30 Aralık 2016 Cuma

Ortadoğu Denkleminde Şengal




Ortadoğu Denkleminde Şengal 

   Politik alanda dünyanın en kaygan yeri Ortadoğu’dur. Bırakın yıllık, aylık değişimleri, günlük ve hatta saatlik değişimlerin sahnelendiği bu Bölge’de ayak üstü kalmanın zorluklarını herkes bilir. Ufak bir kıvılcım, hareketlilik, önceden kurulmuş dengeleri yerle bir edip yeni dengelerin oluşmasını sağlayabilir. Bu nedenle siyasetçi olarak ayakta kalma çok zordur. Kimin ne kadar kalıcı, ne zaman ve nasıl gideceği yönünde öngörüde bulunmanın hemen hemen imkansız olduğu bir bölgedir Ortadoğu. Şu günlerde yine en hareketli günlerini yaşamakta; daracık bir sahada birbiriyle kavga eden, yine birbiriyle ittifak yapan ülkeleri saymaya kalkışsak sayfalar tutar. Bu ülkelerin etrafında kümelenmiş paydaş grup ve örgütlenmeler ise, işin cabası. Bu kadar karmaşıklığı biraz sadeleştirecek olursak; bir tarafta Musul kenti ABD öncülüğünde İŞİD’den temizlenmeye çalışılıyor. Diğer tarafta ise Türkiye, İŞİD’e yönelik EL-Bab kasabasında operasyon yapmakta. Basit gibi gözüken bu iki operasyonun arka planını, dünyanın yeniden bölüşümü oluşturmakta. Her iki tarafın içinde taşıdığı değişkenliğe rağmen bu gün için iki ayrı noktada ortaya çıkan mevzilenmenin, dünya için ciddi tehlikeler içerdiğini söylemek mümkün.

