5 Ekim 2020 Pazartesi

 

İŞLENEN 53 CİNAYETİN SORUŞTURULMAYA BAŞLANMASI 

    Birkaç şehirde PKK/HDP’li milletvekili ve yöneticilerine yönelik tutuklamalar yapıldı. Tutuklamalara gösterilen neden, altı yıl önceki, yani 6-9 Ekim 2014 Kobani protestolarıdır. Protesto gösterileri adına katliamlar, yağmacılık, çapulculuk ve talan yapılmıştır. İşlenen cinayetler PKK/HDP’nin çağrısı üzerine yapılmıştı.

  Tutuklamalar ve yürütülen soruşturmalar bazı çevrelerce ‘kabul edilemez’ olarak bulunmakta. İşlenen cinayetlerin üzerinden 6 yıl geçtiğini, geçen bu kadar uzun süreden sonra tutuklamaların yapılmasının hukuk normlarına uymadığını iddia etmekteler.

    Bilindik çevrelerce tutuklamalara yönelik getirilen eleştirileri kısaca şu başlıklar altında toplana bilinir:

a-Hukuka uygun değil.

b-Sivil siyaset alanı kısıtlanmakta.

c-İntikam alma, provokasyon.                                              

    Yukarıda öne sürülen iddiaları irdelemeden önce 6-9 Ekim 2014 tarihinde PKK/HDP’nin çağrısı üzerine yapılan sokak eylemlerinin bilançosunu hatırlamakta yarar var; 53 kişi öldürüldü, 221 sivil ve 139 polis memuru yaralandı. Yine 144 özel bina, işyeri talan ve tahrip edildi. 16 kamu binası, 17 banka, 4 okul tahrip edildi ve soygunculuk yapıldı. Ayrıca halka ait 88 özel ve 40 kamu aracı yakıldı, yıkıldı.

    Yukarıda verdiğim bilanço ortada dururken, son tutuklamaların hukuka uygunluğu üzerine çığırtkanlık yapanları, hukuka uygun olmadığı yönlü söylemler geliştirenleri anlamak çok zor. Sorunu, hukuk-adalet-kanun üçgeninde ele alıp olayın tartışılması gereken esas yönünü kaybetmek istemiyorum. Hukuk, toplum, birey ve devlet arası ilişkileri düzenleyen bir araçtır. Hukukun her koşulda ve her zaman adaleti sağladığını söyleyemeyiz. Hukukun yaptırım gücünü kullanan devlettir. Eğer hukuk normlarını savunuyorsak, toplumda yaşam ahenginin düzenlenmesinde hukukun oynadığı rolü kabul ediyorsak, katledilen 53 kişinin faillerini bulup cezalandırmaya karşı çıkılmamalı. Eğer karşı çıkılıyorsa, o zaman toplumda hukukun bir taraf için geçerliliğini kabul etmiş oluruz. İşte bu noktada sokak çapulculuğunu evrensel hukuk normları yerine koymuş oluruz. Bu, derin devlet ve derin devletin emir eri PKK/HDP’nin katlettiği 53 insanın unutulmasını isteme demektir. Zaten bu cinayet güruhunun en önemli özelliği, ‘unutma’ ve toplumsal değerleri ‘çöpe atma’dır. Bu düşünceyi, davranış biçimini toplumda bir alışkanlık haline getirmenin ne kadar sakıncalı olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Hem halktan yana olduğunu iddia edeceksin hem de kendini ‘elit’ gören bir kesimin işlediği cinayetlerin hasır altı edilmesini isteyeceksin… Bu anlayış, sultanlığın toprak mülkiyeti hukukundan kaynaklanan giderek modern çağda Jakobenizmde kendini gösteren hukuk anlayışıdır. Bu anlayışın Kürt/Kürdistan adına hareket ettiğini söyleyenler arasında günümüz koşullarında ortaya çıkması başlı başına sosyolojik bir araştırma konusudur. Kırk yıldır sürdürülen ‘düşük yoğunluklu’ çatışmaların oluşturduğu düşünce ve davranış biçiminin bazı kesimler üzerinde ne kadar etkili olduğuna şahit olma, üzüntü verici bir durumdur.

    Tutuklamaları hukuki bulmayanlar, Cumhuriyet Baş Savcılığı’nın 6 yıl sonra harekete geçmiş olmasını bahane olarak ileri sürmekteler. İnanıyorum bu çevreler, tutuklamalar 10 Ekim 2014’te yapılsaydı da karşı çıkardı. Çünkü bu çevrelerin, demokratlığın ölçüsünü PKK/HDP’nin takınacağı tavra ve ileri sürdüğü düşüncelere göre belirleme alışkanlığı vardır. Bu noktada devlet gücüne teslim olma söz konusudur. Bazı örgütsel yapılarda tavanla taban birkaç kişiyle, daha doğrusu aynı kişilerle sınırlı kalmışsa, önüne gelen her güce tapma alışkanlık haline gelmiş demektir. Güce tapmanın geçer tek akçe olduğu an, umudun yok olduğu andır. Umudun yok oluşu bir süreçtir ve bu süreç sonuçta teslimiyete gidebilir. Umudu ve kendine güveni olmayanlar sonuçta zorbalığı içselleştirmeye başlar. Bu noktada kimlerin teslimiyete gidip gitmediğini PKK/HDP’nin işlediği cinayetler karşısında ortaya çıkan mevzilenmede görebiliriz. İster birey, ster gurup, isterse devasa bir örgütsel yapı olsun, umudu olan her yapı başı dikliği, cesareti ve en önemlisi de kararlılığı temsil eder. Umudu olan aynı zamanda kendine güveni olandır. Varolmayı tartışmasız kılmanın en önemli ögesi, kendine güven duymadır. Güven, teslimiyeti değil her koşulda sorgulamayı gerekli kılar.

    PKK/HDP’ye yönelik operasyonların sivil siyaset alanını kısıtladığını söyleyenlerin bulunması başlı başına bir sorun. 53 Kürt insanını bir anda katletmeyi planlamış ve gerçekleştirmiş bir örgütsel yapının üzerine gidilmesini, 83-84 siyasi partinin var olduğu koşullarda ‘siyaset alanının kısıtlanması’ olarak görülmesi hayret vericidir. Birilerinin herhangi bir partiden millet vekili seçilmesi veya bazılarının bürokrasinin içinde yer edinmiş olması, cinayet işleme özgürlüğüne sahip olması anlamına gelmemelidir. Ayrıca PKK/HDP’nin varlığı hiçbir zaman sivil siyaset alanını genişleten bir faktör olmamıştır; tam tersine siyaset alanını daraltan, hatta zaman zaman da ortadan kaldıran bir faktör olmuştur. Tersi söylem içinde olanlar, siyaset alanındaki konumlarını bir kez daha gözden geçirmelidir. Kaldı ki, HDP’nin kimler tarafından kurulduğu ve kimler tarafından yöneltildiği bir sır olmaktan çoktan çıkmıştır. Devletin bağırsaklarını temizlemesine karşı tavır alınmamalı; derin devletin önemli bir parçasının dışarı atılma girişimleri, tasfiye etmeye yönelik adımların atılması olumlu bir gelişmedir.

    ‘İntikam alma ve provokasyon’ söylemi, çok havada, hiçbir temeli olmayan bir propagandadan ibarettir. Aynılığı inkâr edip, zoraki muhalefet gömleği giydirmenin çabasıdır.

3.10.2020

Baki Karer