14 Ocak 2021 Perşembe

Küresel Döneme Özgü İttifaklar Politikası ve Pkk’nin G. Kürdistan’da Oynadığı Rol.

 


Küresel Döneme Özgü İttifaklar Politikası ve Pkk’nin G. Kürdistan’da Oynadığı Rol.

-2-

    Küreselleşme koşulları çok farklı ekonomik, kültürel ve sosyal ilişkiler ortaya çıkardı. Toplum-birey, devlet- toplum ve birey-devlet ilişkileri hem çok hızlı, hem de ciddi değişimler geçirdi. İnsanın yeniden tanımlanmaya başlandığı bir sürece doğru ilerliyoruz. Bireyin toplumsal bir varlık olup olmadığı tartışılmakta. Toplumsal olmanın, ya da toplumsallığın karşısına sanallık ve görsellik koyulmak istenmekte. Günümüzde günlük ihtiyaca göre belirlenen pazar ilişkisine doğru bir gidiş var. Artık böylesi yaşam biçimi, gelişmiş sanayi ülkelerinden tutun da Afrika’nın herhangi bir ülkesi için de az veya çok geçerli olmaya başlamıştır. Dolayısıyla günümüzde ülkeler arası ilişkileri ele alırken, bu türden değişimleri görmemezlikten gelemeyiz.

    Ekonomik, kültürel ve toplumsal ilişkilerdeki bu yönlü değişimler sonucunda ister gelişmiş, isterse az gelişmiş ülkelerde devletler, önemli oranda bağımsız hareket etme reflekslerini geliştirmiştir.  Yani günümüz koşullarında, Avrupa’nın belli başlı başkentlerinde birkaç sanayileşmiş ülkenin yuvarlak masada alacağı kararlarla ‘nizam’ oluşturma dönemi sona ermiştir. Bu konuda zorlama içine girilirse, uzun vadeli sorunlar yaratmaktan başka bir işe yaramayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zoraki dayatılan çözümleri, geçmişte olduğu gibi sessizce kabullenmenin koşulları yoktur artık. Sanayileşmiş ülkeler ve süper güçler kendi aralarındaki veya bölgesel sorunlara çözümler getirmeye çalışırken, bölgesel düzeyde oyun kurucu konumuna yükselmiş ülkelerin gücünü de dikkate almak zorundadırlar. Salt silaha, güce dayalı çözümler, küresel koşullara denk düşen çözümler değildir.

Ortadoğu’da İttifaklar

Ortadoğu söz konusu olduğunda ittifaklar konusunda öngörülü olma pek mümkün değildir. Kimin kiminle niçin ilişki kurduğunu veya kimin kiminle ne zaman dost veya düşman olacağını tahmin etme çok zordur. Zaman zaman aklın sınırlarını zorlayan ittifaklara ve çatışmalara sahne olan Ortadoğu üzerine konuşurken, dikkati elden bırakamayız.

Ortadoğu bugün yerel, bölgesel ve süper güçlerin çatışma alanı durumundadır. Oyun kurucu olmaktan tümüyle çıkarılmış olmasa bile ABD’nin, Rusya Federasyonu karşısında güçlü bir konumda olduğunu söyleyemeyiz. ABD özellikle Irak ve Suriye’de konuşlanırken, Sykes-Pickot anlaşmasını tümüyle değiştirmeyi hedeflediğini saklamıyordu. Zaten Büyük Ortadoğu Projesi de yeni sınırlar çizmeyi amaçlıyordu. Ama süreç içinde bu hedeflerinden önemli oranda geri adım atmak zorunda kalmıştır. Milliyetleri temel alan sınırlar çizme yerine mezhepleri temel alan sınırlar belirlemeye çalışması, ABD’nin politikasında önemli oranda başarısızlığı getiren bir etkendir. Mezheplere göre sınırlar çizmeye çalışmanın hem içinden çıkılmaz uzun vadeli çatışmaları getireceğini, hem de sınırlandırmak istediklerine, yeni müttefikler kazandırarak daha da güçlendireceğini çok geç anladı. Bu nedenle şu anda Irak, Suriye ve Lübnan alanında daha çok askersel gücüne dayalı olarak hareket etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca Rusya Federasyonu’nun ciddi, hatta kalıcı bir engel olarak ortaya çıkacağını düşünmemiştir. Şu anda Rusya Federasyonu, aralarında birçok çelişkiye rağmen İran, Türkiye, Irak ve Suriye ile birlikte, adeta bir cephe olarak hareket etmektedir. ABD’nin bu çelişkiler yumağı içinden nasıl çıkacağını kestirmek çok güç. Elbette oyun kurucu olmaktan tümüyle çıktığını söylemek için henüz çok erken.  ABD’de yapılan seçimlerle birlikte Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle dış politikada köktenci değişikliklerin olacağını düşünmemek gerekir. Tüm bu ilişkiler içinde, Ortadoğu’da önemli oranda tayin edici düzeyde rol oynayan güçlerden biri de, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir. Ve bu rolü daha uzun yıllar sürdürecek olanaklara sahiptir.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi

