyecek. Bu yeni oluşuma karşı Rusya ve İran’ın takınacağı olumsuz tavır, Türkiye’yi daha bir çıkmazın içine itikleyebilir. Bölgeler düzeyinde oluşturduğu yerel ayaklara dayanacak olan ABD, önümüzdeki süreçte Çin-Rusya ikilisine karşı daha aktif bir tavır içine gireceğini tahmin etmek zor değil.

18.08.2021

Baki Karer

 

 

28 Temmuz 2021 Çarşamba

 

PKK/HDP’NİN AYAKLARI

 

    PKK/HDP’nin, gelinen noktada, kendi ayakları üzerinde hareket ettiğini iddia etmek artık abartılı bir durumdur. Bugün PKK ve yamaklarını ayakta tutanlar, çeşitli gerekçelerle koşulsuz destek verenler yan cep ya da arka cep müdavimleridir. Biraz daha açıklık getirecek olursak; bugün koşulsuz destek verenlerin çoğunluğunu geçmişte PKK dışında parti ve örgütsel yapıda yer alanlar oluşturmaktadır. Bu ilginç bir durumdur. Çünkü neredeyse 40 yıldan bu yana derin devlet güçlerinin yürüttüğü ‘düşük yoğunluklu’ çatışmaların toplumda yol açtığı düşünsel yapıyla ve davranış biçimiyle yakından bağlantılıdır.

    Ortaya çıkan bu ilginç yapıyı irdelemek için Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin egemen olduğu topraklarda PKK’nin kısa aralıklarla yakın zamanda başvurduğu şiddet eylemleri üzerinde durmak gerekir. Sadece KBY topraklarında değil, Rojava’da PKK/YPG’nin insanlık dışı uygulamaları, Kuzeyde karanlık güçlerle kol kola sergilenen bir dizi entrikalardan bağımsız düşünülemez. Kürt halkı üzerinde Kürt olduğunu iddia eden oluşumlar aracılığıyla sürdürülen terör eylemlerini farklı ele almanın, çeşitli bahaneler ileri sürmenin insanlıkla bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Kürt toplumunu sonu gelmez terör sarmalına mahkûm etmek isteyenlerin eylemlerini dolaylı veya dolaysız savunmaya çalışma bir ulusun haklı kavgasını ayaklar altına alma anlamını taşır.

    Bilindiği gibi Matina’da 5 Haziran 2021’de PKK, 5 peşmergeyi katlederken, 4 peşmergeyi de ağır yaraladı. Bir diğer önemli gelişme de, Rojava’da yaşandı; 28 Haziran 2021’de

    Kenan Evren cuntasının işkence metotlarıyla EMİN İSA isimli bir yurtsever yine bunlar tarafından katledildi. En son gelen haberlere bakılırsa Afrin’de toplu mezarlar ortaya çıkarılmış. Yani PKK eliyle siviller toplu katliama uğratılmış. Bunlar yakın zamanda olan ve açığa çıkarılan cinayetlerdir.

    Tüm bunlar bilinmesine karşın, işlenen cinayetlere güçlü bir tepkinin verilmemesi, PKK terörünün toplumsal yapıda açtığı tahribatı göstermektedir. İlginçtir; tartışmasız tavır alması gerekenler ya sudan bahaneler ileri sürüyor, ya da hiç alakası olmayan konuları öne çıkartarak görmemezlikten gelmeye çalışıyorlar. Böylesi anlarda tereddüt etmenin yol açacağı sonuçlar açıktır. İster desteklensin, isterse estirilen terör karşısında ‘tarafsız’ bir duruş sergilensin, sonuçta her iki biçim de PKK’nın Kürdü bitirme çabalarına destek olma anlamına gelir. İçinde bulunduğu statüye karşı tavır alan, mücadele yürüten herkes, halkına karşı terör estirenlere karşı gereken dik duruşu göstermelidir. İkircimli olma, sinme, geri çekilme, taraf olmama vb. davranış biçimleri terör estirenleri cesaretlendirir ve daha da güçlenmesi sağlar. Sonuçta toplumu ‘kitle’ veya ‘yığın’ düzeyine indirgeyerek edilgen kılar. Toplum sadece pasifize edilmekle kalmaz, estirilen terörle bazı kesimleri destekçi konuma getirme olanağını dahi sağlar. Bu aynı zamanda totaliterliğe sempati duymayı, hatta şiddete tapmayı beraberinde getirir. Öyle ki, küçümsenmeyecek bir kesimde giderek kültürel yapılanmaya bile yol açabilir. Böylesi kültürel şekillenme de karşılığını seçkinciliğe teslim olmada bulur. Sorgulama gücünün kaybedildiği noktada, gönüllülüğe dönüşmüş bir boyun eğiş ortaya çıkar.

