8 Eylül 2024 Pazar

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI TARTIŞMALARI

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI TARTIŞMALARI 

    Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerine doğru hızla yol alıyor. Seçim tarihi yaklaştıkça, yeni bir dünya savaşı üzerine de tartışmalar yoğunlaşmaya başladı. Dünya savaşı ihtimali üzerine tartışmaların giderek sıklaşmasının nedenlerinden biri, Avrupa genelinde saldırgan milliyetçiliğin, ırkçılığın muazzam bir kitlesel potansiyele ulaşmasıdır. Avrupa Birliği Parlamentosu seçimleri bunun en açık örneğidir. İkinci neden ise, Amerika’da Cumhuriyetçi Parti adına başkanlık seçimlerine girecek olan Donald Trump’un iktidara gelmesi durumunda izleyeceği milliyetçi politikadır.

    Söz konusu ABD olunca, hangi partinin başkanlık adayı iktidar olursa olsun, dış politikada ciddi farklılıkların olmayacağını söyleyebiliriz. Ama Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin arasında başta ekonomik konular olmak üzere, birçok alanda ciddi yaklaşım farklılıkları vardır. Trump, daha fazla ulusal sınırlar içine çekilmeyi ve gümrük duvarlarının daha korumacı olmasını savunuyor. Bu tutum, küreselleşmeyi sınırlama anlamına gelmektedir. Sermayenin çıkış noktalarına geri çekilmesinin, küreselleşmeyi ne oranda kesintiye uğratıp uğratmayacağı elbette tartışmalıdır. Yani sanayileşmiş güçler açısından gümrük duvarlarının yükseltilmesinin, günümüz koşullarında ulusal pazarları ne oranda dinamikleştireceği çok da net değildir. Üretim, istihdam, meta, para, dolaşım vb. konuların ve bunların küresel pazar ilişkileri içindeki yeri ve etkileri yeniden tartışılmaya muhtaçtır. Aslında bu tür konularda izlenecek yol ve yöntemlerde belirsizlik içinde olunduğu içindir ki, bölgesel çatışmalar giderek şiddetlenmekte. Süper güçler ve bu güçlerin etrafında ortaya çıkan kümelenmeler, mevcut belirsizliklere bölgesel çatışmalarla mı, yoksa üçüncü dünya savaşıyla mı çözüm bulmaya çalışacaklar? Veya yuvarlak masa etrafında mı buluşacaklar? İçinde bulunduğumuz sürecin özünü bunlar teşkil etmekte. Şu ana kadar süren bölgesel çatışmaların ortaya çıkardığı tabloya bakarsak, herhangi bir sonuca varılacağını, küresel anlamda yeni bir yapılanmanın ortaya çıkacağını düşünmek pek olası gözükmüyor.

    Günümüz koşullarında dünya dengelerine baktığımızda, üçüncü dünya savaşının bir çözüm olmayacağını söylemek için kâhin olmak gerekmiyor. Kaldı ki geçmiş yüzyıldan kalan deneyimler yok değil. Yeni bir dünya savaşının tüm insanlık için felaket olacağı kesindir. Hatta yeni bir dünya savaşının salt konvensiyonel silahlar düzeyinde kalacağını kimse garanti edemez. Ama emperyalizmin hükümranlık ve yayılmacı mantığına bakılırsa, zaman zaman yaşadığı bunalımları savaşla çözümlemeye kalkıştığını biliyoruz. İşte Ukrayna-Rusya arasındaki savaş, B.Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin, bir diğer değişle Nato’nun yayılmacı politikasının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Dünya ölçeğinde Rusya ve Çin gerçeği inkâr edilerek izlenecek politika, yıkımların kapısını aralamakla eş değerlidir.

    Nato’nun Ukrayna’yı Rusya Federasyonu’na karşı kışkırtmasıyla birlikte başlayan süreç, 1929-1940’lar arası zaman dilimiyle benzerlik taşımaktadır. Şu anda taşeronlar kullanılarak hem Orta Doğu’da hem de Avrupa’da yaşanan silahlı çatışmalar, dünya çapında ortaya çıkacak bir savaşın ön hazırlıklarını anımsatıyor. Hele hele Çin denizinde giderek belirginleşen saflaşmalar, bahsettiğimiz süreci tanımlamada rol oynayan çok önemli bir olgu olarak karşımızda durmaktadır.

