SİLAH BIRAKMA SÜRECİ
PKK'nin silahsızlandırılması üzerine tartışmalar yoğunlaşarak devam etmektedir. Öcalan'la MİT arasında sürdürülen görüşmelerin tüm detayları henüz açığa çıkmış değil. Sürdürülen görüşmeler, kamuoyu ile paylaşıldığında bir çok çevre şaşkınlık yaşadı, BDP'nin önemli bir kesimi de bunlara dahildir. Daha önce de belirttim; hükümetin PKK'yi silahsızlandırma yönünde aldığı karar, cesaret isteyen bir karardır. Önemlidir; yıllardır sürdürülen 'devlet politikası' sona erdirilmek istenmektedir. Bugün için başarılır veya başarılmaz, önemli olan düğmeye basılmasıdır, yani sonlandırmaya karar verilmiş olunmasıdır. Durumun vahametini anlama açısından, Öcalan'ın daha önceleri söylediğini bir kez daha hatırlamakta yarar var; 'Bu çatışmayı bitireni bitirirler.' Hükümet bir anlamda bitirmeyi göze almış durumda. Elbette bu noktaya çok kolay gelindiği söylenemez. Son on yıldan bu yana, siyasal alanda yaşanan gelişmeleri takip edenler, gelinen sürecin önemini kavrar. Hükümet cephesinde, başlatılan süreci sonuna kadar götürecek kararlılığın olduğunu görmekteyiz. Başbakan Tayip Erdoğan'nın 11.02.2013'de Kayseri'de yaptığı konuşmada, "Terörü bitirmek için ne gerekiyorsa yaparım. Terörün bitmesi için zehir içeceksin deseler içerim. Siyasi hayatımın biteceğini de bilsem, öleceğimi de bilsem bu zehri içerim. Yeter ki terör bitsin" demesi, kararlılığın bir ifadesidir. Bu noktadan itibaren herkes, üzerine düşen rolü olumlu yönde kullanmaya özen göstermeli.
BDP'ye düşen rol
BDP'nin şu anki konumuyla yapacağı en önemli iyilik, sürece katkıda bulunacak barışcıl söylem geliştirme yetilerini ortaya çıkarma olmalıdır. Baştan itibaren kendini konumlandırdığı yer, böylesi bir rolle sınırlandırmış durumdadır. Parti olarak insiyatif alamayacağını, çatışmasız bir ortamın yaratılması yönünde irade kullanamayacağını açıkça ifade etmiştir. Nitekim, bugüne kadar süreçle ilgili bir plan ve proje dillendirmeden uzak kalmıştır. Bu durum ister istemez, çözümü kolaylaştıracak düşünce üretiminden uzak olduğunu göstermektedir. Oysa süreç, BDP açısından fırsatlarla yüklü olan bir süreçti. Ama malesef tüm fırsatları kaçırdı. Kendini bir realite, bir özne olarak görmedi. Aslında böylesi bir davranış içine girmesinin elbette birçok nedeni var. Çünkü halkın siyasi ve sosyal taleplerinin ortaya çıkardığı bir siyasal oluşum değildi. Silikliği, çekingenliği de buradan kaynaklanıyordu. Basit bir protestoda bile esnafa silah zoruyla kepeng kapattıran, 7-8 yaşındaki çocuklardan medet uman ve en önemlisi de, farklı görüşleri silahlı şiddetle bastırmayı prensip edinmiş bir güç, şidetin egemen olmadığı bir ortamda kendini yabancı hisseder. İşte BDP'nin yaşadığı şaşkınlık bu nedenledir.
BDP, özgürce geliştirdiği en ufak bir düşüncesi olmadan, ikidebir 'Öcalan'la görüşeceğim' diye ortalıkta dolaşıyor. Nedenini de bir türlü açıklıyamıyor. Düşüncelerim veya sürecle ilgili plan ve proğramım şudur diyemiyor. İmralı'ya gidiş uzadıkça, olmadık provakasyonlara başvurmakta. 15 Şubatta geniş çaplı provakasyonlar geliştirilmek istendi ama olmadı. Daha doğrusu başaramadılar. Şimdi Karadeniz Bölgesi'ni turlamaya çalışmaktalar. Ama neden? Neden özellikle Karadeniz bölgesi? Diyarbakır, Hakkari, Şırnak'a gidememelerinin nedeni nedir? Süreçle ilgili gelişmeler hakında bu bölgelerde bilgilendirme yaptıklarına şahit olmadık.
Kemalist güçlerle ittifakın Sonuçları
Bilindiği gibi, BDP baştan itibaren Kemalist güçlerle içiçe geçmiştir. Hemen her konuda Kandil ve BDP, ulusalcı güçlerin, daha doğrusu 'Türkün sorunu'nu çözümlemeyi temel almış güçlerin yedek gücü olarak hareket etti. Ankara'da iktidar savaşımının bir parçası haline geldi. Varlık nedenlerini AKP iktidarına karşı durmakla sınırladılar. Şimdi Karadeniz'de yaşananlar böylesi bir ittifakın sonuçlarıdır. Silah bırakma ihtimaline karşı, ittifak içinde tekmeleniyorlar. Elbette bir milletvekili her tarafta özgürce dolaşabilmelidir. Herkes düşüncesini, nerede olursa olsun özgürce söyleyebilmeli. Bizim coğrafyamızda linç kültürü her zaman varolmuştur. Pusu kültürünün egemen olduğu her yerde, linç kültürü bir kat daha fazladır. Sinop ve Samsun'da yaşananlar, bunun bir parçasıdır. Farklı olanı şidet kullanarak yoketme anlayışı, faşizmdir.