    Bahsettiğim boyun eğiş ve teslimiyet son dönemlerde 1990’lı yılları aratacak oranda kitleselleştirilmeye çalışılmakta. Hemen her koldan sergilenen entrikalarla Kürt halkının abluka altına alma gayretlerine şahit olmaktayız. Olmadık sıfatlar altında Türkçülük, Türklüğe özentilik, giderek yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Buna verilecek en son örnek 17 Haziran 2021’de Deniz Poyraz isimli genç bir kızın HDP İzmir şubesinde öldürülmesidir. Bu cinayet karanlık güçlerle el ele verilerek işlenen bir cinayettir; birilerini tezelden kurtarma anlamında damardan verilen ‘serumdur.’ Elbette nerede ve kime karşı olursa olsun, işlenen her cinayete ayrım gözetmeksizin karşı çıkılmalıdır. Burada bir noktaya açıklık getirmek gerekir; cinayetlere karşı kararlı duruş farklıdır, karanlık güçlerin emir komutası altında estirilen rüzgârın yönünde bilerek hareket edenlerin çıkardığı kuru gürültü farklıdır. Her iki tavrın hedeflerini bilince çıkarmak gerekir. Olayın biçimi, zamanlaması ve dönem unutulmamalıdır. Koparılan kuru gürültülerle nelerin amaçlandığı açıktır. Ortamı tanınmaz hale getirmek isteyenler, hep bir ağızdan ‘faşizm öldürdü’, ‘kahrolsun faşizm’ ‘faşist iktidar’ söylemlerini ayyuka çıkardılar. Aynı ipe bağlanmış kuklalar misali kendilerini sahnede göstermek isteyenlerden geçilmedi. Birden iktidarın ve rejimin niteliği üzerine belirlemelerde bulunma modalaştırıldı. Teori adına gülünç duruma düşme marifet olarak gösterildi. Zamanında Cezayirliler veya Hindistanlılar ‘Faşist Charles de Gaulle’ ya da ‘Faşist Churchill’ ve ‘faşist Clement Attlee’ demeye herhalde akıl erdirememişler! İçinde bulunduğu statüyü tartışma yerine rejimin niteliğini belirleme akıllılığının nereden geldiğini tartışmak gerekir. ‘Türkiyelileşme’ uydurukluğunun damarlara ne kadar şırınga edildiğinin açık örnekleridir bunlar. Sergilenen bu tavırlar ortalığı velveleye verme değil de nedir? İşte günümüzde tozu dumana katanlar PKK/HDP’nin ana gövdesinden ziyade, döneme göre bu gövdeye eklemlenen ayaklardır. Gürültü koparan kişiler ve bazı çevreler dikkatle irdelenirse, bunlar, sürülmüş tarlalardan toplanmış ayrık otlarıdır. Bu çevreler estirilen silahlı terörün propaganda birlikleridir. Bunlar bir anlamda toplumda travma oluşturmakla görevlendirilmiş ekiplerdir. Genel anlamda 1990’ların, özellikle de 1990-1995’lerin atmosferini yeniden egemen kılma çabası içinde olduklarını görüyoruz.

Terörle Amaçlananlar

    Son kırk yıldır estirilen terörün amacı üzerinde çok yönlü durmakta fayda var. Kürt halkı üzerinde aralıksız estirilen terörün, toplum üzerinde yarattığı yıkıcı etkiler açıktır. Bu anlamda PKK’nin 1984’de ‘silahlı eylem başlattım’ demesi ve halen kör şiddette ısrarlı olması hiçte tesadüflerle açıklanamaz.

    İç dinamiklerin oynadığı rolün yanı sıra, ABD’nin ‘Yeşil Kuşak’ projesi gereği Kenan Evren cuntasının iktidara el koyduğu yıllar aynı zamanda İslam adına yaygın terör eylemlerine başvurulduğu yıllardır. Bu anlamda PKK/HDP’nin ‘din kardeşliği’ni temel alan ‘Türkiyelileşme’ projesi adına başvurduğu terörle ulaşmak istediği amacı iyice kavramak gerekir. 1984’de silahların çekilmesiyle beraber özellikle 90 yıllarda olup bitenleri düşünürsek, PKK bir selefiliktir. Daha anlaşılır bir hale getirirsek; PKK olayını, Meşrutiyet dönemiyle birlikte İslamcılığın egemen ulus milliyetçiliğiyle bütünleştirme gayretlerinin bir devamı olarak ele almak gerekir. Ümmetçilik daha çok Meşrutiyetten itibaren asimilasyonda etkin rol oynamaya başlamıştır. PKK’nin örgütlendiği çoğu alanlarda İslam’la alakası olmayan bir takım ‘inanç’ların ortaya çıkması, nereden ve nasıl ortaya çıktığı belli olmayan tarikat olduklarını ifade eden çevrelerin, gruplaşmaların yaygın hale gelişi rastlantı değildir. Bir dönem Hizbullah-PKK çatışması boşuna yaratılmamıştır. Bu çatışmanın taraftarları, aynı atın süvarileridir. PKK’nin örgütleniş biçimine ve tabanına şırınga ettiği düşünceler iyice irdelenirse, selefiliği nasıl temel aldığı açıklığa kavuşur. Bu noktadan hareketle, PKK’nin sıradan bir örgüt olmadığı, derin güçlerin elinde bir kukla olmadan öte bir erk’i temsil eden devlet gücü olduğu gerçeğine ulaşırız. Selefiliğin ve yerden ot biter misali bir anda ortaya çıkan din adına gruplaşmaların Kürt halkında taban bulması, Türkçülüğün gelişmesine hizmet etmektedir. ‘Türkiyelileşme’ veya ‘din kardeşliği’nin kapıları Türkçülüğe çıkar. Bunlar hiçte birbirine zıt önermeler değildir. ‘Önce Anadolu’ya demokrasi’ veya ‘Ortadoğu’ya demokrasi’ getireceğiz söyleminin altında yatan Turancılıktır. Ümmetçilik belirlenen bu hedefte aracı olarak kullanılır. PKK’nin Kürt halkına karşı acımasız terör estirmesi, aydınlara karşı kan dökücü olmasının bir nedeni de budur. Bütün bu yöntemler aynı zamanda aydınlanmanın önüne geçip cahil bir toplum yaratma faaliyetleridir.

Türkiye’de gelişen milliyetçilik, sanayileşmeye, üretime dayalı gelişmemiştir. Daha doğrusu üretilen değerler üzerinde yükselmemiştir. Komplocu, salt bekaya ve geri toplumlara özgü ajitasyona dayalı içi boş bir milliyetçilik olduğundan şiddet ve terörü temel almıştır. Yani bir anlamda mitolojiden direk romana geçişin getirdiği beyin durgunluğunun milliyetçiliğidir. Bu anlamda günümüzde İslam ile bütünleştirilmiş Türkçülükten bağımsız PKK/HDP düşünülemez. Kemalizmi ‘orta direk’ olarak kabul edip sarılmaları bu nedenledir. İttihat Terakki’nin şekillendiği saç ayağını görmemezlikten gelmediğimiz oranda PKK/HDP gerçeğini kavramış oluruz. İşte tüm bu gerçekleri gözönünde bulundurmayı ihmal etmezsek, PKK/HDP’nin Kürt halkına, Kürt aydınlarına karşı neden terör estirdiğini anlamakta zorluk çekmeyiz.

