19 Eylül 2019 Perşembe

Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne Karşı Saldırganlığının Nedenleri


Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne Karşı Saldırganlığının Nedenleri


    Çok geçmişe gitmeye gerek yok, son birkaç aydan bu yana Pkk’li mağara müdavimlerince Kürdistan Yönetimine karşı yapılan tehditler birbirini izlemekte. Kullandıkları tehdit dili Haşdi Şabi’yi ve Daiş’i dahi sollayacak nitelikte. Sayın Mesut Barzani’ye, genelde Barzani ailesine karşı kusulan kin  ve nefret bir tarafa, tüm Kürt ulusuna ve Kürdistan’a karşı intikam naraları atmakla, üstlendikleri görevleri gönül rahatlığıyla yerine getirmenin rehaveti içinde olduklarını saklamıyorlar. Bugüne kadar gerçekleştirilmiş ve muhtemelen önümüzdeki süreçte yapılacak olan saldırılar, uzun vadeli bir projenin ürünüdür. Pkk tarafından dillendirilen, zaman zaman hayata geçirilen saldırıları, sadece Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bürokratik, idari yapısını hedef alan saldırılar olarak değerlendirirsek, yanılgılara düşmüş oluruz. Pkk tarafından gösterilmiş olan ve gösterilecek her düşmanca tavır, Kürt ulusunun uluslaşmasını, ulus olma özelliklerini hedef almaktadır. Şengal, Kerkük’de yürüttükleri faaliyetler, ‘sınır tanımayız’ açıklamaları, son olarak Türk diplomatlara karşı giriştikleri suikast eylemi, şimdide savaş çığlıkları atmaları ve daha birçok faaliyetleri Kürt halkının dünya düzeni içinde yer almasını engellemeye yöneliktir. Pkk saldırılarıyla amaçlananların neler olduğunu anlayabilmek için, KYB’nin tarihsel yükümlülüklerine değinmenin yararlı olacağı kanısındayım. Bu nedenle tarihte ulus-devletlerin ortaya çıkışı ve uluslaşma sürecine kısaca değinmekte yarar var.
    Hemen herkesin bildiği üzere, ulus-devlet ilk olarak 1789 devrimiyle birlikte Fransa’da ortaya çıktı. Ulus-devletler giderek Tüm Avrupa’da yaygınlaştı, giderek Latin Amerika’da, özellikle de ikinci dünya savaşından sonra Afrika’da çoğu bağımsızlık savaşları sonucu ortaya çıktı. Feodalizmin yok oluşuyla birlikte sanayi devrimleri, yani ortak bir pazar etrafında birleşmenin sosyal koşullarının olgunlaşmasına paralel olarak ulus-devletler ortaya çıktı. Modern ulus devletlerinin ortaya çıkışı bir çok biçimlerde oldu. Burjuvazinin doğuşu ve gelişmesi nasıl sancısız, çatışmasız olmamışsa, ulus devletlerinde kurulması da çatışmasız, hatta bir çok ülkede görüldüğü gibi iç savaşsız olmamıştır. Uluslaşma süreçleri hiç de tezdüze bir çizgi izlememiştir. Ama şunu belirtmek zorundayım; Türkiye’de sol kesimin çoğunluğu uluslaşmayı ve modern ulus-devlet sorununu yanlış kavramıştır; genellikle de ya indirgemeci, ya da ütopik bir anlayışla ele almıştır. Türkiye’de ulus, uluslaşma sorunlarının ele alınışında  hatalara düşülmesinde rol oynayan esas neden de, Kürt halkının varlığı olmuştur.
    Günümüz koşullarında geçmişin genlere dayalı ve asimilasyona, eritmeye veya direkt yoketmeye dayalı uluslaşma ve ulus devlet olma anlayışı ağırlıklı olarak terk edilmiştir. Üniter devletle ulus-devlet arasında farklılıklar var mı yok mu tartışmasına girmeden, daha çok 1990’lardan itibaren üniter devlet veya ulus-devlet kavramında önemli değişiklikler olduğunu kabul etmeliyiz.1930-1940’ların katı ulus-devlet yapıları oldukça gevşemiştir. Artık demokrasi, demokratik olma neredeyse önkoşul haline gelmiştir. Ama böylesi önkoşullara rağmen, modern ulus-devletler milliyetçiliği tümden bir tarafa bırakmamışlardır. Modern ulus-devlet olmalarında belirleyici etken olarak milliyetçilik halen görürülür; çünkü devlet olmayı bir tarafa bırakmamışlardır. Ulusal dayanışmanın ve birliğin temel, bağlayıcı etkeni olarak ‘devlet olma’ kabul edilir. Yani milliyetçiliğin temel direği, hatta esas ideolojisi halen devlettir.
    Avrupa da üniter veya ulus-devletlerin ortaya çıkışları irdelenirse bir çoğunda asimilasyon ve göç ettirme, hatta yok etme yöntemlerinin uygulandığını görürüz. Günümüzde bile bazı Avrupa ülkeleri asimilasyon yerine ‘entegrasyon’ der. Aslında entegrasyon bütünleşmeyi, tek oluşu içerir. Ama bütünleşmeyi ‘uyum’ olarak ifade ederek bir anlamda çarpıtırlar. Her ulus-devlet ‘tekleştirme’yi temel almıştır; ama günümüzde , küreselleşme dönemiyle birlikte  ‘tekleştirme’ önemli ölçüde aşılmaya başlanmıştır. Bir çok alanda sağlanan küreselleşmeyle birlikte hukuk alanında da ciddi evrenselleşme sağlanmıştır. Hukuksal alandaki ilerlemeler, tekleştirmenin karşıtı, çoğulculuğu temel almaya başlamıştır. Aidiyete dayalı çatışma ve çelişkilerin önüne bu biçimde geçilmeye çalışılmaktadır. Bu gün bazı Avrupa ülkelerinde rasist saldırganlıkların tehlikeli boyutlara ulaşmasının bir nedeni de, çoğulculuğa karşı emen ulus milliyetçiliğinin tekleştirme politikasında diretmesinden kaynaklanmaktadır. Bu çatışmaların bir ara dönemi, yani geçiş dönemini kapsadığını söyleyebiliriz. Ekonomik ve sosyal alanlarda ortaya çıkan veya çıkacak değişiklikler ‘uyum süreci’ diye bir süreci kabul etmez. İşte bunlar ve bunlara benzer noktalardan hareketle, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin uygulamalarını ve bu uygulamaların gelecek açısında oynayacağı rolü dikkate aldığımızda, PKK ve çıngırdaklarının düşmanlığının nedenleri daha bir açığa çıkar.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Uygulamaları
 