    Şimdi herkes pür dikkat bir noktaya eğilmiş durumda; Şengal. Ortadoğu’da devler güreş tutarken, Şengal nereden çıktı ya da Şengal’in önemi ne? Evet, Bölge’de mevzilenmiş olanların devasa güçlerine bakıldığında, Şengal gibi küçük ve üstelikte az nüfusa sahip bir bölgenin üzerinde bunca kıyamet neden kopartılıyor? Bana kalırsa, Şengal, hem Bölge’nin geleceğine yön vermede, hem de G.Kürdistan’ın kaderini çizmede belirleyici diyebileceğim bir öneme sahiptir. Bu biraz da İkinci Dünya Savaşı yıllarında Stalin’in Satalingrad’da çizdiği hatta benzer. Hitler güçlerinin bu hattı geçmesi, Moskova açısından bir yenilgi olarak görülür. Şimdi bu noktada şunu söylemek gerekir; Şengal’de kaybeden kesin yenilgiye gidecek, kazanan taraf zaferini ilan edecek. Buradaki zafer sadece askeri açıdan değerlendirilmemeli. Şengal’de elde edilecek zafer, yıllardan bu yana iğne ucuyle elde edilen, kanla ve göz yaşı ile yoğrulmuş kazanımlarla bu günlere gelmiş Kürt Bölgesel Yönetimi’nin, geri dönüşü olmayacak biçimde toprağa daha bir kök salmasını sağlayacaktır. Ya zaferle taçlanacak tavizsiz bir tavır takınılır ya da arkadan saplanmış olan hançerle son nefesin çıkması beklenilir. G. Kürdistan halkı ve onun siyasal önderleri bu gerçeğin bilincinde olduğu kanısındayım.
    Şengal üzerine malum tartışmalar başını almış gidiyor. Tartışmayı başlatanın PKK olduğunu tekrar belirtmeye gerek yok. PKK orada ‘Çaycı Oğlan’, daha açık bir deyimle, Güney Kürdistan Yönetimini arkadan hançerleme görevini bir kere daha yüklenmiş durumda. Ama bu seferki ‘Çaycı Oğlan’cılık biraz farklı kesimlerce finanse edilmekte; arkasında daha çok İran’ın olduğu bilinmekte. ABD’yi de unutmamak gerekir. Ama ABD şimdilik daha çok ‘bekle gör’ taktiğiyle yetinmekte. Ağırlıklı olarak Kerkük petrollerinin pazarlanması konusunda Barzani yönetimine karşı kızgın. Ben birçoklarınca ‘Kürt Bölgesel Yönetimi ABD’yi temel ittifakçı güç olarak görmesi gerekir’ yönlü dillendirilen düşünceye katılmıyorum. Amerika’nın ne kadar güvenilmez ittifakçı bir güç olduğunu Kürt halkı tecrübelere dayanarak bilmektedir. İran’ın desteğini bildiği halde, PKK’nin Şengal’de sorun yaratmasına göz yummaktadır. PKK için yapılan son açıklamalar ciddiyetten uzaktır. ABD Bölge’de ittifak ilişkilerini ve nasıl hareket edeceğini biraz da ağzına burnuna bulaştırmış durumda; baştan, çıkış noktasında umduklarını bulamamanın verdiği şaşkınlığı üzerinden atmış değil henüz.
    PKK Kürt Bölgesel Yönetimi’ni Tahran-Bağdat arasına mahkum etmek için  son bir hamle başlatmış durumda. Başarılı olup olmayacağı Mesut Barzani ve hükümetin takınacağı dirençli tavra bağlı. Şu anda Kürt bölgesel Yönetimi Ortadoğu’ya verilmek istenen yani düzenlemede önemli bir rol oynamakta. Barzani ve ekibinin hemen her alanda yürüttüğü başarılı girişimler sonucu, G.Kürdistan merkezi rol oynayan bir konuma gelmiştir. Artık Kürdistan’ı es geçerek Ortadoğu’da politika yürütecek bir devlet yoktur. Süper güçlerin bile destek almak zorunda olduğu bir Kürdistan yönetimi sözkonusudur. Eğer Ortadoğu’da yeni sınırlar çizilecekse, Kürt Bölgesel Yönetimi’nin onaylayacağı sınırlar çizilecek. Elbette bu durumunun bir adım daha ileri boyutu Birleşmiş Milletler’dir. İşte PKK’nın ‘Brakujî’ masallarını ortaya atıp, bir çok çevreyi de ağına takmasının bir  nedeni de budur.
    Biraz uzun olacak ama bu noktada bazı tavırlar üzerine de durmak gerekecek. Şengal’de yaratılmak istenen fiili durumla birlikte ‘Brakuji’ tartışması başını almış gidiyor. Brakujiyi ağzına pelesenk etmiş olanlardan,  Kazan Deresi’nde bilerek ölüme gönderilen 2500 genç hakkında olumlu veya olumsuz tek bir kelime veya herhangi bir protesto işiten var mı?  Bırakalım Kazan Deresi’ni, daha dün denilecek bir zaman biriminde Şırnak’ta, Cizre’ de, Lice’de on bin gencin katline sebeb olanlar için, ‘15-16 yaşında çocukları ölüme sürüklemeyin’ diye bir çıkışta bulundular mı? Hatta bu on bin gencin bir çoğu arkadan kurşunlanarak katledildi. Demek on bin gencin ölüme götürülmesi karşısında sesini yükseltme cesareti gösteremeyenlerin, Şengal’de ‘Brakuji’ üzerine destanlar yazmaya kalkışmaları pek hayra alamet değil. Bir dost bana telefon açarak ‘Brakuji’ üzerine yazılmış bir makaleyi okuyup okumadığımı sordu. Bir süre sonra makaleyi okudum, makaleyi kaleme alan kişi ve efradı pek tanıdık; yıllardır ‘Derin Devlet’ denilen karanlık güçlerin emirinde faaliyet gösteren ve ‘Apocu gençlik Kürdistan’a izin vermez’ diye bağırıp çığıran Apocu müridin komutası altında çalışanmış. Bunlar aynı zamanda bir ekip. İşte ‘Brakuji’ tartışmalarını ayyuka çıkaranlar bunlar. Çok iyi tezgahlanmış, planlanmış sinsi bir oyun çevrilmekte. İyi niyetli düşünen bazılarını bile ağlarına takmaktadırlar. Sonuçta gerçekler tüm çıplaklığıyla görülecektir. Sosyal şöven örgütlenmelerin bir parçası olanlar, ne zamandan bu yana ‘Brakuji’ kavramına dahil edilmeye başlandı? Her neyse. Türkiye’de ‘Ulusalcı’ diye bilinen takımın alt basamağını oluşturanların, Şengal’de yaratmak istediği fiili durumda başarılı olacağını düşünmüyorum.
Baki Karer
30.12.2016
 