Terörün Getirdiği Kırılmalar Aşılmalı

1968 çıkışına karşı fazla zaman kaybetmeden 1972’de Milli Selamet Partisi’nin kuruluşunu sadece bir tepki olarak değerlendiremeyiz. Necmettin Erbakan’ın çıkışı teolojiyi veya biraz daha yaygın bir ifade ile dini siyasallaştırma hareketidir. Aynı biçimde PKKnın hakim olduğu alanlarda hadislerden din üreten gurupların gelişmesi, inanç olgusunu siyasallaştırmadır. Urfa’da, Diyarbakır’da, Batman’da ‘Kutlu Doğum Haftası’ bahanesiyle toplanan kitlelere bir bakılmalı. Yaygınlaştırılan İslamcılık biraz kazınırsa, altında Türkçülük çıkar. Din kardeşliği ve ümmetçiliğin kapısı Türkçülüğe çıkar. ‘Ortadoğu’ya demokrasi’nin altında Turancılık vardır. Seküler bir oluşum olarak lanse edilen PKK’nin, ‘İslam kardeşliği’ söyleminin oluşturduğu zemini kullanarak selefiliğin örgütlenme biçimini temel alması boşuna değildir. Bugün asimilasyonun bu derece yaygın hale gelişi ve küçümsenmeyecek kitlesel bir gücün açıktan CHP pöçüğüne adeta gönüllülük temelinde takılmış olması üzerinde düşünmek gerekir. Üstelik asimilasyonu temel alan düşünce ve hareket biçimine destek verenler arasında Kürt olduğunu iddia edenlerin bulunması, gelinen noktayı daha da ilginç kılar. PKK’nın cinayet, işkence ve terör eylemleri karşısında yeterince tepki gösterilmemesinin, medeni cesaretin sergilenmemesinin sosyal yapıda açılan tahribatla bağlantılı olduğu bilinmeli. Umursamaz, günlük ekonomik, parasal kaygılar içinde atıl hale getirilmiş, önemli oranda hafıza kaybına uğratılmış ve kimlik sorununu fazla önemsemeyen toplumsal bir yapı oluşturmada ciddi bir aşama kaydedildiğini artık görmek gerekir. Türk milliyetçiliğinin ürkek anlayışı bugünlerde PKK/HDP aracılığıyla yoğun bir biçimde Kürt toplumuna egemen kılınmaya çalışılmakta. Sonuç olarak gösterilen ürkeklik, gerilemeye ve kaybedişe yol açabilir. Ortaya çıkan bu tür kırılmalar, Kürt halkına karşı PKK eliyle estirilen terörün ve cinayetlerin daha da katmerleşmesini sağlamaktadır. PKK’ye karşı olan cephenin ciddi başarılar elde etmesinin önündeki önemli engellerden biri de budur. Ana gövde ve gövdeye yapıştırılmış asalak ayaklar aşılmalı, gerçek yüzleri toplum nezdinde açıklığa kavuşturulmalı. Bu eşiğin nasıl aşılması gerektiği üzerine artık yoğun tartışmalar içine girilmesi gerektiğinin aciliyeti inkâr edilemez.

Baki Karer

18.07.2021

18 Mart 2021 Perşembe

 

PKK Yamağı HDP Kapatılacakmış!

 

Yamanmak istediği budunu (kavim, millet.1933 Andımızda geçer.)

 yeterince özümseyememiş bir parti, yani HDP hakkında kapatma davası açılmış…

HDP’nin bazı vekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılarak işledikleri suçlardan dolayı hapse gönderilecekmiş…

Yine gürültülü bir döneme doğru ilerliyoruz.

Ustalık ve çıraklık marifetlerini göstermek isteyenlerin çoğu ‘demokrasi’ ve ‘hukuk’ adına palyaçoluklarını sergileyecekler…

Pastası kesilenler, ekmeği küçülenler, simidi parçalananlar veryansın edecekler; bize bu yapılanlar reva mı! diye…

Dahası; Türklüğümüzle övünç duymamız neden kabul edilmedi? Türkleşmemiz niçin yeterli görülmedi? yönlü yakarmalar gırla gidecek…

Bu günlerde göreceğimiz envaiçeşit sahneleri iyi seyretmek gerekir, hem de pürdikkat!

Besteciler, ses ya da ton düzenleyiciler var güçleriyle hünerlerini gösterecekler; ‘adalet’, ‘hukuk’ ve ‘barış’ temalı bir konçerto oluşturma gayreti içine girecekler…

Döne dolaşa varlıklarını Türk’e armağan edecekler ama yine de yaranamayacaklar.

İstedikleri kadar ‘namus’ ve ‘şeref’ üzerine yemin etsinler…

Yarım yamalak Mahmut Esat Bozkurt’lar yeterli değildir…

Tekrar eğitim kamplarına alınacaklar;

‘Yükselmek’ ve ‘ileri gitmek’ için çizilen ülküde yeni bir çaba içine girecekler.

Ceylan derili koltukların ve alınan binlerce dolar maaşın görkemine ve kıyak emekliliğin atmosferine kapılmalarının da cezasını çekecekler.

…...

Kapatılmak istenilen PKK yamağı HDP’ye Kürt halkının bir çift sözü olacaktır elbet;

Kürt çocuklarını dağlara niçin kaçırdınız?

Hendeklerde ölmeleri için Kürt gençlerini neden ileri sürdünüz?