    Uzun yıllar, yaklaşık iki binli yılların başına kadar Filistin, Ortadoğu’da merkezi bir rol oynuyordu. Yani Filistin’e karşı çıkma ya da Filistin’in yanında yer alma Bölge çapında cepheleşmeyi veya ittifakları belirliyordu. Filistin günümüzde bu rolü oynama konumundan çıkmıştır. Bu durum, Filistin’in çözülmesi gereken sorun olmaktan çıktığı anlamına gelmiyor. Ama küreselleşme koşullarında Ortadoğu genelinde ortaya çıkan saflaşma, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni belirleyici rol oynayan güçlerden biri konumuna getirmiştir. Bu durum, sadece İran’la ABD arasındaki çatışmayla da sınırlı değildir. Herhangi bir ülkenin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni direkt karşısına alması için, bin defa düşünmek zorunda kaldığı bir döneme girilmiştir. Erbil’in bu konuma yükselmesi, sadece Ortadoğu’nun kendine özgü güçler dengesinde oynadığı rolden değil, dünya düzleminde yaşanan bölüşüm sürecinde, çatışan tüm tarafların dayanmak istediği bir moment oluşundan kaynaklanmaktadır.

    Küresel koşulların bazı devletleri bölgesel düzeyde oyun kurucu düzeye getirmesini, sadece olumsuzluk olarak ele almamak gerekir. Aynı zamanda zıt noktalarda kazandırdığı manevra alanları göz ardı edilmemeli.  Bugün G. Kürdistan’ın siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda katettiği aşama küçümsenemez; birçok alanda var olan noksanlıklara rağmen alt ve üst yapıların inşasında çok ciddi ilerlemeler sağlamıştır. Oluşturulan bürokratik yapının, toplumun sosyal dokusunda ve kültürel alanda oynadığı birleştirici rolü ise tartışılamaz.

Haşdi Şabi-Pkk-Daiş Saldırıları

    Haşdi Şabi, Pkk ve Daiş’in ortak saldırıları, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin siyasal alanda oynadığı role ve ülke içindeki birliğe karşı yöneltilmiş saldırılardır. Engellenmedikleri sürece, G. Kürdistan’ı Rojava’ya çevirmenin uğraşını sonuna kadar sürdürecekleri açıktır. Bu cepheyi ele alırken, diğer destekçi güçlerle birlikte ele almak gerekir. Özellikle Kuzeyde Pkk/Hdp’nin tüm karanlık ilişkileri açığa vurulmuş olmasına karşın, halen bunlara destek için kendini ortaya atanların var olması, hiç de şaşırtıcı değildir. Oradan buradan çırpıtılarak oluşturulmuş bu kesimler, ihanet çetesine ve dahil olduğu cepheye sonuna kadar destek verecektir, vermek zorundadır. Bahsedilen desteğin nedenlerini irdeleme, bu yazının kapsamını aşar. Bunlar; döşenmiş rayların eklentilerinde sorun yaratan çıkıntılardır. Varlık nedenleri çıkıntı olmalarında yatar.

    Pkk ve ittifakçılarının, Kdp yönetimine karşı yönelmesinin altında yatan esas neden, eleştiri ve hareket tarzlarına ideolojik kılıf geçirmeye çalışmalarıdır. Bu yolla asıl amaçlarını gizlediklerini sanıyorlar. Gelinen noktada Kürdistan Bölgesel Yönetimi, özünde bir devlet yönetimidir. Federal, otonom ya da bölgesel olarak adlandırılması bugün için  o kadar da önemli değildir. Önemli olan; belli bir toprak parçası üzerinde bürokratik yapının olmasıdır. Şu veya bu düzeyde her bürokratik yapı hükümranlığı içerir. Kaldı ki, tanınma veya tanınmama eylemi hukuki olduğu kadar siyasi bir eylemdir.