 KYB son bir kaç yıldır gerek bulunduğu coğrafyada gerekse de Tüm Ortadoğu’da siyasal, kültürel, sosyal ve daha bir çok alanda ciddi değişimlere yol açan kararlar aldı. Aldığı kararları da hızla uygulamaya koydu. Uygulamaya konulan kararlar, Ortadoğu açısından bugün değilse de yakın ve uzak gelecekte çok ciddi değişimlerin habercisi niteliğindedir.  Özellikle de, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk açısından devrim niteliğindedir. Uygulamalar, küreselleşme döneminin oluşturduğu toplumsal ilişkiler ağının yönlendirilmesinde temel teşkil etmektedir. Bilindiği üzere, günümüz koşullarında genlere veya kan bağına dayalı ulusçuluğun yerini vatandaşlık veya yurttaşlık almıştır. Yani günümüzde ulusçuluk, vatandaşlık kavramıyla bütünleşmiştir. Nitekim, Kürdistan Bölgesel Yönetimi de bu temelde hareket etmektedir. Ortadoğu’nun içinde bulunduğu koşullar dikkate alınırsa, oluşturulan mecliste hemen her azınlığın temsil edilmesi azımsanacak bir gelişme değildir. Yine tüm azınlıkların kendi dillerini özgürce kullanabilmesi, hatta eğitim ve öğretim görmesi demokrasi açısından çok önemlidir. Ayrıca her azınlığın örgütlenme özgürlüğünün bulunması, siyasal hedeflerde ulusal birliğin sağlanmasında önemli rol oynar. Yani bunlar ve benzeri uygulamalar, ulusla aşiret veya klan tupluluğu arasındaki farklılığı ortaya koymaktadır. Buradan varmak istediğimiz nokta; Kürdistan Bölgesel Yönetimi bugün Kürt ulusçuluğunu temsil ettiği gibi, Kürt ulusunu ulus yapan dinamikleri geliştirip güçlendirme görevini de yüklenmiş durumda. Kürdistan yönetimi, küreselleşme dönemine uygun ulusal birliğin sağlanmasının böylesi demokratik uygulamalardan geçtiğinin bilincindedir. Kültürel çatının yükseltilmesinde ve ulusal bilincin gelişmesinde önemli rol oynayan bürokrasiyi bu yönde yapılandırmada önemli başarılar elde ettiği ortadadır.
    Ulusçuluğun gelişmesinde, ulusu ayakta tutmada ve yığınları yönlendirmede rol oynayan temel etkenlerden biri de dildir. Ulusal bilincin gelişmesinde belirleyici olan dildir. Güney Kürdistan’da bu gün Kürtçe hakim dildir; ortak karakterin, kişiliğin oluşmasında esas rol oynamaktadır. Bu anlamda Kürdistan yönetiminin demokratik karar ve uygulamalarından kaygı duymaya gerek yoktur. Tam tersi, Ortadoğu denkleminde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bir güç olarak yer almasını sağlayan uygulamalar olarak görülmesi gerekir.