On binlerce Kürt gencinin yok yere ölümünü niçin desteklediniz?

……

 

17.03.2021

Baki Karer

6 Mart 2021 Cumartesi

Yeni Anayasa Çalışmaları

 

Yeni Anayasa Çalışmaları 

    Dönüp dolaşılıp yine başa gelindi. Anayasa sorunu bir daha gündemde. Herkes birbirini yeni anayasa yapılması önünde engel olarak görüyor. Tartışmaların, zamanlı zamansız verilen demeçlerin sertliğine bakılırsa, herkes karşıtına adeta bir Çerkez Hasan arar durumundadır. Bu yolla politika üretmedeki yetersizlik aşılmaya çalışılmakta. Şu ana kadarki tartışmalar gösteriyor ki, bu sefer de yakın geçmişte olduğu gibi yeni anayasa çalışmaları karşılıklı atışmalardan sonra unutulup gidecek. Bu tutum hem muhalefetin, hem de iktidarın işine gelmekte. Muhalefet iktidar olacak düzeyde kitlelere güven vermekten uzak. Kitlelere güven vermeden de öte, ana muhalefet olarak adlandırılan CHP, aslında iktidar olmak istememekte; günümüzde muhalefet açısından yaşanan sorunun özü, budur. İktidar ise, eski gücünü koruyamamanın verdiği telaş içinde. Anayasa tartışmaları, her iki kesimin yaşadığı siyasal tıkanıklıkta kullanılan geçici enstrümandır.   

    Her şeye rağmen, yeni bir anayasanın zorunluluk olduğunu kimse inkâr edemez. Cunta anayasasıyla devam etme, hukuktan, adaletten ve demokrasiden bahsetmeyi ayıplı kılar. Maalesef Türkiye, yıllardır bu ayıpla yaşamaktadır. Anayasa toplumsal mutabakat metnidir aslında. Çıkarları farklı olan hemen her kesimin buluştuğu ortak paydadır. Anayasa; güçler ayrılığını dengeler, toplum adına egemenliğin hukuksal alt yapısını oluşturur. Elbette bu noktada tartışılması gereken bir başka sorun ortaya çıkar; devlet. Devlet nedir, neyin organizasyonudur? Kimi veya kimleri temsil eder? Devlet şiddetin örgütleniş biçimi midir?  Tüzel bir yapı olarak toplumun, bireyin özgürlüğünün korunmasında rol oynar mı? Tüm bunlar tartışma konularıdır.

     Bizde 1808’de Sened-i İttifak’tan bu yana anayasa yapılmakta; Kanun-i Esasi, 1921, 1924, 1961 ve nihayet 1982 Anayasası. Genelde anayasalar toplumların keskin altüst oluş anlarında yapılır. Ve yine genelde toplumların değişik kesitlerinin istek ve talepleri doğrultusunda oluşur. Peki, Türkiye’de böyle olmuş mudur? Bizde yapılan anayasaların her biri ortaya çıkan ciddi buhran anlarında yapılmıştır, ama halkın talepleri dikkate alınarak yapılmamıştır. 1808’den bu yana yapılan anayasalar elit bir azınlığın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin Kanun-i Esasi, bürokrasinin en üst kesimiyle Jön Türklerin ortaklaşa oluşturduğu bir anayasadır. Jön Türklerin giderek iktidar olmuş biçimi İttihat ve Terakki, bugüne kadar yapılan anayasalarda belirleyici rol oynamıştır. Halen farklı milliyetleri, ulusları, kültürleri kabul etmeyen saldırgan milliyetçiliğin salvolarıyla karşı karşıya kalıyorsak, bunun esas nedenlerinden biri, yapılan anayasaların İttihat Terakki anlayışla hazırlanmış olmasındandır.