21 Aralık 2016 Çarşamba

Ankara’da Suikast


    karerbaki.blogspot.se

Ankara’da Suikast
 

    Bugün Rusya Federasyonu büyük elçisi Andrey Gennadiyeviç Karlov Ankara’da suikaste uğradı. Gelen haberlere bakılırsa hayatını kaybetmiş. Suikasti yapan Çevik Kuvvet polisi. Türkiye açısından çok ciddi bir gelişmedir bu. Bu suikastin amacı, iç dengeleri dizayn etmeden ziyade, uluslar arası dengeleri dizayn etmeye yönelik bir girişimdir.
    Özellikle 15 temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye, gerek uluslar arası planda, gerekse de Ortadoğu genelinde siyasal alanda yeni atılımlar içine gireceğini belirtmişti. Bir çok alanda atılacak adımların hem Avrupa Birliği’nin hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarlarına hizmet etmeyeceğini anıştıracak açıklamalar yapılmıştı. Türkiye’nin son bir kaç aydan bu yana attığı her adım, Batı Avrupa ve Amerika tarafından sıkı takip altındaydı. Uçak düşürülmesi olayından sonra iki ülke arasında esen soğuk rüzgar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Moskova ziyaretiyle birlikte, yerini dostluk havasına terk etmişti. İki ülke arasında barış havasının egemen olması her iki ülkenin çıkarınaydı. Batı ambargosu karşında Rusya federasyonu rahat nefes alırken, Türkiye de hem ekonomik hem de siyasal açıdan sıkışık durumdan kurtulmuş oldu. Özellikle Irak ve Suriye’de ABD tarafından sıkıştırılan, sınırları içine hapsedilmeye başlanan Türkiye, nefes almaya başladı. Fırat kalkanı operasyonu, aslında ABD’ye karşı geliştirilen bir operasyondur. Bu operasyona karşı ABD ve Batı Avrupa’nın yanıtı çok sert oldu. Zaman zaman İŞID, zaman zaman da PKK kullanılarak Türkiye’ye siyasal dayatmalarda bulunuldu. Bombalarla kitlesel katliamlar yapılmaya başlandı. Bu noktada içten eskinin derin karanlık güçleri tekrar devreye sokuldu. Patlatılan bombalarla bir sonuç alınamayacağı anlaşılınca, suikast devreye sokuldu.
    Büyükelçi Karlov’un öldürülmesi Ortadoğu’daki, özelde de Suriye’deki gelişmelerden bağımsız değildir. Esad’a bağlı ordunun Halep’te tekrar kontrolü ele alması, aslında bir dönüm noktası teşkil eder. Suriye ordusu, Türkiye’nin rızası alınmadan Halep’te kontrolü sağlayamazdı. Halep’te tam kontrolün sağlanması ve Özgür Suriye Ordusu desteğinde Türk Ordusu’nun El-Bab’a dayanması, ABD ve Avrupa Birliği’nin dışlanması anlamına gelmektedir. Ağırlıklı olarak Amerika Birleşik Devleti’nin Musul politikasına karşı, Halep ve El-Bab’da bir misilleme yapılmış olundu. Amerika'nın başını çektiği 64 ülkeden oluşan cephe, Musul’a bir türlü giremiyor. ‘Giremiyor’ değil, girdikten sonra saha üzerinde yapılacak parsellemede anlaşamadıkları için  Musul’dan İŞİD atılmak istenmiyor. Türkiye ve Rusya’nın dışlanma koşullarında ABD ve diğer Batılı güçler eğer Musul'a girerse, Türkiye de EL-Bab’a girecek ve Musul-Halep hattını oluşturmaya çalışacak. Elbette bu durum, ABD’nin işine gelmemekte.