                                                   Proto Türk Pkk/Hdp’nin düşmanlığı

     İşte tüm bu nedenlerden hareketle Proto Türk Pkk/Hdp’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimine olan düşmanlığı üzerine düşünmeliyiz. Pkk’nin ‘Biz istediğimiz yere gider ve kalırız, sınır tanımayız’ tehditlerini boşuna yapmadığını anlamak zorundayız. Pkk ve yan oluşumları Kürt gerçeğine, Kürt uluslaşmasına karşıdır. Güney Kürdistan’ın bürokratik yapılanması yok edilirse, Kürt ulusçuluğunu da yok edeceğini çok iyi bilmekte. Pkk yüklendiği böylesi görevleri yerine getirmenin gayreti içindedir. “Yani Güneyde kurulan yönetim sırtımıza bir hançer gibi saplanmaya çalışılıyor. Güneyde direnmeye ve savaşmaya karar verdik. Böyle bir yönetim aynı şekilde Arap dünyasının kuzeyi, Batı İran ve bölgedeki halklar için de tehdit teşkil etmektedir. Biz bu tehlikeyi durdurabildik.” (75) EL Vasat, Nisan 1998, A Öcalan'ın röportaj
Fazla lafa gerek yok. Yukarıdaki alıntı Proto Türklerin Kürt düşmanlığını açıklamaya yeter. Güney Kürdistan düşmanlığının önümüzdeki süreçte daha da alevleneceğini söylersek abartmış olmayız. Prehistorik dönemin Proto-Türkleri Pkk/Hdp’in akınlarından sonuç alınacağını sanmıyorum. 

Baki Karer

19.09.2019

 

 

 

 

 

 

10 Eylül 2019 Salı

Chp’nin ya da Ekrem İmamoğlu’nun Pkk/Hdp’ye Hediyesi!


Chp’nin ya da Ekrem İmamoğlu’nun Pkk/Hdp’ye Hediyesi! 

    Ekrem İmamoğlu’nun Hdp/Pkk’ye sunduğu fotoğraf  rastgele seçilmiş bir fotoğraf değildir. 1924’ten bu yana geçen süreç ve bu süreçte olup bitenler dikkate alınarak, daha doğrusu CHP’nin Kürt/Kürdistan’a bakış açısından hareketle seçilmiş bir fotoğraftır. CHP’nin böyle bir hediye ile Diyarbakır’a gelmesini sağlayan cesaret nereden alınmıştır veya böylesi bir cesareti sağlayan sosyolojik gelişmeler nelerdir? Bu ziyaretle birlikte, son kırk yılda ortaya çıkan sosyolojik gelişmelerin tüm yönleriyle irdelenmesi daha bir önem taşımakta. Salt ‘Stockholm sendrumu’ denilerek geçiştirilecek bir konu değildir. Pkk/Hdp aracılığıyla Kürt toplumunda yaratılan asimilasyon politikası, Türkleşmeye özentinin boyutları bıkmadan usanmadan işlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

    Kürt halkının duygu ve düşüncesi hiçe sayılarak, güle oynaya sunulan ve muhataplarınca da büyük bir sevinç içinde kabul edilen bu portrenin seçilme nedeni önemlidir. Kürt halkının kimliğini inkâr eden düşmüş çevrenin, bir ulus adına hareket etme cüretini açıktan göstermesi karşısında suskun kalınmamalı. Böylesi bir düşkünlük, Kürt halkının iradesiyle bütünleştirilemez.  

    Eğer tarihi bilgilerim beni yanıltmıyorsa, bu resim, iki öküzünden birine aşar karşılığı el konulan bir çiftçinin M.Kemal’le görüşme anını yansıtmaktadır. Hikaye uzundur, tüm ayrıntılarıyla buraya aktaracak değilim. Sanıyorum o dönem M.Kemal’in başyaveri Salih Bozok olayı anlatır. Resime dikkatlice bakılırsa, M.Kemal özellikle tam cepheden görüntülenmek istenmiştir; duruşu, yüz ifadesiyle karakteri, kudreti yansıtılmaya çalışılmıştır. Aslında çiftçi, bir figür olarak kullanılmıştır. Sosyal bir sorunun çözümüne parmak basılırken, jakoben devlet anlayışının haşin yüzü sergilenmiştir.

    Portrede devleti temsil eden güç, kararlı ve sert görünümüyle her şeye muktedir olduğu gösterilirken, çiftçi zavallı, boynu bükük, söylenen veya söylenecek her şeyi yargılamadan, sorgulamadan kabullenmeye amade bir figür olarak yansıtılmıştır; gücün karşısında ezilmeyi kabullenme, hatta ellerini tutuş biçimine bakılırsa bir yalvarış vardır. İşte ehlileştirilmiş Kürtler’e bu portrenin hediye edilmesi bu anlamda önemlidir. Türkleşmeye hayranlık duyanlar şahsında Kürt halkı tehdit edilmekte ve gösterilecek her türlü muameleye boyun eğmeleri istenmekte. Kandil kayyumlarının yerine atanan kayyumlara karşı adalet-hukuk-demokrasi üçlemesi yapanların, Diyarbakır’ın göbeğinde Chp adına herkesin gözüne batırıla batırıla verilen bu hediye karşısında nasıl üçleme yapacakları doğrusu merak edilmiyor değil.

Baki Karer

3.09.2019