    Pkk ve ittifakçı güçleri, gerçekleştirdikleri eylemlerle, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni hukuku çiğnemeye zorluyor. Bu anlamda Pkk’nin provokasyonlar çevirdiği bölgelerin başında Şengal’in gelmesi boşuna değildir. Herşeyden önce Şengal stratejik bir öneme sahiptir. Öte yandan Kürdistan yönetimini farklı dini gruplara ve azınlıklara şiddet temelinde yöneltmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Böylece uluslararası alanda farklı dini ve azınlık halk gruplarının hukukunu çiğneyen bir yönetim olarak göstermenin gayreti içindeler. Yani yönetimin egemen olduğu topraklarda birlik ve bütünlüğü sağlamasının olanaklı olmadığını göstermek istiyorlar. Bunun içindir ki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni kamu otoritesini sağlayan bürokratik mekanizmayı kurmaktan aciz bir yönetim gibi lanse etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Pkk ve ittifakçılarının çocuk kaçırmaları, yoldan geçen insanları kurşunlamaları, yağma yapmaları, Peşmergeye, karakollara saldırmaları bürokratik yapıyı ve mevcut devlet örgütlenmesini yok etmek içindir.

13.01.2021

Baki Karer

 

10 Ocak 2021 Pazar

 

Küresel Döneme Özgü İttifaklar Politikası Ve PKK’nin G.Kürdistan’da Oynadığı Rol.

-1-

    Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’ye karşı senato ve temsilciler meclisi kararıyla ambargo uygulamaya başladı. Amerika’nın hasımlarına karşı uyguladığı CAATSA diye adlandırılan yasanın 231’inci maddesi çerçevesinde Türkiye’ye yönelik bazı kısıtlamalar getirilmekte. Konulan ambargonun içeriği; kapsadığı teknolojik ve mali alanlar hiç önemli değil. Önemli olan, Türkiye’nin düşman olarak kabul edilmesidir; İran, K. Kore ve Venezuela ile aynı zeminde, aynı kampta görülmesidir. Bu, Türkiye’nin her an müdahale edilecek ülkeler kategorisine dahil edilmesini getirecek kadar ciddi bir durumdur. ABD başkanı Donald Trump, Temsilciler Meclisi’nin ve Senato’nun çoğunlukla aldığı karar karşısında bir şey yapamamıştır.

    Her iki meclisin ve özelikle Pentagon’un Türkiye’ye karşı tavizkârsız tutumu yeni değildir. Amerika’da bu kurumlar, Türkiye’ye karşı daha sert yaptırımların uygulanmasından yanadırlar. Bu durum, ABD politikasında ve savunma anlayışında iki kutuplu dünya koşullarında yürütülen politikaların çoktan terk edildiği anlamına gelmektedir. Küreselleşme koşullarında ağırlıklı olarak salt ülke çıkarlarını ön planda tutan bir politika ve savunma anlayışı uygulamaya koyulmuştur.

İki Kutuplu Dünya Dönemine Özgü İttifaklar Politikası Yok Artık

    İki kutuplu dünya koşullarında birbirleriyle kıyasıya mücadele içinde olan Varşova Paktı ve Nato vardı. İki pakt arasında kıyasıya yürütülen yarışı SSCB, yani Varşova Paktı kaybetti. ABD ve Nato kazanan taraf oldu.  İki kutuplu dünyanın geçici de olsa sona ermesiyle Türkiye, hemen her alanda bocalamaya girdi. Özellikle dış politikada nasıl bir yol izleyeceği konusunda çok ciddi yalpalamalar geçirdi. Bu durum, siyasetten ekonomiye kadar birçok alanda kendini gösterdi. Özellikle 1990’dan 1997’ye kadarki dönem, adeta Takrir-i Sükûn yıllarını aratacak düzeydeydi. O yıllara dönüp baktığımızda Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biri olduğunu çok rahat görürüz.

    Türkiye, 1990’dan 2016’ya kadar bazen Avrupa Birliği’ne bazen Amerika Birleşik Devletleri’ne yaklaştı, bazen de her ikisiyle aynı anda ilişkileri sürdürmeye çalıştı. Bu dönemde Rusya Federasyonu ile ilişkileri daha çok kıyıdan köşeden yoklamalar biçimindeydi. Zaman zaman da ABD ve B. Avrupa için geçiş köprüsü rolü oynamaya çalıştı. Ama oynamak istediği bu rolün önünde en büyük engel, Azerbaycan-Ermenistan çekişmesiydi. Bu nedenle, ABD ve B. Avrupa’ya yardımcı olma bir tarafa, kendini bile Kafkasya’ya taşıyamadı. Üstüne üstlük ‘müttefiklerinden’ olumlu yaklaşımlar beklerken, çok ciddi bir darbe girişimiyle de karşı karşıya kaldı. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin altında yatan esas nedenlerden biri, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni ciddi engellerle karşılaşmaksızın uygulama ve İran’ı Bölgede etkisiz kılma çabalarıdır. Darbe başarılı olmayınca Türkiye, doğal olarak hem ABD, hem de Avrupa Birliği ile bir çok alanda çatışma içine girdi. Belli başlı çatışma alanları; Suriye, Irak, Libya, Doğu Akdeniz, Kızıl Deniz ve Azerbaycan üzerinden Kafkasya.