    ABD ve B. Avrupa, bu misillemenin çemberi genişletildiği anda, kendileri için ciddi tehlikelerin ortaya çıkacağını fark ettiler. Nitekim Rusya, Türkiye ve İran arasında yarın yapılacak toplantı, bahsedilen çemberin genişleyeceği anlamını taşımaktadır. Batılı güçlerin Ortadoğu’da istedikleri gibi hareket etmelerini engellemede, bu girişimin önemli bir adım oluşturacağını söylemek mümkündür. İşte tam da bu noktada, Rusya’nın Ankara büyükelçisi suikaste uğradı. Ne ilginçtir ki ilk tepki gösteren de, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara büyükelçisi oldu. Katilin bağlantıları da dikkate alınırsa, gösterilen tepkinin anlamı daha bir önem kazanır.
    Gelinen noktada, yani Karlov’un suikaste uğramasıyla birlikte ok yaydan çıkmıştır. Artık Türkiye, ABD tarafından gelecek zorlamalarla 15 temmuz öncesi konumuna getirilemez. Irak’ta ve Suriye’de ağırlıklı olarak Rusya ile hareket edecektir. Ama yine de ABD’yi sert yöntemlerle veya tümden karşısına almaktan çekinecektir. Ortadoğu’da denge politikasından ziyade, bir adım ileride Rusya ile birlikte hareket etmeyi sürdürecektir. Batılı güçlerin Türkiye üzerinden daha ileri gitmeleri savaşı göze almaları anlamına gelir. Özelliklede Suriye nedeniyle ne ABD’nin, ne de Rusya’nın bir savaşa kalkışması çok uzak ihtimaldir. Şu sıralar sıkça dünya savaşından bahsedilmekte. Günümüz koşullarında iki süper güç arasında ortaya çıkacak dolaylı çatışmaların, dünya savaşına neden olacağını düşünmüyorum. Bunun için bir çok neden var; bu dönemde iki süper güç arasında yapılacak savaşın, konvansiyonel silahlarla sınırlı kalmayacağını bilmek gerekir. Bir de günümüzde müttefiklik anlayışı değişmiştir. Her ülke kendi çıkarlarını ön planda tutacaktır. Her hangi bir ülke yönetimi, müttefik olduğu bir başka ülke için savaşa girmeyi göze alması için halkına hangi argümanları ileri sürecektir? Değişen toplumsal ilişkiler, yönetimlerin böylesi kararlar almasını engelleyecek konumdadır. Bu gün NATO sadece kağıt üzerindedir. Ne Türkiye, ne de Almanya veya Fransa ABD için Rusya ve Çin'le savaşı göze almaz. Aynı durum Rusya’ya yakın gözüken ülkeler için de geçerlidir. Günümüz koşullarında iki süper gücün etrafında kümelenecek ülkeler arasında ortaya çıkacak bir savaş, bir çok ülkenin yok olmasını getirmeyeceğinin garantisi yoktur. 1910’lu, 1940’lı yılların savaş metotları artık çok gerilerde kalmıştır. Bu nedenle müttefiklik veya birbirini destekleme bir noktaya kadardır. Bu gerçekler bilindiği içindir ki çıkarları çatışan ülkeler, birbirine  karşı ulaklarla, bazen de ekonomik ambargolarla sonuç almaya çalışmaktalar.

BAKİ KARER

19.12.2016