Karadeniz'de yaşananlar, BDP'yi masum kılmaz. BDP her şeyden önce, ulusalcı güçlerin bir parçası haline gelmenin hesabını vermelidir. Daha dün, faşist 12 Eylül anayasasında yapılan değişikliklere karşı MHP, CHP ve diğer ulusalcı güçlerle birlikte hareket ettiğini unutturamaz. Bugün de Kemalistlerin insiyatifinde Karadeniz'de boy göstermeye kalkışıyor. Bunun Kürd halkına olan yararı nedir acaba? Kürd halkını ikna edemeyenler, Karadeniz'de kimleri ikna edecek? Ulusalcı kanatla birlikte, silah bırakmanın önüne geçmek için, sırıtan böylesi ayak oyunlarına gerek yoktur.
Türk ulusalcı güçlerinin Kürd halkına karşı takındığı tavrı, Kandil ve BDP, içinden çıktığını iddia ettiği Kürd halkına karşı takınmıştır. Yani Kandil ve BDP, elitlik kopleksi içindedir. Çok geçmedi, geçen Yaz, en fazla oy aldığı alanlarda silahlı şiddeti tırmandırdı, hem de başkalarının hesabına. Bu bir halkı küçümseme, hiçe sayma değil de nedir? 'Ben istediğimi yaparım, siz de beni izlemek zorundasınız' demektir. Hakkari ve Şırnak'a gittiğinde anlatacak bir şey bulamamalarının bir nedeni de budur. Öylesine dar bir alana sıkışmış durumdalar ki, kurdukları cepheden hem ayrılamıyorlar, hem de hırpalanmaya razı oluyorlar. Bu bir anlamda, Kemalist güçlerin terbiye etme eylemidir.
Silah bırakmada yaşanan ikircimlilik
Hükümet PKK'ya silah bıraktırmak için yaptığı girişimleri kamuoyu ile paylaşmasından bu yana, olumlu bir atmosfer egemen oluşmuştur. Esen olumlu rüzgara rağmen, gerek İmralı ve gerekse de Kandil-BDP cephesinde henüz ikircimlilikler aşılmış değildir. Öcalan saf değiştirdikten sonra, eskiden dayandığı güçlerin gücünü ne kadar koruyup korumadığına dair şüpheleri var. 'Gün olur devran döner'den hareketle halinin ne olacağının hesabını halen yapmakla meşgul. Bu nedenle, beklenenden daha fazla temkinli adımlar atmakta. Bir diğer sorun da, Öcalan'ın saf değiştirmesinden bu yana Kandilli'de yerini dolduran birileri var ve bunlar bir ekip halinde hareket etmekte. Öcalan bunun bilincinde. BDP'nin şu anda rotasız hareket etmesini bunlar sağlıyor.
Hem Kandil'de ve hem de BDP içinde bazı kesimler, silahların susmasından sonra 'hükmetme' pozisyonunun ne olacağının hesabı içindeler. Bu katagoride yer alanlar için, halkın geleceğinin hiçbir önemi yoktur. Kişisel çıkarlarını halkın çıkarlarından önplanda tutanlardır. Sıkca 'Öcalan'a özgürlük' diye tepinmeleri bu nedenledir. Önümüzdeki süreçte, özellikle Öcalan yarenliği yapanlara dikkat etmek gerekir. İmralı ile görüşmeyi problem haline getirenler, daha çok bu kesimdir.
Duyulan bir diğer kaygı ise; silahlı şiddetin son bulmasıyla birlikte, toplumsal yapıda yeni bir siyasal mevzilenme ortaya çıkacaktır. Bu mevzilenme içinde Kandil-BDP'nin ne oranda yer alacağı bir muammadır. Gerçekten güçlerini koruyabilecekler mi? Silahlı şiddetten arınmış siyasal ortamda yer edinme, elbette kolay olmayacak. Çatışma ortamının getirdiği ekonomik ve siyasal avantajlardan feragat edebilecekler mi? Eğer feragat edebilirlerse, ulusalcı güçler hemen her noktada mevzi kaybına uğrayacaktır. İstanbul'a sıkışmış elit kadro hareketiyle günlerini sayacaklardır.
Kandil ve BDP, içinde bulundukları ikircimli hareket tarzından kurtulup kurtulmayacakları kısa süre içinde belli olacaktır.Ulusalcı kanatla işbirliği içinde bir süre daha ipe un sermeye devam edeceklerini tahmin etemek güç değil. Çatışmasız bir ortamda, devletin inayetiyle politik güç olma hayellerine son verilmeli. Gelinen bu noktadan geriye dönüş, feci bir intiharla sonuçlanabilir.
20.02.2013
Baki Karer