    Türkiye özellikle 2016’dan itibaren ABD ve B. Avrupa’nın çıkarlarıyla ters düşen politikalarını hem genişletti, hem de derinleştirdi. Devlet çıkarlarını ön planda tutan hareket tarzı izlemeye başladı. Buna bir anlamda tehlikeyi ‘sınırların dışında karşılama’ da diyebiliriz. Aslında bu davranış biçimi veya politika tarzı sadece Türkiye’ye özgü değildir. Artık ne Almanya’nın, ne de İtalya ve Fransa’nın ittifak uğruna veya birbirlerini korumak için savaşa girip girmeyecekleri her zamankinden daha fazla tartışılır hale gelmiştir. ‘Batı ittifakı’ kavramı içinde yer alan ülkelerin hemen hepsi, Rusya ve Çin’le ilişkilerde, ulusal çıkarlarına göre hareket etmekte. İster uzun vadeli, ister kısa vadeli olsun ortaya çıkan gelişmelerde elde edilecek çıkarlar, ittifaklar politikasında belirleyici hale gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri bunu bildiği için, Nato içinde ve dışında yeni partnerler edinmeye başlamıştır. Laçkalaşmış Nato için artık kimse gözyaşı dökmüyor.

    Ayrıca ABD, bölgesel düzeyde etkin konumda olan Türkiye, İran, Brezilya, Şili, Arjantin, G. Afrika, Hindistan, Pakistan ve benzeri ülkelerin güçlerini sınırlamakta zorlanıyor. Bu nedenle bölgeler düzeyinde yeni ittifaklar içine giren ABD, Nato’ya pek ihtiyacı kalmadığını göstermekten sakınmıyor. Son dönemlerde Fransa hizaya çekilmek isteniyor, Almanya’dan askerler çekiliyor ve kıyı ülkelere taşınıyor. Öbür yandan Türkiye’ye karşı ciddi ambargolar uygulanmaya başlanıyor.  Tüm bunlar ‘müttefiklik ve ‘ittifak’ ilişkilerini hiçe sayan ABD tarafından yapılıyor.  Nedeni gayet açık; küresel döneme özgü yeni bir ittifaklar veya pakt paradikması geliştiriyor. Bu stratejisinde başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek. Ama bölgesel güçleri ve birçok sanayileşmiş ülkeleri hiçe sayarak tam egemenlik peşinde koşmanın pek sağlıklı sonuçlar doğurmayacağını tahmin etme zor değil. Ambargo, tehdit, genelde zor kullanmaya dayalı hareket tarzı, sonuçta ABD’nin manevra alanını kısıtlama riskini de taşıyor.

    Öte taraftan Nato içinde soğuk savaş dönemine özgü güven duygusunun olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenledir ki ABD, Nato içinde Yunanistan, Litvanya, Letonya, Norveç vb. savunmada oldukça yetersiz ülkeleri tercih etmekte. Diğer bölgelerde de aynı taktiği izlemekte; Ortadoğu’da Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuveyt, İsrail adeta ABD’nin ortakları konumuna yükseltilmiştir. Çin Denizi’nde, Çin ve Rusya Federasyonu ile sürekli sorunlar yaşayan Japonya ve Taiwan ABD’nin ayakları konumundadır. Aslında ABD’nin küresel döneme özgü geliştirmek istediği yeni paradigmayı bu ittifaklarda görebiliriz.

    ABD’yi böylesi bir ittifaklar politikası izlemeye zorlayan nedenler sadece enerji kaynaklarını denetiminde tutma isteği değildir. Aslında İzlenen stratejinin esas hedefi, önümüzdeki on yıllık süre içinde Çin’in sanayide, ekonomide ve askeri vb. alanlarda ulaşacağı seviyeye yöneliktir. Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Çin’in süper güç olarak yükselmesi artık durdurulamaz. Bugün Ortadoğu’da var olan çatışmaların boyutu ve karmaşıklığı bizleri yanılgıya götürmemelidir. Küreselleşme sürecinde dünya genelindeki tayin edici hesaplaşmada Kafkaslar’ın ve Ortadoğu’nun bir nevi ‘cephe gerisi’nden öte bir rol oynama olanağı tartışılır.  Her ne kadar bugün bölüşümün ana üssü Ortadoğu gözüküyorsa da, dünya genelindeki bölüşümde belirleyici hesaplaşmanın Kuzey Atlantik ve Pasifik’te olacağını söyleyebiliriz.

06.01. 2021

Baki Karer

Devam edecek