    Halen İttihatçı anlayışla hareket edildiği içindir ki, 1921 Anayasası’na atıf yapılmakta. ‘Türk’ yerine ‘Türkiye’ kullanıldığı için demokratik anayasa biçiminde lanse edilmekte. Oysa öyle övüldüğü biçimiyle demokratik bir anayasa değildir. 1921 Anayasası toplumsal, bireysel hak ve özgürlüklerin yanından geçmediği gibi, hukukun işlerliğini de garantiye almaz. Ayrıca, yargının bağımsızlığı da temel alınmamıştır.  İstiklâl Mahkemeleri bu anayasa döneminde hayata geçirilmiştir. Bu mahkemelerde adalet ve hukuk hiçe sayılmıştır. Bu mahkemeler, verilen kararların sadece nasıl infaz edileceği konusunda karar vermekle yükümlü kılınmıştır. İmralı müritlerinin de şiddetle önerdiği 1921 Anayasası, böylesi özelliklere sahiptir. Özellikle Cumhuriyet döneminde yapılan tüm anayasalarda hükümdarın yerini ‘asli kurucu’ almıştır. Bu nedenle de demokratik olmaktan uzak kalmışlardır. Milliyetçiliğin değiştirilemez hüküm kabul edildiği koşullarda hiçbir biçimde demokratik anayasa yapılamaz. Bu anlamda kimse kimseyi kandırmamalı. Kötüler içinde iyi seçmenin özgürlükle, demokrasiyle alakası yoktur.

Yeni Anayasa Yapılabilir mi? 

    Yapılan tartışmalara ve iç siyasette mevcut mevzilenmeye bakılırsa, yeni anayasa yapmanın önündeki engelleri de görebiliriz. Her şeyden önce bunun koşulları yoktur. Toplumda bu yönde gelen şiddetli bir istek de bulunmamakta. Mevcut Anayasa’dan şikâyet var, ama bu şikâyetlerden kurtulmak için yeterli bir çaba yoktur

    Yeni anayasa yapmayı engelleyen en önemli faktör, Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Bahsettiğim ‘asli unsur’ CHP’dir. Yıllardan bu yana ‘devleti kuran partiyim’ demesi boşuna değildir. Türkiye’de solu da, sağı da, milliyetçiliği de rayından çıkaran, istediği istikamette yürüten ağırlıklı olarak CHP olmuştur. Bugün gücü önemli oranda kırılmış olsa bile, yine de derin devlete yön veren ‘asli güç’ olma konumundadır. Sağın, özellikle muhafazakar kesimin dinamikleriyle oynayan, liberali liberal olmaktan çıkaran, milliyetçiliği saldırganlaştıran ve solu farklı kimliklere karşı şövenist, asimilasyoncu bir ideoloji ile donatan devletin ‘asli unsur’udur; CHP’nin egemen olduğu ve yönlendirdiği derin devlettir. Türkiye’de muhafazakarlık salt dine ve giderek başörtüsü tuzağına takılmıştır. Liberal diye kendini tanımlayan kesim de bireysel özgürlükleri savunması gerekirken, ‘beka’ ile oyalanmaktadır. Milliyetçiliği ise çok fazla irdelemeye gerek yok, son tahlilde altı okun bir parçasıdır. Kendini ‘sol’ diye tanımlayan bazı kesimlerin durumu da, tam anlamıyla berbat; Kürt/Kürdistan düşmanı olduklarını tartışmaya gerek yok. Ama buna rağmen, asimilasyonun açtığı tahribatı kullanarak kendilerini meşrulaştırmanın çabası içindeler. HDP ile birlikte bu duruma destek verenlerin arasında Kürt olduğunu söyleyenler de vardır. Kürt sorununu girift hale getiren derin devletin bir başarısı da budur. Bugün sol adına hareket ettiğini iddia eden bazı kesimler, HDP ile birlikte derin devletin yönetimi altında sorunun ‘çözümünü’ uzun vadeye serpiştirilen imhada görmekteler. Bu politikada PKK/HDP sadece bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu aracı kullanan esas güç CHP’dir. Bu nedenle CHP, elindeki bu araçları kullanmaya devam ettiği sürece, yeni anayasayı yapma pek mümkün görünmüyor. Sadece bu kadar değil; CHP kabul etmediği sürece, Kandil’den Kürt halkına, özellikle de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yönelik estirilen terör ve imha politikasının tümden sona erdirilmesi kolay değildir. CHP son ana kadar PKK/HDP’yi en azından yan cepte tutma gayretini sürdürmekte. Buna rağmen Kandil tümüyle etkisiz hale getirilirse, İttihat Terakki anlayışının derin devlete önderliği sona ermiş olur. Şu anda devlet içinde iki eğilim arasında kıyasıya bir savaş var. Yeni anayasa tartışmaları bu kavganın sadece bir parçasıdır. Son dönemde Kemalizm’in tartışmaya açılması tesadüf olamaz. Derin devlet tarafının 1915-1938 arası süreçte kalmada ısrar etmesi, uzun vadeli olamayacağı anlamına gelmektedir.

06.03.2021

Baki Karer