    Ukrayna ile Rusya federasyonu arasındaki savaş, sadece iki ülke arasındaki çatışma veya Nato ile Rusya Federasyonu arasındaki çatışma olarak görülmemeli. Bu aynı zamanda, gelişmiş kapitalist emperyalist ülkeler arasındaki çıkar çelişkilerinin açığa vurumudur. Yani pazarların yeniden bölüşüm mevzilenişidir. Örneğin Almanya’nın birdenbire aşırı silahlanmaya başlaması ve savaş kışkırtıcılığında aktif rol üslenmesi boşuna değildir.

Avrupa Kıtasında Yükselen Tehlike 

    Bugün Fransa, İtalya, Almanya, Hollanda, İsveç başta olmak üzere, tüm kıtada faşist partiler ve örgütlenmeler giderek kitleselleşmekte. Bazı ülkelerde tek başına iktidar olmayı çok az bir farkla kaybetmiş durumdalar. Diğer bazı ülkelerde ise dolaylı veya dolaysız iktidar ortakları konumundadırlar. Bu yönlü siyasal değişimler, insanlık değerleriyle ve demokrasileriyle övünen Avrupa için çok önemli olumsuz gelişmelerdir. Irkçılığı, faşizmi açıktan savunan bu yapılanmaları halen ‘muhafazakarlaşma’ veya ‘kitlelerin sağa kayışı’ olarak nitelendiren çevreler var. Bu tam anlamıyla gerçeği, daha doğrusu, gelen tehlikeyi görmeme ya da kabullenmemedir. Avrupa kıtasında bugünlerde yaşananları, ikinci dünya savaşı öncesi Almanya’sında yaşananlarla kıyaslarsak, gelişmelerin özünü daha iyi kavramış oluruz. İlginç olan, günümüz Avrupa’sında ırkçı, faşist örgütlenmelerin, geçmişin sosyal demokrat ve sol güçlerin savunduklarını dile getirmesidir. Bu yapılanmalar, artık eskinin o ara sokaklarında arada bir boy gösteren ‘dazlakları’ değiller. Bunlar Toplumun hemen her kesitinden destek alan, hatta giderek en güçlü desteği orta sınıflardan almaya başlayan bir konuma yükselmiştir. İşçi sınıfının yoğun olduğu kentlerden, sosyal demokratların ve sol partilerin tabanlarının küçümsenmeyecek bir kesiminden bile destek almaktadır. Peki neden? Avrupa, refah toplumu olma özelliğini hızla kaybetmeye başlamıştır. Sınıflar arası gelir dağılımındaki makas aralığının giderek açılması, tarım, sanayi, sağlık, gıda, hizmet sektörü vb. alanlarda ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınması hemen hemen tüm iktidarların sorunu haline gelmiştir.  Her geçen gün ağırlaşan ekonomik krize, bir de dışardan gelen göç eklenince, sosyal alanda geriye gidişin durdurulması hayli zor görünmektedir. İçine düştükleri bu çıkmaz, ırkçı faşist parti ve yapılanmaların ummadıkları oranda kitlesel bir destek bulmalarına yol açmaktadır.  Özellikle Ukrayna-Rusya savaşından bu yana, Sosyalist ve sosyal demokratların küçümsenmeyecek bir kesiminin bile savaş kışkırtıcılığına soyunduğu açık bir gerçek. Amerika Birleşik Devletleri’nin dolar gücünü koruma kuyrukçuluğuna takılmış bir Avrupa, savaş kışkırtıcılığıyla değerlerini ayaklar altına almaya başlamıştır. Oysa ırkçı ve faşist yapılanmalar, halka ‘barış’ ve ‘refah’ vadetmektedir. Bu tutum ve saflaşma kimlerin kitlesel gücünün azalmaya başladığını, kimlerin kitleselleştiğini açıkça ortaya koymaktadır. Avrupa, eğer bu tehlikeyi görmemeyi sürdürmeye devam ederse en büyük zararı yine kendisi görecektir.

    B. Avrupa, Rusya Federasyonu ve Çin gerçeğini kabul etmek zorundadır. Tek kutuplu dünyanın çok kutuplu bir dünyadan çok daha tehlikeli olduğunu yakın geçmişte yaşadık. Çaykovski ve Tolstoy’u inkâr, bireysel, toplumsal ve düşünsel vb. alanlarda yaratılan özgürleşmeye darbe vurma anlamına gelir. Yani rönesansı reddedip Orta Çağ değerlerini tekrar sahiplenmeye dönüşü içerir.

    Geçmişte dünya savaşlarının acı tecrübelerine sahip olan Avrupa, üçüncü dünya savaşı çığırtkanlığının önüne geçmede belirleyici rol oynama yükümlülüğüne sahip olmalıdır.

08.09.2024

Baki Karer

 

 

Hiç yorum yok: